• icra etmeyenlerin hakkında bildiklerinin çoğunluğunun yanlış olduğu meslek dalı, yaşam biçimi. bu meslek hakkında konuşulanlar, televizyonda hakkındaki haberler dinlendiğinde kafalarda ''acaba diğer meslekler hakkında bizim bildiğimizi sandıklarımız da bu kadar yanlış mı? '' düşüncesini oluşturur. örneğin boğazda kaza yapan bir gemi hakkında televizyondaki saçma sapan yorumları, verilen yanlış bilgileri, komik denebilecek gazete haberlerine tanık oldukça, düşen bir uçak hakkında haberlerde yayınlanan ve ilgiyle takip ettiğim yorumların, verilen bilgilerin de aynı derece saçma olup olmadığını sorgulamaktan kendimi alamamaktayım. bu meslek ne anlatıldığı kadar romantiktir ne de sanıldığı kadar tehlikelidir. sevdiklerinden ayrı kalma mevzusu da büyük yanılgılardan birisidir. kaptan, 2. kaptan veya çarkçıbaşı iseniz eşinizi yanınızda götürebileceğiniz gibi, total ayrı kalma süresi saate vuruldugunda, karada 9 saat mesai yapıp iyi ihtimalle 2 saati de yolda geçen birine göre sevdiklerinizin yanında geçirdiğiniz süre daha fazladır (bu konu aşağıda detaylı açıklanmıştır) . denizcilik terimleriyle ilgili yanlış bilinenler de saymakla bitmez. kaptan köşkü diye bir terim yoktur, köprüüstü vardır. birinci kaptan diye bir olay yoktur (hatta komik karşılanır), kaptan yada süvari bey vardır. gemiler limana demirlemez, yanaşır. demirlemek apayrı bir olaydır. ''gemi parketmek'' şeklinde bir tabir kullanmakla, hastayı ameliyat eden bir doktor için ''hastayı kuşbaşı doğradı'' tabirini kullanmak, densizlik açısından aynı seviyededir. bu mesleği icra edenler, sıklıkla absurd soruların muhatabı olurlar. bu soruların muhatabı olan denizciyi rahatsız eden nokta, soruyu soran kişinin çok orijinal bir soru sorduğunu sanması, yaptığı geyiğin ilk defa yapıldığını düşünmesidir. şimdi bu meslekle ilgili sıkça sorulan soruları, doğru yanıtlarıyla inceleyelim. ama öncelikle lütfen (bkz: kişinin mesleği öğrenilince sorulan sorular/@efendi kaptan).

    soru 1: - abi siz iyi kazanıyormuşsunuz. ne kadar abi sizin maaş şimdi?

    cevap 1: günümüz koşullarında bir uzakyol kaptani veya çarkçıbaşısı dökme yük gemilerinde 8000 usd civarı bir ücretle çalışmaktadır. bu miktar kimyasal tankerlerde 12000 usd ye kadar çıkabilmektedir. belirtilen miktara ikramiye dahil olup, çalışılmayıp izinde bulunulan sürede herhangi bir ücret alınmamaktadır.

    soru 2: - şimdi siz bi gittiniz mi ne kadar gelmiyonuz abi? zor olmuyor mu evinden sevdiklerinden ayrı kalmak?

    cevap 2: kontratlar dökme yük gemilerinde genellikle 6 aydır. ancak bu esnetilebilir. evden ayrı kalma meselesine gelelim. standart üniversite mezunu bir insan düşünelim. bu insan eğer sabah dokuzda işbaşı yapıyorsa akşam altıda işten çıkacaktır. yani 9 saat. 2 saat gidiş dönüş olarak yol ekleyelim. etti mi 11 saat? iyi ihtimali düşünelim ve cumartesi çalışmadığını, yılda da 15 gün izni olduğunu varsayalım. bu kişi yılın 246 günü işe gitmektedir. bu 246 günde günün 13 saatini evde geçirir. böylece çalıştığı günlerde 3198 saat, çalışmadığı 119 günde ise 2856 saat olmak üzere toplam yılda 6054 saat özgürdür. bu çalışan insanın günümüz şartlarında 3000 tl gibi bir ücretle çalıştığını varsayalım. şimdi gelelim denizcimize. (lütfen cevap 1'i inceleyiniz) denizcimizin bugünkü kurlar baz alındığında aylık geliri 12000 tl gibi bir meblağdır. senede 3 ay çalıştığını ve bu 3 aylık süreçteki tüm saatlerinin ''kayıp zaman'' oldugunu varsayalım (ki öyle değildir). yılda 36000 tl tutarında bir kazanç elde edecektir. bunu 12'ye böldüğümüzde aylık kazancı 3000 tl'ye gelecek ve ekonomik anlamda karada çalışan bireyle eşitlenecektir. geri kalan 9 ayı saate çevirirsek 6480 saat eder ki bu da karada çalışan insana göre yılda 434 saat fazla evde sevdikleriyle zaman geçirmesi anlamına gelir. denizcinin ekstradan, izinde bulunduğu süre içerisinde belli bir mekanda bulunma zorunluluğu yoktur. karada çalışan ise istanbul'da çalışırken ''ben bir antalya'ya kaçayım'' diyemez. işe giderken verilen yol parası vs gibi masraflar da cabasıdır.

    demek ki neymiş? denizci, haftasonu çalışmayan ve türkiye ortalamasına göre dolgun bir ücret alan bir kara çalışanıyla ekonomik anlamda eşitlendiğinde (ki gemide yol parası yoktur,beslenme,kira, elektrik parası,su parası yoktur) sevdikleriyle daha çok zaman geçiriyormuş. ayrıca 9 ay boyunca sabah istediği saatte kalkma, istediği şehirde ikamet etme ve ikamet ettiği yeri dilediğince terketmekte özgürdür.

    bu argumana ''ama sen mesleğin en üstündeki kaptanı örnek verdin. alt tayfa o kadar para almaz ki'' söylemiyle karşı çıkanlara ben de asgari ücret ile istanbul'da kirada oturup 4 çocuğuna bakan adamı misal gösteririm.

    soru 3: - abi eşinizi de yanınızda götürebiliyor musunuz?

    cevap 3: evet götürebiliyoruz. hayır koğuşta kalmıyoruz 2 oda 1 salon 1 banyolu kamaramız var. hayır gemide kadının bir sakıncası yok. evet gayet eğlenceli oluyor. hayır eşlerimiz sıkılmıyor. hangi kadın dünyanın heryerini görmekten sıkılır?

    soru 4: - agam ben üniversite sınavına giricem. kaptan olmak istiyorum. ne bölümünü yazayım? bitirince hemen iş bulur muyum?

    cevap 4 : (bkz: deniz işletmeciliği ve yönetimi yüksekokulu) (bkz: itü denizcilik fakültesi) denizcilik fakültelerinin özellikle makina bölümü mezunlarının iş bulamama gibi bir ihtimali yoktur.

    soru 5 : - ay sizin şimdi her limanda bir sevgiliniz oluyodur di mi ? ihihihi.

    cevap 5 : (bkz: bsg)

    soru 6 : - şimdi hacı burdan çıktınmıydı amerika'ya kaç gün çekiyo?

    cevap 6: bkz : cevap 5

    soru 7: - merhaba beyfendi. şimdi benim bir sevgilim var denizci. biz evlenmeyi düşünüyoruz ama nasıl olcak yanee böyle bi gittin mi gelmemek falan ben dayanamammm.

    cevap 7: hanım kardeşim öncelikle cevap 1 ve 2'yi incele ve karar ver. mesleğin başında biraz sabret. sonra istersen sen de gidersin yanında. ayrıca 25 yaşında alınteri ile ev sahibi olmanın tadını alıp eşinle gece gündüz bir arada olabilirsin. gündüz o işteyken onu beklemek zorunda kalmazsın. unutma eşinin ne kadar çalışacağı sadece onun paşa keyfine ve para hırsına kalmıştır.

    soru 8: - sağolun beyfendi içimi rahatlattınız. madem öyle evlenelim biz. aaa nikahımızı da siz kıyın o zaman. siz gemide nikah kıyabiliyorsunuz de miii?

    cevap 8: bkz : cevap 5

    4 yıl sonra edit: soru-cevap numaraları ile ilgili ölümcül hata, yaklaşık 4 yıl sonra düzeltildi. son uyaran mr paradox'a ve şimdi adını unuttuğum önceki uyaranlara teşekkürler.
  • gemi adamı'nın mesleğine verilen ad.
    ilginç ve uçta şartların yaşamı.güzellikleri çok güzel, zorlukları çok zor olan, zaman geçtikçe denizci'nin farklı olmasına ve hiç bir yerde rahat duramamasına sebep olan meslek. maviliklerin, kızıllıkların ve griliklerin arasındaki yarı açık demir yığınlarındaki yaşamın ismi.

    gemi jurnallerinde hava ve deniz şartlarının şiddeti rakam ve eski tabirlerle isimlendirilir.7 fırtına,8 korkunç fırtına,9 müthiş korkunç fırtına, 10 orkan *,11 korkunç orkan,12 müthiş korkunç orkan olarak ifade edilir. 7-8 hava bile bir gemi için ciddi tehlike oluşturabilen havalardır.11-12 allah korusundur.12 den sonrasının bir tabiri yoktur.zira 13-14 ömür boyu denizde çalışmış bir denizcinin bile görmeyeceği şiddette havalardır .

    13 ocak 1998 saat 03:00 te manoverboard kamarasında yatağından yere düşerek uyanmıştır. zar zor uyutan fırtına bir anda şiddetlenmiş ve 218 metrelik 52000 tonluk dökmeci gemi * seyirdim halinde bir sancağa bir iskeleye bir başa bir kıça girip çıkmaktadır.sürünerek lumbuzuna gider ve gemi yattığında kamaranın da olduğu iskele tarafa neredeyse denizle paralel olduğunu görür.birden kamaranın kapısı çalınır.gelen telsiz zabitidir."süvari bey * herkesi ayakta görmek istiyor 13-14 hava yiyoruz" der.

    bu hiç bir denizcinin duymak istemeyeceği bir kaptan talimatıdır.gemi atlas okyanusundaki en tehlikeli hava bölgelerinin başında yer alan biscay körfezi açıklarındadır ve fırtınanın merkez noktasına tekabül etmektedir geminin koordinatları.el nino nun kuzey uzantısıdır hadise.canyelekleri giyilmiştir.

    manoverboard göğüsteki * lumbuzdan pruvaya bakar.dalgalar 35-40 metre yükseklikteki cranelerin * bile üstünden geçmektedir. denizaltı gibi olmuştur gemi. başüstü bile görünmemektedir.havada sadece köpükler ve kabarcıklar vardır.

    böyle bir durumda geminin kurtulma şansı %10-15 lerle sınırlıdır.o da geminin ataletinin olması halindedir, yani ana makine pervaneyi çeviriyor olmalıdır.dümen donanımı sağlıklı çalışabiliyor olmalıdır.geminin manvra gücü olabilmeli ,dalgalar baştan yada kıçtan alınabilmelidir aksi halde bordalardan yani yanlardan gelen dalgalar gemiyi alabora edecektir.bu kadar büyük bir sallantıda ana makineyi besleyen yardımcı sistemlerin çalışma basınç,ısı ve debi gibi faktörleri saçmalayacağı için otomatik kontrol sistemi tahrikiyle yada mekanik olarak ana makinenin shut-down olma olasılığı da bir hayli yüksektir. o zaman geminin hiç bir kurtulma şansı kalmayacaktır.

    bu sistemlerin çalışmasını sağlamakla yükümlü tüm makineciler ,mühendisler ve personel makine departmanına ait iskele taraf koridorunda buluşmuştur.önce tüm personel birbirine sarılır,helalleşilir.tüm makineciler vardiyada bulunan nöbetçi mühendis ve personele katılır.
    tüm teknik değerler en alt ve en üst sınırlarda gezinmektedir.durum iç açıcı değildir. herkes en önemli donanımların başında ani müdahale için hazırdır. deli gibi salınım yapmaktadır gemi,makine dairesi 4 katlıdır ve yukarı aşağı merdivenlerden ancak sürünerek inilip çıkılabilmektedir.

    aradan yarım saat geçer , denize alışık adamların bile bünyeleri pes etmiştir.34 kişilik personelden sadece 2. mühendis, kaptan ve manoverboard ayakta kalmıştır,gerisi kusmuklarının içinde yere yığılmış haldedirler.13 saat boyunca manoverboard 2.mühendisle birlikte sürünerek makine dairesinde elinden geldiğince her sistemi çalışır durumda tutmak için uğraşır.köprüüstünde de süvari bey dümen tutmaktadır.tanrı mı güç vermiştir yoksa adrenalin mi imkansızı olur kılmıştır bilinmez ama bu 3 adam bir şekilde batırmaz gemiyi.
    14. saatin içinde biscay körfezinin en içlerine kaçılabilmiş ,fransa açıklarında travers yapmaya başlamıştır gemi. hava 8-9 lara düşmüştür.travers sayesinde hava baştan ve kıçtan alınabiliyordur,tehlike bir hayli hafiflemiştir.insanlar yavaş yavaş ayılmaya ,kendilerine gelmeye başlarlar.2. mühendis ve manoverboardun vucutlarında morarmamış yer kalmamıştır.

    konuşabilmeye başlayan her denizci "ben bu gemiden indikten sonra bu iş biter ilk limanda,bir daha denize çıkmayacağım" gibi cümleler sarfetmektedir.2 günlük traversin ardından havanın açıklarda da 7-8 e düştüğü haberi gelir ve 2-3 günlük seyirin ardından cebelitarık'a ulaşılır.uzakyol denizcilerinin bahçe tabir ettiği akdeniz sütlimandır.rüzgarı mis gibi kokmaktadır ve lacivert tonu enfestir her zamanki gibi gri atlastan sonra.

    artık denizcilerin normali haline gelmiş ruh hali yine tekrar etmiştir ve 5 gün önce ağızlardan çıkan "bir daha denize çıkarsam ne olayım" cümleleri unutulmuştur. zabitan ve personel salonlarında o 14 saatte yaşanan şeyleri birbirlerine espriye vurarak,gülerek anlatmaktadır denizciler.tek dertleri fırtınada zarar görmüş sistemleri tekrar işler hale getirmekle uğraşacak olmalarıdır.

    normal şartlarda 14 gün sürecek olan amsterdam - gemlik seferi 21 günde tamamlanmış,gemi selametle limanına varmıştır. o gemideki denizcilerin hiçbiri denizi bırakmamışlardır.

    böyle saçmasapan bir hayattır denizcilik.

    (bkz: her limanda bir sevgili/@manoverboard)
    (bkz: denizci/@manoverboard)
    (bkz: kuru fasulye hesabi)
  • mil saymaktır denizcilik.

    domdom mersinlidir. uzun yıllar mersinde balıkcı teknelerinde tayfalık yapmış, kilolu ve sempatik, 30larının başlarında güleryüzlü bir adam. alınmaz domdom olmasına lakabının, sevildiğini bilir, o da sever hem.

    babası doğmadan, annesi ise 6 yaşındayken o vefat etmişler. akrabalar da hayırsızmış. zoraki, ayıp olmasın ele güne diye bakmışlar ona, ama 11-12 yaşlarına gelip te aklı ermeye başlayınca biraz domdom, anlamış orada ona yuva yok, atmış kendini balıkçı teknelerine, karın tokluğuna çalışmış 10 küsur yıl.

    vefasını eksik etmemiş ama hiç hayırsızlara, her bayram el öpmeye giderken şekerini eksik etmemiş elinden, belki de iyi etmiş, uzaktan bir dayıoğlu istanbulda yaşarmış, yahu domdom gel seni gemilere yollayalım daha iyi para kazanırsın demiş, gemiadamı cüzdanı çıkarmasına yardım etmiş, iş bulmuş uzakyol gemisinde bindirmiş yollamış, büyük iyilik etmiş domdom'a, sonralarında garibimin bankaya yatan maaşını senelerce öyle böyle tırnaklayarak.

    domdom yağcıdır. manevi manada yağcı değil, gemilerde makine departmanında bir görevin adıdır yağcılık. nöbetçi vardiya mühendisinin vardiyadaki personelidir yağcı. teknik adamdır okumamış ta olsa. kimi yağcı mühendisi cebinden çıkarır gemilerde bazen.domdom da iyi yetiştirmiştir kendini, hayata asılma ruh haline gemilere gelince girmiştir. mesleğini sevmiş azmetmiş ve kısa zamanda bir hayli şey öğrenmiştir. o da işini iyi yaptıkça, onun vardiyasının nöbetçi mühendisi, manoverboard carkcisini yerinden kaldirmayip her işi kendi başına başarıyla halletmenin gururuyla nah çekmektedir hayata.

    o gemiye katılmadan önce,karadayken, izin yaparken, hayatında ilk defa bir kadın ona güzel bakar.ilk defa akrabası olmayan bir kadın elini tutar. konuşmadan bakar yüzüne , içten, gülümseyerek. sakine ...

    ilk bir kaç ayı seferin, süper bir kadro vardır gemide, kafadengi, hazmetmiş bir zabitan grubu ve adamakıllı, iyiniyetli personel. gemi selametle ve keyifle yol almaktadır. domdom sakinesini özler ama mutlu özler, herşey yolundadır, alo vatan her seferinde sakineyi bağlamaktadır kendisine allahın unuttuğu liman şehirlerinde bile.

    3 ay sonra gemi personelinin büyük kısmının kontratı biter ve bir uzakdoğu limanında personel değişimi olur. giden kadro ne kadar süperse o kadar boktan adamlar doluşur gemiye. ve zaman bir anda çok yavaşlar. kuru fasulye hesabı nın sayacı dönmemeye başlar resmen. 1-2 ay gayet sıkıntılı geçer, gemide sohbet muhabbet ortamı kalmamıştır, kavga gürültüler, küslükler dedikodular başlamıştır ve o işte içine tükürdügümün 200 küsur metrelik demir yigininin yasam mahalli daracıktır, ufacıktır, aksam 6da cikip ta evine gidemezsin. üstüne üstlük gelen basmühendis ve 2. mühendis boktan adam olmalarının yanısıra meslek olarak ta çok yetersiz adamlardır, geminin ana makinesinde ciddi sorunlar başgöstermiştir ve tadı tuzu kalmamış yorgun adamlar domdom , manoverboard ve bir kacı daha makine dairesinden cikamaz, kafalarından 380 cst fuel oil ve yağ lekelerini bir türlü temizleyemez hale gelmişlerdir.

    oyle boyle uzakdogudaki son liman olan çin in bayuquan şehrine varılır. vira bismillahtan sonra pruva batı olacaktır, eve dönüş yolu başlayacaktır. yükleme biter, süper moralsizdir günün 10 küsur saatini hem mecburen hem de gönülden beraber geçiren artık aylardan sonra 2 kardeş gibi olmuş bu iki adam. son yükleme limanından kalkıyor olmak ufak bir moral verir ve yüzlerde ufak bir tebessüm oluşur.

    kalkış manevrası biter, tam yol ileri verilir, deniz süratine geçilir, diğer mühendisler ve personel yukarı çıkarlar.ilk vardiya manoverboard ve domdom'undur. domdom kontrol odasından cikar tüm makine dairesini dolaşır kontrol eder, herşey yolundadır ve içeride haritaya bakıp hayal kuran manoverboard'un yanına gelir kontrol odasına. yüzünde salak bi gülümseme vardır domdomun. manoverboard ta salak salak onun yüzüne bakar ,bu salak ne diye böyle kocaman sırıtıyor ki! diye.. domdom en kocaman sesiyle mutlulukla bağırır:

    -sakineye 9000 mil çarkçım!!!

    bir anda aylardır gerilmiş sinirler boşalır, iki adam yarı ağlayarak, yarı kahkaha atarak bağıra çağıra sakine türküsünü söyleyip oynamaya başlarlar kontrol odasında. denizdeki insan psikolojisinin zirve boşalma noktalarından biri yaşanmaktadır. birazdan kahkalarla yere yığılırlar. domdom hala vıtvıt konuşmaktadır:

    -valla hesapladim carkcim aha da bak haritaya tam 9000 mil var!

    okyanus seyri oranin yazina , yani deli gibi sicaga denk gelir, aksi gibi gemi yasam mahalli klimalari da sıksık ariza yapmaktadır ve yedek parca yetersizliginden kalici bir çözüm bulunamıyordur. kamaralarda yatılmaz hale gelinmiştir. herkes store daki meşrubatlara yüklenir ve okyanus ortasında gemide sudan başka içecek kalmaz. domdom cinfikirlisi son limanlardan birinden tang almıştır ve kamarasında stoklamıştır.her vardiyada sakineye 6000 , 5000 , 4000 mil derken bunu dünyanın en lezzetli icecegi olan tangle kutlamakta ama stokları hızlıca tükenmektedir. domdomun soyadı özteng konmuştur manoverboard tarafından.

    sari deniz, malakka boğazı , hint okyanusu, kızıldeniz ve süveys boyunca , türk denizcilerinin ön bahçe diye tanımladıkları o mis gibi kokan akdenize, arızalarla, karanlık ruh halleriyle berbat geçen bir sefer sonrası varana dek, her vardiya mil sayar domdomla manoverboard..
    -sakineye 2000 mil carkcim! bir sey kalmadi carkcim!
    tang bitmiştir..belediye gazozuna talim vardır artık ama yüzler gülümsemeyi hatırlamaya başlamıştır.

    sakineye 300-400 mil birşey kalmıştır, gemi kaptanı telefonlar ceksin diye rotayı türkiye kıyılarının yakınına çevirir akdenizdeki ilk tahliye limanı suriyenin tartous undan sonra. anamur açıklarında türk gsm şebekeleri çekmektedir ve domdom telefonda söyler sakineye, hayatının anlamının o olduğunu anladığını ve hayatını onunla geçirmek istediğini. cevap evettir. sakineye hic mildir! hic.

    2 gün sonra gemlik limanına varılır. manoverboardun da domdomun da kontratları bitmiştir, yerlerine adamları gelir, devir teslim yapar ve evlerine dönerler.

    yaklaşık 1 ay sonra domdomla sakinenin nişanında erkek tarafı sadece manoverboard tarafından temsil edilmektedir. yüzyüze gelince domdom dünyanın en güzel gülümsemesiyle bakar, nişanlısına sarılıp "sakineye mil yok carkcim aha da burda işte" diye bir de manoverboard a sarılır.

    nişanın ertesi günü domdomla manoverboard daha önceden and içtikleri gibi kocaman kiloluk bir kutu tangi pendik sahilinden denize dökerler.

    (bkz: adres dünya)
  • biriktirdikleri çok farklı olabilen insan türlerinin birarada yaşayarak çalışmak zorunda olmalarına sebep olan hayat türü.

    ticari gemilerde çalışan zabitan kadro, yani kaptanlar ve mühendisler ağırlıkla sivil denizcilik okullarından mezun insanlardır. yanısıra, deniz kuvvetlerinde subay ve astsubay olarak görev yapmış kişiler, emekli olduktan sonra yada bir şekilde ayrıldıklarında, ticari gemilerde görev yapabilmek için gerekli olan ehliyeti almaya hak kazanırlar türkiyede.

    alınan maaşlar deniz kuvvetlerinde kazanılandan bir hayli yüksek olduğu için, genç yaşta emekli olan/ayrılan deniz kuvvetleri mensuplarının bir çoğu ticari gemilerde de şansını dener.

    temel denizcilik mantığı , bir gemiyi işletmek, sevk ve idare etmek bazında, askeri gemilerde ve ticari gemilerde aynı olsa da , kullanılan literatür ve yapılan iş/işin boyutu bir hayli farkılığa sahiptir. kullanılan terimler, yapılan işin amacı, hiyerarşi düzeyi, insan ilişkileri neredeyse birbirinden tamamen farklıdır ikisinin de adı denizcilik te olsa..

    en temel farklılık amaçtır.ticari gemilerde amaç bir yükü taşımaktır.bu yük, container, dökme yük, petrol, sıvı/katı kimyasal madde, araç ve hatta insandır.askeri gemilerde ise ağırlıkla bu amaç değil araçtır. yükleme boşaltma hesapları, operasyonları, işin organizasyonu, hiç alışık olmayanlar için uzun zaman alabilmektedir.

    ticari gemilere yeni geçiş yapan bu arkadaşların alışma/öğrenme periyotları bir hayli zor, zaman zaman komik, zaman zaman da bir hayli stresli, sıkıntılı olabilmektedir. işin iş kısmı bir şekilde öğrenilir, herkes saygı duyacaktır alışma periyoduna, ama askeri hiyerarşiden sivil denizcilik örf/adetlerine geçiş yapmak, sivil denizcilik literatürünü/lisanını öğrenmek, alışmak çok sancılıdır.

    ticari gemilerde seyir halinde, yakın seyir yapan bir başka gemi çapariz veriyorsa yani onun görünen rotası ile sizin rotanız çakışıyorsa ve çatışma (denizcilikte çarpışma manasındadır) riski varsa, duruma göre , vardiyadaki zabit (2. , 3. , yada 4. kaptan ) tarafından sancak yada iskeleye birer ikişer derecelik manevra yapılıp rota düzeltilerek, yada en kötü ihtimalle diğer gemiyle telsiz bağlantısı kurup, onun/onun da küçük bir manevra yapması talep edilerek tehlike bertaraf edilebilir. bu durum okyanus seyrinde sıkça yaşanmasa da, iç denizlerde her vardiyada defalarca tekrarlanır. eğer pozisyon itibariyle, etrafta çok gemi varsa ve vardiya zabiti , yapılacak manevraya süvari bey'in (kaptan) karar vermesini uygun buluyorsa, acilen süvari bey'i köprüüstüne çağırır ve yaklaşık olarak telefonda ona şöyle birşey söyleyecektir:

    "süvari bey, pruvadaki gemi çapariz veriyor ve trafik etrafta bir hayli yoğun, lütfen köprüüsütüne gelir misiniz"

    böyle bir durumda kaptan derhal köprüüstüne gelecek ve riskli durumu önlemek için yapılacak en uygun manevranın sorumluluğunu kendi üstüne alacaktır.

    1990'ların ortalarıdır. deniz kuvvetlerinden emekli bir subay, uzakyolda/okyanus aşırı çalışan büyük dökmeci gemilere sahip bir armatör şirketin bir gemisinde 2. kaptan olarak çalışmaya başlar. geminin kaptanı * ise yüksek denizcilik okulu mezunu, 30 küsür yılını ticari gemilerde geçirmiş, tecrübeli bir denizcidir ve yılların ardından alkolle arası çok iyidir.. çok matrak bir adamdır, personeliyle arkadaş olabilen bir kaptandır ve onlara takılmayı çok sever.

    uzun yıllar gemilerde beraber görev aldığımız deniz kuvvetlerinden emekli arkadaşlardan gayet net bir şekilde gözlemlediğimiz üzere, onların bildiği, alışık olduğu literatür gibi, seyir esnasındaki manevra prosedürleri de çok farklıdır.

    emekli asker olan 2. kaptanın gemideki ilk günleridir. ticari gemilerde köprüüstü vardiyasında sadece nöbetçi zabit(vardiyadaki kaptan/ 2., 3. yada 4. kaptan) bulunur. görüş iyi değilse belki gözcü olarak bir ustagemiciyi vardiyaya yanına çağırabilir ama bu çok ta alışıldık bir durum değildir.askeri gemilerde ise her vardiyada köprüüstünde bir sürü insan bulunmaktadır. gemi türkiyeden kalkmış, bir uzakdoğu limanına doğru uzunca sürecek seyrine başlamış, ege denizinde seyir halindedir. 2. kaptanın gece vardiyasıdır. yalnız başına vardiya tutmak garip geliyordur ve biraz da heyecanlıdır.

    bir süre sonra pruvada bir gemi görür ve panik yapar.manevrayı tekbaşına yapıp yapmaması konusunda pek emin değildir. bu sorumluluğu tek başına almaya da çekinmektedir an itibariyle. panikle telefona sarılır ve süvari beyi arar. süvari bey kamarasında demlenmektedir ve kafa birazcık güzeldir.

    2. kaptan telefonda, "süvari bey pruvada bir gemi çapariz veriyor" demek yerine;

    "6 milde hedef göründü süvari bey!!!" der heyecanla..

    süvari bey kafasının güzel olmasının da genişliğiyle, kocaman bir kahkaha atar ve cevap verir:

    "ateş a.k. ! "
  • kesinlikle bir meslek değildir. yaşam biçimidir. bildiğin hayattır. film kareleridir.

    - 180 derece batı ile 180 derece doğu boylamını pasifikte ve tam doğum gününden bir gün önce geçip, o sene hiç doğum günü yaşayamamaktır. ya da önceki güne dönmektir**.
    - tropik bölgelerde gemiyi çekirgelerin* bir anda istila etmesi ve günlerce yangın hortumlarıyla onları uzaklaştırmaya çalışmaktır. parmak kadar çekirgeleri gece kulağına park etmeye çalışırken yakalamaktır.
    - kuzey denizlerinde buzlarla savaşıp, sonunda sıkışıp kaybetmektir. yardım gelene kadar buza atlayıp, eskimo tadı yakalayarak balık tutmak için delik açmaya kasmaktır. arkanızdan sıkışmamış bir şekilde geçen yunan bandıralı gemide size şaşkınlık içinde bakan komşulara türkün deliliği ile gözdağı vermektir*.
    - atlas okyanusunda gemiyi saran yüzlerce yunusun sizle dakikalarca beraber gelmesini izlemek, ne alakaysa hediye olarak onlara çok kıymetli bir kangal sucuğu atmaktır.
    - akdenizde karadan 150 mil acikta 2 gün çok ciddi hava* yedikten sonraki gün
    güvertedeki hasarı kontrol ederken, ambarın arkasına saklanmış kocaman bir deniz kaplumbağası bulup inanılmaz mutlu olmaktır. ona yemek verip*, evine yollamaktır.
    - süveyş kanalını geçerken, boş geminin su üstünde duran dümen yelpazesinde güneşlenen akdeniz fokunu görüp oha falan olmaktır**.
    - kızıl deniz'de, akdenizde geminin güvertesine patır patır düşen uçan balıkları toplayarak büyük büyük büyük dedelerimizin toplamacılık içgüdüsünü hissedebilmektir.
    - venezuelalı balıkçılara satmaya getirdikleri tropik balıkların türkçe isimlerini gayet kendinden emin: "this is puşt, this one is totoş, this is köpenk, this is yavşak" şeklinde öğretmek, isimlerin telaffuzu için zaman harcamaktır. ertesi gün gemi kaptanı güvertedeyken tekrar gelen balıkçıların, ellerindeki balıkları kaptana "totoooş, yavşaaaak" diye sallarken karnı tutarak saklanacak delik aramaktır.
    - cezayir'de gemiye kamyon çarptığını görmektir**.
    - norveç forydlarında kopan hayvan bir fırtınanın ardından, parçalanan somon çiftliklerinin kuzularını oltayla çekip hemen mangalda misafir etmektir.
    - st. petersburg'da kış ortasında, gemiye deniz üstünden yürüyerek dönmektir**.
    - okyanusta sıcaktan bayılıp boş ambarı denizle doldurup, elde biralarla yüzerek tatil köyü ambiansı yakalamaya kasmaktır.
    - hayvan bir okyanus fırtınasına 1 saat içinde yakalanıp, akşam yemeğinde de patlıcan musakka ve cacık yemek zorunda kalmaktır.
    - gemideki tüm jeneratörlerin çökmesini yaşamak, fütursuzluğun dibine vurup el ve kafa fenerleriyle poker oynamaktır.
    - şili'de 3 kilo istakoza 3 dolar, 3 dilim beyaz un ekmeğine 5 dolar vermektir*.
    - 15 saniye önce tam altında olduğun vincin 4 telinin de sırayla koparak, onlarca ton vinç kolunun güverteye düştüğünü ve güvertenin halini görmektir. bir titreme gelmesidir.
    - kulağının 10 cm yanından "vuuuuuuuuuuuf" diye geçen şeyin römorkörün fazla asılarak koparttığı, kendi boyunun yarısı kadar olan çelik gemi dubası olduğunu 5 saniye kadar sonra farketmektir. hemen sigara yakmaktır.
    - sarhoş bir gece, geminin yüksekliğini geçen buz dağları arasında ilerlerken, ciddi ciddi toplu konut igloo projeleri hazırlayıp satarak çok zengin olunabileceğine inanmaktır.
    - rutin olarak musluktan 30 derece açıyla akan su görmektir.
    - gemi fırtana yiyip 20 derece bir o yana bir bu yana yatarken, alaturka tuvalette nişancılık geliştirebilmektir. "goooool" diye bağırarak, t-shirt'ü kafaya geçirerek heladan çıkmaktır.
    - kalamar tutmaya kasarken köpekbalığı yakalamak, "oğlum bunun penisi cinsel gücü manyak arttırıyormuş" diye kafalanan bir gemiciyi yarım saat köpekbalığı penisi ararken izlemektir*.

    tercih edilen değil, sürükleyendir.

    gülmek değil, kahkaha atmaktır.
    süzülen 1-2 damla değil, hıçkırıklarla düzülen salya sümüktür.

    özlemektir... aklına ne gelirse onu özlemek, ama çok özlemek işte...

    bir de çok çok rica edeceğim:
    sailing channel değil, deadliest catch'dir

    budur...
  • bazen sene gibi gelen saniyelerde açı, derece saymaktır.

    değişik borda yüksekliği ve diğer bir çok özelliğe göre değişebilir ama, sancağa yada iskeleye yaklaşık 45 derece yatan gemi, düzelemeden bir dalga daha yerse büyük ihtimalle alabora olur.

    gemi yattıktan sonra bir sonraki ve daha sonraki dalgayı yerse aynı bordadan, toparlaması da güç olacaktır. 3 kızkardeş tabir edilen tehlike bunu anlatır. gemi düzelmeden 3 sağlam dalga aynı bordadan gelirse gemiyi 45 dereceden fazla yatırma ihtimali çok yüksektir.

    2003 yılının mart ayıdır. ege nin en delirdiği mevsimdir, kısa aralıklarla şiddetli havalar patlamaktadır güney egede. haliyle havadaki fırtına satıhtaki sivele karışmaktadır.5-6 şiddetindeki havalar 8-9 hissettirmektedir.

    o gün, kuzeyden güneye inerken aşağıdan gelen sister gemilerden güneybatı egede havanın çok berbat olduğu, gemilerin rotalarını değiştirip doğuya kaçtığı ve hatta bir koster'in battığı haberi gelir. yunan sahil istasyonları da uyarı yayınları yapmaktadır. aşağıya doğru indikçe haberi gelen fırtına kendini hissettirmeye başlar ama her hafta aynı rotayı takip eden geminin kaptanları ve mühendisleri havanın 8-9'un üzerine çıkacağını hiç tahmin etmemektedirler zira bu ege'nin doğasında yoktur. gemi 198 metrelik yüksek bordalı ama 24 bin beygir gücünde makinelere sahip denizci bir teknedir, havayı yarıp geçer normalde yani.

    manoverboard saat 18:00 sularında makine dairesinden çıkarken kıç tarafın zıpladığını ve geminin seyirdim yapmaya başladığını görür. tamamen yüklü olan bir gemi dengelidir. boş gemi tehlikeli ve dengesizdir.o seferde de türk denizcilik filosunun en yeni ve en büyük ro ro'su olan gemi 200 tırla yani tam kapasiteyle yola çıkmıştır istanbul limanından trieste'ye doğru. bu halde bile geminin seyirdim yapıyor olması dışarıda gerçekten çok sağlam bir havanın olduğunun habercisidir, eğlence başlıyordur, hayırlı ve de geçmiş olsundur..

    o boyutta bir gemi için çok ciddi bir sürate tekabül eden yaklaşık 21 knot süratle tam yol ileri gidilmektedir. basmuhendis * ile konuşulur, seyirdim i azaltıp pervanelerin suyun içinde kalmasını sağlamak için ana makinelerin yolu biraz kesilir. makine dairesindeki tüm malzemelerin deniz bagi kontrol edilir ve makine dairesine nöbetçi mühendis ve personel bırakıp tüm emergency sistemler devreye alınır.manoverboard kamarasına çıkıp orada da herşeyi deniz bagi yapar. zabitan salonunda akşam yemeği vakti kenar korumalıkları fırtına moduna çevirilmiştir masaların üstündeki hiçbir şey yere düşmeyecek şekilde ve menüde sulu yemekler iptal edilmiştir..

    denize yeni alışmaya çalışan stajer arkadaşlara, "hadi git te vasiyetini yaz, süvari bey'e imzalat, şirkete telex çektirsin" şeklinde standart gıcık espriler yapılmıştır bile.. hava sertleştikçe, bulb, yani geminin baş dip kısmı havalanıp suya vurup sandalyeleri zıplattıkça tüm zabitan, yani kaptanlar ve mühendisler mütemadiyen birer birer daha da bir içten "allah selamet versin" diyerek köprü üstüne çıkmaya başlarlar.

    kollarını köprü üstünde puntellere yaslamış olan 2. mühendis var olan küçük kalabalıktaki denizi en iyi bilen adamdır, babası da delirmiş bir ege fırtınasında batmış bir çarkçıbaşıdır. dalmış gitmiştir pruvaya bakarken. ama bir an arkasını dönüp hafifçe gülümseyerek her limanda bir sevgili anılarına başlayarak kalabalığın stresini dağıtmayı da ihmal etmemektedir.

    malea mevkii waypointine * yaklaşık 15 dakikalık bir seyir kalmıştır.malea yunanistan anakarasının en güney noktasıdır. orada gemi sancak tarafa yaklaşık 100 derecelik bir dönüş yapmak zorundadır. trafiği yoğun, dar bir boğazdır ve dönüşten kaçıp düz devam etme imkanı yoktur. o ana kadar hava kıçtan gelmiştir. hava , kıçtan ve baştan geldiği zaman tehlike minimal haldedir, makine çalıştıkça, geminin ataleti oldukça, pervane suyun içinde kalabildikçe öyle yada böyle bata çıka gidebilir gemi ama dönüş yapıldığında ve hava bordadan yani yandan gelmeye başladıkça 3 kızkardeş tehlikesi doğacaktır ve ölçümlere göre ege gerçekten delirmiştir, fırtına şiddeti 11-12'dir. 11-12 havanın borda'dan gelmesi demek gemiyi 40-45 derece belki de fazlası yatırması demektir. 45 derecenin üstü alabora demektir.iç hacmi çok geniş ve havaleli olan böyle bir ro ro gemisinin alabora halinde tamamen batması 2 dakikadan az sürecektir. liferaftlara * koşma ihtimali bile yoktur.

    waypoint'e yani dönüş noktasına 1-2 dakika kalmıştır. herkes heyecanla beklemektedir, köprü üstüne sessizlik hakim olmuştur. süvari bey , oto pilot'tan çıkarıp dümeni ele almıştır. yavaş yavaş 1er 2şer derece sancağa dönmeye başlar. seyirdim artar, gemi yavaş yavaş bordaya yatma salınımlarını arttırmaya başlar, süvari bey başını yana çevirip "arkadaşlar sanırım bir anda dönmek en hayırlısı olacak bir an önce dönüşü bitirelim gemi toparlasın" der. diğer zabit ve mühendisler başlarıyla kaptan'ı onaylarlar. dümenin başında ayakta durmak bile çok zordur. dümen sancak alabanda basılır, gemi ciddi ciddi yatmaya başlamışken manoverboard bir eliyle önündeki panelden destek alıp diğer koluyla süvari bey'in koluna girip onun ayakta durabilmesine destek vermeye çalışmaktadır.

    dümen panelinin üstünde bulunan yalpa indikatöründedir gözler bir yandan. geminin sert dönüşüyle birlikte ibre uçlara gitmektedir..

    1. kızkardeş 35 dereceye yakın yatırır, 5-6 saniyelik boşlukta 30lara kadar düzeldiğinde 2. kızkardeş gelir bu daha sağlam bir silledir, 41-42 lere çıkar yatış. sanki içinde bulunan demir yığını bir plastiktir de esnemiştir. yine o bir kaç saniyelik boşlukta gemi 1er derece düzelmeye başlarken kimse 3. kızkardeşi düşünmemeye çalışmaktadır, 3. kızkardeş olmamalıdır, lanet olası 30 metrelik dalgaların periyodu azalmış olmalıdır derken..
    3. kızkardeş tüm şiddetiyle hissedilir.

    40..41..42..43..44..45....

    40'a ulaştığı an zaman yavaşlar, 44-45 te ise durur.

    yaşam mahallinden gelen şangır şungur sesleri kulaklar duymakta ama tepki vermemektedir. o an, hiç bir şey düşünmez insan, adrenalin gerçekten garip bir hormondur, ne bir korku, ne bir refleks, tamamen hissizleşilir sadece boş boş o indikatörün ibresine bakılır, ve kendi kulağının bile zor duyacağı bir sesle "hadi, hadi, hadisene be!" sözcükleri çıkar ağızlardan.

    gemi o açıda bir yatışta çok zor toparlayacaktır tabi eğer toparlayabilirse, ibrenin son gösterdiği açı 46 olur ve gemi o açıda asılır kalır.1 saniye 3 saniye..5 saniye. her fırtınadaki gibi denizciler "neden buradayım" soru işaretinin yerine sakin bir kabulleniş içerisindedirler birbirlerine bakarlar anlık, göz kırpmalar ve zoraki gülümsemeler vardır.

    zaman durmuştur o an. ve ibrenin yönü hayata yön verecektir.

    sürpriz bir şekilde ibre 46 dan 47ye doğru değil 45e doğru ilerlemeye başlar.3-4 saniye sonra 44 e ve 43...toparlanıyordur gemi.. 5-6 tane çakmak sesi gelir, ilk nefesler derin ve de çok keyifli çekilir sigaralardan. 2-3 dakika süren bu dönüş tamamlanabilmiş ve hava sancak kıç omuzluktan sancak baş omuzluğa alınabilmiştir. geminin sancak iskele salınımı 20-25 derecelere düşer ve pruvada hava şiddeti azalmaktadır.

    yarım saat sonra zabitan salonuna giren 2. kaptan, ambarlarda tırların lashinglerini kopartıp devrilmiş olduğunu haber verdiğinde diğer denizciler şarapları açmış ve hiç bir şey olmamış gibi kadeh tokuşturup gülmeye başlamışlardır bile..

    denizciler rutinin dışına çıkıp karadaki hayata dışarıdan bakmaya şansı olan insanlardır. ama o an hiçbiri oradan çıkıp kendilerine dışarıdan bakacak durumda değildir ya da istemiyorlardır işte..

    (bkz: #10052541)
  • depresyon denen illeti çok majör haller haricinde normallerinde barındırmayan meslek.

    adrenalin tavana vurduğunda, insan gözünü karartıp normal şartlarda akla hayale getiremeyeceği şeyleri yapabilir.imkansıza çok yakınsa yeltenilen şey, yada sonuç, getirdiğinden daha çok götürecekse şayet, tırnakları yedirtip dişleri gıcırdatmaktan başka bir halta yaramayacaktır.

    kariyer hayallerine inatla tutunan yada çocuğunun okul taksidini günde 12 kere hesaplamak zorunda olan, sosyal statüsünün zorunlu kıldığı şeyleri yaşayabilmek için o lanet olası maaşını ayın başında alması gereken şık giyimli, makyajını arabanın gölgeliğinin aynasında yapmaya çalışan kadın ve yarım saat önce sıkmış olduğu kravatını camı açıp bir sigara daha yakarak gevşeten , küfrede küfrede radyoda sabah programındaki futbol yorumlarını dinleyerek beynini uyuşturan adamın yüzündeki anlamsız ifadedir depresyon.

    öyle kapalı-çevrim bir rutin, öyle bir karşı konulamayan mecburiyettir ki bu yaşanılan, bilinçaltı kendi kendine istifa edip eller cepte ıslık çalarak çıkıyordur ofisten ama öyle uzaklaşmıştır ki bunun hayalini bile kurmak mecburiyetler yüzünden, sadece dişlerini gıcırdatıyordur o sabah mahmurluğu çökmüş yüzüne makyaj yapmaya gayret eden kadın ve içinde normalin 4 kat üstünde insan bulunan belediye otobüsünde takım elbisesi kırışmasın diye hiç hareketsiz durmaya gayret eden adam ..niye gıcırdattığının farkına bile varmadan.. düşünmeye gerek bile duymadan.. ama gün içinde biriktirdiklerini eşine/sevgilisine/çocuklarına patlatıp , bunlar birikince de ruh halini bozup psikologların kapısını aşındırıp xanaxlardan medet umarak..

    dost meclislerinde denizcilik anlatılırken sıklıkla verilmiş bir örnek vardır. denizciler kafalarında 2 tane harddisk taşırlar. 2 si birden aynı anda kullanılmaz, bir şalteri vardır. gemiye binerken birine, aylar sonra kontrat bitip te gemiden inilirken diğerine geçilir. denizde kullanılan harddisk'in içinde çok az dosya vardır. çok basit bir işletim sistemi.fazlasıyla yeterlidir çünkü son derece yalın, son derece basit bir yaşamdır denizdeki.. kara hayatının döngüeri kara insanları için kendi kendilerine ne kadar rutin ve aynı gelse de, denizciler için deniz yaşamı defalarca kat daha basittir.

    işin bir güzel tarafı, denizciler deniz üzerindeyken , kara harddisk'inde kayıtlı tüm videoları ileri geri sararak her değişik açıdaki kameradan baştan sona izleyebilme, editleyebilme, ne nasıl başlamış, sonu nereye varmış görebilme, ne olsaymış ta nasıl olurmuş ihtimallerini yavaş yavaş, tadını çıkararak ve hakkını vererek irdeleyebilme lüksüne sahiptirler.bu deniz adamına değişik bir bakış açısı kazandırır hayata karşı. her döndüğünde daha sakin, daha düşünen, daha filtreli ve belki de biraz daha farkında bir adam olarak bulacaktır kendini.

    bir de, bu iki farklı harddisk yüzünden, denizci, unutmaz... karada kalmış hiçbirşeyi, hiç bir dialogu, hiç bir tarihi, hiç bir köşetaşını.. çünkü denizde o harddisk stand-by'da bekliyordur. olabildiğince tazeliğiyle.. üstüne bişey konmadan ve bu yüzden de altta birikmiş birşeyin silinip gitmesine izin vermeyerek..

    kara insanı, kapasitesi daha geniş ama tek olan harddiskine hergün yeni birşey katıyorken, tarih ve önem önceliğine göre bir çok dosyayı geri dönüşümsüz kutuya atmıştır bile, kendinin bile ruhu duymadan. geri dönüp bakıp saklamak için ne keyfi ne de ruh hali yetmiyorken..

    depresif kara insanlarına her zaman şarkılar şiirler yazdıracak kadar son derece gizemli olan gemiler ve denizcilik aslında onların kafalarında yarattıkları figür gibi değildir. 6 aylık kontrat için denize açılmış bir adam, bu 6 ayın yaklaşık 5 ayını seyir halinde geçirecektir. seyir halinde olmak demek te, seçme şansının bulunmadığı 30 tane adamla daracık bir demir yığınının yaşam mahalli içerisinde çalışmak, yemek yemek, uyumak ve yine çalışmaktan ibarettir...

    ama konu imkansız'a gelince, denizdeyken imkansız görünen, gerçekten imkansıza yakın falan değildir, bildiğin imkansızdır işte.. kendini de doğrasan, gemiyi de yaksan, miyar'a çıkıp avazın çıktığı kadar bağırsan da.. imkansız imkansızdır. dişleri gıcırdatmak ta ziyadesiyle manasızdır. ve deniz adamı mesleğine başladıktan çok kısa süre sonra farkına varır ve özümser ki:

    denizcilik, mutlak kabullenmişliktir..

    hayatında önem verdiği tüm kriterlere kesin ulaşımsız olan denizci, belki mecburen ama mecburen de olsa kabul ederek tırmanır geminin iskelesinden aylarca sonra inmek üzere..
    kendi yaşayacağı ömrün süresini riske atmak zaten aklına bile getirmediği bir donedir. en normalidir bu yaşıyor olduğu hayatın. günün 24 saatini geçirdiği adamların ne kadar iğrenç adamlar olursa olsunlar , kader arkadaşları olduğu ve geçici ailesi olduğu da öyle..

    maaşı yatmayacaksa yatmayacaktır.. karısı terkederse terk edecektir.. çocuğu hastalıktan çırıpınacaksa çırıpınacaktır.. sevgilisi aldatırsa aldatacaktır..birisi ölecekse ölecektir işte.. kara harddiskinde bulunan yüzlerden...

    17 ağustos 1999 gecesi hint okyanusunun ortasında seyir halinde iken gölcükteki evi depremde yerlebir olup ta annesi babası karısı ve 3 kızı ölen ahmet çarkçı'nın ertesi gün gemiye şirketten gelen kısa bir telex mesajıyla durumu öğrenmesinin ardından limana dek mutlak bir kabullenmişlik içerisinde /belki suskun ama sadece suskun/ vardiyalarını teslim alıp işine devam etmesi de bu kabullenmişlikten sebeptir..

    halil cibran ın dile döktüğü harika bir dua vardır.
    "allah"ım bana değiştirebileceğim şeyler için güç,
    değiştiremeyeceğim şeylere katlanabilmem için sabır
    ve ikisini birbirinden ayırabilmem için sağduyu ver"

    denizci'nin değiştiremeyeceği şeyler o denizdeyken neredeyse herşeydir.. yalvaracağı hekim, kavga edeceği patron, son sözünü yüzüne vurup gururunu toparlayabileceği sevgilisi miller ötesindedir ve yoktur binip gidebileceği bir uçak..

    depresyon denen şeye bu yüzden vakıf değildir deniz adamı. kapatır şalterini gemiye binerken. hava güzelse alır su bardağı dolu çayını eline, yürür başüstüne, oturur bir ırgatın üzerine, dinler dalga sesini, ufka bakar, özlemlerini hatırlar, bir sigara daha yakar, küçücük bir of çeker yada kısacık bir film hatırlar karadan, ama ruhu çıkmaz yerinden, izlediği bir filmmiş gibi hatırlar.. kabullenmiştir, ne olacaksa olacaktır...

    (bkz: denizci/@manoverboard)
    (bkz: denizcilik/@manoverboard)
  • süvari bey ve chief* görünüşlerinden beklenmeyecek bir olgunluk ve kibarlıkla çömez kaptana sorumluluklarını kabaca anlatmışlar, bayram günü olması ve makina için gerekli bir parça bekliyor olmanın verdiği 3-4 günlük rahatlıkla, görevli tüm zabitler gemiyi taze 3. kaptana emanet ederek karaya dönen acenta motoru ile gemiden ayrılmışlardır.
    geçen 3 gün boyunca demirli olması bir yana, bir şekilde çalıştırılması icab etse eksik parçalar yüzünden çalışamayacak bir geminin bile kaptanı olmak, denizciliğe adım atışımın bu ilk günlerinde bana kendimi pek mühim hissettirmişti.
    nihayet günler geçer zabitler tatillerini yapmış, tamir edilmiş makina parçalarını almış halde çıkıp gelirler. demirde bekleyerek geçen 3 gün boyunca hem gemiye adapte olunmuş hem de o sırada yanımda bulunan tayfalar ile kaynaşılmıştır, şimdi sırada zabitler ile kaynaşmak vardır.
    nasıl ki gemiye katılırken tonajı gerçeğinden 6-7 kat fazla söylenmişse, yaşı da 40 olan bu geminin 10 yaşında olduğu söylenmişti tarafıma, üstelik de şirket yetkilisi bir şekilde sıradaki seferin nereye olduğunu bilmiyordu. ama bu gemi yüklü idi ve her nasıl oluyorsa bu yükün gideceği liman belli değildi. bekleyerek geçen 3 gün boyunca tayfaların da bu konuda bir bilgisi olmadığı anlaşılmıştı. kimisi yakın karadeniz limanlarından bahsediyordu, kimisi de arap ülkelerinden birine gideceğiz diyordu ama bu bilgilerin hiçbirinde netlik yoktu...
    evet, malesef sonunda makinacılar sorunu çözmüş , pervane dönmeye başlamıştı ve gemi hareket edip çanakkale boğazından çıkıp da ege'yi ortaladıktan sonra suvari bey ağzındaki baklayı çıkardı. sefer yemen'e idi. raporlarda hava 7-8'lerde dolaşıyordu ki bu değerler bu yaşlı kosterin üst limitini hayli zorlayacak denizlere denk geliyordu.

    felisky: nasıl yani? yemen mi? bu gemi ile mi karşıya geçeceğiz akdeniz'i?
    süvari bey: sen boşver karşıya geçmeyu de saat 11.30 oldu yat dunlen. 12 de vardiyaya kalkacausun.
    f: ne vardiyası? ben daha önce hiç gemide çalışmadım biliyorsunuz. öğretseydiniz ne yapacağımı. okulda da göstermediler, zaten mezun olalı 10 sene oldu. chief de vardiyama gelecek degil mi?
    sb: eeeğğ 5 gündur gemudesun, öğreneceudun, ben anlamam, 12 dedu mu gemu senun.
    f: iyi ama bu 5 günün çoğu demirde geçti, o sırada yanımda kimse de yoktu, bari erken haber verseydiniz de uyusaydım biraz...
    sb: yarum saatun var, hadi git uyu...
    f: hassiktir. (içimden tabi)

    yarım saat dinlenmek ve dua etmek için kamarama iniyorum ki; kapıyı açınca ne göreyim, o nerede ise deniz seviyesinde dediğim lumboz, kabaran deniz ile suyun altında kalmış ve kamaramın zemininde en az 2 parmak su var. geminin her sancağa yatışında da lumbozdan içeri bir miktar daha su sızıyor. panikle yan kamaradaki 2. çarkçıya koşuyorum, onda da vaziyet aynı ve bu gemideki 5. ayı olduğu için durumun normal kabul edilebileceğini söylerken gayet rahat görünüyor. yatağına karşılıklı oturuyoruz, ayaklarımız 3-4 santimetreye yaklaşan suyun içinde, ağır yalpadaki geminin sağa sola yatışları ile konuşmamız sık sık bölünüyor. yere düşmemek için bir yerlere tutunmuş halde garip pozisyonlardayız, vardiya tutma ile ilgili durumumu ona anlatıyorum, aman abi diyor "dikkat et, bizim makinadaki vardiyaya benzemez sizin yukarıda tuttuğunuz, canımız sana emanet!".
    yirmili yaşlarının başlarındaki çarkçının söyledikleri pek moral vermiyor açıkçası bana, kamaramın diğer tarafındaki komşum olan çarkçıbaşına bakayım diye düşünüp kapısına yöneliyorum, ama son 9 yıldır bu gemiden inip de 1 ay bile çalışmaya ara vermediği rivayet edilen, makina personelinin patronu bu adam hava falan dinlemez, "yatmış uyumuştur şu saatte" diye düşünüp kapısını çalmaktan vazgeçiyorum.
    zaten yarım saat geçmiş, köprüye çıkıp vardiyayı almam lazım, o sırada çarkçı koridorda omuzuma dokunup "dualarım seninle abi" diye bağırıp, makina gürültüsü içinde sesini bana duyurmaya çalışıyor.
    5 dakika uzanayım diye kamarama girmeye karar veriyorum, bu hareketimdeki asıl amaç muhtemelen bilinçaltımın vardiyaya çıkmayı geciktirme isteği. gemiyi neredeyse devirecek güçte bir dalganın yarattığı sarsıntı ile gözlerimi açtığımda saat 01.55 ve yerdeki su birikintim de 4 parmak olmuş. yani ben daha ilk seferimde ilk vardiyamdan ilk 2 saati süvari bey'e tutturmuşum.
    utana sıkıla köprüde alıyorum soluğu, süvari bey "oooo paşam günayduuun, uyku tutmadu mu, nuye kalktuun?" diyor. sesindeki alayda bir sevecenlik de var sanki, bu beni rahatlatıyor.
    o sırada köprüde, karanlık içinde süvari beyin yanında bekleşen, benden başka tüm zabitler gülüşüp sigaralarından birer nefes alıyorlar. neden kimse uyumamış, benim için çok kötü olan bu hava herkes için de aynı mı diye düşünürken, 50 metre ilerdeki pruvayı aşan dalganın köpürerek bulunduğumuz yere hızla yaklaşışını faltaşı gibi açılmış gözlerle izliyorum. süvari bey'in ne dediği pek de anlaşılmayan ünlemi ile herkes kendine tutunacak bir yer buluyor, gemiciğin üstünden geçen bu dev dalga ile bağlı olduğu için o ana kadar düşmemiş bir sürü eşya da artık yerde yuvarlanmaya başlıyor...
    geminin pek çok parçasından daha uzun zamandır burada bulunan çarkçıbaşı "biz 10* bile cörduk bu cemu ile, bu şekul kafadan alalum yeter bu havada batmayuz" diyor. her ne kadar bu cümlesinden sonra sigarasından çektiği nefes kendisini yalanlar gibi görünse de gözüme, yine de güven veriyor bana. bunun hemen üzerine süvari bey "hadu herkes yatağa vardiyacu gelduu" diyerek kalabalığı dağıtıyor.
    ne diyeceğimi bilemiyorum, o kadar şaşkınım ki, süvari bey'in koltuğuna oturuvermişim (normalde bu ciddi bir sorun teşkil eder), süvari ise yanımda ayakta duruyor.
    "hadi çok sallama gemuyu, allah selamet versuun!" deyip bir anda köprüde beni yanlız bırakıyor. henüz ne radarı kullanabiliyorum, ne de dümeni otomatik pilottan çıkarıp manuel dümene geçmek hakkında bir fikrim var. tamam yeni gelene şakalar yapılabilir ama bu kadar da değil. zaten bunun bir şaka olmadığını saat 04.00 sularında chief vardiyayı devralmaya geldiğinde anlıyorum.
    takip eden günlerde hava hep aynı devam ediyor. 2 gün sonra 5. vardiyama denk gelen gece, ilk defa seyir sırasında çatışma yaşayacak şekilde bir gemi ile karşılaşıyorum ve yapmamam gerekenleri yaparak, 250 küsür metrelik "msc ......." isimli gemiyi en fazla 10 metre ile sıyırarak yola devam ediyorum...
    şimdi dönüp bakıyorum da bu işi bana kim, hangi ara öğretti? bu konuda en ufak bir anı canlanmıyor kafamda. hatırladığım tek şey; aylar sonra o gemiden ayrıldığımda sanki meslekte 35.yılımı devirmişim gibi hissediyor olduğum...
  • bazen, kovaladıkça kaçan ateş böceğim misin minvalinde bir hayat biçimidir.

    zabitan kadrosunun bile çoğunun dingil olduğu, eski püskü ama iri demir yığını 97'nin 31 aralık akşamüstüsü hamburg limanına yanaştığında, 26 kasım'da endonezyada başlamış seyrin 36. günüydü.

    stajerimiz manoverboard 3. okyanus seyri bitse de, halihazırda ilk gemisindeki hayatı tecrübe ettiğinden, 36 gün durmaksızın seyir süresince, sinir stres'ten sigaraya abanmış, çehresini akne basmış, kamarasının alabandalarına kung fu darbeleriyle girişmiştir.

    stajer bakar ki, çevresindekiler de, 25 yıldır denizde olanlar dahi, aynı ruhhalindedirler. herkes geminin iskelesinden aşağı koşar adımlarla inip liman zeminine ayak basıp statik elektriği boşaltmak için can atmaktadır.

    yılbaşı akşamı olmasından mütevellit, ne liman kontrol, ne acente, hiç ama hiç kimse gelmez gemiye. limanlarda, denizciler dışarı çıkarken, gemiadamı cüzdanları ve o liman otoritesinin verdiği "pass"larla liman dışına çıkmaya izinli olurlar. gemiye gelen giden olmayınca, herkesi daha ağır bir sinir basar, pass'sız dışarı çıkılmaz zira. `:zira ney? :)`

    stajyer olmasına rağmen gemide o ana kadar geçirdiği 6 ay içerisinde küçük ama elit bir zabitan grubuna kanaat önderliğini kabul ettirmiş olan manoverboard, yarım saat içerisinde bir an önce şehir merkezine kaçak da olsa ivedi kaçmak için, yanına 3 tane yandaş bulur.

    stajyer, 2. mühendis, 2. kaptan ve telsiz zabiti, kaptana, gemiden çıkmaya izin almak için nasıl dert anlatacaklarını düşünürlerken, kaptan, "çıkıyor musunuz beyler? ben de çıkacağım çarkçıbaşıyla amk yaa" söylemiyle gönüllere su serpmiştir.

    anca 1 yada 2 takım birşeylerden oluşan, kamara dolabındaki, "limanda dışarıya çıkma" kıyafetlerinden biri giyilir hızlıca. zaten o içine ettiğimin 36 günü içerisinde, malacca boğazı, hint okyanusu, aden, kızıldeniz, süveyş, akdeniz, biscay, manş denizi, ingiliz kanalı, kuzey denizi ve hamburga giriş kanal seyri boyunca, o tshirt, gömlek, pantalon çoktaaan yıkanmış ütülenmiş, güzelce katlanmış ve kırışmadan bugünü beklemeleri için deniz bağı edilmiştir.

    fantastik dörtlü, geminin iskelesinden aşağı hızlı ama dikkatli adımlarla iner, çünkü üstlerinin kirlenmesi o an en korkulası konudur ve iskelenin puntellerinde, yani ellerimizle tutunduğumuz şeyslerde, hala gemiye endonezyada yüklenmiş ve burada, hamburgta boşaltılacak olan 60000 ton toz halinde *un, yani kömürün kalıntıları durmaktadır.

    geminin bordasından, liman kapısına yürüyüş 10 dakika kadar sürer, çok büyük bir limandır ve manzara çok acaiptir zira bir allahın kulu yoktur ortalıkta, terkedilmiş gibidir liman, gemi yanaşırken halat alıp gemiyi iskeleye bağlayan *cılar gider gitmez.

    limanın kapısına varılır, 3-4 metre uzunluğunda kocaman telden bir kapıdır, nöbetçi kulübesinde kimse yoktur ve kapı kilitlidir! ve fekat nedir? delirmiş bir denizcinin dini imanı duru olmazdır. 4-5 metre ileride tellerde bir delik bölge görülür ve limandan hızlıca çıkılır.

    liman kapısı bir otobana çıkar. bizim tem otoyolu gibi, yaya'nın yürüyeceği herhangi bir yer olmayan. ve sene 1997 olduğu için, cepte find me a taxi şeklinde bir app'ı olabilecek akıllı bir telefon ceplerde bulunmamaktadır.
    otoyolun kenarından bir istikamete doğru çimlerde otlayan koyunlar görüntüsüyle yürünmeye başlanır. ama herkes o kadar gazlıdır ki, hiç ama hiçbirşey keyifleri bozamamıştır.

    10-15 dakika yürüdükten sonra, otobanı kesen bir köprüyle karşılaşılır. yol geçiyordur üstünden ve o yola tırmanılır. yolun kaldırımları vardır ve de az ileride bir otobüs durağı görünmektedir.kutupayusu çölde suyu bulmuştur.

    bir otobüs gelir, binilir, şofere ziti zentrum?? diye sorulur, şofer jaaa der, sanırsak bilet ister, bizim yabancı ve dingil olduğumuzu farkettiği an "eeyyh allahınızdan bulun" şeklinde bir mimikle, vitesi 1'e takar. gaza basar.

    15-20 dakika sonra otobüs kocaman bir meydana varır. şofer el frenini çekmiş, son durak izlenimini büyük bir güven duygusuyla hepimize hissettirmiştir. bizim "orta kapıııı" diye bağırmamıza ramak kala, kapıları açmış ve 36 gün sonra normal insan evlatlarının yaşadığı, sallanmayan ve demir olmayan, kalabalık bir yaşam mahalline ulaşmamıza vesile olmuştur.

    denizciiler, yeni gittikleri her limanda, ilk dışarı çıkışlarında, karınca yuvalarını en hızlı bulan karıncayiyen türünde canlılardır. barlar, restoranlar, klüpler, marketler, hanımkızlarevleri vb. gibi temel ihtiyaç madde yuvalarını ivedilikle keşfederler. dalton biraderler, hemen şahane yemek bulurlar, nereden nereye nasıl gideceklerini öğrenirler. ve * semtinden, st. pauliye, reeperbahn'a doğru yola koyulurlar.

    bol içkili, bol kahkahalı, bol gerilim atmalı, bol barlı, stripclublı ve çok sarhoş olmalı bir gece olur. sabaha karşı 3-4 sularıdır. yeni yıl, 4 sarhoş daltonu sokakta eksi 3-5 dereceyle karşılamıştır. acilen uyumak için bir yer yada bir taksi bulmak gerekmektedir.o soğukta ve o saatte yılbaşı gecesi olmasına rağmen sokakta 3-5 insan görünmektedir bu insanlar da bir kaç yüz promilin üzerinde bir izlenim vermektedirler. sağda solda gözler bir otel, hostel, pansiyon birşey aramaya başlar. ( unutma okuyucu, 97, android mandroid iphone falan daha portakalda vitamin değil) tabiki de böyle bir yer o soğuk ve o sarhoşlukta bulunamaz. bir süre caddede taksi beklenir ama o da nafiledir. yoldan tesadüfen geçiyor olan ve aramızda türkçe konuştuğumuzu duyunca en sivas/hamburg karışımı şahane şivesiyle "ağbi selamünaleyküm bişey mi arıyonuz? " diye seslenen dönerci kardeşimiz, içimizde sarılıp öpme isteği uyandırmıştır.

    o gece ve o saatte yatacak bir yer bulmak çok zor olacaktır sarhoş bajganlar için.karar gemiye dönmektir bir şekilde.
    adının cemil olduğunu öğrendiğimiz gurbetçi kardeşimizden aldığımız o an için en mantıklı bilgi, limana ulaşmanın en garanti yolunun ana otobüs duraklarına gidip, liman bölgesine giden gece otobüsüne binmemizdir. ama gece otobüslerinin numaralarının farklı olduğunu, orada sorup öğrenmemiz gerektiğini de ekler.anlarız ki, gelirken bindiğimiz otobüsün numarasını ezberlemek beyhude bir çaba olmuştur.

    cemil kardeşimizin tarifiyle, çogafedersiniz fecii kıçımız donarak ve sallana sallana yürüyebilerek, 15-20 dk sonra tarif edilen ana otobüs duraklarına ulaşılır. sağda solda da yine sokaktaki insan sayısı ve türü benzerdir. 3-5 adam vardır, hepsi zil gibi sarhoştur. yada ingilizce bilmiyorlar, bilseler de konuşmuyorlar ve de ilgilenmiyorlardır bile.

    stajer * durak arkalarındaki panolardaki tarifeleri okuyup anlamaya çalışıyordur. ama hayat o kadar pembe değildir amk be güzel okuyucu. karşılıklı iletişim kurabilecek birisi , yöntemi ve ortak dil bulmaktan başka yöntem kalmamıştır.

    manoverboard çareyi lak diye bulur:
    --- spoiler ---

    kadıköy anadolu almancası
    --- spoiler ---

    lise 2'de haftada 2 saat okunmuş ve 80'ler betamax kuşağı almancasından daha iyi olduğu tartışma götürecek ve üzerinden 5-6 yıl geçmiş almanca bilgisi belki de hayat kurtaracaktır?

    manoverboard, alkolündeki kan oranının azlığına bağlı medeni cesaret, soğuğun üşüttüğü poponun verdiği yenilmez savaşçı ruhuyla, bir bank'a oturur ve kafasının içinde nefis bir almanca soru cümlesi kurmaya çalışır.
    soğuk ve alkolün verdiği tazyik beyin damarlarını açmış ve cümle kurulmuştur.

    otobüsünü içinde koltuğunda oturan, şişman sarışın suratsız bir otobüs şoferi göze kestirilir.kalkıp emin adımlarla abiye doğru yürünür. herif kafasını çevirip "iğrençsin senden iğreniyorum" şeklinde bir yüz ifadesiyle, "ne vardı bilader" edasıyla pis pis bakar.

    manoverboard, "hallo ! " der.
    şofer reyiz, düşük bi ses tonuyla, "hallo??" şekilnde topu karşılar.

    manoverboard, biraz önce bankta otururken kurduğu ilkokul 2 seviyesinden düşük ve muhtemelen yanlışlarla dolu olan şahane almanca soru cümlesini berbat bir telaffuzla şofere yöneltir:

    " ich möchte zur dem hafen gehen aber wie? " ( limana gitmek istiyorum, ama nasıl? ) (cümle yanlış okuyucu, biliyoruz, ama sokaktaki hans ve helga anladı )

    şofer gevreyen ağzı ve yumuşayan şefkatli sesiyle cevap verir:
    "gardaşş türk müsüng? "

    o an manoverboard, adamı sarılıp öpmeli mi girişip dövmeli mi duygularına karışmış iken, daltanların kalanı da gelir, hemen muhabbet başlar, niye oradayız neyiz'in özeti geçilir.

    türk şöför abimiz sayesinde doğru otobüse bineriz, limana gideriz. gemimize yürürüz, iskeleden tırmanırken artık puntellerdeki kömür tozunu umursamıyor, sadece sıcacık kamaralarımıza girip sıcacık yatağımıza girip uyumayı düşlüyoruzdur.

    gemiye çıkarız. yaşam mahalli buz gibidir. geminin sıcak su ve byhar kazanının burner'i, yani ateşleyici donanımı bozulmuştur.
    manoverboard ve kalan tüm makine ekibi 2 gün hiç uyumayarak makine dairesinden çıkamayarak kazanı tamir ederler ,trallaallllaaaaa

    böyle ciciş, tatlış bibişim bi yaşamdır denizcilik.
  • koşan, uçan ve kaçan bir millet olan insanoğlu beyazları çekip denizlerde de dolaşır.

    insan denizde püfür püfür gezer ama biraz yalnız gezer. gezmeye başladı mı karada oturaklı olan ne varsa sallanmaya başlar: hava durumu, sağlık, moral, yiyecek, bilgi, tatlı su, otorite, sosyal statü ve mürettebat... herbiri karşısında hüküm yürütme gücü indirgenir, askıya alınır, ayraç içine sığdırılır... herkes tek: michael corleone'nin gözünü kan bürüdüğü bir anda söylediği gibi, "tarih bize bir şey öğrettiyse, o da herkesin öldürülebileceğidir." hobbes'un "leviathan"ı eski ahit'ten kalma deniz canavarı olduğu kadar bir gemidir, 17. yüzyıl ingiliz donanmasıdır. geminin kaptanı kraldır - her kafadan bir ses çıkarsa gemi batar diye herkesin sözünü dinlediği.

    poe'nun hikayesi "message in a bottle"daki açlık sahnelerinin ışığında adayla ilgili kurgular bu indirgemeden ileri geliyor: platon'un "kritias"ta anlattığı atlantis, ibn tufeyl'in "hayy bin yakzan"ı, "robinson crusoe", "uzun sürmüş bir günün akşamı", "cast away" ve "lost" (oradaki kara parçası adaysa tabii)... gemi yürüyen bir ada olduğu kadar, ada da demir atmış, fırtınada batmış ya da bir yana yatmış bir gemi de.

    bir elde kader, bir elde hüner: yol gösteren yıldızlar var güzel, bulutlu günler için bile nefis pusula var. olmadı bordadan kuş salarsınız: tekvin'de gemiden salınan kumru önce nuh'a eli boş döner, sonra zeytin dalıyla çıkagelir, nuh karaya yaklaştıklarını anlar. telsiz de radar da aynı mantıkla işler. işte çare pergellerde, haritada, hesapta, havada uçan kuş milletinde: kendi başına düşünmek, bir sorunu kendi kendine önyargısız çözmek, varsayım yapmadan sıfırdan akıl yürütmek*: "bugün bu yöne gidersem, yarın nerede olurum? peki dün hangi yöne gittim ki bugün buradayım?"...

    demir alan bir gemi esaslı bir indirgeme yapar, hayat memat meselesi olan bir indirgeme, bir özgürleşme, bir riziko: kofti otoriteyi boşa çıkarır, bu sayede kaptanı kendi otoritesini gerekçelendirmek zorunda bırakır, gerekçelendirilemeyeceği yerde ne yapılacağını kestirip onun peşinden maceraya atılmaya zorlar, cereyan edenin katılımcısı olmaya.* insan yaşamının dörtte üçü sularla kaplıdır ya da uzun ihsan efendi'nin kısaca dile getirdiği gibi macera ibadettir:

    "her insan şu ya da bu şekilde dünyayı okumalıydı. kuran'ın kendisi peygamberin dünyayı nasıl okuduğuna bir örnekti ve onun ardında giden herkes, dünyayı onun gibi okuyup şahadetlerini yazmalı ve bunları başkalarına aktarmalıydı. dünyaya şahit olmanın yolu ise maceranın kendisinden başka bir şey değildir. yaşanılanlar, görülenler ve öğrenilenler ne kadar acı olursa olsun, macera insanoğlu için büyük bir nimetti. çünkü dünyadaki en büyük mutluluk, bu dünya'nın şahidi olmaktı."*
hesabın var mı? giriş yap