163 entry daha
  • önceden gram fikrim olmayan 20. yüzyıl anıtı kitaplardan biri. savaş karşıtı edebiyatın uç beylerindenmiş. yarısına geldiğimdeki ilk izlenimlerim şöyle: çok güzel pasajları var. savaş edebiyatını veya savaş karşıtı edebiyat olarak sevmedim, ama insanlara, ilişkilere, insanlığa dair çıkarımlarını katılmadığım yerlerinde bile sevdim.

    toplamdaki yorum-izlenimim: 100 yıl önceki ispanyol gribi salgını da 40 yaşındaki bir alman'ın ölümü biçiminde, 1 cümleyle romana girmiş, hafiften ürperdim. kitabın ilk üçte birinde savaş görünümleri ağırlıklı tarafında gerçekçi olduğu halde sıkıldım kendi adıma. yalnız çok harbi, taşaklı buldum, sahici yazar tarafından hoşlandım. olumsuz duygu ve saptamalarla yüzleşmesi, özeleştirisi güçlü, tüm insanlığı mahkum edebilmek için kendini de topun ağzına koymuş. muhtemelen çok da iyi bir pratisyen hekimmiş. louis-ferdinand celine/ferdinand bardamu hiç de kendini savunmamış, ne hastalara, ne rakip hekimlere karşı. doktorluğunu sefil aşağı mahallelerde sürdürürken sürekli insan deneyimi tanıklığı yapmış, engin, derin ve çirkef şeyler öğrenmiş. hekimliği eşzamanlı sosyoloji ve insan bilgisini artırmaya kullanmış. olasılıkla hümanist anarşist temelde her şeyi olduğu gibi kabul ederek*, insandan ahlaklılık ve yücelik beklemeyerek, kendini de yutmuş olması gereken diplerden kurtulup yüzeyi bulabilmiş. beni bu hekimce ve sosyologça sayfaları, ilişkilere ileri derecede fizik bedensel baktığı halde her kadınla, her insanla basmakalıp olmayan, insani, yeni ve özgün ilişki kurduğunu gösteren anlatımları çok etkiledi.

    ***
    " sonuçta savaş dediğiniz şey, anlamadığınız ne varsa odur. bu böyle gidemezdi." louis-ferdinand celine - voyage au bout de la nuit

    "onun bedenine inanıyordum, ama ruhuna inanmıyordum. benim gözümde o, yani lola denen yaratık, albenili bir savaş kaçkınıydı, savaşın ters yüzünde, yaşamın ters yüzünde." agy

    "proust, kendisi de yarı hortlak olduğu için, inanılmaz bir inatçılıkla, sosyetik insanların, yani hep kendi watteau'larını ve gelmeyen vapurları beklerken, bulamayacakları kythera adasını iştahsızca arayan, kararsız grup seksçisi, arzu hayaletlerine dönüşmüş, boşluğa ait insanların etrafında sarmalanan alışkanlıkların ve davranışların, o sonsuz, sulandırılmış kofluğun içinde kendini kaybetti. oysa halk kökenli ve oturaklı biri olan herote, o kaba, aptal ve belirgin iştahlar aracılığıyla ayaklarını yere sıkı sıkı basıyordu." agy

    "bu belirleyici girişimi gerçekleştirmek üzereydim ki, tam da o anda, sarsak, yorgun bir atsız süvari (o zamanlar öyle deniyordu), ters dönmüş miğferi elinde, bizanslı general belisarios gibi koşar adım çıkageldi, tir tir titriyordu, üstelik üstü başı iyice çamur içindeydi ve yüzü öteki irtibat erinden bile daha fazla yeşile çalıyordu." agy

    "bir köyün nasıl yandığı uzaktan da çok iyi farkedilebilir. çok neşelidir bu. (...) sanki notre-dame* birader! tüm bir gece sürer o köyün yanması, küçücük de olsa, sonunda dev bir çiçeğe benzer, ardından sadece bir gonca, sonra da hiçbir şey kalmaz." agy

    "işin özüne varmak kolay değildir, savaş söz konusu olduğunda bile, fantezi uzun süre direnişini sürdürür." agy

    "gelecekten söz eden her kimse namussuzdur, tek geçerli olan güncel olandır. kendi ölümsüzlüğüne değinmek, solucanlara söylev çekmeye benzer." agy

    "onları oldukları gibi görmeyi öğrenmek gerek, olduklarından da beter yani, her açıdan. bu insanı rahatlatır, özgürleştirir ve düşleyebileceğinizin çok ötesinde bir koruma sağlar. insana bir ikinci benlik katar." agy

    "gerçekten de, ilginç ne varsa hep gizli kapaklı yaşanıyor. insanların gerçek tarihleri hakkında hiçbir şey bilinmiyor." agy

    "ille de öpüşme arzusu. kaşınır gibi." agy

    "durmadan hamile kalmaktan korkan bir kadın, başarıya giden yolda asla çok ilerleyemeyecek olan bir tür iktidarsızdır." agy

    "anlayamıyordum. her şey ve herkes tarafından boynuzlanıyordum, kadınlar, para, fikirler. boynuzlu ve hoşnutsuz." agy

    "musyne benden kaçtığı için, ben de kendimi idealist sanmaya başlamıştım, süslü laflarla giydirilmiş içgüdülerimize verilen ad budur." agy

    "arts et metiers'nin o güzelim metresine inandığı kadar kadere de inanıyordu, o metreden de bana hep saygıyla söz ederdi, çünkü tuhafiyecilik mesleğinde kullandığı metrenin, bu muhteşem resmi ölçünün tıpatıp aynısı olduğunu öğrenmişti gençliğinde." agy

    "asker dediğin, öldürmediği sürece çocuktur. onu kolayca neşelendirebilirsiniz." agy

    "bu kendi kendini küçük düşürme sınavı sürerken, beni zaten terk etmeye hazır olan onurumun, adım adım, daha belirgin şekilde silindiğini ve uzaklaştığını, benden tamamen, bir anlamda resmen, koptuğunu fark ediyordum." agy

    "akıllı böbürlenme yoktur. bu bir içgüdüdür. üstelik, her şey bir yana, övünmeyi sevmeyen adam da yoktur. insanların birbirine az çok katlanabildikleri neredeyse tek rol, hayran paspas rolüdür." agy

    "aslında, kabul etmek gerekir ki insanın gözle görünenlerden başka şeylerle ilgilenmesi ciddi bir deliliğe delalet eder." agy

    "insanlara güvenmek demek kendini azıcık öldürtmekle eşdeğerdir." agy

    "gurur meselesi yapmanın alemi yok, bir mucizenin içinden neyi aklınızda tutabiliyorsanız onu alıp götürebilirsiniz ancak." agy

    "adeta boş bir insan olmaktan hep ürkmüşümdür, yani var olmak için ciddi hiçbir nedenim olmamasından." agy

    "doğamız gereği, o kadar kofuzdur ki, bizi gerçekten ölmekten alıkoyan tek şey eğlencedir." agy

    "insanın, kendi sızlanmalarına kesin bir son verecek cesareti olmadığı sürece, kendini her gün biraz daha iyi tanımaya katlanması gerek." agy

    "tembellik neredeyse yaşam kadar güçlüdür. oynamanız gereken yeni kaba güldürünün sıradanlığı sizi ezer ve sonuçta yeniden başlayabilmek için cesaretten çok alçaklığa gereksinim duyarsınız." agy

    "gerçek insani soyluluğu veren, kim ne derse desin, bacaklardır, hiç sekmez." agy

    "doğa bizlerden daha güçlüdür işte o kadar. bizi bir tarza oturtup deniyor ve bir daha da o tarzdan kurtulamıyoruz." agy

    "onu, yani molly'yi öperek tutkumu tüketirken, sanki yaşam onun hakkında, karanlığın dibindeki yaşam hakkında öğrenmek istediklerimi alıp götürecekti, benden gizleyecekti ve o zaman da bunlar yetmeyecekti bana ve sonuçta gücüm yetmediği için elde avuçta ne varsa yitirmiş olacaktım, yaşam beni aldatmış olacaktı tüm diğerleri gibi, yaşam, yani gerçek erkeklerin gerçek metresi." agy

    "doğru, benim tarzım buydu. gerçekten de pantolon fermuarı gibi açık saçık bir ruhum vardı." agy

    "- iyi de edersin, diye yanıtladı beni, çünkü bizler için aş pişti bayram geçti... farkına bile varmadan yaşlandık, bunun ne olduğunu iyi bilirim..." agy

    "sizi temin ederim ki sizi çok seviyorum, molly, üstelik hep de seveceğim... sevebildiğim kadar... kendime özgü* biçimde." agy

    "onu artık daha sık öpüyordum, ama onunki derin bir kederdi, bizdekilerden daha gerçekti, çünkü bizdeki adet, olandan fazlasını göstermektir. amerikalı kadınlarda ise tam tersine. bunu anlamaya, kabullenmeye cesaret edemiyor insan. bu biraz onur kırıcı, ama yine de, onunki gerçek bir hüzündü, ne kibir, ne kıskançlık, ne de hırgür, bu yalnızca gerçek yürek acısıydı ve itiraf etmek gerek ki bizim içimizde bu boyut eksiktir, üstelik hüzünlenme* zevki açısından da kupkuruyuz." agy

    "o yoldan, tek başınıza... en uzağa giden kişi tek başına yolculuk edendir... demek yakında gideceksiniz?" agy

    "yaşam boyunca aradığımız şey belki de budur, yalnızca bu, olabildiğince büyük bir üzüntü, ölmeden önce kendimiz olabilmek için." agy

    "boynu usturayla kesikmiş di mi? sizmişiz nöbetçi diyolar. hakkat* mi?" agy

    "sanki bir baş dönmesi, sonra da her iki kulağında birden sis boruları* öter olmuştu.(...) bunları yani bu sesleri düşündükçe, dinledikçe, bu korkunç seslerin onu uyutmayacağına karar vermişti. ve gerçekten de uyuyacağına onları dinliyordu, düdükler, davullar, mırmırlar... yeni bir işkenceydi bu." agy

    "aslında bu konular henüz hakettikleri olağanüstü ilgiyle incelenmiş değiller. anne, kızının bu konudaki hayvani üstünlüğünü seziyordu ve onu kıskandığı için, kızının unutulmaz derinliklere kadar kendini düzdürtme* ve kıtalar dolusu doyuma ulaşma* yöntemiyle ilgili her şey içgüdüsel olarak reddediyor, mahkum ediyordu." agy

    "aslında adam gibi hekimlik yapabilmek için bende eksik olan şey cüretti. aileye çeşitli tavsiyelerde bulunduktan ve reçetemi yazdıktan sonra, kapıya geçirildiğimde, sırf ödeme anından birkaç dakika daha sıyırabilmek için, bir sürü ipe sapa gelmez yorum yapmaya başlıyordum." agy

    "sinir krizi geçirmek için sıkı bir fırsat geçmişti eline. bu fırsatı kaçırmaya da hiç niyeti yoktu. bu tam bir savaştı! tekmele yavrum tekmele! o da yetmezse nefesin kesilsin! korkunç biçimde gözlerin şaşılaşsın! çatmıştım belaya! görülmeye değerdi." agy

    "sözcüklerin tükendiği yerde nihayet bir keder çökmüştü üstüne, ama bu kederle nasıl baş edeceğini bilemiyor gibiydi, onu sümkürüp atmatı denedi, ama geri dönüp boğazına takılıyordu o keder, hem de gözyaşlarıyla birlikte ve o zaman da kaldığı yerden devam etmek zorunda kalıyordu. her tarafına sıvaştırıyordu, öyle olunca her zamankinden de pis olmayı başarıyor, bu sefer de şaşırıyordu: "tanrım! tanrım!" diyordu. hepsi bu kadar. ağlaya ağlaya kendi sınırlarına dayanmıştı, eli kolu tutmaz olmuştu ve bu yüzden karşımda öylece afallayıp duruyordu." agy

    "bilgin, yani hocası, deney defterinin bir köşesine, bir iki not daha düşüyordu, çekinerek, ne olur ne olmaz diye, yakında sunacağı tavşan boku gibi bir bilimsel tebliğde kullanmak amacıyla, ıvır zıvır ama hocanın enstitü'deki varlığını ve bunun içerdiği cüzi avantalara sahip olmasına gerekçe teşkil edecek nitelikte bu tebliğ, çok da vakit geçirmeden, kesinlikle yansız ve bilim aşkıyla dolu herhangi bir akademi'nin karşısına çıkıp er geç kanıtlanması vereken bir angaryaydı." agy

    "zaten tüm dinlerde böyle değil midir? yüce tanrısı artık papazın aklının kıyısından bile geçmeyeli sittinsene olmuşken, kilisenin ayak işlerine bakan görevli hala dini bütün değil midir?..." agy

    "insan belki de başkalarının yüreği hakkında yargıda bulunurken her zaman yanılıyordur." agy

    "bu arada acılarından kurtulmayı başardığını söyleyerek böbürlenirler de, gelgelelim herkes gayet iyi bilir, değil mi, bunun hiç de doğru olmadığını, o acıyı bal gibi bütünüyle kendi içimizde sakladığımızı." agy

    "bu marsıklarsa*, onların derdi içki değil, daha çok birbirinin g..tünü düzmek*... güya onların dininde içki içmek günahmış, ama birbirinin g..tünü düzmek günah değil..." agy

    "artık ölmek istemiyordu*, asla. apaçık. artık kendi ölümüne inanmıyordu." agy

    "insan işte yeryüzünde öyle kalakalıyordu, üstelik hıyarın teki olduğu izlenimini yaratarak, herkesi korkak olduğuna inandırarak, oysa kendisi buna hiç de ikna olmamışken, mesele bu." agy

    "hatta gecenin derinliklerinde olabildiğince uzaklara doğru hep beraber bir gezintiye çıkmamızda artık en ufak bir sakında görmüyordum." agy

    "zengin olmak, başka türden bir sarhoşluktur, unutmaktır. zaten insan bu yüzden zengin olur, unutabilmek için." agy

    "sonra da, eğlenmek için, onu kilisenin mihrabının önünde çırılçıplak vaziyette düşünüyordum... ziyaretimize gelenleri işte böyle daha ilk bakışta başkalaştırma alışkanlığını edinmekte yarar var, bunu bir kere yaptıktan sonra onları anlamak çok daha kolay oluyor, her şahsiyetin özündeki devasa ve açgözlü bir solucan olma gerçekliği derhal ayırt edilebilir hale geliyor." agy

    "konuşma konusundaki mekanik çabamız dışkılamaktan bile daha karmaşık, daha zahmetlidir. ıslık çalmak için çırpınarak kasılan, emip debelenen, her türlü yıvışık sesi, çürük dişlerden oluşan o leş kokulu engeli aşarak itekleyen şu şişkin et tacı, yani ağız, ne büyük eziyettir öyle!" agy

    "gerçek şu ki tapındığımız en kutsal şey kokumuzdur. tüm sıkıntılarımızın kökünde iyisiyle kötüsüyle bir sürü yıl boyunca hep jean, pierre, gaston olarak kalmak zorunda oluşumuz yatıyor. şu bizim bedenimiz, yani o kıpır kıpır, sıradan moleküller sayesinde tanınmaz hale gelen* nesne, bu rezil sürüp gitme maskaralığına karşı hep isyanları oynamaktadır. moleküllerimizin, bu yavrucakların tek arzusu, bir an önce, evrene dağılıp ortadan kaybolmaktır! sonsuzluğun boynuzladığı "bizler" olmakla yetinmek onlara acı veriyor. biraz cesaretimiz olsa paramparça olurduk, günden güne bunun eşiğinden döneriz." agy

    "yaşam bundan ibarettir, gecenin içinde son bulan bir ışık parçası." agy

    "kız henrouille'u bir köşeye çektim ve emrivaki yaptım, çünkü, sonuçta, onları bu durumdan kurtarabilecek biricik kişinin bendeniz cennet kuşu olduğunu gayet rahat görebiliyordum." agy

    "ihanet demesi kolay. ama bunu yapabilmek için fırsatları da değerlendirmesini bilmek gerek." agy

    "ciddiyet ancak fasulyedense hoş görülebilir. salgınlar ancak mikroplar kendi toksinlerinden bıktıklarında son bulur. (...) bir delinin* ıstırabı da avrupa'nın yarısına oturduğu yerden macera yaşama arzusu aşılamak zorunda kalışı olmuştur. olmayacak duaya amin. bu yüzden geberdi." agy

    "eninde sonunda , bir karar verip ineceğiz sokağa, aramızdan yalnızca biri, ikisi, üçü değil, topumuz. (...) evlerden hayır yok. üstüne bir kapı kapanmayagörsün, insan derhal kokmaya başlar, yanına alıp götürdüğü her şey de ayrıca kokar." agy

    "aile dediğin her işe yarar, suratına bakılmaktan gayri. her şey bir tarafa, babanın gücü, mutluluğu, ailesini asla suratına bakmadan öpmektir, bu onun şiiridir." agy

    "başka bir deyişle, bir dölyolunda her zaman her yaşa göre keşfedilecek ayrı bir şey vardır." agy

    "eğlencelikler bile kısa sürede angaryaya dönüşebiliyor. bal gibi de kovulmuştuk işte cennetten!" agy

    "peki hazreti isa herkesin önünde tuvalete gider miymiş acaba? bana öyle geliyor ki eğer kerkesin önünde kaka yapmış olsaydı o numarası çok uzun sürmezdi." agy

    "- otuz yıldır takma diş kullanıyor ve bundan bana asla söz etmedi..." agy

    "iğrenç yaratıklarız vesselam. kimseye gücenmenin alemi yok. önce doyum ve mutluluk gelir. benim de görüşüm bu." agy

    "gerçek gençlik, biricik gençlik, papaz efendi, herkesi ayrım gözetmeksizin sevmektir, bir tek budur gerçek olan, bir tek budur genç ve yeni olan." agy

    "kıza dokunmak için önce evlenmeyi bekliyordu, gizlice böyle demişti bana. böylesini uygun görüyordu. o zaman sonsuza kadar olan bölümü o alacaktı, hemen şimdiyi de ben." agy

    "onun o tımarhane'sinde aldığımız paraya maaş demeye bin şahit isterdi, doğru, bununla birlikte iaşe hiç te fena değil, ibate de gayet düzgündü." agy

    "inanın bana, kendinizi tedavi etmekten daima imtina ediniz... vücuda sorduğumuz her sual bir gedik açar... bir endişe, bir fikri sabit başlangıcına dönüşür..." agy

    "boşuna dememişler boş ite menzil olmaz diye." agy

    "ne dersek diyelim, ne iddia edersek edelim, dünya gerçekten çekip gitmemizden* çok önce terk ediyor bizleri." agy

    "eğitim çok temel bir unsurdur! dolayısıyla artık ne beni anlayabilirdi, ne de çevremizde olup biteni, istediği kadar nobran ve inatçı olsun... bu yetmez..." agy

    "öyle sözcükler vardır ki, diğerlerinin arasına gizlenmiş, taşa benzerler. onlara öyle özel bir aşinalığımız yoktur, oysa bir anda sahip olduğumuz hayatı, hem de tümünü birden, allak bullak ederler, hem zayıf yönlerini, hem de güçlü yönlerini... işte o zaman da paniğe kapılırsınız... çığ düşmüştür* tepenize..." agy

    "bana yetişemezdi*... bunun için yeterli eğitim ve güce sahip değildi. insan yaşamda yükselmez, alçalır." agy

    "senin de sevişirken sikin kalkmıyor mu yani başkaları gibi, söylesene koca domuz? sikin kalkmıyor mu yani ha? sıkıysa söyle burda... (...) söylesenize hadi hepinizin derdinin değiş tokuş etmek olduğunu? itiraf edin!... değişikliğe ihtiyacınızın olduğunu!... grup seksi!... yanına bir de bakire isteseydiniz oldu olacak? cinsi sapıklar sizi! domuz sürüsü!... ne diye bahane ararsınız ki?... sizler aslında birer yılgınsınız işte o kadar. kendi sapıklıklarınızla yüzleşecek cesaretiniz bile kalmamış sizin!" agy

    "sanki onu artık tutamıyorduk, her dakika bizden biraz daha uzaklaşıyordu. öyle iri damlalarla terliyordu ki sanki bütün yüzüyle ağlıyor sanırdınız. (...) envanter çıkarmaya çalışıyordu, vicdanında, zavallı adam... o yaşamını tamamlarken* insanlar acaba azıcık da olsa değişmişler miydi, olumlu yönde tabii, acaba istemeden de olsa onlara karşı haksızlık yaptığı olmuş muydu... (...) kaldı ki can çekişenlerin istekleri bitmez. can çekişmek yetmiyor. geberirken bir yandan da tadını çıkarmak isterler, yaşamın en alt kademesinde, damarlar üre dolmuşken bile, son hıçkırıklarla hala ille de doyuma ulaşmak gerek." agy

    "ben de onun gücüyle dolmuştum. bu beni rahatsız ediyordu, çünkü bana ait değildi bu güç ve günün birinde gidip leon gibi gayet muhteşem biçimde geberebilmek için esas ihtiyaç duyduğum güç benimkiydi." louis-ferdinand celine - voyage au bout de la nuit

    (ilk giri tarihi: 10.3.2020)

    (bkz: çişlik)
    (bkz: balthazar/@ibisile)
    (bkz: yaşamın ucuna yolculuk)
53 entry daha
hesabın var mı? giriş yap