• içinde iyi-kötü pek çok garip varlığı da barındıran mitoloji. ilginç.

    1. abasılar: yakut türkleri, korunmak için bu kötücül ruhlara kurbanlar sunarlar. albastı, alkarısı, albız da denen ve yeraltında yaşayan bu yaratıkları bir tek şamanlar görebilir. insanları yalnızken, çaresiz ve sıkıntılı olduklarında yakalar, delirtir, yoldan çıkartır ve ruhunu kaçırırlar. dişleri demirden, tek gözlü, tek ayaklı veya ayaksız ve kel olarak tasvir edilirler.

    2. ayıhılar: altay, yakut ve saka mitolojilerinde abası’nın karşıtı iyi ruhlar. yaradılışın ve iyiliğin başlangıcı olan meleklerin tamamına ayıhı deniyor. iyilik yapan insanları koruyorlar korumasına ama yoldan çıkanları inadına yalnız bırakıyorlar. çocukların doğmasını, toprağın bereketli, ürünlerin verimli olmasını onlara borçluyuz. ayıhıların en kıdemlisi “ürüng ay toyon”.

    3. abra: abura ve apra olarak da bilinen, timsah suratlı devasa büyüklükteki yeraltı yılanı. gözleri parlak bakır renkli, ayakları kızıl, çenesi de çok güçlü. tengiz de denen yeraltındaki büyük denizde yaşıyor. aslında üçlü takılıyor bu ejdere benzeyen yılanlar. ker abra, ker yutpa ve ker doydu olarak bu üçünden hep birlikte bahsediliyor. bu yüzden hepsinin aynı varlık olması da bir ihtimal.

    4. arçura: arçuri ve arçuray da deniyor. çuvaş’larda şeytani orman cini. yerleri süpüren saçları, kıllarla kaplı vücuduyla kara görünümlü bir şey. ikisi önde ikisi arkada dört kızıl gözü, üç kolu ve üç bacağı var. kaşla göz arasında ak sakallı bir adam, yakışıklı bir genç, yayınbalığı, kuş, keçi vs. olabiliyor ve insanları gıdıklamak suretiyle gülmekten çatlatarak öldürdüğü söyleniyor. kahkahalar atarak ve tokat şaklaması gibi konuşarak kurbanlarını avlıyor. bu sese dönüp bakanların vay haline!

    5. azmıç: balkarların kayıp cini veya yol cini. azıtkı veya azıktı olarak da bilinir. tek başına seyahat edenlerin başına musallat oluyor. en sevdiği kişi kılığında görünerek insanları peşine takıyor; dağdan, uçurumdan, ırmaktan düşürüyor.

    6. bükrek: altay mitolojisinde savaşan iki ejderhadan iyi olanı. bükre veya bukra da denir. insanların yardımcısıdır. rivayet o dur ki; bin yılda bir yeryüzüne inerek dünyanın durumunu kontrol eder. kanatları olmadığından, uçamayan bir kertenkeleye benzer. uzun boynu, çok güçlü pençeleri ve dünyanın her yerinden duyulabilen billur gibi bir sesi var derler. kötü ejderha sangal ile dokuz yıl savaşmış ve en sonunda yenmeyi başarmış.

    7. sangal: bükrek ile yaptığı savaşın sonunda yenilmiş olan ejderha.

    8. çarşamba karısı: bu kötücül ve çirkin yaratıkla muhatap olmak istemiyorsanız çarşamba geceleri herhangi bir işe başlamayın, ya da başladığınız işi bitirin yarım bırakmayın, bizden söylemesi… mazallah çarşamba karısı, evin çocuğunu herkesin gözü önünde alıp götürebilir! işsiz güçsüz gezenlere “çarşamba karısı gibi gezip durma” denmesi bundan.

    9. çay ninesi: azeri halk kültüründe dere ve nehirlerde yaşlı kadın kılığında yaşayan bir varlık. suya çok bakana kızıyor, başını döndürüyor ve akıbetini narkisos gibi yapıyor. bu yüzden azeriler nehir kenarına gittiklerinde “su sahibi”ne selam vermemezlik etmiyorlar. çay ninesi’ni kızdırmamak için suya çöp dökmek de fena halde yasak.

    10. demirkıynak: “demirtırnak” da denen, kılıktan kılığa girip, korkunç sesler çıkartan bu kötücül yaratık ahalinin delirmesine sebep olurmuş. ormanlarda yaşayan bu varlığın tek korktuğu şey su olduğundan bulabildiğiniz ilk su kaynağına kendinizi atmaktan başka çıkış yolunuz yok. efsanenin çeşitli varyasyonlarında tepegöz’ün kızı ya da kızkardeşi olduğu söylenir. hikayenin kahramanı basat, önce demirtırnak’ı ardından da tepegözü öldürür.

    11. emegenler: yunan mitolojisi’yle benzerlik taşıyan çerkes efsanelerinde anlatılan çirkin, çok başlı dev varlıklar. çerkeslerin üstün güçlere sahip mitolojik kahramanları nartların baş düşmanı emegenler, üç ayda bir yüzden fazla çocuk doğururlar. nart kahramanları, emegenleri her daim yenmeyi başarsa da, yakalandıklarında emegenler tarafından yendikleri için onlardan çekinirler.

    12. hüma: kumay veya umay kuşu. cennet kuşu olarak tasvir edilen hüma, çok yükseklerden ve hiç dinlenmeksizin uçabilen, ayakları asla yere değmeyen efsanevi bir yaratık. eskiden hükümdar ölünce halk bir meydanda toplanır, hüma’nın başına konduğu ya da gölgesinin düştüğü kişiyi tahta geçirirmiş. hüma’ya “devlet kuşu” “talih kuşu”, hükmdara da “hümayun” denmesinin işte asıl kaynağı bu.

    13. garmakoçi: laz halkının vücudu kıllarla kaplı, uzun boylu, insanla maymun arası orman adamına verdikleri isim. mitolojilerinin aynı olması nedeniyle lazlarla akraba oldukları kabul gören gürcülerde oçokoçi adıyla biliniyor. megrelya’da oçhokoçi denen bu yamyam yaratık pek çok masal ve efsanenin baş kahramanı ve bir cadının kocası.

    14. gulyabani: insan yediği düşünülen kocaman, uzun sakallı, asalı bir dev olarak tasvir edilir. oysa bazı türk halklarına göre, her zaman kadın kılığındadır. “guleybanı” ve “aleybanı” olarak anılır. araştırmacıların eski arap rivayetlerine dayandırdığı, vücudu tüylerle kaplı, pis kokulu bu acayip varlığın ayakları terstir. aman ırakta kalmayın! çünkü dağ yamaçlarında ve kimsenin olmadığı çöllerde akşamüstü ortaya çıkarmış.

    15. enkebit: iç anadolu’ya özgü doğaüstü bir varlık. anlatılara göre; insanları uykudayken boğazlayarak öldürmeye kalkan enkebit’in sağ elinin ortası deliktir, başında da altın bir fesi vardır. başındaki fesi alabilen kişiye zarar veremeyeceğine inanılır.

    16. hıbılık: insanın göğsüne oturur ve nefesi kesilip ölene kadar boğazını sıkar. hıbılık kimi basarsa, o insan yerinden kıpırdayamaz, dili tutulur. enkebit’le benzer bir biçimde hıbılık’ın da başında sihirli bir börk (şapka) vardır. o şapkayı çalabilen kişinin zengin olacağına inanılır.

    17. hınkır munkur: yakaladığı insanları önce boğarak öldüren sonra da yiyen bir canavar. insana benzer fakat karnında bulunan bir kesenin içinde yavrusunu taşır. en korktuğu şey üzerine işenmesi olan hınkır munkur’u gördüğünüzde hala korkudan altınıza yapmamışsanız, bununla tehdit etmeniz kaçması için yeterli.

    18. hırtık: üst kısmı insan, alt kısmı hayvan, bedeni tüylerle kaplı, ayakları ters kötücül cin. fırat nehri’nde yaşadığı kabul edilir. ateşten korkan hırtık, karanlıkta ortaya çıkar. kılığına girdiği kişinin yakınlarıyla konuşarak onları akarsu kıyısına götürür ve boğar. geceleri at çalıp, sabaha kadar onları yorar. inanışa göre; ata tutkal sürülünce, yapışan hırtık’ın yakasına iğne takabilen kişi onun sahibi olabilir.

    19. hortlak: gece mezardan kalkan, sırtında kefenle dolaşan yaşayan ölüler. kızdıklarına sataşırlar, hızlı koşarlar, ata binebilirler, silah kullanabilirler, istediklerini döverler, sevdiklerini kaçırırlar, ev basarlar, yol keserler. hortlak saldırısından korunmak için mezarlık yakınlarından geçerken dua okunur. halk inancına göre birinin hortlaması uğursuzluktur, kesin ahiretten kovulmuştur.

    20. iççi: eskilere göre, her dağın, akarsuyun ve ormanın koruyucusu vardır. bunlar iyilikseverdirler ve insanlara yardım ederler. karşılığında da saygı beklerler. bulundukları yerin temizlik ve güvenliğine çok önem verirler. hatta insanlara örnek olmak için bu titiz ruhların temizlik yaptıkları bile görülmüştür.

    21. itbarak: türklerin sürekli savaşa tutuştukları, “çok tüylü köpek” manasına gelen itbaraklar, oğuz kağan destanlarına göre kuzey-batıya doğru uzanan karanlık ülkelerin içinde yaşarlardı. destanı okuyanlar bilirler; oğuz han, itbaraklara karşı bir akın yapmış fakat yenik düşüp, dağlardaki bir nehrin ortasında kalan küçük bir adacığa sığınmak zorunda kalmıştı.

    22. karakoncolos: kara renkte, çok çirkin, maymun, kedi veya çocuk büyüklüğünde bir kötülük cini. özellikle bulgar folklorunda rastlanan bir yaratık. zemheride sokaklarda dolaşır, rastladığına sorular sorar. yanıtların içinde “kara” kelimesi geçmezse; elindeki kocaman tarakla adam döver. “karamanlıyım” ya da “ankara’ya gidiyorum” deyip uzaklaşmanız hayrınıza.

    23. kamos: karakura da denir. rüyalarda insanları korkutan ve ruhlarını alan kötücül bir yaratık. biçimsiz bir varlıktır. insanları uykuda yakalayarak götürür. üzerine çöktüğü insan nefes alamaz. gün ışığından korkar. güneş doğunca da donar kalır.

    24. karakorşak: geceleri izbede dışarıya çıkmanın doğru olmadığını vurgulayan bir halk anlayışının dışa vurumu. altay ve türkmen kültüründe eşek, köpek, domuz, keçi kılığına girdiğine inanılan kötücül cin. gece kapıları çalıp, ev sahibinin tanıdığı bir ses ve kılıkla çağırarak kaçırır. bu cinden korunmak istiyorsanız pantolonunuzun düğmelerini açmanızı hatta açık gezmenizi tavsiye ederiz.

    25. kayberen: kırgızların iyiliksever ruhlar arasında saydıkları “kayıp eren” adıyla andıkları ruhlar. dağlarda yaşar ve geviş getiren hayvanları korurlar. bu ruhlar, hayvanların artıp çoğalmasını sağlar. ancak kızarlarsa hayvanları telef edebilirler.

    26. kayış baldır: çocukları korkutmak için uydurulmuş kötücül varlık. elsiz ve ayaksız bir ihtiyar görünümündedir. yolda seyir halindeki insanları aldatıp, omzuna biner. kim omuzuna alırsa, bir anda kayış baldır’ın karnından yılana benzer üç arşın uzunluğunda iki ayak çıkar ve yolcunun bedenine sarılır, yolu bitinceye kadar da bırakmaz.

    27. kuzu kuzu kuşu: balıkesir’in bigadiç ilçesinde ormanda yaşadığına inanılan bir kuş. hikayesi şöyle: bir gün bir adam çobanın birini, kuzularına bakması için tutar. çobanın bir an dalgınlığına gelir ve kuzuları kaybeder. sahibinden de korktuğu için “allah’ım beni kuş yap da buradan uçup gideyim” der. çobanın dileği gerçekleşir. bigadiçliler o zamandan beri “kuzu kuzu” diyen çobanın sesinin ormanlarda yankılandığını hikaye ederler.

    28. şahmaran: erbüke olarak da bilinen maranlar, belden aşağısı yılan üstü insan doğaüstü yaratıklardır. yeraltında yaşayan bu akıllı ve iyicil maranların ecesi, hiç yaşlanmayan ve ölünce ruhunun kızına geçtiğine inanılan şahmaran’dır. onun insanlarca öldürüldüğünü henüz bilmeyen, bu nedenle derde deva olma işine devam eden maranların, şahmaran’ın ölümünü duydukları an maran ülkesi’nden çıkıp şehirleri yerle bir edecekleri söylenir. bu inanış en çok cizre, nusaybin ve tarsus civarında yerleşiktir.

    29. merküt: bürküt de denilen altay ve moğol mitolojilerindeki efsanevi kartal. kimi yerlerde anka kuşu ile özdeşleştirilmiş. bazen de bir tanrı veya tanrıça olarak görünür. gök yolculuğuna çıkan şamanın ruhuna ilk üç gök katı boyunca kılavuzluk eder.

    30. şeşe: azerilerin inanışına göre, bilinmezler aleminden gelen kötücül bir kuştur. yalnızca geceleri uçan bu kuş, erkek çocukları boğazından vurur. bu nedenle de çocuğun altı aya kadar gözetim altında tutulması gerekir. inanışa göre, şeşe’yi yakalayan biri, anında öldürmelidir. öldüren kişi şeşe’nin vurduğu herhangi bir çocuğun boğazına elini sürerse çocuk kurtulur.

    31. öcü: arapça ecinni kelimesinin türkçe’deki karşılığı. kalabalık yerlerde yaşadığına inanılır ve kısa boylu olarak tasvir edilir. kocaman başları, tüyle kaplı bedenleri ve tersine duran ayakları vardır. çarptığı iddia ediliyor. cin çarpan insanın vücudu morarırmış, bir süre sonra da ölür derler.

    32. tepegöz: özellikle dede korkut hikayelerinde adı geçen yerel kültürümüzün en meşhur canavarı. annesi alageyik kılığına girebilen bir peri, babası da çoban. hem dişi, hem erkek tepegözlere rastlanabilir. parmağında büyülü bir yüzük takılıdır. kaf dağında yaşayan tepegöz’ün kılıcın kesmediği, okun işlemediği bedeninin tek zayıf yanı tek gözüdür. en sonunda basat adlı kahraman tarafından öldürülür.

    33. yelbegen: altay mitolojisi’nde bazen yedi başlı bir dev bazen de ejderha olarak anlatılagelen insan yiyen at düşmanı mitolojik canavar. üç, yedi veya 12 başı vardır. siyah ya da sarı renklidir. güneş ve ay tutulması, yelbegen’in bu gök cisimlerini yemesi olarak anlatılır.

    kaynak:
    türk mitoloji ansiklopedisi-deniz karakurt
  • konuya giriş mahiyetinde celal beydilli'nin "türk mitolojisi-ansiklopedik sözlük"ünü, yaşar çoruhlu'nun "türk mitolojisinin ana hatları"nı, açıköğretim ders kitabı olup pdf olarak indirilebilen ve kaynak önerileriyle, konu haritasıyla epey işe yarayabilecek "türk edebiyatının mitolojik kaynakları" (indirmek için) adlı çalışmayı tavsiye ettiğimdir. daha sonra da karşılaştırma için (biraz eski kalsalar da) bahaeddin ögel'in iki ciltlik "türk mitolojisi"ni ve jean paul roux'un "eski türk mitolojisi" adlı çalışmalarını okuyabilirsiniz.

    daha detaylara ve sahalara inen bir kaynakça listesi isteyenler ise şöyle buyursun: türk mitolojisi, şamanizm ve türk inançları
  • turk mitolojisi cok koklu ve eskiye dayanir.gercekleri yansitmak gerekir turkler saman dini basta olmak uzere, cok tanrili inanclarada bagli idiler.cok farkli inanclar ve buyuk cografya mitleri zenginlestirip cesitlendirdi.bu mitler zamanina ve dinine gore tamamen sozlu degildir.turk mitleri eski inanclardan:samanizm, aninizm , natürizm , manihaizm ,mazdaizm, budizm, taoizm,lamanizim 'den yogun sekilde etkilenmistir.
    turk mitolojisinin cok tanrili degilmis gibi gosterilmesi ve insanlarimiza tamaminin okutulmamasinin nedeni gunluk basit kaygilardir.turk mitolojisi, akillari allak bulak eden yapisiyla, yunan mitolojisini takmayacak kadar guzel ve kendine hastir.gecmisteki duslerimizin simdiye yansimasidir mitlerimiz.okurken gercekten atanizin bir zamanlar bizim icin bir seyler yapmak istedigini gorur onlari daha cok serversiniz.en cok dikkat cekilen nokta turklerin degismeyen karakter yapisidir ve malesef sene 2006'da olsa -500'de olsa degisen sadece ustumuze giydigimiz modern dedigimiz toplumun elbiseleridir.

    edit:uzun soluklu ve bazi bolumler kotu rusca cevirmenler ve azerice kaynaklardan araklandigi icin cumleler birden cok kez edit igtiyaci dogmustur.

    atalarimiz ne dusunuyordu :

    “ dünya bir deniz idi, ne gök vardı, ne bir yer,

    “ uçsuz, bucaksız, sonsuz, sular içreydi her yer!

    “ tanrı ülgen uçuyor, yoktu bir yer konacak,

    “ uçuyor, arıyordu, katı bir yer, bir bucak.”

    destanın bu bölümünde, yersiz, göksüz, sudan oluşmuş bir dünyanın varlığından bahsedilirken, tanrı ülgen’in uçtuğu ve tutunmak için (saklı, mahrem, içte kalan, görülemeyecek) sert bir yer aradığı belirtilmektedir. bu anlatıya göre, tanrı ülgen bir kuş’tur. destanın bu bölümü tekvin’de şöyle anlatılıyor:

    “başlangıçta allah gökleri ve yeri yarattı. ve yer ıssız ve boştu; ve enginin yüzü üzerinde karanlık vardı; ve allahın ruhu suların üzerinde hareket ediyordu.” destan şöyle devam ediyor:

    kutsal bir ilham ile, nasılsa gönlü doldu,

    “ kayıptan gelen bu ün, ona bir çare buldu.

    “ göklerden gelen bir ses, ülgen’e buyruk verdi:

    “ tut önündeki şeyi, hemen yakala!” dedi.

    “ ülgen bu emre uydu, uzattı ellerini,

    “ içinden tekrarladı, semanın sözlerini.

    “ denizden çıkan bir taş, fırladı çıktı yüze,

    “ hemence taşı tuttu, bindi taşın üstüne!

    “ artık ülgen memnundu, rahatı bulmuş idi,

    ”üzerinde duracak bir yeri olmuş idi”

    denizden ibaret olan bir dünyada tanrı ülgen’in su üzerinde durması olanaksız olan bir taşa binmesi ve bu taşı kendine yer olarak seçmesi, bu olayın sembolik bir olay olduğunu ortaya koymaktadır. ülgen’in bindiği veya üzerine konduğu bu taş, büyük olasılıkla frisyalıların tapmış oldukları “gök taşı”dır. gök taşı tekvinde şöyle anlatılmıştır:

    “ve allah dedi: suların ortasında kubbe olsun ve suları sulardan ayırsın. ve allah kubbeyi yaptı ve kubbe altında olan suları, kubbe üzerinde olan sulardan ayırdı; ve böyle oldu. ve allah kubbeye gök, dedi.” . destan şöyle devam ediyor:

    “ göklerin emri ile, bulunca ülgen durak,

    “ artık vakit gelmişti, gökleri yaratacak!

    “ ülgen hep düşünmüştü, ta göklere bakarak:

    “ bir dünya istiyorum, bir soyla yaratayım!

    “ bu dünya nasıl olsun, ne boyla yaratatım!

    “ bunun çaresi nedir, ne yolla yaratayım!”

    “ bir ak ana (ak ene) var idi, yaşardı su içinde,

    “ ülgen’e şöyle dedi, göründü su yüzünde:

    “ yaratmak istiyorsan, sen de bir şeyler ülgen,

    “ yaratıcı olarak, şu kutsal sözü öğren!

    “ de ki hep, “yaptım oldu!” başka bir şey söyleme!

    “ hele yaratır iken, “yaptım olmadı!” deme!

    “ ak ana bunu dedi, sonra kayboluverdi.

    “ ülgen’in kulağından bu buyruk hiç çıkmadı,

    “ insana bu öğüdü iletmekten bıkmadı:

    “ dinleyin, ey insanlar! “var’ı yok demeyiniz!

    “ varlığa yok deyip de, yok olup gitmeyiniz!”

    destanın bu kısmında, henüz hiçbir şey yaratılmamışken, su içinde yaşayan, kah görünüp, kah kaybolan bir “ak ana” ortaya çıkıyor. demek ki, tanrı ülgen’den önce yaratılmış bir dünya ve bu dünyada yaşayan canlılar vardı. ve bu durum, ülgen’in kendine var dünya üzerinde küçük bir dünya yaratmak istemesiyle de açık seçik anlatılmıştı. destan şöyle devam ediyor:
    “ ülgen yere bakarak: “ yaratılsın yer!” demiş.

    “ bu istek üzerine, denizden yer türemiş.

    “ ülgen göğe bakarak: “ yaratılsın gök !” demiş.

    “ bu buyruk üzerine, üstünü gök bezemiş!

    denizden çıkan bir taşa konan tanrı ülgen, zaten var olan yer’e ve göğe bakarak onların minik benzerlerinin yaratılmasını istemiş, bu istek üzerine tanrı ülgen’in üstü süslerle donatılmış (gök bezemiş). destanın devamı:

    “ dünya yaratılınca, tanrı rahatı seçti,

    “ oturmak için yine, altın dağına geçti.

    “ çok büyük bir dağ idi. altın dağ dedikleri,

    “ ayla güneşe değer, gökteydi delikleri.

    “ bulunurdu altın dağ, gökle yer arasında,

    “ ülgen de otururdu, bu dağın ta başında!

    “ dağın etekleriyse, dünyaya değmez idi,

    “ bir adam boyu kadar, durur da düşmez idi.

    “ dünya yaratılışı, altı günde olmuştu,

    “ yedinci günde ise, bay ülgen uyumuştu.

    “ bir gün yattıktan sonra, bay ülgen kalktı yine,

    “ etrafına bakındı, neler yarattım diye.

    “ bizimkinden başkaydı, kendine eş dünyası,

    “ onun değildi yalnız, ay ve güneş dünyası,

    “ dokuz ayrı dünya da, fazla yaratılmıştı,

    “ birer cehennem ile, bir de yer katılmıştı.”

    tanrı ülgen’in, dünyayı yarattıktan sonra geçtiği altın dağ, başka bir dağ değil, kendi yarattığı dağdır ve bu dağın diğer bir adı da “tanrı dağı”dır. tanrı dağı’na altın dağ denmesinin nedeni de, “kutsal emanetler”in tümünün bu dağda bulunmasıdır. kaynaklar bu kutsal emanetler’in altından olduğunu yazsalar da, bu emanetlerin hiç biri altından veya gümüşten yapılmış emanetler değildir. çünkü “altın dağ”da diğer dağlar gibi taştan ve topraktan bir dağdı ve kutsal emanetler bu dağın üzerine resmedilmişti. dağ ve üzerindeki kutsal emanetler’in altından olduğunun ileri sürülmesinin nedeni, hem bu emanetlerin değerinin ifade edilebilmesi, hem de bu çok gizli yerin insanlar tarafından bulunamaması için olsa gerek. çünkü insanların bu dağı bulamamaları için eski ismi gizli tutulan tanrı dağı’na, ak dağ, demir dağ, olimpos dağı, sina dağı, kaf dağı, bülbül dağı, zeytin dağı, tabor dağı, golgotha dağı, ida dağı, arafat dağı gibi isimler takılmıştır.

    tanrı ülgen’in yarattığı dünyanın bizimkinden başka bir dünya olduğu, dağın eteklerinin, bu dünyaya değmediği, destanda çok açık bir şekilde anlatılmaktadır. destan şöyle devam ediyor:

    “ yine günlerden bir gün, tanrı ülgen denize,

    “ bakarak duruyordu, şaşırdı birden bire,

    “ bir toprak parçacığı, sularda yüzüyordu,

    “ toprağın üzerinde, bir de kil duruyordu.

    “ toprak üzerindeki şey, dedi, nedir acaba,

    “ insan oğlu bu olsun, insana olsun baba,

    “ görünmeğe başladı, insan gibi bir şekil,

    “ birden insan olmuştu, toprak üzerindeki kil.

    “ insanda toplanmıştı, her çeşitten yeterlik,

    “ bu ilk insanın ise, adı olmuştu erlik.” (prof. dr. b.ögel. türk mitolojisi. cilt 1. syf. 432)

    altay yaratılış efsanesine göre “ilk insan,” işte böyle bir dağda toprak üzerine kil’den yapılmıştı. aynı olay bir başka efsanede şöyle anlatılmış:

    türk-menlûk yaratiliş efsanesi

    “yılları sayılamaz, çok çok eski bir çağmış,

    “gökler sanki delinmiş, çok çok yağmurlar yağmış,

    “dünya sele boğulmuş, bu şiddetli yağmurla,

    “yeryüzü hep kaplanmış, sürüklenen çamurla,

    “sellerin önündeki, çamurlar bir yol bulmuş,

    “kara-dağcı dağında, bir mağaraya dolmuş,

    “mağaranın içinde, kayalar yarılmışmış,

    “yarıkların bazısı, insanı andırırmış,

    “kayaların yarığı, insan kalıbı olmuş,

    “kalıpların içi de, kille çamurla dolmuş,

    “aradan zaman geçmiş, yıllar asırlar dolmuş,

    “yarıklarda bu toprak, sular ile hallolmuş,

    “saratan burcu derler, bu burca gelmiş güneş,

    “havalar çok ısınmış, ateş ile olmuş eş,

    “insan kalıbındaki, su ile toprak pişmiş,

    “birbirine karışmış, zerreleriyle pişmiş,

    “onlara göre sanki, mağara bir kadınmış,

    “insana vücut veren, içi de bir karınmış,

    “güneşin ateşiyle, su ile toprak pişmiş,

    “dokuz ay süreyle de, serin bir rüzgar esmiş,

    “su, ateş, toprak, rüzgar, dört unsur derler buna,

    “bunlar temel olmuş ilk insan vücuduna,

    “tam dokuz ay geçince, bir insan çıkıvermiş,

    görüldüğü gibi, türk menlûk destanında altın dağ’ın adı “kara dağcı dağı” olarak değiştirilmiş, ama “yaratılış” olayının nasıl meydana geldiği, biraz daha gerçekçi ve açık olarak anlatılmıştır.

    ayrica eski turk tanrilarinin isimleri:
    adad,adakutay, adar,ağaç han, ağada, ağilim, aiyanar, akhan,ak toyun, alasbatır, alda, altay han, amal, aman, ammezzad- du, ammun, ammunki, ancazin, andarkan, ank, anshar, anu, anunnaki ler, arah, ardini, ardis, ark-hu , arsi mela , arunas , aş-kesapa , aştabi , ayata , ay han , babar , balala , baran - batır , bunçak , hutuh , gölpön ata , dağ han , darak , demir han , deniz han , devi (kali) , dingir , ea (enki, ank), ea* , enki , enlil , enmesarru , en urta , (en-zu), erlik han , kara han , gibili (girsu) gizida , goğa , gök ejderha , gök han , gök tanrı , gramadevate , gud , gudatu , gudea , gün han , haldi, halkı , hama-nni , haniş , hapantalliyas , harziş , haşameli , haşenil , huban , hurbi , hutran , hu- tuini , igigiler , ilu , in , ir , ira , iragal (nerga), irşirra’lar , iskur , işmekaralı , itoga , kabrides , kali (devi), kambarata, kumruşapa, karakaplumbaga karsa , kaşku , kayadan , kayra (kara han), ka-zal , kergiday , kuhumban , kındakarbu , kırsa- mas , kızıl kaplan , kızıl kuş , kuday , kumarbi , kusuk , lagamal (el-et), lama , lirgal narada , lugal , lugal banda , lugan kurkura , magan silkilak , malahay , manyos , mergen minki , mucera, mummu , mut, nabu , nahhunt, nalaini, nan nar, (en-zu) , napirtu , napsa , naruti , nergal , nerik , nin girsu , nin ,gişzida , ni-nip , nin karak , nin marki , ninuraş , nudimmu, oba , odine , oğan , okto han , ongol, orangay , öze gök , özen han , panintmri , papsukkal , piva , pushan , ra-mman , rudra , sabıray , sarı (kara) han , sarru , saspunas , sebitu , selardis , sin , sotrol , suiyesi , sulikatte , suma , sustuganah , şamaş, şandaş , şapak , şara , şar-rumma , şimege , şullat , şumukan, takiti , talay han , tarhan , tarhunza , tarila , telepinu , temti , tengere kaan , tesup , tinia , tiriyas , tirs , tor , toyer ,tuiyesi , turani , turko , turmuş , turun , uduran (huduran) , ugus (tugus) , ulu toyun, upurkupak, uraş, utu, ülgen , yalpagan , yarri , yeşil han , yıldız han , zabba-ba , zas hazuna , zit , ariyas , zu .

    turk mitolojisinde donum noktalarindan biri (ad koyma):

    "müslüman türkler, oğuz-kağan'ın gençliğini mitolojiden kurtarmak istemişlerdir":
    müslüman türkler, oğuz-han'ın ad alması için, böyle bir kahramanlık yapmasını gerekli görmemişlerdi. oğuz-han, kendi adını kendi vermiş ve bütün oğuz milleti de, onun bu arzusuna uymuşlardı. efsaneler, onun ad alışını şöyle anlatıyorlardı:
    büyük toy yapılırdı, eski türk âdetince,
    böyle ad seçilirdi, çocuğun kudretince,
    kara-han atlar kesti, oğuz ad bulsun diye,
    çağırdı hep türkleri, yurdu şen olsun diye.
    oğuz-han birden bire, adım oğuz'dur dedi,
    beklemedi kimseyi kendi adını verdi,
    ne kadar türk var ise, hepsi şaşa kaldılar,
    bu tanrı sözü deyip, buyruğa katıldılar.
    bundan da anlaşılıyor ki oğuz-han'ın daha çok küçük yaşta iken kendi adını koyması, milletince bir tanrı buyruğu gibi kabul edilmişti. daha sonraki türk efsanelerinde olduğu gibi burada, gök sakallı bir ihtiyar görülmüyordu. oğuz-han, tanrının gönderdiği gök sakallı elçilerin yerine bizzat geçmiş ve kendi adını, kendisi vermişti. daha sonraki oğuz destanının parçaları sayılan "dede korkut" hikâyelerinde, çocukların adları, genel olarak "dede korkut" un kendisi tarafından verilirdi. anadolu masallarında ise gök sakallı ihtiyarlar ile "hızır" ın ve hatta "dede korkut" yerine, ihtiyar dervişler geçmişlerdi.

    eski turklerin devlet anlayisi :
    "eski türkler yeryüzünü bir türk devleti, oğuz kağanı da bütün insanlığın bir hükümdarı olarak düşünüyorlardı":

    oğuz han, 6 oğlunu toplamış ve onlara, birçok öğütler vermişti. bundan sonra beyleri ile, milletini de biraraya getirerek, büyük şölenler ile ziyaretler verdiğini de görüyoruz. eski türk kağanları, savaşlardan önce ve sonra bütün milleti toplar ve onlara, büyük ziyaretler verirlerdi. bu toplantılar aynı zamanda, birer "kurultay" ve "danışma" toplantıları idiler. uygurların oğuz destanına göre, oğuz-han konuşmağa başlamış ve kendi devletini tarif etmişti. o'na göre:

    "yukarıda gök, kendi devletinin bir çadırı gibi idi. güneş de oğuz-kağan devletinin bir bayrağı olacaktı". zaten eski göktürk yazıtları da öyle diyorlardı: "yukarıdaki mavi gök, aşağıdaki yağız yer yaratıldığında ikisi arasında da insanoğlu yaratılmış insanoğlunun üzerine de, atalarımız bumın-kağan ile istemi-kağan, han olarak oturmuşlar". göktürk devletini kuran bumın ve istemi-kağan, yalnızca türk milletinin değil; gök ile yer arasında yaşayan, bütün insanlığın hükümdarları idiler. onlar, bu tahta tanrı tarafından oturtulmuş ve bütün yeryüzünü idare etme yarlığı da, yine tanrı tarafından onlara verilmişti. bu fikir, türklerin yalnızca devlet idare etme düşüncelerinde değil; türk dininin çok eski prensipleri içinde de bulunuyordu. büyük hun devleti ile, daha sonraki türk devletlerinde, bu düşüncenin türlü ve sayısız örneklerini bulabiliyoruz.

    "türkler ilk geminin yapılışı":

    oğuz-han'ın bir beyi, itil, yani volga nehrini geçerken kendisine bir kayık yapmıştı. bu kayık veya gemi sayesinde, oğuz-han'ın orduları nehrin karşı kıyısına geçerek, düşmanı mağlûp etmişlerdi. kayığı icâd etme motifi de, her halde türk mitolojisinin, en eski kalınıtılarından biri olsa gerektir. eski türkler, denizci bir millet değillerdi. bununla beraber kendi ülkelerinde de, birçok geniş nehirler ile göller bulunuyordu. uygur türkçesi ile yazılmış oğuz kağan destanı, türklerin gemi veya salı icâd etmelerini şöyle anlatıyordu:
    idil adlı bu ırmak, çok çok büyük bir suydu,
    oğuz baktı bir suya, bir de beylere sordu: "-
    bu idil sularını, nasıl geçeceğiz, biz?"
    orduda bir bey vardı, oğuz han'a çöktü diz.
    uluğ-ordu-beğ derler, çok akıllı bir erdi,
    bu yönde oğuz han'a yerince akıl verdi.
    baktı ki yerde bu beğ, çok ağaç var çok da dal,
    kesti biçti dalları, kendine yaptı bir sal.
    ağaç sala yatarak, geçti idil nehrini,
    çok sevindi oğuz-han, buyurdu şu emrini:
    "- kalıver sen burada, halkına oluver bey!
    "ben dedim öyle olsun, densin sana kıpçak-beğ!"
    tabiî olarak diğer oğuz destanlarında, kıpçak-beğ'in doğuşu ve bey oluşu daha başka türlü anlatılmaktadır.

    oğuz destaninda "köpek başli" insanlar

    oğuz kağan destanlarının önemli bir bölümü de, "köpek başlı insanlar"ın ülkelerine yapılan akınlardı. türkler bu kavimlere, "it-barak" adı veriyorlardı. "it" sözü, eski türklerde de, köpek anlamına geliyordu. "barak da, bir nevi köpekdi". bazılarına göre, "siyah ve tüylü bir köpek cinsi" idi. fakat bu köpek de, herhalde başlangıçlarda, efsanevi bir köpek olmalı idi. oğuz kağan destanlarına göre, "it barak'ların memleketi, kuzey-batıya doğru uzanan, karanlık ülkeleri içindeydi. oğuz-han, 'it-barak' lara karşı bir akın yapmış; fakat mağlûp olarak, dağlar arasındaki bir nehrin ortasında bulunan, küçük bir adacığa sığınmak zorunda kalmıştı. bu adacıkta, savaşta ölen askerlerinden birinin karısı da, bir çocuk doğurmak zorunda kalmıştı. fakat buraya sığınan oğuz han'ın, ne bir çadırı ve ne de bir evi vardı. kadın, ağaç koğuğuna girmiş ve orada çocuğunu doğurmak zorunda kalmıştı. oğuz-kağan, kadının esenlikle doğum yapmasına sevinmiş ve çocuğa da, kıpçak adını vermişti". eski türk efsanelerine göre "kıpçak" sözü, "ağaç koğuğu" anlamına geliyordu. bildiğimiz üzere "kıpçak" lar, altay dağlarının batısından, ta güney rusya içlerine kadar uzanan, büyük türk kitleleri idiler. herhalde kıpçak sözü de, çok eski çağlardan beri meydana gelmiş, bir kavim adı olmalıydı. fakat türk destanlarını yazanlar, kıpçak'la "ağaç koğuğu" arasında bir benzerlik bulmuşlar ve bu yolla, kıpçak türklerinin türeyişlerini anlatmak istemişlerdi. az önce de söylediğimiz gibi, "oğuz-kağan, ikinci karısını bir göl ortasında bulunan küçük bir adacıktaki ağaç koğuğunda bulmuştu". uygurların türeyiş efsanesinde de, "eski uygur ataları, iki nehir ortasında bulunan bir odacıktaki, kayın ağacından" doğmuşlardı. bu örneklerden de kolayca anlaşılıyor ki, bir tarih olayı gibi gösterilen bu akınlarda, türk mitolojisinin çok eski ve müşterek motifleri, sık sık görülebiliyorlardı:
    türkler "barak" derlerdi, kara tüylü köpeğe,
    böyle ad verirlerdi, büyük soylu köpeğe.
    ,aslında efsaneler, bir köpek anarlardı.
    onu da köpeklerin, atası sayarlardı.
    bu köpek soylu idi, çok büyük boylu idi,
    av çoban köpekleri, hep onun oğlu idi.
    kuzey-batı asya'da güya "it-barak" vardı,
    türklerse iç asya'da, onlara uzaklardı.
    başları köpek imiş, vücutları insanmış,
    renkleriyse karaymış, sanki kara şeytanmış.
    kadınları güzelmiş, türklerden kaçmaz imiş,
    ilâç sürünürlermiş, ok mızrak batmaz imiş.
    destanda denilmiş ki, oğuz-han yenilmişti,
    bir adaya sığınıp toplanıp derilmişti.
    on yedi sene sonra, oğuz onları yendi.
    kadınlar yardım etti, orada savaş dindi.
    oğuz bu bölgeleri, "kıpçak-beğ" e il verdi,
    bunun için türkler de, oraya "kıpçak" derdi.
    gerçi, bu efsane idi. fakat içinde tarih olayları da yatmaktaydı. öyle anlaşılıyor ki, bu bölgedeki güzel kadınları türkler almışlar ve onlardan da, yeni bir nesil meydana getirmişlerdi. belik kıpçağın annesi de, güzel bir it-barak kadınından başka bir kimse değildi. sonradan kıpçak, oğuz-kağan tarafından bu bölgelere tayin edilmiş ve kuzey ülkeleri, hep onun soyları tarafında idare edilmişti. "kıpçak'lar da türkçe konuşuyorlar ve türk kültürüne sahip idiler". fakat oğuz destanı, kıpçağı oğuz-han'ın soyundan değil, nihayet askerlerinden birisinin neslinden getiriyordu. kıpçak kuzeylere gitmiş, orada soyları türemiş ve yerlilerle karışarak, yeni akraba. bir türk kavmi meydana getirmişti.

    "köpekbaşlı insanlara avrupa ve hint mitoloilerinde de rastlanıyordu". eski yunan mitolojisinde de, köpek başlı insanlarla ilgili, birçok efsanelere rastlıyoruz. daha sonraki avrupa mitoloji de, köpek başlı insanlara, zaman zaman yer vermişti. avrupalılar, bu köpek başlı kavme, "borus" adını veriyor ve onların, bugünkü finlandiya ile rusya'nın kuzey kısımlarında yaşadıklarını söylüyorlardı. oğuz-kağan destanındaki "it-barak" lar da aşağı yukarı, aynı bölgelerde idiler. bu bakımdan, avrupa ve yunan mitolojisi ile türk mitolojisi arasında, bir benzerlik ve bir bağ meydana gelmektedir. köpek başlı insanlar motifi, herhalde türkler arasına, dışarıdan gelmiş bir efsane olmalı idi. fakat türkler, köpeğe önem vermezlerdi. köpek, türklere göre, aşağı bir hayvandı, bunun için de türk mitolojisi, köpek başlı insanları daima küçük görmüştü. köpek başlı insanlarla ilgili efsaneleri, hindistan'da ve güney bölgelerinde de görüyoruz. hint mitolojisi zaman zaman, köpeğe daha fazla önem vermişti. bu sebeple hindistan'daki köpek başlı insanlar, aşağı bir sınıfı değil; soylu hintlileri temsil ediyorlardı. motifin, eski yunan'da ve avrupa'da görülmüş olmasına rağmen, türklerde de bunların benzer şekillerini görmüyor değiliz. meselâ doğu göktürk devletinin önemli bir bölümünü meydana getiren. tarduş türklerinin ataları da, "başı kurt ve vücudu insan olan" bir kimse idi. " köpek başlı insanlara, çin efsanelerinde de büyük bir yer verilmişti. çin'in kuzeyinde ve mançurya'da oturan bazı kavimler çinlilere göre köpek başlı idiler. bu efsaneler çin'de, çok daha eski çağlarda başlamıştı. hatta diyebiliriz ki, çin'in köpek bağlı efsaneleri, yunanistan'daki efsanelere nazaran daha eski idiler". mançurya'nın kuzeyinde oturan iptidaî moğollar, köpeğe büyük bir önem verirlerdi. onlarca köpek, hem kutsal ve hem de kendi milletlerinin atası idi. bu sebeple oğuz-kağan destanına köpek başlı insanlar motifinin, çin'den mi, yoksa avrupa'dan mı geldiğini, kolayca kestirmek mümkün olamamaktadır. cengiz-han devrinde yazılmış olan oğuz destanları, daha çok batı ile ilgileri olan yazarlar tarafından kaleme alınmışlardı. bu sebeple oğuz destanlarında köpek başlı insanlar, kuzey rusya ile finlandiya'da gösteriliyorlardı. elimizde bu konu ile ilgili, daha eski kaynaklarımız maalesef yoktur. buna rağmen, eski türk destanlarında, güya kuzey mançurya'da yaşayan "köpek başlı" insanlardan da söz açılıyordu.
  • sanılanın aksine oldukça zengindir ve etkileri hala pek farkında olunmasa da tüm dünyada sürmektedir.

    özellikle doğu avrupada kuzeyden güneye çoğu inanç şeklini ve bu sayede kişilere verilen isimleri etkilemiştir.

    şöyle ki:

    mesela selena ya da helena ya da yelena gibi isimler ilginç bir şekilde türk mitolojilerinden kaynaklı öz be öz türk isimleridir... zira türkçe anlamlar barındırmaktadırlar.

    eski türk mitolojisinde rüzgar tanrıçası yel ana'nın değişik kültürler tarafından kabul edilmesi sonucunda ses değişikliğine uğramış halidirler. bu sebeple özellikle slav kültüründe ismin değişmemiş hali olan yelena, yelana ya da jelana gibi kadın isimlerine çokça rastlamak mümkündür.
    http://tr.wikipedia.org/wiki/yel_ana

    aynı şekilde eski türkçede yelana, çalene ya da calene şeklinde isimlerle de nitelendirilen rüzgar tanrıçasının, macar ve doğu avrupa kültürleri tarafından da sahiplenildiği bilinmektedir. bu sahiplenme sırasında gerek gırtlak farklılıkları gerekse de bu farklılıkların değişik alfabelerle farklı ifade edilmesi, ismin kullanımını değiştirmiştir.

    http://en.wikipedia.org/wiki/szélanya

    dolayısıyla isim yunan ve roma pagan kültürlerine helena ya da selena olarak geçmiştir. tabii ki bu aşamadan sonra batı biliminin merkez aldığı yunan pantheonu nedeniyle ismin orta asya ve türk orijini silinmiş ve isim yunan temelli olarak lanse edilmiştir.

    ancak isim türkçedir ve bir anlam barındırmaktadır.

    ilginçtir ki aynı durum germenic ve nordic pagan tanrıları için de geçerlidir. eski türkçe ateş yani od kelimesinden türeyen, ateş tanrıçası, ateşin anası anlamına gelen od ana ya da od - iyesi (perisi) için de benzer bir öykü söz konusudur. orta asya türk mitolojisine ait ve gayet de türkçe kelimelerle oluşmuş bu tanrıça daha kuzeye giderek eril bir tanrı figürüne girerek önce wodanaz daha sonra kuzey mitolojilerinin en büyük tanrısı odin halini almıştır. ilginçtir ki batılılar odin'in kelime kökeni hakkında net bir bilgi ortaya koyamamakta ve bu gün gibi açık olan bağlantıyı görmezden germektedirler. ismin kökeni hakkında bir sürü iddia atarak top çevirirler. ancak maalesef bu kadim kuzey tanrısı olarak lanse edilen tanrının türk mitolojisine ait apaçık izlerini ne araştıran, ne bununla bir bağlantı kuran vardır. bırakın kabul edilmeyi dillendirilmez bile. dillendirenler de olsa olsa birileri tarafından maalesef şaklaban ya da faşist olarak yaftalanırlar. odin isimli nordic tanrının etimolojik kökenlerini od yani ateşten çıkararak odin ile od ana arasında bağ kurmaya çalıştığımızda ilginç bir kelimeye daha ulaşırız. "odun". muhtemelen öz türkçe'de yakacak ya da yanan nesne, ağaç parçası anlamında kullanılan ve ateş ile bağıntısı tartışılmaz derecede açık olan odun, yine germenic ve nordic dillere "wooden" şeklinde geçmiştir.

    bu kelimeler türkçe'den diğer dillere değil de, diğer dillerinden türkçe'ye geçmiş olabilir mi diyen arkadaşlar elbette olacaktır. elbette bu da mümkündür. ancak bu etimolojik kökenler ile ilgili batı net bir anlam ortaya koyamazken türkçe'de od - ana - odana gibi net anlamlar ile ifade edilebilen, hatta birleşip, bileşik türetilmiş kelimelerle anılan kavramların diğer dillere geçmesi çok ama çok daha fazla olasıdır.

    eski türklerde demirciler tar, dar kökünden türeyen tar han ya da tarkhan olarak anılırdı. benzer şekilde manas destanı'nda, manas'ın demircilerini tarkan şeklinde isimlendirdiği bilinmektedir. dolayısıyla tar kelime kökü eski türklerde demir ve demirciliği betimleyen bir kavramdır. kültürel etkileşim sonucu özellikle kuzey kültürler tarafından içselleştirilmiş bir diğer tanrı figürü ise thor'dur. thor fırtına ve şimşek tanrısıdır. ancak ne ilginçtir ki bir çekici vardır. kabul etmek gerekir ki fırtına tanrısından ziyada bir demirci görünümündedir. dolayısıyla eski türklerde dağı eriten destanlara konu olan demirci unsuru, kuzeye giderek anlam bozulmasına uğramış ve farklı güçleri ve olayları kontrol eden bir tanrı kimliğine bürünmüştür.

    bu örnekler çoğaltılabilir... kışın gelen ve çocuklara hediye dağıtan ayaz ata (noel baba) gibi....

    maalesef bu örnekleri çoğaltmak adına kimi zaman çok zorlama benzetmeler yapılmakta, türk inançları ile diğer inançları eşleştirebilmek için hiç de bilimsel olmayan, sallama uydurmalar ortaya konmakta ve işin resmen boku çıkmaktadır. ve yine maalesef bu sebeple öz türkçe etimolojik kökler konusunda bilimsel çalışma yapmaya, eski türk inançlarını inceleyerek dünya kültürlerine olan katkılarını araştırmaya hevesli insanların da daha çalışmaya başlamadan hevesleri kırılmaktadır.

    çoğu kültür daha yazıya geçmeden yazılı kültürel eserler ortaya koyan, çoğu kültür daha inanç sistemini oturtmadan çevresindeki coğrafyayı kökünden değiştirecek bir inanç ve din sistemi ortaya koyan türklerin tarihsel mirası maalesef özelikle batı eksenli bilimsel anlayış neticesinde küçültülmüş ve yine maalesef havada ve karada olan her şeyi türklükle açıklamaya çalışan komik, safsata ve zorlama çalışmalar sonucunda da itibar kaybetmiştir. ve pek tabii bambaşka bir inanç sisteminin benimsenmesi ile silinerek yok olmaya yüz tutmuştur...
  • mutlak iyinin ve mutlak kötünün olmadığı, karanlığın ve gecenin ışıktan ve aydınlıktan daha değersiz olmadığı, dişinin erkekten daha aşağı olmadığı, suyun ateşten ve güneş'in ay'dan daha önemli olmadığı bir sistemdir.

    "kötülük" kavramına en çok yakıştırılacak unsuru, herhâlde erlik'tir. oysa türkler, erlik için kurban keserler.

    türk mitolojisi, hayatı iyinin ve kötünün savaşı olarak değil, tüm kainatın mutlak birlikteliği olarak anlatır.

    (bkz: iyi ve kötü/@sarissa)
  • bu mitoloji sistemindeki temel ruhlar ve tanrılardan bazıları şunlardır:

    (bkz: aan alahçın hatun)
    (bkz: abakan kan)
    (bkz: ak ene)*
    (bkz: albastı)
    (bkz: altay kan)
    (bkz: art toyon aga)
    (bkz: ay tengri)*
    (bkz: ayzıt)
    (bkz: badış biy)
    (bkz: bay ülgen)*
    (bkz: burça kan)
    (bkz: emeget)
    (bkz: er kanım)
    (bkz: erke solton)
    (bkz: erlik)
    (bkz: inye kııl)
    (bkz: kara kura)
    (bkz: kara kuş)
    (bkz: karaş)
    (bkz: karlık)
    (bkz: karşıt)
    (bkz: kerey kan)
    (bkz: kırgıs kan)
    (bkz: kıyan)
    (bkz: kiştey ana)
    (bkz: kök tengri)
    (bkz: kömür kan)
    (bkz: körmös)
    (bkz: kuday)
    (bkz: kün tengri)
    (bkz: mandı şire)
    (bkz: mattır)
    (bkz: may tere)
    (bkz: ohol uola)
    (bkz: öd tengri)
    (bkz: paktı kan)
    (bkz: pura kan)
    (bkz: suyla)
    (bkz: şıngay)
    (bkz: talay kan)*
    (bkz: temir kan)
    (bkz: tengere kayra kan)*
    (bkz: uçar kan)
    (bkz: umay)
    (bkz: utkucı)
    (bkz: yabaş)
    (bkz: yaşıl kan)
    (bkz: yayık)
    (bkz: yir sub)*
    (bkz: yo kan)

    1. not: ne kadar elemeye çalışmış olsam da, yukarıdaki tanrı ve ruh adlarından bazıları aynı tanrı yahut ruhun farklı isimleri olabilir.

    2. not: bu listede, oldukça farklılaşmış olan yakut mitolojisi, türk mitolojisi içinde değerlendirilmiştir.

    3. not: öd tengri'nin varlığı şüphelidir.

    4. not: albastı ve körmös birden fazladır. albastılar ve körmösler şeklinde...

    5. not: yir sub ve kıyanlar, birlikte hareket eden tanrı/ruh gruplarıdır.

    6. not: listenin hazırlanmasında yalnızca abdülkadir inan, emel esin, mircea eliade, wilhelm radloff ve yaşar çoruhlu esas alınmıştır.

    7. not: boş bkz.'lar nedeniyle küfretmek yasaktır. sessiz sedasız dolar zamanla.

    ayrıca: (bkz: eski türklerde renk kavramı ve yönler)
  • (bkz: türk mitolojisinde cadı/@ay hatun)

    (bkz: türk mitolojisi'nde kurt/@ay hatun)

    (bkz: türk mitolojisinde kuşlar/@ay hatun)

    (bkz: türk mitolojisinde 9 sayısı/@ay hatun)

    (bkz: türk mitolojisinde 7 sayısı/@ay hatun)

    (bkz: türk mitolojisinde 3 sayısı/@ay hatun)

    (bkz: türk mitolojisinde ay/@ay hatun)

    (bkz: türk mitolojisinde kırk sayısı/@ay hatun)

    (bkz: türk mitolojisinde vampirler/@ay hatun)

    (bkz: türk mitolojisinde ateş/@ay hatun)

    (bkz: türk mitolojisinde dağlar/@ay hatun)

    (bkz: türk mitolojisinde demir ve demircilik/@ay hatun)

    (bkz: türk mitolojisinde kurban kültü/@ay hatun)

    (bkz: türk mitolojisinde büyü/@ay hatun)

    (bkz: türk mitolojisinde su/@ay hatun)

    (bkz: hayat ağacı/@ay hatun)

    (bkz: türk mitolojisinde mağara kültü/@ay hatun)

    (bkz: türk mitolojisinde renkler/@ay hatun)

    (bkz: türk mitolojisinde güneş kültü/@ay hatun)

    (bkz: türk mitolojisinde ağaç/@ay hatun)

    (bkz: türk mitolojisinde ışık/@ay hatun)

    (bkz: türk mitolojisinde ad koyma/@ay hatun)

    (bkz: bengü taş/@ay hatun)

    (bkz: türk mitolojisinde yıldırım/@ay hatun)

    (bkz: eski türklerde avcılık/@ay hatun)

    (bkz: türk mitolojisinde at/@ay hatun)

    (bkz: türk mitolojisinde altın ve gümüş/@ay hatun)

    (bkz: türk mitolojisinde toprak unsuru/@ay hatun)

    (bkz: türklerde beş element/@ay hatun)

    (bkz: yış/@ay hatun)

    (bkz: öksökö/@ay hatun)

    (bkz: eski türklerde totemizm/@ay hatun)

    (bkz: kan/@ay hatun)

    (bkz: ocak/@ay hatun)

    (bkz: türk mitolojisinde geyik/@ay hatun)

    (bkz: pazırık kurganı/@ay hatun)

    (bkz: oz damgası/@ay hatun)

    (bkz: kün ay/@ay hatun)

    (bkz: axis mundi/@ay hatun)

    (bkz: animizm/@ay hatun)

    (bkz: manyak/@ay hatun)

    (bkz: eski türklerde göğün ve yerin katları/@ay hatun)

    (bkz: türklerde destan anlatıcılığı/@ay hatun)

    (bkz: maaday kara/@ay hatun)

    (bkz: damga/@ay hatun)

    (bkz: alp er tunga/@ay hatun)

    (bkz: alp tipi/@ay hatun)

    (bkz: köl iç çor yazıtı/@ay hatun)

    (bkz: uybat yazıtı/@ay hatun)

    (bkz: yenisey yazıtları/@ay hatun)

    (bkz: orman/@ay hatun)

    (bkz: eski türklerde giyim kuşam/@ay hatun)

    (bkz: yaşın/@ay hatun)

    (bkz: altun yaruk/@ay hatun)

    (bkz: kara/@ay hatun)

    (bkz: mavi/@ay hatun)

    (bkz: gök/@ay hatun)

    (bkz: kızıl/@ay hatun)

    (bkz: eski türklerde evlenme ve düğün gelenekleri/@ay hatun)

    (bkz: yin yang/@ay hatun)

    (bkz: şaman davulu/@ay hatun)

    (bkz: ırkıl/@ay hatun)

    (bkz: su/@ay hatun)

    (bkz: doğu/@ay hatun)

    (bkz: türk mitolojisinde zaman kavramı/@ay hatun)

    (bkz: türk mitolojisinde evren tasarımı)

    edit: ekleme
  • çoğunun yazıya geçirilmemiş olması ve islamiyet daha doğrusu islamiyete bu kadar çok sahip çıkılmasından dolayı (ki bence gereksizdir) çoğu unutulmuş, unutulmayanları ise bölük pörçük veya birbirine girmiş hikayeler şeklini almıştır, bir kısmına da islami sos eklenmesi unutulmamıştır.
  • türk kültürünün binlerce yıllık tarihinden bihaber olanların islam tarihi içinde değerlendirdiği şey.
  • alparslan türkeş kızlarının isimlerini burdan seçmiştir.
    (bkz: umay)
    (bkz: ayzıt)
hesabın var mı? giriş yap