hesabın var mı? giriş yap

  • cennetten bir parça değil, cennetin ta kendisi.

    oraya gittiğim ilk gün bunu düşündüm ve üstünden 6 sene geçti, defalarca gittim, geçen ay gittim, hala böyle düşünüyorum.
    buz gibi denizi, masmavi ve güneşli yaz günleri, ılık ılık esen rüzgarı, göz doyuran ormanı, kiralık bungalow evleri, ucuz ama temiz otelleri, günde üç öğün gideri olan balık ekmeği, azmak'ı, orfoz'u, çınar'ı ile, gittiğinizde gerçek dünyadan soyutlanmış gibi hissedeceğiniz, ruhsal bir detoksa girip bütün toksinlerinizden arınacağınız, geldiğiniz yer her neresi ise oraya geri dönmek istemeyeceğiniz, hatta "bu dünyada herkes çalışıyor, ulan bi ben aylak olsam ne yazar" deyip, arkanızda bırakacağınız her şeyden vazgeçip ve her şeyi de göze alıp orda kalmak isteyeceğiniz bir yer burası.

    ben cenneti bu dünyada gördüm. ondandır akyaka'nın sahilinde oturup umarsızca içkimi içişim, ondandır tembelliğim, bu dünya için çalışmayışım, ondandır hala kötülük peşinde koşuşum.

  • cevre haftasi sayesinde pek garip gozukmekle beraber bir yapi kimyasallari sirketinin paylastigi guzel bilgiler de olabilir kimi zaman:
    1. 40 kişinin bir saatte havaya verdiği karbondioksiti yetişkin bir çam ağacı 1 saatte oksijene dönüştürür.
    2. 1 hektar çam ormanı havadaki 36.4 ton tozu süzer.
    3. 1 hektar çam ormanı yılda 30 ton oksijen üretir.
    4. yetişkin bir kayın ağacı kökleriyle 10 ton su tutabilir.
    5. ağaçlar yağmurların yeryüzüne direk inmesini, akıp gitmesini önler, yağmur sularını havzada tutarak korurlar.
    6. 250 m. genişliğinde orman, gürültüyü % 50 azaltır.
    7. ormanların ayrıca suyu düzenleme, toprağı koruma, iklimi etkileme, doğayı koruma ve güzelleştirme gibi çok önemli hizmetleri vardır.

  • - dur bakalım bir de şöyle bir atak deneyelim bakalım gol oluyor mu... şöyle vursam... aa evet oluyormuş.

  • bu kural kalkarsa şunlar olur:

    1. kulüpler yetenek gördükleri yabancı futbolcuları almaktan korkmaz. şu anda yabancılar doğrudan katkı vermediğinde para israfı olarak görünüyor ve bu da bir çok yabancı futbolcunun psikolojisini bozuyor. kimi ülkeden kaçıyor, kimi gol kaçırdıktan sonra zırıl zırıl saha ortasında ağlıyor.

    2. genç yaşta alınacak yabancılardan bir kısmı türk vatandaşlığına geçirilebilir ve milli takımın da havuzu genişler. boateng'in, mesut özil'in, khedira'nın alman olduğu dünyada bizim de petrowski, okuwonu, khadim isimli türk futbolcularımız olabilir.

    3. türk futbolcuları "nasıl olsa bana mecburlar" diyemeyecek, kendilerini geliştirmek zorunda kalacaklar oynayabilmek için.

    4. türk futbolcuları "nasıl olsa bana mecburlar" diyemeyecek, kapıyı 2 milyon euro'luk senelik maaşdan açamayacaklar. kulüplerin giderleri azalacak.

    5. anadolu kulüpleri yetenekli türk gençlerini "3 büyüklerden birine illaki okuturum" diyerek köle gibi tutmayacak, makul bir talibi çıktığında avrupa kulüplerine satmayı da göz önünde bulunduracak. caner erkin gibi genç yaşında yabancı liglerde oynayan futbolcuların sayısı artacak. alper potuk 7 milyon, mehmet topuz 10 milyon olmayacak. ama tabata yine 8, amrabat yine 8.5 olacak... ona bir çare yok. onun çaresi yönetici profilinin değişmesi.

    6. anadolu kulüpleri, buldukları yabancı yetenekleri de rahatlıkla satabilecek avrupa kulüplerine ve 3 büyüklere, çünkü kontenjan sıkıntısı olmayacak. (bkz: geremi nitjap)

    7. türk futbolcusu avrupa'ya daha rahat gidecek, çünkü takımların onların yerine koyabilecekleri adamlar için illa da türk olacak diye bir kısıtlama olmayacak. başka kültürlerin içinde kendi futbollarını geliştiren futbolcularımız milli takıma daha faydalı olacak. arda ve salih gibilerin sayısı artacak.

    8. takımlarımız al ve şl gibi organizasyonlarda rakipleriyle eşit şartlarda mücadele edecek.

    9. "madem yabancı alıyoruz, ismi olan birini alalım" mantığıyla yola çıkıp 32-33 yaşına gelmiş sönük yıldızlara para dökülmeyecek.

    bu kuralın varlığını savunanlar benim saydıklarımın yarısı kadar argüman ortaya koyabilirlerse beni ikna edebilirler.

    edit: nobet hatirlatti. bu kural kalkarsa, takimlarda "abi"lige kalkisan futbolcularin gozunun yasina bakilmadan gonerilmesi kolaylasacak, boylece teknik direktor yiyen yeniceri ocaklarinin onu kesilmis olacak.

  • maraton programında şu anda beşiktaşlı futbolcular çılgınca itirazlarda bulunmadığı için mersin'in golünde topun auta çıkmadığına karar verildi. mustafa denizli ve tümer metin yavaş çekimde beşiktaşlı futbolcuları izledi, düdük çalmamışken beşiktaşlı oyuncular hakeme koşup itiraz etmek yerine topa koştular diye top aut değil dediler. bravo. tam tersi olsaydı da yerden yere vururlardı, neden düdük çalmamışken topa koşmak yerine itiraz ediyorsun diye. rezillik, bildiğin rezillik. bu da türk futbolunun bir kenarından güzel bir özet oldu.

  • real madrid başantrenörü pablo laso, maça ilişkin "f.bahçe gibi büyük bir takıma karşı kazanmak için sadece yüreğini ortaya koymak yetmez" dedi. evet bunu real madrid başantrenörü dedi. öyle işte...

  • modern bankacılık sisteminin kuyumcular sayesinde doğuşu da bunlardan biridir.

    şimdi efendim olaylar şöyle gelişiyor. 17. yüzyıldayız. savaşlar, iç karışıklıklar, hırsızlıklar vs. gibi güvenlik tehditlerinden dolayı, altın sahibi insanlar evlerinde tutup sakladıkları altınların çalınmasından korkuyorlar. bu durumda ne yapmak lazım? güvenli bir yerde saklamak lazım bu altınları ve garantisinin de olması lazım. işte bu dönemde kuyumcular çıkıyor piyasaya ve diyorlar ki; gelip altınınızı bize yatırabilirsiniz. biz kasalarımızda güvenli bir şekilde gözümüz gibi koruruz onları. örneklerle somut bir şekilde anlatmak gerekirse, mesela kanzuk ağamızın çok altını var. çalınabilir diye de endişe ettiğinden gidiyor kuyumcuya veriyor altını saklaması için. yani bir nevi kuyumcunun güvenli olan kasasından bir miktar alan kiralamış oluyor. bunun da ücretini ödüyor. kuyumcu abimiz de bir kağıt çıkarıyor ve yazıyor üstüne: kanzuk ağanın ben de 100 altını vardır. istenildiğinde bu belge ile birlikte gelinip alınabilir. kanzuk ağamız da alıyor bu belgeyi. koyuyor cebine. artık bu belge 100 altın değerinde. kanzuk ağa güzel bir arsa görüp ileride buralar değerlenir diye almak istiyor. arsanın sahibiyle görüşüyor. arsa sahibi 100 altın istiyor. kanzuk ağa tak diye koyuyor tapu gibi 100 altın lira kuyumcuda olduğu belirtilen belgeyi. bunlar da belge imzalıyorlar. arsanın 100 altına satıldığına ve parasının söz konusu belgeyle ödendiğine dair. şimdi arsa sahibi abimiz gidip kuyumcudan 100 altını çekebilir. ama çekmeyebilir de çünkü ne de olsa belge aracılığıyla işini halledebilir. yani yanında altını gezdirip hem kendi güvenliğini hem de altının güvenliğini tehlikeye atacağına o da bir belge düzenleterek işlerini kolaylaştırabilir.

    bir süre sonra insanlar belge ile satın almanın daha kolay, işlevli ve güvenli olduğunu farkedip sürekli belge ile iş yapıyorlar. sonra kuyumcu da bakıyor ki altını almaya gelen kimse yok. adam altınını satmışsa yani kasada duran altınıyla bir mülk almışsa ve altının yeni sahibi de gelmişse, yeni sahibi de genel olarak altını almak yerine, altının orada olduğuna dair yeni bir belge istemişse, altınlar sonsuza kadar kasada kalabilir. yani altınlar kasada yatıyor. bu noktada, kuyumcular hepimizin aklına geleni yapmaya başlıyor. nasıl olsa kasada altınlar duruyor, altını almaya gelen de yok. ben bu altınları borç vermede kullanıp faiziyle geri alıp başkasının altınıyla para kazanabilirim diyorlar.

    bu sırada ben, evlenmek istiyorum ve ev almam lazım. gidiyorum kuyumcuya. kuyumcu kağıda yazıyor: bu şahsın bende 100 altını vardır. yani bana kredi veriyor. ben de bu yüz altını 2 sene sonra 120 altın olarak ödemek üzere faizli borç olarak alıyorum. gidip bu belgeyle de evi alıyorum. bu durumda kuyumcu ne yapabilir. olmayan altını bana satabilir. mesela 10 kişi 100 altın yatırdıysa kuyumcuya, kuyumcu da bunların dışında 1 kişiye daha kredi verebilir, sanki altını varmış gibi çek yazabilir. ancak bu 11 kişinin hepsi de aynı anda altınını almaya gelirse kuyumcu iflas eder. çünkü ekstra 1 kişinin altını yok. olmayan altını sattı yani kuyumcu. böyle böyle, istediği kadar insana faizle altın satıp kendini zengin edebilir kuyumcu. sonsuz bir para arzı yaratmış olur. tek güvence noktası da insanların aynı anda kapıya dayanmaması.

    günümüzde ise bu sonsuz para arzını engellemek için devletler zorunlu rezerv oranı adı altında bir oran koyuyor. örneğin bu oran abd'de %10. yani sizin 10 bin lira paranız varsa. bunu zorunlu rezerv oranı olarak devlete verirsiniz. ve karşılığında 100 bin liralık işlem yapabilirsiniz. yani 10bin liranız olmasına rağmen 100bin liraya kadar kredi ile borç verebilirsiniz. bu durumda müşterilerin yüzde 10'undan bir fazlası (eğer herkese eşit miktarda para verilmişse) bankaya parasını almaya geldiğinde banka iflas eder. bankanın temel güvencesi, insanların yüzde 10'unun birden kapıya dayanmayacağı. kriz söylentileri gibi durumlarda ise bankalar batmasın diye insanların bankadan paralarını çekmelerini engellemek için devlet bankaları tatil edebilir ya da atmlerin elektriğini kesebilir. ufak tefek yanlışlarım olabilir. olabildiğince basit anlatmaya çalıştım.

  • on edit: bu entry uzerinden 2 seneden fazla sure gectigi icin bazi linkler ve bilgiler guncelligini kaybetmis olabilir ama yine de genel olarak vermeye calistigim mesaj hala gecerli. eger gitmek isterseniz kendi basiniza bunu yapabilirsiniz.

    ozellikle belirtmem gereken degisiklikler ise soyle: puanlama sistemi degisti ve artik 80-85 puan arasi toplamaniz gerekiyor. tum islemler icin guzel bir bilgi kaynagi olarak:
    https://www.expatforum.com/
    ulkede gocmenlik politikasi her gecen gun biraz daha sikilasiyor ve islem sureleri uzuyor. hem davetiye bekleme sureleri hem de vize islem sureleri icin :
    https://myimmitracker.com/en/au/trackers

    son bir yıl içinde önce doktora için öğrenci vizesi daha sonra da kalıcı oturum için göçmenlik vizesi aldığım ülke.
    her iki vize için de ajans kullanmadım. dil bilen mühendislik bölüm mezunlarına ve yüksek lisans sırasında göt büyütmeyip, makale yayınlamış, konferansları takip etmiş arkadaşlara bazı tüyolar vermek isterim.
    öncelikli olarak her iki vize türü için de ingilizce seviyenizin iyi olduğunu kabul ediyorum. (örnek ielts den her branşdan 7 seviyesi, daha üstü tadından yenmez tabii).
    doktoradan başlamak gerekirse, hem burs hem de kabul almak için öncelikle uzmanlık/çalışma yapmak istediğiniz alanınız ile ilgili bir hoca bulmanız gerekiyor. üniversitelerin sayfalarını inceleyip, ilgili hocalara standart bir mail'de kendinizi, çalışmalarınızı ve niçin doktora yapmak istediğinizi anlatıp, bir doktora konusu teklif ederek (bkz: phd research proposal) kendisinin sizi doktora öğrencisi olarak kabul edip etmeyeceğini öğrenmeye çalışmalısınız. özellikle lokal öğrencilerin bu konudaki isteksizliği ve sizin taa türkiye'den istekliliğiniz artı bir puan oluyor hocaların gözünde.

    diyelim ki bir hocadan olumlu yanıt aldınız, hem okula kabul, hem de burs için transkriptler, diplomalar, yaptığınız yayınlar/sunumlar, varsa üniveristede/yüksek lisansda aldığınız burslar ve iki hocanızdan ( mümkünse profesör) referans mektubu ile başvurunuzu yapıyorsunuz. gerisi biraz şans olsa da şansınızın epey yüksek olduğunu belirtmem lazım.

    okul başvurunuz kabul ederse size bir teklif sunuyor, burslu veya burssuz şartları belirtiyor, öğrenci sağlık sigortası yapmanızı ve teklifi imzalamanızı istiyor. imzalayıp gönderdiğiniz teklif sonrasında size kayıt işlemi için bir belge gönderiyor (bkz: confirmation of enrolment). bu belge ve gerekli diğer belgeler ile yaptığınız online vize başvurusu bir kaç gün içinde sonuçlanıyor (bkz: streamlined visa processing).

    nitelikli göçmelik ise çok daha kolay (bkz: skilled independent visa - subclass 189). öncelikle mesleğinizin ihtiyaç duyulan meslek listesinde olması gerekiyor. ikinci olarak en az 60, mümkünse 65 puan eden bir başvuru yapmanız lazım. puanlar nasıl hesaplanıyor derseniz burdan (bkz: points test). diyelimki 60-65 puan toplayabiliyorsunuz.

    ilk iş ingilizce seviyenizi gösteri belge, diploma ve transkript ile meslek denkliği almak. mühendislik bölümleri için ilgili kurum (bkz: engineering australia). bazı üniversitelerin avustralya hükümetinin de tanıdığı denklikleri olduğu için öncelikle müdek sitesinde üniversite/bölümünüzü bulmanız gerekiyor. listede olup olmamanıza göre denklik işlemini nasıl yapacağınızı öğreniyorsunuz. engineers australia'nın bu konudaki kitapçığı oldukça açık ve en uzun süren işlem hiçbir denklik olmaması durumunda. ben bu şekilde yaptığım için onu anlatayım.

    kurum sizden belgelere ek olarak 3 adet career epiosode yazmanızı istiyor. her bir rapor 1500 kelime oluyor ve bir projede ne görevler üstlendiniz, nasıl mühendislik bilginizi uyguladınız nasıl sonuçlar aldınız gibi uyarlayarak yazdığınız birşey. hiç iş tecrübeniz yoksa okul sırasında yaptığınız veya yapmış gibi yazabileceğiniz 3 proje anlatabiliyorsunuz. yine internette bir sürü örnek bulabilirsiniz. denklik alma süreci dil sınavı, çeviriler ve engineers australia'nın alacağı assesment fee dahil yaklaşık 1000 dolar tutuyor.

    daha sonra bu siteden bilgilerinizi girerek, sizi davet etmelerini bekliyorsunuz. davet edilme sırasında öncelik iyilerin, en yüksek puan en önce davet ediliyor. davetiye geldikten sonra vize ücretini ödeyip başvuru yapıyorsunuz. eğer verdiğiniz bilgilerde bir hata yoksa, ve hepsini ıspatlayabiliyorsanız en geç 3 ay içinde vizenizi alıp yolculuğunuza başlayabilirsiniz.

    diyelimki herşeyi denediniz ve 55 puanda kaldınız. ben zor olduğunu düşünsem de şansınızı buradan deneyebilirsiniz: skilled nominated visa (subclass 190). bu yöntemde kendinize bir eyaletin sponsor olmasını bekliyorsunuz. bir eyalet size sponsor olduğunda o eyaletde 2 yıl çalışıp yaşamanız bekleniyor. ( seescreen uyardı, bu yasal bir mecburiyet değil daha çok etik bir beklenti diye) kalan herşey aynı oluyor. bu şekilde bekleme süresi bir yıl veya daha fazla olabilir. genelde insanlar bir şekilde puanını 60+ puana taşımak için yollar aıyorlar.

    anlatırken bazı detayları unutmuş olabilirilim. bu yazının amacı, istedikten sonra tüm süreci kendi başınıza halledebileceğiniz, birşeyler kesinleşmeden vize ücreti ödemeyeceğiniz ve aslında çok da zor olmadığını göstermek.

    ben yıllar önce sırf vize ücretini ödedikten sonra çıkmazsa yazık olur diye başvurmamıştım. halbuki vizeye başvurmak için davetiye şart. davetiye geldikten sonra da vize çıkmaması ihtimali yok gibi. bu ufak detay yüzünden belki 3-4 sene geç gelmiş olduk.

    her işte bir hayır vardır diyor, gözlerinizden öpüyorum.
    sorulara tabii ki cevap veririm ama sizin yerinize google'a girip birşey aratacak değilim.

    gelen sorular üzerine edit:

    doktora bursu yıllık 26 bin aud. bunun en az 13 bin aud kısmı fatura ve oda kirasına gider (tek başınıza bir evde kalma ihtimali sydney için yok zira sadece kira 20 bin aud yi aşar). geri kalan 13 bin tek yaşayan bir öğrenci için gayet makul. onun haricinde okulda sınav kağıdı okuma, ders verme gibi ek işler olur ve yıllık 5-10 bin arası ilave gelir alabilirsiniz.

    iş bulma konusu biraz şansa, niteliklerinize ve tercihlerinize bağlı, gelip 1 yıl boyunca iş arayanlar da var. daha düşük bir pozisyondan tekrar sektöre girip gerekirse geçici süreli işlerde çalışmayı göze alıp 2 hafta sonra işe başlayanlar da var.

    sydney merkezi için konuşmak gerekirse, yılanlar, timsahlar, örümcekler vb vahşi yaşam yok. bahçeli bir evde oturuyorum ve herhangi bir problem yaşamadım. çok korkanlar için bir apartman dairesi tüm sorunları çözer.

    köpekbalıkları var, en bilinen plajlarda bile sık sık görülüyor, ama kafanıza göre tek başınıza bir yerde yüzmezseniz sorun olması imkansız. sürekli gözetim ve güvenlik altında plajlar. ben şahsen rüzgar sörfü yapıyorum ve 20 yıldır rüzgar sörfü yapıp ( doğru yerlerde) hiç köpekbalığı görmeyen insanlar ile tanıştım.

    ilk gelenler için ev bulmak çok zor oluyor diyorlar ama benim tecrübelerim ters yönde, biz ve tanıştığım sonradan gelen tüm arkadaşlar bu konuda da çok problem yaşamadık. ev kiralarken emlakçılar bir çok döküman isteyebiliyor. maaş, banka hesabı, pasaport, adınıza telefon faturası vs. hazırlayıp verdiğinizde beğenmedim diyeni duymadım. oda kiralarken zaten o evi kiralamış olan biri veya evsahibi ile beraber oturduğunuzdan karşılıklı anlaşabilmek yeterli.

    türkiye'de özlediğim şeyler tabii ki var. ama biraz iyi kazanan bir aile için çok da zor değil gidip gelmek. çocukken 18 saatte erzurum a gidemediğimi hatırlıyorum. yarın birgün direk uçuşla 18 saatte istanbula gidebileceğimi umut ediyorum.

    en başta söyleyeceğimi en son söyleyeyim, referandum sonrası bu başlığa geleceğinizi biliyorsanız 3 ay kaybetmeye gerek yok. korkacak birşey yok. denemeye değer bir tecrübe bu bence.

  • bir bucuk sene kadar onceydi sanirim. bir gun ekmek almaya indim evin altindaki firina.. bu memleketin paralari eskidir, gunluk hayatta otobuse, bakkala verdiginiz bozukluklar 60'lar, 70'ler, 80'ler tarihli madeni paralar olur genelde. daha eski olanlarin rengi biraz daha koyu olur haliyle, 60 oncesi mesela bu yuzden belli eder kolaylikla kendini. bende de eskiye merak var, hep bakarim harcarken, hosuma gider..

    neyse, dedim ya firindayim ekmek aliyorum.. tam kadina parayi denklestirirken, dikkat ettim bir "20 centimes"in rengi hafif koyu. bir cevirdim arkasini baktim: 1920 yaziyor uzerinde!

    100 senelik para, elimde, hala tedavulde.. veremedim tabii, ayirdim bir kenara hatira.

    fakat diyecegim su; bu kistasi alin, icler dislar yapin, bizim memleketteki diger herseyle kiyaslarken kullanabilirsiniz cok rahat. fark asagi yukari her konuda ayni oranda cikacaktir.

    dusun, bakkaldan sigara aliyorsun, sana para ustu olarak 1920 tarihli para veriyor. sene olmus 2020! boyle de bir memleket iste..

  • ronaldo havale yapmış kendisi de iş bankası müşterisi ya o yüzden.

    başarısız kurgu denemesi.

  • gerçek gs gurmeleri bilir ki, rakibi uça kaça gidiyorum havasında iken kendi rolantide giden gs rakibi tökezleyince yılın topunu oynar ve rakiplere ızdırap olur öyle bi akşam bekliyorum.