• türk mitolojisi, ağaç konusunda zengindir zira ağaçlar hem dünyanın ekseni* olarak görülür hem de türenilen ata/ana olarak yaşamın kaynağıdır ve her iki anlam açısından da kutsallığa sahiptirler.

    manas destanı’nda da manas destanı’nın spin-off’u diyebileceğimiz er töştük destanı’nda da oğuz kağan destanı’nda da dede korkut hikayeleri’nde de ağaç üzerine kurulu pek çok mit vardır.

    türklerin ağaçla ilgili en tipik mitolojik motifini uygur türeyiş destanı’nda görürüz. bu destanda bögü kağan’ın doğuşu ağaç atalara bağlanır. ayrıca bu anlatıda türk destan motiflerinin bütün unsurlarını da bir arada görürüz. (dağ, ağaç, su, ışık vs)

    “…karakurum çaylarından iki ırmak vardı. bunlardan biri toğla/tula diğeri selenge idi. bu iki ırmağın kavuştuğu yerde iki ağaç vardı. bunlardan biri fusuk (sibirya cedarı/sediri) diğeri de tur (kayın) ağacıydı. bu iki ağaç iki dağın arasındaydı.

    bir gün bu iki ağacın ortasına ışık düştü. iki yandaki dağlar büyümeye başladı. halk yaklaşınca içerden gelen müzik sesini duydu. ışığın çevresinde şimşekler çakıyordu. aynı yerde beş tane çadır ve her çadırda bir çocuk vardı. çadırların tabanı gümüştü. halk saygıyla diz çöküp selam verdi. çocuklara babalarını sordular. onlar da o iki dağı gösterdi...”

    işte bu çocuklardan biri bögü kağan’dır ve tarihte uygurlar arasında mani dinini yayan hükümdar olarak bilinse de türeyiş efsanesinde manicilik değil yer su, atalar, dağ, ağaç gibi türk mitolojisinin ana unsurları ön plandadır. (mani dininde de beş hayat beş de ölüm ağacı vardır ama türk mitolojisinde var olan ağaç kültünden farklıdır.)

    dede korkut hikayeleri’ndeki bir alkışta “hanım! yerli kara dağların yıkılmasın! gölgelice kaba ağacın kesilmesin…” diye dua edilir. basat da ‘atam adını sorarsan kaba ağaç, anam adını sorarsan kağan arslan’ der.

    manas destanı'nda, kısır kadınların kutsal elma ağacı sayesinde hamile kalabileceği vurgulanır. yakup han, çocuğu olmayan karısını “gidip elma ağacının altında yuvarlanmıyor…”diye şikayet eder. yine manas destanı’nda tanrı’dan haber getiren ak sakallı bir ihtiyar çocuğa bir kayın ağacı üzerinden seslenir ve ona iyi haberler verdikten sonra kaybolur. (esasen altay efsanelerinde tanrı hep, kayın ağacının uzerinde “gök ya da sakallı bir ihtiyar” olarak görülür.)

    hani şu oğuz türkleriyle ilgili enteresan anıları olan ibn-i fadlan var ya, başkurtlarla iligili de şöyle bir bilgi paylaşmış seyahatnamesinde : başkurtlar kış, yaz, yağmur, rüzgar, ağaç (orman), hayvan, insan, su, gece, gündüz, ölüm, hayat ve yer gibi varlıkların her biri için ayrı ayrı birer tanrı bulunduğuna, en büyük tanrının da gökte yaşadığına inanırlardı. ağaçtan fallus kadar bir nesne yapıp onu (bir yere) asarlar, sefere çıkarken veya düşmanla karşılaşırken onu öper ve ona secde ederlerdi.”

    türkler için kutsal kabul edilecek ağaçlar kayın, çam, kavak, ardıç, çınar, servi, sedir, meşe, dut, söğüt ve elma gibi ağaçlardır. ancak bunların içinde en kutsalı ve türk mitolojisinin belkemiği sayılacak ağaç, kayın ağacıdır.

    kayın ağacı, eski türklerin günlük hayatlarında da önemli bir yer tutmuştur. (şamanist mitolojide kayın ağacının tanrı ülgen ve umay ile gökten indiğine inanılır.) türkler en iyi ve sağlam oklarını kayın ağacından yapar ve toz dedikleri yay kılıflarını da kayın ağacı kabuklarından çıkarırlar, yayın üzerine yapıştırılan bu kabuklar, yayı daha elastiki bir hale sokar. tözlerin bir kısmı da kayın ağacı kabuğundan yapılırdı.

    şamanlar kayın ağacına özellikle hürmet eder, ayinlerini kayın ağaçlarının etrafında yapar, hastaları yine bu ağaçların altında iyileştirirlerdi. şaman davullarında da mutlaka ağaç resmi olurdu.
    şaman ölünce ormanda bir ağacın dibine gömülür, davulu da aynı ağaca asılırdı.

    bazı türk boylarındaysa şaman toprağa değil ağaca gömülürdü. (ağacın içini baltayla açıp şamanı içine koyuyorlar sonra kapakla kapatıyorlar. ağaç kovuğu da tıpkı mağara gibi ana rahmini simgeliyor dolayısıyla burada da belki? bir yeniden doğuş simgelenmiş olabilir zira türk mitolojisinde hemen hemen her şey döngüseldir ki zaten ağacın kendisi de kışın yapraklarını dökmesi ve baharda canlanmasıyla bu döngüselliğin simgelerindendir)

    yine ölen kişinin cesedini bir ağacın dallan üstüne yerleştirmek de yeniden doğuş ve aynı zamanda ölülerini göğe sunma ve onları göğe uzanan yola çıkarma umudundan kaynaklanan bir gelenekti.

    kırgızlar gibi bazı türk topluluklannda ceset, ağaçlar üzerinde (yüksek yerlerdeki ağaçlar seçiliyor genelde) çürüyene ve sadece kemik kalana kadar bekletilir daha sonra kemikler gömülürdü.”*
    hunlar da ağaca kurban olarak at kestiği zaman başını ve derisini de ağacın dallarına asarlardı.

    oğuz kağan destanı'nda hayat ağacı teması kozmik ağaç temasıyla karışır. oğuz kağan, ikinci eşini göl ortasındaki bir ağaç kovuğunda bulur. yine aynı destanda kıpçakların türeyişi de ağaç aracılığıyla gerçekleşir.

    "evden yine çıkıp güneye bakınca, güneyde büyük bir kayın ağacının yükseldiği görülürmüş. bu kayın ağacı da o kadar güzelmiş ki tıpkı bir genç kızı andırırmış…” (er sogotohdestanı)

    (tuva türkleri kayın ağacına kadın der, divanü lugati’t türk’te de vardır bu anlamı)

    yakut türklerinde kayın ağacı kadar, karaçamlar da önemliydi. yakut şamanlarının her birisinin bir ağacı vardı. bu ağaca da turuu adı verilirdi. gençler şaman olmaya niyetlenince hemen bir ağaç dikerler ve bu ağaç büyüdükçe de rütbeleri artardı. şamanın ölümü ile birlikte ağacı da yok edilirdi.

    bir şaman duası şöyle der:
    “…ırmakların ve denizlerin hakimi olan ruhun bulunduğu yerde akboz at üzerinde geziyorsun! akar suyun yanında biten altın yapraklı mübarek kayın ağacını (senin şerefine) diktik, altı ayaklı altın masayı (kurban sunmak için) kuruyoruz; mübarek kayın ağacını dolaşıyor, kara yanaklı beyaz koçu kurban ediyoruz…” (wilhelm radloff - proben)

    toba devletinde*ölü gömüldükten sonra büyük bir tören yapar ve ondan sonra da büyük bir kayın ormanı dikerek ağaçlar yetiştirirledi.

    altaylılara göre, yıldırım düşen ağaçtan bir parça alıp saklanırsa o yere kötü ruh* giremezdi.

    jean paul roux, ağaç, taş gibi numen karakter taşıyan nesnelerin tek başına değil de, aksine aynı cinsten nesnelerle bir arada olduğu takdirde, daha da güçlendiğini söyler. bu tez de bizi ötüken ormanlarına götürür (ötüken yış) zira ötüken dağı ve ormanı bütün türkler tarafından kutlu kabul edilir. özellikle kuzeyli avcı ulusların en önemli kültlerinden biridir. mesela yakutlar dokuz orman ruhu/tanrısı olduğuna inanırlar. (en büyükleri bay bayanay) bu ruhlar ormana girenleri korurlar (avcılar da karşılığında onlara kurban sunar) ama zarar verenleri de affetmezler…
    (bkz: ötüken/@ay hatun)

    “ dalsız, budaksız bir ağaç bitmişti. bu ağacı tanrı gördü ve ‘dalları olmayan ağaca bakmak hoş bir şey değil; buna dokuz tane dal bitsin!’ dedi. ağaçta dokuz dal bitti. tanrı yine şöyle dedi: dokuz dalın kökünden dokuz kişi türesin ve bunlardan dokuz ulus olsun!”
    (altay yaratılış destanı, wilhelm radloff derlemesi)

    yine şamanlar* gökyüzüne olan yolculuklarında dokuz dallı kayın ağacını kullanırlardı.

    türklerde ağaçlara çaput bağlamak da ta şamanist dömenden kalan geleneklerdendir ve saçı denir. wilhelm radloff altaylıların bir dağı aşarken ya da bir ırmağı geçerken o yerin ruhu için yığına taş attıklarını* ya da kutsal sayılan bir ağaca bez parçası ya da iplik bağladıklarını* yazar.

    yayık* namına beyaz kumaştan tasvir/put yapılır; bu puta beyaz şeritten baş, kulak, el, ayak ve kuyruk konulur. ayaklarına kızıl şerit dikilir. bu putlar/kuklalar yirmi ya da otuz kadar olur. hepsi beyaz kıldan örülen bir ipe sıralanarak evin arka tarafındaki iki huş ağacı arasına gerilir…”
    (andrey viktoroviç anohin - altay şamanlığına ait makaleler)

    yukarıda bahsettiğim uygur türeyiş destanı gibi daha pek çok antropogonik metinde ağaçtan türeme vardır:

    "insanın ilk atasının adı er sogotoh idi. doğuda ise ağaç hakan bulunuyordu. ağaç hakan'ın kökleri yeri kaplıyor, dalları ise göğü deliyordu. kökünden hayat suyu kaynıyor ve herkese can veriyordu.
    bu ilk insana yalnız insan adı verilmişti. babası gök tengri, annesi ise kübey hatun idi. dünya sekiz köşeli imiş ve ortasında da sarı bir göbek varmış. büyük bir ağaç göğün üç katını delip göklere çıkarmış.
    ağaç, tanrı'dan süslüymüş, kabukları gümüşlüymüş, budakları dokuz kollu bir şamdanmış, yaprakların hepsi ise bir at derisi kadarmış. ağaçtan sarı bir su çıkarmış. ondan içen kutlu olur ve mutluluk bulurmuş. insanın ilk atası da bu sudan içmiş ve hayat bulmuş." *

    "ülgen bizim dünyamızda yedi erkek cins insan ve o kadar da ağaç yarattı. insanın kemikleri kamıştan, vücudu ise balçıktan yaratıldı. insanın bedeni yaratıldıktan sonra ülgen insanın kulağına ve burnuna üfürdü. insan canlı ve düşünen bir varlık haline geldi. ülgen kulağa üfürünce ruh, buruna üfürünce de akıl girdi. yedi insanı yarattıktan sonra ülgen altın dağ'ın bulunduğu doğu yönüne yöneldi, bir erkek ve bir ağaç daha yaratarak altın dağ'ın batı cephesine koydu. ülgen sekizinci adamın* ruhuna ve aklına çok üfürdü ve ona şöyle dedi: ben iyi ve kötüyü yaratıyorum, sen de herkesi yönet, kime açlıktan, kime tokluktan ölüm ver, kime de bolluk ver! sen bil ...” *

    okuma yapılan ve yararlanılan kaynaklar:
    bahaeddin ögel - türk mitolojisi
    abdülkadir inan - tarihte ve bugün şamanizm
    yaşar çoruhlu - türk mitolojisinin ana hatları
    jean-paul roux - eski türk mitolojisi

    ayrıca: (bkz: hayat ağacı/@ay hatun)
hesabın var mı? giriş yap