hesabın var mı? giriş yap

  • "annem mesajlarımı gördü ''amk ne demek?'' dedi. ben de ''a'cayip m'era'k ettim demek.'' dedim. bugün mesaj atmış : nerdesin amk."
    -beyinterk-

  • damat gitti diye sevinirken daha beterleri gelmeye başladı. 2014 ankara yerel seçimlerini mansur yavaş’ın kaybetmesinin nedeni bu adamın gece yarısı yaptığı usulsüzlüklerdir, unutmadık.

  • snorre sturlesson'un edda'sında, odin'in turkland'dan kuzeye yolculuğu anlatılır. sturlesson sadece odin'in turkland'dan geldiğini yazmıyor, aynı zamanda onun iskandinavya'ya türk geleneklerine uygun adetler getirdiğini, türk dilinin iskandinav diline ve hatta ingiliz diline etki yaptığını da yazıyor. üstelik odin'in oğlu yngve'nin isveç kralı olduğunu da söylüyor. örneğin ynglinge destanı'nda şu sözler geçer: "sveigder ülkeyi babasından devraldı. tanrılar yurdunu ve ilk odin'i ziyaret etme sözü verdi. kendisiyle birlikte on iki yoldaş dünyayı dolaştı. türk ülkesine (turkland) ve büyük isveç'e (svitjod det stora) geldi. orada pek çok akrabasını buldu. bu yolculuk beş yıl sürdü. sonra isveçe (svitjod) geri döndü."

    hervavar destanı'ndaysa şu cümlelere rastlarız: "o sıralar doğu'dan asyalılar ve türkler geldiler ve buraya kuzey'e yerleştiler. önderlerinin ismi odin idi. sekiz oğlu vardı. hepsi birer büyük ve güçlü adam oldular. bosa destanı'ndaysa yine odin'in asya topraklarından geldiği dile getirilmektedir: "doğu gotland'ı ring isimli bir kral yönetti. o, gote'nin oğlu, isveç kralı odin'in torunuydu. odin asya'dan gelmişti ve kuzey'in en ünlü kraliyet hanedanlıkları onun soyundan gelmeydi:'

    odin'in asyalı kökeninden bahseden yalnızca edda'lar değil elbette. birçok yazar ve tarihçi bu konuya değinmeden geçmemişler eserlerinde. örneğin, bunlardan biri "a modern theory of language evolution'' adlı eserin yazarı cari j. becker. becker, bu eserinde odin'in asya kökeninin yanı sıra "od" kelimesinin türkçe "ateş" anlamına geldiği vurgusunu da yapıyor: "odin, aesir tanrılarıyla birlikte kuzey halklarının deneyimine orta asyadan, asgard'dan gelen yeni bir deneyim kazandırıyor. iskandinav geleneklerinde göktürkler, iskitler ve/veya sarmatlar alfheim'daki beyaz elfleri hatırlatırlar. alfheim'deki beyaz elflerin kralı freyr'dır. bu elfler swartalfheim'ın siyah cüceleri gibi metal işçiliği konusunda yetenek sahibidirler. bu durum, doğu anadolu'da toros vadilerinde yaşayan türk kavimlerinde de görülür. (...) odin doğudan döndüğünde yanında metal işleme bilgisini de getirmişti.

    od, türkçede ateş anlamına gelir, odun kelimesiyse odun (fırewood) anlamına gelir. bu durumda odin the ygg, 'iyi ve genç odun'a dönüşür. norse mythology a guide to gods, heroes, rituals and beliefs adlı eserdeyse "biz aynı zamanda onu (oden'i) ynglinga saga'nın ilk kısmında görüyoruz. bu bölümde odin'in halkının lideri olarak onları turklanddan iskandinavya'ya getirdiğini anlıyoruz" satırları vurgulanıyor.

    turgay kürüm ise odin'in türk kökeni hakkında şu bilgileri veriyor: "tarihi bilgiler ve adı geçen eserdeki diğer bilgilerin ışığında odin'in, m.s. 3. yüzyılda karadeniz'in kuzeyine gelen ve don ve idil nehirleri arasına hakim olan got kabilesi'nin lideri olduğunu, germanik'in hristiyan olması sonrasında yaşanan süreçte pagan inancını koruyarak ana yurdu olan iskandinavya'ya (gotaland) avrupa'ya hun akınları başlamadan, kabilesiyle geri döndüğü ve iskandinavya'da viking krallığı'nı kurduğu anlaşılmaktadır."

    "alpler ve elfler: türk ve iskandinav dünyalarında kahramanlık olgusu" adlı makalelerinde doç. dr. osman karatay ve emre aygün, odin hakkında ilginç bilgiler aktarırlar. karatay ve akgün'e göre türkistan'dan iskandinavya'ya göç eden odin daha sonra tanrısallaştırılmış ve kuzeylilerin baş tanrısı haline gelmiştir. onlara göre odin'in kavminin adı az'dır, yani göktürk yazıtlarında karşımıza az budun olarak çıkan, abakan bozkırında kırgızlara komşu bir halk. yine karatay ve aygün'ün nizamüddin şami'den aktardıklarına göre timur bir sefere çıkmadan önce bu bölgedeki öden ata'nın kabrini ziyaret etmiş, dua ve dilekte bulunmuştur. doç. dr. osman karatay, "kral odin'in turklanddan iskandinavya'ya göçü" adlı makalesinde de odin'in türk kökenierini açıklamıştır. bazı kaynaklara göre odin'in tanrı olarak kabul edilmesi onun doğaüstü güçleri daha doğrusu şamanik özellikleri nedeniyledir. bu, oden ata'nın bir lider olduğu kadar aynı zamanda bir şaman (kam) olduğu ihtimalini doğurur. eğer öyleyse oden ata'nın şamanik özelliklerini gören iskandinav halkı onu tanrı mertebesine yükseltmiş olabilir. odin'in şamanik ruh yolculukları iyi belgelenmiştir. ynglinga saga'nın aktardığına göre odin diğer kişilere uyku halinde veya ölüme yakın bir halde görünürken uzak diyarlara haber gönderebiliyordu. bir eddic şiiri olan "baldur'un rüyaları"ndaysa odin sekiz ayaklı atı sleipnir'i sürüyor ve bu atıyla yeraltı dünyasına avrasyalı şamanlar gibi bir yolculuk yapabiliyordu.

    mircae eliade'ye göreyse odin, tüm dünyadaki şamanların sahip olduğu gibi hugin ve munin adlı iki kuzguna sahipti.

    kaynak: bahattin uslu - türk mitolojisi

  • garson: beyefendi 5 dakikanız kaldı hızlı yerseniz sevinirim
    müşteri: tabi hemen yiyip kalkıyorum(hamburgerden büyük bi ısırık alır)

    sizin de gözünüzde canlanmadı di mi? bunun grisi yoktur siyah ya da beyazı vardır. restoranlar açıldığında bu yasağa riayet edilmeyeceiğini hepimiz biliyoruz. sorarlarsa 45 dk dersin ne olucak

  • aşağıdaki bölümü okurken tüylerim diken diken oldu.

    "türklerle anlaşma yapacağız. 100 yıl boyunca petrollerini, doğalgazlarını ve toryumlarını çıkaramayacaklar. taa ki 2023'e kadar. bu maddeyi gizli tutacağız. kendileri de bilmeyecekler. zengin oldukları halde fakir yaşayacaklar. bunu anlamasınlar diye de ülkelerini işgal eder gibi yapıp döneceğiz.

    god save the queen."

  • gellert grindelwald'dan bir trump yaratmaya çalışan, önceki rezil filmden daha iyi olsa da yine de beklentiyi karşılamayan film.

    fantastik canavarlar serisinin varoluşsal iki sorunu var ve seri devam ettikçe bu iki sorunu hiçbir zaman çözemeyeceği için bu serinin iflah olmayacağını, serinin bitirilip kronolojinin farklı konseptlerle devam etmesi gerektiğini düşünüyorum.

    birincisi hikayenin odağı. ilk film yine eli yüzü düzgün bir filmdi ve "fantastik canavarlar nelerdir nerede bulunurlar?" başlığının hakkını veriyordu. newt scamander ve arkadaşları üzerinden sihirli yaratıkları bulma macerasını anlatırken arka planında grindelwald dönemine de atıfta bulunuyor, en nihayetinde film kowalski'nin hafızasını kaybetmesiyle son buluyordu. sonrasındaki filmlerde odak grindelwald ve dumbledore savaşına kaydı ve burada hem rowling hem de filmdeki diğer insanlar büyük bir hata yaptılar: bir yandan bu hikaye üzerinden hayran nostaljisine oynamak isterken bir yandan da newt'in hikayesini devam ettirme kararı aldılar. ancak bu ortaya odağı belli olmayan, kafa karıştırıcı, ana karakteri newt olmakla beraber newt'in bir yan karakter görünümünde olduğu ucube bir yapım çıkardı. bunun üzerine gereğinden çok daha fazla karakter eklenerek izleyicilerin kafası karıştırıldı. size sormak isterim credence'ın hikayesini kaçınız takıyor? yusuf kama kim ve orada işi ne? kowalski'ye niye ihtiyaç duyuluyor? her şeyden öte dumbledore onca kişi varken niye newt'i seçiyor? bunların hiçbirinin dişe dokunur bir açıklaması yok. rowling bir yandan grindelwald anlatırken bir yandan da fantastik canavarları işin içine koymaya çabalıyor ve de bu tutmuyor.

    ikinci sorun da hedef kitle sorunu. bu seri zamanında harry potter izlemiş ve şimdi yetişkin olan kişilere mi hitap ediyor yoksa şu anda çocuk olan ve harry potter evreniyle tanışmak isteyenlere mi, buna bir türlü karar verilemiyor. ilk film ikinci kesime hitap eder gibiydi, üçüncü film ise biraz daha ilkini tercih etmiş gibi görünüyor, çünkü daha karanlık ve daha dumbledore odaklı.

    benim fikrim "fantastik canavarlar nelerdir nerelerde bulunurlar?" tek filmde kalmalıydı, albus dumbledore ve grindelwald hikayesi ayrı bir isimle ayrı bir seri olarak yapılmalıydı. yapımcılar ve rowling bu seriyi böyle devam ettirmeye karar vererek ortaya karman çorman bir şey çıkardılar ve şimdi çözemiyorlar.

    gelelim filme, bundan sonrası spoiler.

    --- spoiler ---

    doğrusu filmin ilk yarısı gayet umut vadediciydi benim için. crimes of grindelwald faciasından sonra gerçekten yazarlar dersine çalışmış ve bir şeyleri düzeltmek için adım atmışlar gibi hissettim. hikaye daha başı sonu belli gibi duruyordu ve ortada bir amaç vardı. atmosfer daha karanlık ve tekinsizdi, nazi döneminde alman sihir bakanlığını görmemiz güzel bir detaydı. ancak büyücülük dünyası seçimleri çok belli belirsiz anlatılmışken bunun üstüne grindelwald'un seçimlere girmesi benim açımdan çok gereksiz ve günümüz politikasına gönderme yapacağım derken seri açısından kendi dünyasını hafife almış bir hareketti. koskoca karanlık büyücü, 30'lar avrupasında terör estirmiş olan grindelwald çok bariz bir şekilde trump ve benzeri popülist liderlere benzetilmiş, ırkçılık üzerinden oy toplayan birine dönüştürülmüş ve bu bizim gözümüze sokulmuş. voldemort da ırkçılığa dair pek çok mesajlar barındırıyordu ancak bunu o dünyanın içine yedirerek yapıyordu rowling. buradaysa bir seçimden bahsediliyor ancak daha önce hiç böyle bir şey görmedik ve de diğer adayları tanımıyoruz bile, ne vadettiklerini bilmiyoruz. twitter'da meme yapılması gereken bir benzetme koca bir filmin konusu olmuş.

    ikinci yarıya geçince ilk yarıda olumlu gördüğüm yerler de birer birer kötüleşti, butan'daki sahnelere gelinceyse hepten bir rezalete dönüştü. büyücülük dünyasının en önemli seçimi öncesi kasabada bir savaş yaşanıyor ve buna rağmen hiçbir güvenlik görevlisi müdahalede bulunmuyor, seçimlerin güvenliği sorgulanmıyor. başkana eskiden qilin'in karar verdiği gibi bir ifade geçerken bu seçim ortamında qilin'i tekrar görüyoruz. o halde neden eskiyle yeni arasında böyle bir ayrımdan söz edildi? madem qilin günümüzde de kullanılıyor, oylamanın anlamı ne? dahası biz filmde bu oylamanın yapıldığını görmedik. qilin'i gördük ve grindelwald bir anda başkan oldu, bunu da qilin'in ölü olduğu ortaya çıkınca seçimin iptal edilmesi izledi. tek bir kişinin konuşmasıyla bu seçim nasıl iptal oldu? grindelwald başkan ilan edilmişken bu kararın geri alınması nasıl sağlandı? sonrasında qilin brezilyalı başkanın önünde diz çökünce ne ara tekrar oylama yapıldı, ne ara o kişi başkan ilan edildi? bu esnada grindelwald ne yapıyordu? herkesin gözü önünde bir muggle'a cruciatus laneti uygulayan bu adam neden orada seherbazlar tarafından tutuklanmadı? her şeyden öte niye böyle önemli bir seçimde orada oy verecek o kadar az insan var? bu soruların hiçbirinin bir yanıtı yok. bu yüzden de final müthiş derecede tatminden uzaktı.

    filmin genelini ilgilendiren birkaç sorun daha vardı:

    başta da söylediğim gibi, newt'in bu hikayede yeri ne? kowalski'ye niye ihtiyaç duyuldu, ona niye asa verildi? yalnızca "kafa karıştırma" burada çok tatmin edici bir sebep değil, bu insanlar neticede riske atılıyorlar.

    tina neden yoktu? amerikan seherbazlık dairesinin başına geçmiş birinin grindelwald mücadelesinden daha önemli ne işi olabilir?

    qilin madem bütün büyücülük dünyasının çocukluktan beri bildiği bir yaratık, newt'ın kitabında neden yer almıyor?

    dumbledore 1930'larda eşcinsel olduğunu bu kadar açık söylerken 1990'lara gelindiğinde, rita skeeter üzerinden hakkında türlü dedikodu çıktığında buna neden hiç yer verilmiyor? madem dumbledore-grindelwald aşkından herkes haberdar biz neden yedinci kitapta grindelwald'dan söz edildiğinde bunu hiç duymadık ve sadece rowling'in sonraki açıklamalarından bu sonucu çıkarabildik?

    ihtiyaç odası'na tam olarak neden ihtiyaç duyuldu? neden yalnızca bir anahtar kullanmak için o odaya gittiler ve sanki çok büyük bir nimetmiş gibi baktılar? dahası, dumbledore ihtiyaç odası'nı tuvaletlerle dolu bir oda olarak keşfediyordu dördüncü kitapta, peki 1930'larda nasıl biliyordu burayı?

    credence barebone'un albus'un kardeşi değil aberfoth'un oğlu olduğunu neden bu kadar sakil, bu kadar climax'ten uzak bir noktada öğrendik? madem ikinci filmde canon'un bozulmasından sonra bu sorun böyle geçiştirilecekti, bu niye hiç değilse daha büyük bir açığa çıkma olarak gösterilmedi de laf arasında sözü edildi?

    bütün bu soruların hiçbirinin yanıtı yok.
    --- spoiler ---

    ikinci film olan crimes of grindelwald'da grindelwald'un herhangi bir suçunu görmemiş, sadece konuşmasını izlemiştik. secrets of dumbledore'da da dumbledore'un herhangi bir sırrını öğrenmedik, hali hazırda bildiğimiz şeyler tekrar edildi.

    bence filmin en büyük artısı johny depp yerine mads mikkelsen'ın gelmesi. mikkelsen gerçekten depp'in karikatürize, adeta tim burton onun velayetini verirken şart olarak öne sürdüğü kendi evreninden çıkmış gibi gözüken tipi yerine daha karizmatik, daha karanlık bir grindelwald sergiledi ve rolünün gerçekten de hakkını verdi. depp'in seriden kovulmasının haksız olduğunu düşünsem de bu yeni grindelwald'u pek çok kişi gibi ben de çok beğendim. tek bir sorun var: niye takım elbise giyiyor? neden 90'larda orta çağ'dan çıkmış gibi giyinen büyücü dünyası 20'li 30'lu yıllarda takım elbiselerle dolaşıyor arkadaş?

  • yani diyor ki siz yabancı ülkelerde emeğinizin karşılığını alıp "aşağılık" bir biçimde kendinize daha iyi yaşam standartları sağlamak yerine gelin burada emeğinizi harcayın nimetlerini "mertçe" akp kadroları yesin.

  • bu başlıkta vurgulanan, kişi kültüne yönelik dokundurmadır. put deyince akla; heykel, put gibi durmak deyince biat ediş veya tapınmaya, ilahlaştırmaya yönelik iğnelemeler gelmektedir. fakat burada kaçırılan esas konu put gibi durmak değildir; ayağa kalkmaktır. ayağa kalkmaktan daha ötesi ise ‘’sessizliktir.’’

    sessizlik anı, ölen kişiyi onurlandırmanın ölen kişiye yoğun hayatın akışından zaman ayırmak, hayatın akışını yavaşlatmak, duraklatmak ve tefekkür etmek için fırsat olarak görünür. sessizlik anı, toplanan kişilerin sessizlik anında tefekkür ederek düşündükleri, merhum kişiyi onurlandırma ve hatırlatma şiarı güden zaman ayırma fırsatıdır.

    sessizlik sadece önemli politik günlerde değil, afetlerde ve trajedik olaylarda, terör eylemlerinde de kendisini olağanlaştırmıştır. terör saldırısı sonrası spor müsabakalarındaki sessizlik de, 9/11 olayları için sessizlik de benzer nitelik taşımaktadır.

    bu sessizlik anının başlangıcı avustralyalı gazeteci edward george honey’e atfedilmektedir. honey, ı. dünya savaşı sırasında hizmet etmiş, savaşın acısını ve kaybını, hatta zafer düşüncelerini taşıyacak bir araç olarak ''sessizliği'' alenen öneren ilk kişi olarak görülmektedir.

    honey, savaştan sonra 1918'de london evening news'e, birinci dünya savaşı'nda hayatını kaybedenleri tanımak için beş dakikalık bir saygı duruşu önererek şunları yazmıştır: "çoğumuz biliyoruz ki kendi akrabalarımız ve asla geri dönmeyecek olan arkadaşlarımız için ölülerimize bu barış saatlerinden bir parça ayıramaz mıyız?. bireysel olarak evet; ama ulusal olarak? beş dakika isterdim; sadece beş küçük dakika. beş sessiz dakikalık ulusal anma. çok kutsal bir şefaat.

    melbourne'deki anma mabedi'nin karşısındaki yolun karşısında, kayalardan oluşan bir takımyıldıza yerleştirilmiş mütevazı bir levhada şunlar yazıyor: 1922'de ölen edward george honey'in anısına. londra'da yaşarken ilk kez ciddi bir sessizlik töreni öneren bir melbourne gazetecisi.

    görsel

    honey, herhangi bir kelimeden daha güçlü ve herkes için bir anlam ifade edilebilen kelime bulmuştu: sessizlik. ihtiyaç duyulan herhangi bir düşünceyle doldurulabilecek boş bir alan olan sessizlik anı, insanların başlarına gelenleri anlamaları için derin bir ihtiyacı doldurmaya hizmet edecekti.

    ekim 1919'da, güney afrikalı sir percy fitzpatrick, imparatorluğun tüm ülkelerinde ateşkes günü'nde (şimdi yaygın olarak anma günü olarak bilinir) bir sessizlik dönemi önerdi. savaş boyunca, güney afrika birlikleri batı cephesinde ağır kayıplar verdiğinde, cape town'da öğle saatlerinde bir sessizlik dönemi gözlemlendi.

    fitzpatrick'in önerisi, teklifi hemen kabul eden kral v. george'a sunuldu. ancak honey ve fitzpatrick'in hazır bulunduğu buckingham sarayı'ndaki grenadier muhafızlarıyla yapılan bir duruşmanın ardından, sessizlik süresi iki dakikaya indirildi. yaşlıların sokakta durması için yeterli uzunlukta olan iki dakikalık bir sessizlikte karar kılındı.

    6 kasım 1919'da kral, ingiliz milletler topluluğu halkına özel bir mesaj gönderdi: ‘’imparatorluğun her yerindeki halkımın, bu büyük kurtuluşun ve bunu başarmak için hayatlarını feda edenlerin anısını hararetle sürdürmeyi arzu ettiğine inanıyorum. bütün hareketler sona ermeli ki, kusursuz bir dinginlik içinde, herkesin düşünceleri şanlı ölülerin saygıyla anılmasına odaklanabilsin." anma günü

    bugün, birleşik krallık ve diğer ingiliz milletler topluluğu üyeleri hala 11 kasım'da iki dakikalık saygı duruşuna katılıyor.

    saygı duruşları bu geleneğin tarihinin gösterdiği gibi, sessiz bir dua ve ölen kişiyi onurlandırmanın yolu olarak kullanılır; ancak bu uygulamaya rastlayabileceğimiz tek zaman bu değildir. birçok ülkede birçok okul, öğrencileri çalışmalarına devam etmeden önce düşünmeye, dua etmeye veya meditasyon yapmaya teşvik etme adına her sabah bir dakikalık saygı duruşunda bulunur. sanırım ilber ortaylı’nın andımız hakkında söyledikleri, tarihte yaşananlar ve süregelen ritüellere paralellik gösteren bilgilere aşina olduğu için göstermiş olduğu bir tepkiydi.

    bir sunum yapan kişi, cenaze, anma töreni, mum ışığı nöbeti ve hatta bir konser veya spor etkinliği gibi herhangi bir özel etkinlikte bir kişinin veya bir grup insanın onuruna bir dakikalık saygı duruşunda bulunabilir.

    genellikle merhum hakkında kısa bir konuşma veya tanıtım yaparak ve hatta belki bir dua okuyarak başlarlar . ardından, “bir dakika onları sessizce onurlandıralım” veya “lütfen bir an için bana katılın” gibi bir şey söyleyerek herkesi sessizlik anına katılmaya davet ederler. bu, herkesin bir sessizlik dönemini gözlemleme işaretidir. bu düşünme süresi boyunca, katılımcılar genellikle şapkalarını çıkarırlar, başlarını eğerler veya birbirlerine başlarını sallarlar ve gözlerini kapatırlar. bir sessizlik anına katılmak, ölen birinin hayatını onurlandırmak için güzel bir gözlemdir. etrafınızdaki herkesin yavaşlamasını ve bir iki dakikalığına duraklamasını izlemenin çok huzurlu bir yanı var. yas tutanlar için bu özellikle derin ve rahatlatıcı bir deneyim olabilir.

    honey 1922'de öldü ve bir dakikalık sessizlik kavramı genel olarak fitzpatrick'e atfedildi. ancak 1965'te melbourne merkezli bir grup honey'in katkısının tanınması için kampanya yürüttü. anma mabedi'nin karşısındaki küçük levha, taşa yerleştirildi.

    koca bir cumhuriyetin kurucusunun vefat ettiği gün hiçbir şey olmamış gibi hayatı idame ettirmek ''put gibi dikilmekten'' çok ama çok daha tuhaf olmaz mı? devletler ve toplumlar kendileri için önemli kişilerin ölüm günlerini görmezden gelmez, gelemezler. yaşadıkları topraklar üzerine inşa edilmiş sistemin sembolü olmuş ve 100 yıl boyunca muhtelif ideolojik görüşlere sahip kişilerin yaşamını derinden etkileyecek derecede kalıcı etkide bulunmuş bu kadar önem ihtiva eden bir lideri ölüm yıldönümünde anmamak gerçekten akıl karı mıdır? karşıt ideolojik görüşlere bile dayanak oluşturmuş kişiyi yok saymaktan bahsetmenin nasıl bir kafanın ürünü olduğunu merak ediyorum. sorununuzun saygı duruşunda bulunuş şekliyle olmadığını hepimiz biliyoruz. istediğiniz şey atatürk'e saygı gösterilmemesi ve atatürk'ün anılmamasıdır. böyle bir rahatsızlıktan kaynaklı irrasyonel isteğe mütekabil vermiş olduğum bilgiler en azından yazmaya değer bir şeyler ortaya çıkarma amacıma hizmet eder diye düşünüyorum.

    ülke kurucularının listesi

    buradaki herhangi bir lider için düzenlenen seremonileri ve anma günlerini internette rahatça bulabilirsiniz. buraya kadar okuyanlara sabırları için teşekkür ederim.

    edit: ekleme ve çıkarmalar yapıldı. gözden kaçan yazım ve imla hataları giderildi.