aynı isimde "the red pill (video oyunu)" başlığı da var
  • [2019 editi: buradaki 4 entryi yazdığım günden beri, sözde "anti-sjw" olan ama onlardan beter tetiklenen, onlardan beter kabileci olan bir grup bana saydırıp duruyor. akılcı bir tartışma yok, tek bildikleri şey "meriç" yahut "laf kalabalığı". bu lüzumsuz işlerle vakit kaybetmemek için ayarlaşmaları çıkardım, akışı basitleştirdim. şuradaki türkçeyi de anlamayan varsa edebiyat hocasının telefonunu versin. haydin kolay gele.]

    1/4 - evrimsel psikoloji

    bu işe bir saygınlık kazandıran araç, evrimsel psikoloji. bu entryde amacım, ep ile ilgili temel kavramları ve tuzakları anlatmak, yoksa red pill iddialarını teker teker çürütmek değil:

    ***

    1) ep, fizik gibi bir bilim dalı değil. astroloji kadar uyduruk da değil. ikisinin arasında. iyi haliyle bir soft science, kötü kullanıldığında ise pseudoscience (sözde bilim). test edilemeyecek hipotezlerle dolu. fakat insanın aklında kalan saygınlığı hard-science seviyesinde oluyor, çünkü evrim teorisine saygımız var.

    örnek argüman: "eski avcı-toplayıcı toplumlarda erkekler gidip avlanırlar, kadınlarsa çocuklarla geride kalır, meyve toplarlar. bu yüzden erkeğin matematiksel zekası ve rekabetçiliği gelişmiştir, kadınınsa yardımlaşma yeteneği."

    kulağa mantıklı geliyor değil mi?

    burada birbiri içine geçmiş iki ayrı iddia var. birincisi iş bölümüyle ilgili, ikincisi de o iş bölümünün yolaçtığı evrimsel adaptasyonla.

    iş bölümünün olduğunu nereden tahmin ediyoruz? modern avcı-toplayıcı toplumları gözlemleyerek ve eski mezarlarda erkekle birlikte gömülen av silahlarına bakarak. bunlar kesin kanıt değiller. mesela şimdiki avcı-toplayıcılar, bizle iletişimde olunca değişmiş olabilirler. değişmeseler de örneklem çok ufak. soft-science kısmı bu. bunu doğru farz edelim.

    ikinci iddiayı, yani adaptasyon kısmını nasıl biliyoruz? orası işin hikaye yazdığımız kısmı. zaten biraz düşününce insan görüyor:

    -erkeklerin avlanması da yardımlaşma gerektiriyor.
    -hasılat ortak. yani en büyük ceylanı getiren en güzel dişiyi düdüklemiyor.
    - avlanma toplam hayatın ufak bir kısmı. her gün 9-5 ava çıkmıyor erkek.
    -hatta bazı coğrafyalarda hemen hiç çıkmıyorlar, av yok zira.

    bu faktörleri topla: cinsiyetler üstündeki evrimsel baskılar, ilk anda sandığım kadar farklı değilmiş.

    ***

    2) eski toplumları hayal ederek başladık. bazen de başlangıç noktası modern toplum oluyor.

    örnek: "günümüzde ortalama erkek, kadında gençlik ve güzellik arıyor, ortalama kadın da zengin ve başarılı erkek arıyor. neden acaba?"

    anketler böyle diyor hakikaten. ama her şeyden önce, ortalama yanıltıcı bir kavram. belki erkeklerin %30'u güzelliğe öncelik verdi, 2. şık da %28 oy aldı. üstüne, bu rakamların eğitime ve gelir grubuna göre değişimi var. asıl önemli olan şey dağılım.

    dahası aynı gözüken cevapların özü de epey farklı olabilir: örneğin ben de çirkin kadınla beraber olmam ama atıyorum, 10 üzerinden 6 güzellik sağlandığı anda güzelliğe önem vermeyi bırakırım. bir başkası için bu sınır 3 olabilir. bir başkası 10/10 geldiği anda şalterleri indirir, nerede olduğunu unutur, o kadının peşine düşer.

    tüm bu detayları aktarabilecek deneyler yapılsa bile (ki yapılmıyor, çok pahalı, bu işlere kim para yatırır?) insanın aklında kalan bilgi ne yazık ki şu: "erkek güzellik ister, kadın da zenginlik".

    iq seviyemiz ne olursa olsun, hem istastikleri hem de sonuçları basitleştirmeye meyilliyiz.

    ***

    3) önceki örneğin üstüne inşa edelim, geriye dönük senaryo yazma kısmına gelelim:

    "niye tüm kadınlar zengin erkek istiyorlar? çünkü kadınlar senede en fazla bir çocuk yapabilirler, onu da büyütme süreci uzun iş, onlara bakacak adam lazım. erkeklerinse çocuk sınırı yok, sağlıklı her kad..."

    bitirmeye gerek yok çünkü çoktan ikinci yanlışı yaptık: kültürleri aşan her trend, evrimsel olmak zorunda değil. şu alternatif açıklamayı düşünün:

    "kadınlar yakın zamana kadar köleden hallicelerdi. zira tarım toplumu ile birlikte katı hiyerarşiler oluşuyor ve takip eden 12 bin yılın 11900'ü boyunca kadınlar eğitilmiyor, tarla dışında çalıştırılmıyor, mal sahibi olamıyorlardı. bu düzende kadının tek kurtuluş şansı, daha üst birini bulup sınıf atlamak (hipergami). yani hipergami, kadının doğasından gelen bir özellikten çok, bulunduğu "kast"ın bir sonucu. dolayısıyla eş seçimindeki tercihler ve stratejiler, sosyoekonomik yapıya bağlıdır"

    bu alternatif, social learning theory olarak geçer.

    bu iki açıklamanın hangisi ne kadar doğru bilmiyorum. o biraz uzmanlık işi, ben de o kadar meraklısı değilim. amatör tahminim: ikisi de geçerli ama sosyoekonomik faktörler daha etkili.

    benim asıl dikkat çekeceğim nokta şu: ep, duygusal olarak daha çekici bir seçenek. getirdiği açıklamaya kafamız yattığı an alternatif aramayı bırakıyoruz. daha "bilimsel" gibi geliyor.

    ironik olarak bu ikinci teori, ep teorisinden daha bilimsel. çünkü yanlışlanabilir. şöyle bir test tasarlarsın: eğer kadın-erkek eşitliği arttıkça, eş seçilim tercihleri yakınsamıyorsa, teori yanlıştır (yakınsadığı bulunmuş). ama ep hipotezini yanlışlamak zor. ne yaparsan yap "ep'nin etkisi büyük" denilebilir.

    ***

    4) bu da bizi üçüncü büyük tuzağa getiriyor: bir ep hipotezi geçerli olsa bile, bu onu tek faktör veya ana faktör yapmaz.

    hasta eşine yıllarca bakanların, tekrar evlenmeyen dulların motivasyonu nedir? beyinlerinin bir köşesinde "tekrar evlen, kendini güvenceye al, alfa erkek bul, bir çocuk daha yap" komutları çalışıyor olabilir ama en kuvvetli komut bu değil belli ki.

    insan, karmaşık davranış modellerini işleyemiyor: "ayşe neden mehmet'i seçti? arabası yüzünden tabii" diyoruz. yoksa "%20 arabası, %15 kendisine çiçek alması, %129 beşiktaşlı olması" diyemiyoruz.

    dahası, bu çok boyutlu güdüler, zamana göre de değişiyorlar.

    kız arkadaşım arada gaza gelip tecavüz fantezisi yapmak isteyebilir. ama o %1'lik zaman dilimindeki davranışlarına bakıp "işte sahiplenilme ve hizmet etme arzusu senin doğanda var kızım, asıl halin bu, özüne dön" demek ne kadar akıllıca? kalan %99 zamanda yaptıkları, onun "gerçek" halini daha çok yansıtıyor.

    ***

    5) işin içine kültür girince, bu karmaşıklık katlanarak artıyor.

    sosyolojinin temeli psikoloji, onun da temeli biyoloji. ama hepsinde, bir önceki seviyeye indirgenemeyen etkileşimler var. aksi halde dünyadaki tek bilim dalı parçaçık fiziği olurdu.

    stephen jay gould, bu kültürel faktörleri ep'ye indirgemenin hatasına karşı uyardı yıllarca. dediği: kültür evrimle şekilleniyor ama kısa sürede, daha üst seviyede, kendine ait dinamikleri ve kuralları oluyor. ve bunlar kuvvetliler.

    örnek: bırakın bu kadın-erkek rollerini, en temel evrimsel güdüyü düşünün: hayatta kalmak. yani bir şey için evrimleşmişsek, bir özümüz varsa, o da hayatta kalmak, değil mi? peki insan niye bir başkası için kendini riske atar? hadi bunu geçelim, niye kedi köpek için canını tehlikeye atar, kazakistan'daki bu insanlar gibi?

    hayatta kalma ve genlerini yayma güdüsüne ters işleyen başka güdüler var belli ki. akrabanızı kurtarmak için risk almanız yine anlaşılır, kin selection diye bir teori var (akrabanın genleri kısmen senin de genlerin, o yüzden o kurtulunca ve almanya kazanmış olunca biz de kazanmış sayılıyoruz). ama köpek kurtararak gen yaymak mümkün değil. yine de kurtarıyoruz. olayın heyecanı yatıştığı zaman dahi, insanlar gidip hayvan kurtarma dernekleri kuruyor, gönüllülük yapıyor, para harcıyorlar. bir kültür oluşuyor. bir süre sonra "hayvan hakları" diye bir kavram icad ediyor, buna inanıyoruz. bu inanç da bencil güdülerimizi daha fazla ezmemize yol açıyor.

    şimdi kalkıp, "siz özünüzde hayvanları o kadar da umursamıyorsunuz, kültürel sistemin bu dayatmalarını boşverelim, doğal halimize dönelim, daha mutlu oluruz" diyebilir miyim? bu saçma geliyorsa, kadın-erkek ilişkilerinin de doğal default ayarlarından uzaklamış olması neden otomatikman kötü olsun?

    ***

    6) bu fedakarlık örneği bizi son sistematik yanlışa getiriyor: ep bazlı argümanların çoğu, ep'ye göre de yanlış.

    mesela hipergamiyi, "kadın daha iyisini bulduğunda seni bırakır" şeklinde anlıyor birçok insan.

    halbuki, çocuğuna bakacağı %100 garantili olan mevcut vasat eş, bu garantiyi vermeyen übererkeğe kıyasla daha değerli. dünyanın en iyi genleri de olsa, çocuğunun o genleri kendi çocuğuna aktarabilecek yaşa gelmesi lazım. bu da yıllarca yatırım gerektiriyor. o yüzden sadakat ve dürüstlük gibi özelliklerin evrim piyasasındaki değeri fazla.

    hele hele insanların topluluk içinde yaşadıklarını hesaba katarsak durum iyice bariz.

    "alfa"nın kralı da olsan, toplulukla uyum sağlayamadığın sürece soyunun devamı zor. sosyal hayvanlarda bireysel genetik üstünlüğün değeri azdır. uyum ve ittifak kurabilme yeteneklerinin değeri fazladır.

    bir sürü insan, sanki kaplanla aynı evrimsel dinamiklere sahipmişiz gibi yorumluyor ep'yi.

    ***

    7) sosyal bir hayvan olduğumuz yetmiyormuş gibi, biz eşleşmeye meyilli hayvanlarız (pair bonding).

    bizim türümüzün stratejisi, gorillerdeki gibi alfanın harem kurması değil. veya bonobolardaki gibi, kadın erkek herkesin önüne gelenle yatması, homoseksüel ilişki dahil orjiden orjiye koşulması, bunun sonucu hangi çocuğun kimden olduğu belli olmadığı için tüm çocuklara ortaklaşa bakılması da değil.

    elbette bunların ikisi de var stratejimizin içinde, ama ana stratejimiz eşleşme. bunu yapmayan insan topluluğu neredeyse yok. ömür boyu olmak zorunda değil ama birkaç yıllık oluyor en azından. (ilginç bir okuma: bizi insan yapan monogami midir?).

    [eşleşmenin kurumsallaşmış hali olan evlilik üzerine not: "kadınların sizi hapsetmesi için gelişmiş bir kurumdur", yahut "kapitalizmin bize çok mal satması için ....." minvalinde düşünceler absürdler. bir feministin, evlilik kurumundan nefret etmesi için 100 kat daha mantıklı tarihsel nedenleri var. evliliğe karşıysan karşısın da tarihi ne diye yeniden yazıyorsun?]

    ***

    8) tüm bunlar yine işin görece iyi kısmı. şarampole yuvarlandığımız yer, bir ep hipotezinden ahlaki yargı türetmek.

    mesela, kadının hipergami yaptığı mı söylendi? erkeklerin hipergamisi atlanıyor ve hedefe kitleniliyor: "kadınlar nankördür, iyisini buldu mu sizi bırakır, bu karı milletine güven olmaz"

    kadını "duyarlı ve anaç", erkeği "mantıklı ve koruyucu" olarak stereotipleştirmek de benzer: tarafsız bir tespitmiş gibi duruyor ama kültürümüzde, mantıklı olmaya atadığımız değer daha yüksek. yani kadına "salak" demiyorsun da, bilinçaltında beliren kalıp bu oluyor.

    ve kadınlar bu stereotiplerden etkilenip, gerçekten de kötü performans göstermeye başlıyorlar. mesela öğretmenler bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde kadın matematikçileri o alandan soğutuyor. üstelik bunu yapan öğretmenlerin çoğu da kadın. yani kendi kendini besleyen bir fasit daire.

    ***

    9) uç örnekler:

    matematik dahil, hemen her alanda en başarılı insanların çoğu erkek. bunun, bildiğin düz ayrımcılık dışında da nedenleri var. erkek nüfusunda deha, obsesiflik, rekabetçilik oranı daha yüksek. ve çocuk yapmayıp, işine odaklanma imkanı var. yani hem biyolojik olarak, hem de sosyolojik olarak, uçlarda erkek yoğunluğu fazla. o yüzden en iyi 100 satranç oyuncusunun da, en iyi 100 aşçının da çoğu erkek. ama red pillciler bu örnekleri istismar ediyorlar. 3 noktayı düşünmek lazım:

    a) uç örnek derken, hakikaten uç. mesela ıq'dan bahsediyorsak, 10 binde birlik kısımda cinsiyet farkları önemli oluyor. kalan 9999'umuzda bir numara yok.

    b) diğer ucu da düşünün: toplumun en düşük iq'lu, en işe yaramaz kısmının da çoğu erkek. bu bir çan eğrisi.

    c) aklınızda tek bir şey kalacaksa, şu olsun: her türlü deneyde ve istatistiksel çalışmada, grup içi farklar, gruplar arasındaki ortalama farklardan büyük. yani rastgele seçilmiş iki erkek arasındaki fark (örn: matematiğe yatkınlık), ortalama erkek ve ortalama kadın arasındaki farktan fazla. hem de *katbekat* fazla. dolayısıyla "kadınların doğası budur", "erkekler genelde şöyledir" gibi çıkarımlar, genelleme yapmıyorsanız bile yanlış olmaya mahkum.

    ***
    ***
    ***

    10) bonus: artık ep'yi yeterince anladık. biraz da mantıktan bahsedeyim.

    millet birbirini fiştekleye fiştekleye, şöyle garabetlere yolaçmış:

    "tüm insanlık tarihinde kadınların kalkındırdığı, yücelttiği bir tane toplum yoktur. aksine kadınlar en zor zamanda toplumunu anında satar. nazi'ler fransa'yı işgal ettiğinde fransız kadınları anında kendilerini nazi subaylarının kollarına bırakmıştır, çünkü artık fransız erkekleri güçsüzdür"

    bunu öyle dipten çekip çıkarmadım, en beğenilen entrylerden biriydi. onun da başlangıcı. red pill'in bu insanları ne kazar bozduğunu gösteriyor. bunun bir dinden farkı yok. bildiğin nazilerden bahsederken bile fatura yine de kadınların kaypaklığına çıkmış. bari başka bir örnek kullan yahu.

    şimdi ben saf saf şunları sorabilirim:

    -acaba kaç fransız kadın nazilerin altına yattı isteyerek? (meali: kadınlar arasında işbirlikçi oranı nedir?)

    -fransız erkekleri de vichy hükümetini kurmadılar mı? (meali: işbirlikçiler arasında erkeklerin oranı nedir?)

    -kadının kalkındırmadığı toplumlar onun eksi hanesine yazılıyorsa, savaşlar, soykırımlar, cihadlar, atom bombaları da erkeğin eksi hanesine mi yazılıyor. hani nazilerden bahsediyoruz ya. ilk soruya aklı erip de bunları düşünmemek büyük başarı.

    evet, bunları sorabiliriz ama ortada mantıki çelişkilerden çok daha temel bir sorun var? bunlar yobaz.

    ***

    bakın inanmayacaksınız (!) ama tarihte kölelerin kalkındırdığı bir toplum da yok. neden acaba? 1800'lerin başındaki haiti bağımsızlık savaşı sırasında, paris'te meclise çıkıp "bu zencilerin yaptığı tek bir icraat yoktur, bunlara özgürlük veremeyiz, zaten doğaları bu" diyen asillerin muhabbetinden zerre fark yok. o muhabbet şimdi size iğrenç veya saçma geliyorsa, daha beterini cinsiyet üzerinden yapmanın ne anlamı var? (snowpiercer filmindeki ayaklar ve başlar muhabbeti)

    "daha beteri" dedim, çünkü 10,000 senelik uygarlık tarihinde demokrasi 2500 yıllık, kadının oy kullanması da 100 senelik. roma'da, evin reisi karısını herhangi bir sebepten ötürü öldürebilir ve hiç bir ceza almazdı. (bkz: patria potestas). yani yaşam hakkı önce babanda, sonra da kocanda. hiçbir zaman kendinde değil. adam gelmiş "niye toplumu kalkındırmadınız" diyor. şaka gibi.

    bu dengesizlik de tarım toplumu ile ortaya çıkmış bir şey. yoksa önceki 250 bin sene boyunca kadınlar böyle yaşamadılar. bunun cevabı deterministik biçimde evrimde değil ama bizimkiler öyleymiş gibi yapıyorlar.

    ***

    yazı akışıyla alakasız notlar:

    1) kadın erkek arasında doğuştan gelen nörolojik farklar var. ama her fark, evrimsel bir adaptasyona işaret etmiyor. bazı genetik farklar tesadüf eseri kalıcı oluyor. zararlı değillerse filtrelenmezler. hatta "darboğaz etkisi"yüzünden nüfusa yayılabilirler.

    2)feminaziler pek umrumda değil, topluma negatif etkileri ufak. videolarını paylaşıp, kollektif delirme seanslarına girmeye gerek yok.

    3) "doğru ilişki tipi" diye bir şey yok, varsa da ben bilmiyorum. çevrenize bağlı. ben çeşitli ilişki tipleri denedim, polyamory, seri monogami, açık ilişki, hepsinden memnun kaldım. yalan dolan yok, hakimiyet kurma mücadelesi yok, kafalar rahat. şimdi daha geleneksel bir ilişkideyim, 1 haftadır seks yapmıyoruz, ondan da memnunum.

    ***

    devamı

    2. kısım: gelen eleştiriler arasındaki en düzgünü, bir sürü makale linki atmış. açıp okuyunca, çoğunun alakasız olduklarını gördüm. olduğu kadar cevaplaştık, dileyen okur (madde no'ları kaydı biraz benim yaptığım editler yüzünden ama içerik aynı)

    3. kısım: başlıktaki üçüncü entryde asıl ilgimi çeken konulardan bahsettim. mesela, bence buradaki temel sorun olan iktidar kavramından.

    4. kısım: gizli
  • (bkz: #129197743)

    evvela, bir ailenin neden çocuğuna "iyi bir okula girip güzel bir iş sahibi olduktan sonra tüm kızlar senin" dediğini anlayamadım. eğer ailen, kadınlara eşeğin önündeki havuç, michel chion'un dediği gibi bir savaş ganimeti veya ikramiye gözüyle bakıyorsa her şeyden önce ailenin yetiştirme tarzıyla yüzleşebilmen gerekir. bu sayede kadınları, "daddy issue'lu", "kekikli" ve "kimyonlu" şeklinde kategorize etmemeyi öğrenir, sonrasında asıl issue sahibinin sen olduğunu anlarsın. elaleme sorunlu ayağı çekip asıl sorunun kaynağını göremezseniz haplı haplı gezersiniz aha böyle.

    evet dostum, feministlerin tabiri caizse ciyak ciyak bağırdığı hususlardan biri, ataerkinin yalnızca kadına değil erkeğe de zarar verdiği üzerinedir. haplanmak yerine iki üç kitap okusaydın, feministler ne diyor diye bir araştırsaydın görebilirdin. feministler, ataerkinin zarar verdiği doğanın da yanındadır örneğin.

    boşanma durumunda ekonomik yük erkeğe biniyor, zira nafaka, boşanma sonrası yoksulluk çekecek tarafa bağlanıyor. boşanma sonrası yoksul kalan taraf kadınsa eğer, buradaki temel sorun kadının ekonomik anlamdaki güçsüzlüğü değil midir? çocuğun velayeti, bakımını üstlenen kadında kalıyor ve çocuğun belli bir yaşına kadar iştirak nafakası bağlanıyor. sanırsın türkiye'de babalar, çoluğunu çocuğunu görmek için ölüp bitiyor da anneler buna engel oluyor. nereden baktığınla alakalı. madem öyle, madem erkeğin çocuğuna bakmasının kısıtlanmasından bahsediyorsun, boşanma sonrası çocuğunun suratına dahi bakmayan, tabiri caizse çocuğunu dehleyen erkekleri de anlatsana. e tabii argümanlarına gölge düşürür, dedim ya nereden baktığınla alakalı.

    şiddet kaynaklı suçlarda erkeği öldürenler yine erkek. kadını öldüren erkek, erkeği öldüren erkek ise demek ki erkeklik kavramının incelenmesi gerekiyor.

    peki, babasız büyüyen çocukların babaları nerede? e biz de onu demiyor muyuz, çocuğu bir tek anne yetiştirmemeli, baba da çocuğun yanında olmalı. çocuk bakımı yalnızca anneye itelenemez. "single mom" demiş, "babasız büyüyen çocuk" demiş, bir kez bile "baba nerede" diye sormayı becerememiş. evet, çocuklar babasız büyümemeli. çok haklısın. haydi babalar göreve, "karıma yardım ediyorum:)))" diye haftada bir çocuğun bezini değiştirmekle olmuyor. çocuk yetiştirme sorumluluğunu birlikte alacaksınız.

    bir kadın, arzuladığı erkeğe ister oral seks, ister anal seks yapar, ister kamasutra olaylarına girer, isterse adını bilmediğim başka pozisyonlarda ve seks atraksiyonlarında bulunur. bu da sizi bir gram ilgilendirmez. önceden başka başlıklarda sormuştum, tekrar soruyorum, kadının amının bekçisi misiniz? hayır, artık amının değil, iş anal sekse geldiğine göre göt deliğinin de bekçisisiniz sanırım. vallahi istediğim adamla birlikte olur, istediğim pozisyonlara girerim. buradaki anonim herifçileri bir gram alakadar etmez.

    "anal seksi gündeme bile getirmez" sjsjsjjsjsjss. kadının sizi arzulamadığını, sizinle birlikte olmak istemediğini ve hatta sizi yara bandı olarak kullandığını biliyorsunuz diyelim. öyleyse sizin kendinize saygınız hiç mi yok? çıkın gidin ilişkiden. allah allah ya. ezik misiniz olm? bir de kadınların size anal seks borcu mu var la havle.

    "kadın bir gece arkadaşları ile eğlenmeye çıktıkları mekânda gördüğü ve arzusunu tetikleyen herhangi bir adama bar tuvaletinde verir." ya işte sen de gelip sözlükte ağlarsın. iki kişinin karşılıklı rıza dahilinde public sexler yapması sizi neden ilgilendiriyor? beni hiç ilgilendirmiyor da ondan dedim.

    tercih edilemenin acısını hipergami kavramı üzerinden açıklayarak bir nebze rahatlayan yurdum erkeği, upuzun bir liste çıkararak kadınları kategorize etmiş. listedeki kadınlarla asla ve kat'a birliktelik düşünmemelisiniz, onları çıkardığınız vakit kalan kadınlarda şansınızı deneyeceksiniz demiş. şuradan bakınca hipergami bir tek kadınlara işliyor, yerseniz tabii. kadının biri, "x erkekle birlikte olun, y ile olmayın" listesi çıkarsa hipergami aşağı hipergami yukarı dersiniz. çelişki.

    feminist kadınlara hakaret (check). feminist kadınlar senin gibi hırboları ne yapsın diye soramamış. ikinci maddedeki, "iyi erkeklerin nerede olduğu sorunsalı" gibi başlıklara yazanların yüzde 98'i kendini pazarlayan sinyalci erkekler. geç. kalan liste aşırı boktan. tartışmaya değmez.

    hee gelelim cum bucket muhabbetine. "17 yaşında bekaretini kaybetmiş ve 28’inde sizle tanışına kadar 10 farklı erkekle yatmış bir kız" senede bir erkek bile etmez, az sayı. şimdi mesela, "göd deliğini bi sn kkturur musun", "abla ltf oral seks" dediğin kadınlar, seninle sevişince cum bucket olmuyorsa eğer senin derdin, kadınların seninle değil başkalarıyla sevişmesidir. bir kadının anal seks, oral seks ve seks yapmasını istiyorsun fakat, o kadınlar başkalarıyla sevişince cum bucket:( deyu aşağılıyorsun. katıksız bir malsın.

    "global istatistik verilerine bakarsak artık günümüzde yapılan evliliklerin yarısı ilk 7 sene içinde bitiyor."

    neden biliyor musun? kimse mutsuz bir evlilik içinde 50 yıl debelenmek, hayatını bu uğurda zehir etmek istemiyor. ilk 7 yıl içinde evliliği bitmeyen, 98 yıl evli kalan anne babalarınız mutluluktan ölüyor sanıyorsunuz herhalde.

    kadınlar hayatımızın merkezinde olmamalı deyip beşşüz paragraf boyunca kadınları aşağılamışsın. işte bu yüzden dalga konususunuz. bomboş entry. kustum.

    kimin anal seks borcu kaldı şu arkadaşa, arkadan iletsin(!). adamın çenesine vurmuş ajsjsjssss.
  • 3/4 - ahlak, iktidar ve toplum mühendisliği

    <geçen bölümde neler olmuştu>

    1) "kadın-erkek farkları ne kadar ve ne kadarı evrimsel psikoloji ile açıklanabilir?"

    ilk entrymdeki tez şuydu: bu fark sıfır değil. ama metodolojik yanlışlar yüzünden çok abartılıyor ve evrimsel açıklamalar da çok uyduruk olabiliyorlar.

    süper basit örnek:
    erkekler kadınlardan daha iyi yön duygusuna sahip. doğru. ama şu psikoloji mitleri videosunun ilk maddesine bakın, farkı görün. dağılım o kadar yakın ki, ortalama bir kadın, erkeklerin üçte birinden daha iyi bu konuda. fakat bu farka bakıp yazdığımız evrimsel psikoloji senaryoları kitapları doldurur. o senaryolar da şimdiki kadınlara bakışımızı etkiliyor.

    o entrynin uzun olmasının sebebi, ep metodu üstüne ahkam kesmem. yani bugün red pill olur, yarın başka şey, ama temeldeki metodu anlamak önemli.

    akabinde skeptico ile tartıştık ve gördüm ki yolladığı makalelerin çoğu benim iddialarımla alakasız, bazısı kendi iddialarını bile desteklemiyor.

    </geçen bölümde neler olmuştu>

    ***

    2) "diyelim x kadar farkın kaynağı evrimsel. öyleyse medeniyetimizi, bu farkları vurgulayacak şekilde mi kurmalıyız, yoksa o farkları minimize edecek şekilde mi?"

    örneğin, erkeklerin doğaları x yapmaya daha uygun diye, onları o yöne mi teşvik etmeliyiz?

    bu soruyu ben uydurmadım. skeptico'nun en beğenilen entrysinin bence en ilginç kısmı bu. o buna "evet" demiş. benim cevabımsa hayır. amaç, avantajlarımıza oynamaksa, cinsiyet bazlı genellemeler kötü bir metod. basit bir analojiyle açıklayayım:

    vize memurusunuz, ülkeye terörist sokmamanız lazım. basvuran adamın terörist olma ihtimali, ülkesi ile ilişkili mi? liberaller mırın kırın ediyor ama bence evet. zira teröristlerin %90'ı müslüman ülkelerden geliyor (rakamı atıyorum). peki din, bu ilişkiyi anlamak için iyi bir parametre mi? şahinler mırın kırın ediyor ama hayır. çünkü müslümanların %99'u terörist değil. eğitim düzeyi, sosyal medya içeriği gibi başka parametreler daha önemli.

    konumuza uyarlayalım: matematik yeteneği, evrimsel olarak cinsiyetle ilişkili mi? farz edelim ki evet. o zaman cinsiyet bilgisi, bir insanı matematiğe teşvik edip etmemek için kullanılmalı mı? hayır. çünkü cinsiyet dışındaki faktörlerin etkisi çok daha büyük.

    bireyler arasındaki farklar (doğal yatkınlık, istekler), gruplar arasındaki ortalama farklardan çok daha büyüktür. çünkü her birimiz, birbiriyle çelişkili bir sürü güdünün ve görüşün birer toplamıyız. dahası bu denklem sabit de değil, günden güne değişiyor.

    cinsiyeti ana faktör olarak kullanmak, ancak istisnai durumlarda mantıklı. özel harekat timi filan kuracaksan mesela, reklam paranı erkeklerin izlediği tv programlarına harcarsın.

    ***

    3) diyelim ki bir kristal küre buldunuz, her grubu doğasına en uygun olacak şekilde yönlendirebileceksiniz. işi olsun, evdeki rolü olsun, her konudaki tahmininiz başarılı. bu küreyi kullanmalı mısınız?

    ben buna da karşıyım. bu bir kast felsefesi.

    bunu cinsiyetle sınırlamaya gerek yok. "meriç" falan diyenlerin anlamadığı şey bu. zira eğer mantık geçerliyse, aynı şeyleri ırklara da uyarlamalıyız.

    mesela niye zencileri, evrimin onlara miras bıraktığı özelliklerini geliştirmeye itmiyoruz? onları "avukat olun, doktor olun" diye teşvik etmek yerine, tam tersine spora, polisliğe, askeriyeye, şarkıcılığa yönlendirelim mesela.

    avukatlar beyaz erkekler olsun,
    matematikçiler uzak doğulu erkekler,
    mühendisler hintli erkekler.

    bakın zorlama yok, teşvik var. yani istisnaları hapse mapse atmayacağız. hatta şu idealist varsayımı da yapalım: bu kastları hiyerarşik olarak görmeyeceğiz, hepsine eşit derecede saygı duyacağız. (bunu ekledim ki, kadını aşağı görmediğini söyleyen "ılımlı" red pillcilerin argümanına tam otursun örneğimiz).

    sonuçta herkes en iyi olduğu işi yapar, evrime en uygun rolü üstlenir, gsmh'miz ikiye katlanırdı, değil mi?

    değil tabii. ırklara dayalı bu resim çoğumuzu rahatsız ediyor. niye ediyor? postmodernizm ve feminizm beynimizi yıkadı diye mi?

    ***

    4) red pill argümanlarını, cinsiyet yerine ırklara uyguladığınız anda, insanlığın zaten yüzyıllardır bu mücadeleleri verdiğini farkediyorsunuz. çok maliyetler ödendiğini. ve her dönemdeki statükonun, bugünün red pillcilerinin cümleleriyle direnç gösterdiğini.

    o yüzden haiti bağımsızlık devrimi örneğini vermiştim. ırk örneği bir analoji bile değil, denklik. o kadar denk ki, o asiller taa 1800 yılında, "biz zaten zencilere iyi davranıyoruz, kölelik de kalksın, ama onların doğası tarlada çalışmaktır, büyük kısmı öyle mutlu olur, toplumumuz öyle kalkınır" diyecek kadar "ılımlı".

    "zaten bu iş doğal bir süreç olmasaydı, şeker kamışı tarlalarında onlar değil biz çalışıyor olurduk" diyecek kadar "rasyonel".

    yine de insanlar bunlara isyan etmişler. bu isyanlar da, ikinci dalga feminizmden veya postmodernizmden çok önce oluyor.

    gerek kadın-erkek ilişkileri olsun,
    gerek iktidar-tebaa ilişkileri olsun,
    gerek ırklar arası hiyerarşi olsun,
    her alandaki "doğal dengelerin" bozulması, köklü bir tarihi süreç.

    bunu anlayınca, bu işi bir grubun projesi olarak görmek zorlaşıyor.

    ***

    5) tarihsel süreçler kadar, gelecek trendleri de önemli. yapay zeka devrimine şu kadarcık kalmışken, cinsiyet rollerindeki değişimi tersine çevirmeye çalışmak bana garip geliyor.

    yapay zekanın cinsiyetinin olmaması gibi ilginç konuların ötesinde, red pill'in önemli bir kısmını oluşturan "kadınlarla yatma" ve "kadınsız yaşama" taktikleri de anlamsızlaşıyor (seks robotları ve virtual reality dünyasında).

    e madem böyle, ben niye dert ediniyorum? nasıl olsa başarısız olmayacaklar mı?

    bu değişimin bize yansımasına daha var. hele türkiye'ye. kadına ayrımcılıkta oecd sonunculuğuna oynayan bir ülke bu. bu somut, acil, büyük çapta bir sorun ve bir cihangirli sjw'nin soyut çığırtkanlığının yarattığı rahatsızlıktan çok daha önemli.

    elbette buradaki red pillcilerle, gecekonduda karısını dövenler bambaşka kişiler. ama bu muhabbetlerle büyüyen insanlar birkaç sene sonra ne olacaklar?

    iş alımlarına veya terfilere karar veren yöneticiler olacaklar.
    tecavüz soruşturması yürüten polisler olacaklar.
    öğretmen, bürokrat, sosyolog olacaklar.
    hiçbirini olmadılarsa da baba olacaklar.

    ***

    6) diyelim buradaki kimse bu hatalardan muzdarip değil, herkes "gerçek reddit"i kavramış. ama bu öyle bir öğreti ki, maşallah öğrencilerinin %90'ı yanlış anlamış. bakın ilgili subreddite. çivilenmiş postlara bakın. saçmalıklarla dolu. birine sorunca da "gerçek islam bu değil" diyor.

    "open source felsefe" demek de buna bir cevap değil. her şey öyle zaten. evrim de birinin tapulu malı değil, hepsi open source. ama düşünsenize, bugün evrim teorisini okuyan öğrencilerin, %90'ının olayı götünden anlayıp lamarckçı olduğunu, bir kısmının da iyice fanatikleşip sosyal darwinist olduğunu. o öğretide derin yanlışlar olduğunu düşünmez miyiz?

    ***

    7) fakat tüm bunlardan önce, daha en temelde anlaşamıyoruz: "bir insanın, diğer bir yetişkin üstünde hak sahibi olması kötü bir şeydir"e inanmıyorlar.

    medeniyet tarihi tek bir şey kanıtlamışsa o da budur.

    "kralların hayatı çok mu kolay sanki, bir sürü sorumlulukları var. çiftçi olmak dışında bir hakkı ve sorumluluğu olmayan kadınlar ise ayrıcalıklılar" diyorlar ciddi ciddi.

    i-na-nıl-maz. iktidar olmaktan bile mağduriyet çıkarmayı daha akp bile akıl edemedi.

    aramızda "diktatörlerin sorumluluğu yoktur" diyen var mı? yok. ama diktatörlükte yaşamak isteyen de yok. diktatörlüğe doğal olarak en yetenekli bir diktatörün altında da yaşamak istemiyoruz. niye acaba?

    patronların sorumluluğu çok diye, işçi hakları isteyene, sermaye payı isteyene, "ağlamayın meriçler" mi diyoruz? burada mesele cinsiyet değil, erkeklerin de %99'unu kapsıyor.

    *

    skeptico'yla tartışmamızda da tıpatıp aynı noktaya geldik. hipergami'nin yanlış yorumlandığını anlatmaya çalışıyordum, cevap entrysinde şunu dedi:

    "evet, eskiden ingiltere'de kadının mal edinme gibi temel hakları yoktu,
    ama kocası, onun masraflarından ve borçlarından sorumluydu,
    yani kanun kadını kayırmıştır, tüm tarih boyunca da böyle olmuştur, objektif bakmasını bilen görür"

    bir kez daha: i-na-nıl-maz.

    "hakları olmaması sorun değil, çünkü sorumlulukları da yoktu" bile demiyor. "hak ve sorumluluğu olmayan taraf ayrıcalıklı" diyor. bunu diyen de, yine dipten çöpten çıkardığım biri değil, tam tersine bu grubun en düzgün yazılarını yazan kişi.

    bundan büyük bir ahlak iflası var mı? "kadın-erkek" kelimelerini "köle-sahip" ile değiştirin göreceksiniz. köle de borçlarından sorumlu değil. kanun, köleyi mi kayırmış?

    insanlık tarihine bakıp, "medeniyetimiz kadını kayırmıştır" sonucuna varmak ayrı felaket,
    tüm hak ve sorumluluğu başkasına devretmenin iyi bir ilişki dinamiği olabileceğini düşünmek ayrı.

    temelde bu anlayış varken, oturup evrimsel psikoloji, yahut antropoloji tartışmak, makaleler alıp-göndermek manasız.

    ***

    8) red pill'in iyi yanları yok mu peki? var da...

    - kişisel gelişim istiyorsanız, kaynakların bini bir para.
    - feminazileri sevmiyor musunuz? ifade özgürlüğünü savunun.
    - evrimsel psikoloji mi öğrenmek istiyorsunuz? "kulağınıza mantıklı gelen" şeyler yerine gidip bilim podcastleri dinleyin, "psychology now" okuyun.
    - "kadınları etkileyeyim" diye çok tüketim yapıp, sistemin kölesi mi oluyorsunuz? çevrenizi değiştirin, hippi kızlar bulun.

    gayet basit çözümler var. red pill'in temelindeki o garip ahlakını beraberinizde taşımanıza gerek yok.
  • buradan pörtleyen yeni leş bir kültür oluşup bir anda özellikle batı'daki siyasal sağ ile bütünleşti.

    şurada twitterda "kadınlar nasıl tavlanır" temalı hesapları ele alan arkadaşın videosunu paylaşıyorum: https://www.youtube.com/watch?v=_lh-fm2vl_0

    izlemişken gaza geldim iki kelam edeyim dedim.
    incellerin deneyimleri evrensel şekilde benzeşiyor.

    kadınsızlıktan kudurma.

    elde edemediği için nefret dolma.

    elde edemediği için mevcut siyasal düzene düşman olma, siyasetin kadınları farklı işler hale getirdiği düşüncesini işleme.

    çünkü neden?
    - kendi elde edemiyorsa birileri bu kadınları bozmuş olmalı.
    feminizm oluuur, woke culture olur, sjw'lik olur, sol olur en son bir bakmışsın kadınlar oy vermesin, mülk sahibi olmasın diyorlar.

    bu nefret dolu erkek sürüsü tarih boyunca birçok belanın da sebebi olmuştur maalesef. hep kadınlar mı genellenecek? erkekleri de psuedo-bilim ile genelleyelim.

    purple pill:

    işsiz, güçsüz, vasıfsız, kendini yetiştirmeyen, doğduğu özellikleri ile her şeyi elde etmek isteyen erkekler kadınlardan talep görmeyince kudururlar. bu işsiz sürüsü çok artarsa ortam populistleri bunları kekler, eğiticem, kadın avlamayı öğreteceğim diye yerler. saçma salak şeyler satarlar, bu inceller de garip garip şeylere para saçarlar. bu süreç içerisinde normal sosyal aktivitelerde kadınlar ile iletişim kurmadıkları için kadınlara resmen ayrı birer canlı türü olarak bakar, onları insan olarak göremez hale gelirler. bu yüzden de olur olmadık yerlerde kadınları özel cümlelerle tavlayacağım diye garip garip şeyler söyleyip iyice dışlanırlar.

    buraya kadar zararsız. ama bu incel nefreti birikiir, birikiir, sonra siyasal bir populist gelir. sevişemeyen işsiz erkek sürülerini radikalleştirir ve bu biriken enerjiyi (tipik olarak) aşırı sağ radikalizme çevirir. bütün belaların sebebi mevcut siyasal düzen, yok efenim işte dinden çıkan kadınlar, malı mülkü olan kadınlar, çalışıp para kazanan kadınlar, kadınlar temsil edilsin diye dırdır eden dejenere solcular falan filan alayı hedef gösterilir. hatta göçmen politikasını da siyasette kadınların etkinliğini artmasıyla bilimsel olarak açıklayanları da gördüm.

    bir sürü işsiz vasıfsız erkek sürüsü kısa sürede devasa birer nefret kültürü oluşturur. bunun içinde kadın düşmanlığından ırkçılılığa psuedo-bilim ile "meta-narrative"ler kurulur, sonra bu din iman gibin bişeyleri olur bu insanların.

    bugün incelleri en çok nerede görüyoruz mesela? seküler bir dava olduğu için zafer partisi harika bir örnek (akp gençliğini full bu kategoriye koymuyorum çünkü onlar muhafazakar aile ilişkileri gereği yine bir şekilde evleniyorlar). bakın açın bir zafercinin hesabını, okuyun entryleri. kadın düşmanlığı, sjw'liğe çakma, dejenere sol herkesi gay yapmaya çalışıyorculuktan otoriter siyasal yaklaşımlara övgü, ırkçılık ve sadece ama sadece nefret. adam kendinden nefret eder hale gelmiş zaten, herkesten de nefret ediyor. acısı büyük. tek sarılacağı şey var, mensubu olduğu yüce ırk ve bu ırk üzerinden parçası olduğu kutlu **dava**.

    edit: madem debelendi ek not düşeyim. 20 yaşında isveç gibi progresifliğin bokunun çıktığı ülkede lisansımı okurken, daha bu hede türkiye'de değilken ben manosphere denilen alemde red pill okuyor, isveçli kızlara “mutfağa gidip sandviç yapsana dışarıda ne işin var” diyordum. işin ezikliğine oradan hakimim ama bu kızlarla aramda bir şakaydı.
    red pill denilen hede bağlamında ele alınan bazı şeylerin elbette doğruluk payı var. lakin mesele şu ki, kendini geliştiren, özgüvenli bir karakter olmak, beyaz şövalye triplerinde olmamak, azıcık şakacı piç witty ironik olmak, ama dürüst ilkeli davası hedefi olan biri olmak zaten herkesin sevdiği şeyler. bunu idrak etmek için red pill e gerek yok. böyle olan adamı sadece “kadınlar” da sevmez zaten çoğu kişi sever.

    red pill mevzunda sorun incel kitlelere
    büyülü bir sır, davranış kitabı verdiğini, her şeyi
    çözdüğünü iddia etmesi ve zamanla bunun siyasal aşırı-sağ ve kadın düşmanı ideolojik yapılarla bütünleşmiş olması. ayrıca absürt bir kadın-erkek ilişkisi indirgemesi yapmış olması.

    akşam editi: ulan amma özel mesaj geldi.
    arkadaşlar, zafer partisine uyuz oluyorum, çok tehlikeli buluyorum, sığ buluyorum ama bu yazı bununla ilgili değil. yani şu yazıda zaten zafer partisinin kurumsal kimliğine veya özdağ'a sataşmıyorum. aslında amacım zafer partisi gibi nefreti örgütleyen, sevişemeyen gençleri coşturan populist-nefret söylemi hareketlerine genel bir paralel çizmekti. bugün bahsettiğim genç tipolojisi en çok sosyal medyada hakaretten kavgadan coşan bu partinin insanlar. yoksa chp'lisi de, hdp'lisi de, akp'lisi var bu tipe uyan.

    ayrıca, ne trp ne incel bilimsel kategoriler değiller. trp denilen hede yokken de "game" diye kitap vardı, kadın nasıl tavlanır, nasıl elde edilir diye yazılırdı çizilirdi. bunlar yeni şeyler değil. kafası çalışan ama ezik, seksi olmayan nerdler o zaman da neden kadınları elde edemediklerini biyoloji-psikoloji üzerinden açıklamaya çalışırlardı. benim burada ele aldığım şey trp adlı "internet kültü", bir internet tarikatı. bunun bir merkezi, patronu, babası yok. bilimsel bir iş değil bu. ben buradan üreyen toksik kültürle ilgileniyorum. yoksa trp bağlamında oluşan çorbaya atılan şeyler arasında elbette gerek anektodal, gerek bilimsel olarak karşılığı olan şeyler var. sorun zaten o. yarı doğrular üzerinden muazzam genellemelere gitmek ve zamanla bunu kendi ideolojine zorla sığdırmaya çalışmak. komplocuların da böyle internet kültlerini benimseyenlerin de kafası buna göre işliyor. bu sorunlu, tehlikeli bir işleyipo olup toplumsal toksisite üretmekte önemli bir mecradır. olay bu.
  • red pill nedir fikrim var ancak tam olarak bilmediğimi belirterek başlamam doğru olur. ve itiraf edeyim, durumum vardı, ama okumadım.
    neden okumadım? çünkü bugüne kadar okuduğum kadın ve erkeği sınıflandıran, kutuplaştıran her türlü düşünce sistemi bana benzer şeyler düşündürdü. 10 yıl önce olsa muhakkak vakit ayırıp okurdum ama şimdi vakit az, iş çok.

    zaten red pill konusundan ziyade kadın-erkek dinamiklerinden bahsetmek istiyorum. gerek meslek hayatımda gerekse sosyal medyada 'bu erkekler kadir kıymet bilmez / bu kadınlar ancak kötü davranırsan seni sever' gibi tutumlarla sık karşılaşıyorum. karşı cinse dair deneyimlerimiz, onlarla ilgili bir şablon oluşturuyor zihnimizde. zaten öğrenmenin böyle bir yanı var, trafikte tuğralı doblo görünce uzaklaşmak da pattern okuma ve analiz etme süreçlerinin bir sonucu. ancak önemli bir fark var bu iki örnek arasında. tuğralı doblonun trafikte karşımıza çıkması ile ilgili hiçbir şey yapamayız, oysa hayatımıza giren insanları biz seçiyoruz.

    evet, biz. kimse kimseyle zorla sevgili olmuyor, eşinizle silah zoruyla nikah masasına oturmuyorsunuz. yani şikayet ettiğiniz topluluk, sizin kendi ellerinizle hayatınıza dahil ettiğiniz insanlardan oluşuyor. şimdi birileri diyecek ki 'evet, ben de bu gidişe bir dur demek istiyorum'.

    harika fikir. o zaman öncelikle yapmanız gereken şey, kadınları/erkekleri - yani tanıdığınız kadarıyla, hayatınıza girmiş olanlardan öğrendiğiniz kadarıyla kadınları/erkekleri - eleştirmek olmamalı. öncelikle bakmanız gereken şey ayna. ben neden bu tip insanları hayatıma sokuyorum, neden ilişkilerim bu hale geliyor, ben süreçte ne yapıyorum da bu iş sarpa sarıyor demeniz gerekir. tabii buna yüzeysel bakarsanız şöyle taktikler izlersiniz; 'bu adamı/kadını çok sevdim, çok ilgi gösterdim, beni terk etti, demek ki karşı cinse kötü davranırsam ilişkilerim düzelir' veya 'kadınlar/erkekler benim onlara verdiğim değeri hak etmiyor, onları değersizleştireceğim, meta haline getireceğim'

    bu düşünce yürütme biçimi, insan gibi kompleks bir canlıyı anlayamadığınızı gösterir. burada seçimlerinizin daha derin ve çoğunluğu bilinçdışı olan kökleriyle ilgilenmeniz gerekir. yukarıda belirttiğim taktikler, 42 beden olduğunuz halde 36 beden kıyafet almak gibi, o giysinin içinde asla rahat edemezsiniz. cinsiyetçi taktikler sizi şikayet ettiğiniz bir örüntüden çıkarıp başka bir örüntünün esiri yapar. asıl mesele kendi patternini kendin yazabilmek.

    ilişkilerinizde yineleyen dertler varsa, 'bütün kadınlar / erkekler böyledir, şöyledir' diyorsanız başvurmanız gereken yer red pill değil psikoterapidir. kendinizi anlar ve hikayenizi yeniden anlamlandırabilirseniz, 42 beden olmaktan rahatsız olmayabilir veya kilo verip 36 beden kıyafetin içinde rahat edebilirsiniz. en nihayetinde herkesin yolculuğu biricik. yola düşüp görmek gerek.

    sözün özü:
    yoğun şekilde ilişkisel sorunlar yaşayan insanların red pill okuyarak bulacağı tek şey, üzülerek söylüyorum ki bir başka blue pill'dir.
  • bir kadının yatakta aşağılanmaktan hoşlanması, yatak dışında da aşağılanmaktan hoşlanacağı anlamına gelmez. bu çoktan klişe olması gereken şeyi hala söylemeye devam etmek, uzun bir süre daha üstüne basa basa tekrarlamak durumundayız, çünkü belki de bütün bu mevzulara, kadın erkek ilişkisine dair en temel çatışma burada yatıyor. şu geçen haftalarda black pill manifestosu yayınlayan odtülü çocuğun yazdıklarına çok az göz atmıştım, orada da hala kadınların büyük çoğunluğundaki tecavüz fantezisinden bahsediyor, buradan her zamanki anlamsız çıkarımlara varıyordu.

    kadın erkek ilişkilerinde son 20 yılda yaşanan değişim, ondan önceki 20000 yılda yaşanan değişimden daha fazla, tıpkı teknolojide olduğu gibi. bu değişimin hızını yakalamak veya yavaşlatmak da mümkün değil kesinlikle, bir çığ gibi önüne geçen her şeyi yakıp yıkarak ilerliyor bir şeyler.

    bu tabii ki, biyolojik evrimimizle kültürel evrimimiz arasındaki uçurumun katlanarak derinleşmesi demek. niçe'nin "eğer uçuruma bakarsan, uçurum da sana bakar" dediği gibi, bakışıp duruyoruz sürekli. ve niçe'nin, froyd'un zamanında bu uçurum asla bu kadar derin değildi. geçenlerde gündem olan yılmaz güney tartışması da bunun tezahürü. 20 yıl öncesine kadar milliyetçisi de, muhafazakarı da, sosyalisti de, liberali de, bütün erkekler kaçınılmaz bir şekilde şimdikinden çok daha cinsiyetçiydi. ahmet kaya da mesela bir tv programında "güvenmeyeceksin ibne ile berbere" gibi bir şeyler diyordu. yaşasaydı emin olun böyle bir şey diyemezdi şu an, içinden geldiği politik pozisyonun son 20 yıldaki değişimine ayak uydurup kendisini güncellemiş olurdu o da hepimiz gibi, güncellemediği durumda saygın bir statüyü asla muhafaza edemezdi zaten.

    evrimlerimiz arasındaki uçurum dedik, bunun en çok somutlaştığı yer sekste kurulan tahakküm ilişkisi oluyor. milyonlarca yıldır aynı şekilde yaptığımız ender birkaç davranıştan biri olan seksle kurduğumuz ilişki, ezici bir çoğunluğumuz için, bir iktidar ilişkisi. bir yandan da yüzyıllardır yaşadığımız bir aydınlanma devrimi var, insana dair bütün kavramlarımızı alt üst eden, yeniden tanımlamamıza yol açan, ve bütün insan ilişkilerini geri dönüşsüz bir şekilde değiştiren. dediğim gibi, son 20 yılda çılgın bir hal almış durumda bu değişim.

    seksteki iktidar ilişkisi ile seks dışı insan ilişkilerinde inşa ettiğimiz hukuk ve ahlakı birbirinden ayırmakta zorlanıyoruz, belki de en temel mevzu bu. bizler bir sürü hayvanıyız, ve fakat bilinç denen bir büyü ile lanetlenmiş durumdayız. bu yüzden ürettiğimiz kültürün evrimi de biyolojik evrimimiz ile sürekli çatışma içinde. yapmamız gereken kültürümüzü biyolojimize uygun hale getirmek, "fıtrat"a dönmek değil; çünkü o fıtrat denen hayvani doğamızda, şiddet ve tecavüz var.

    çok çok yakın zamanlara kadar, insanlık tarihi boyunca kurulan cinsel ilişkilerin ezici çoğunluğunun tecavüz olduğu söylenebilir. kadının evleneceği erkeği seçme şansı da, eşinin seks talebini reddetme şansı da yoktu. böyle bir evlilik formatında yaşanan sekslerin rıza kapsamında değerlendirilmesi, yani kadının rıza gösterdiği ilişkilerin bile rıza olarak değerlendirilmesi, format gereği mümkün değildir; temelde reddetme şansınızın olmadığı bir eylemden zevk almak, rızanızın ve iradenizin özgür olmadığı gerçeğini ortadan kaldıramaz, en azından tartışılır kılmaktan kurtaramaz.

    kadının eşine karşı cinsel arzuya sahip olması, olduğunu göstermesi bile bugünkü kadar kabul edilebilir bir şey değildi hiçbir zaman. kadın sadece erkeğin hazzı için yaratılmış bir şeydir, bu yüzden cennette de, erkeklere verilen hurilere karşılık kadınlara nuriler yoktur, onların ödülü yalnızca daha güzel olmak, tekrar eşine verilmek, bekarsa şehitlere verilmek filandır. (tur suresi 24. ayette geçen "gılman" kavramı da "bıyığı yeni terlemiş delikanlı" anlamında olup, ayetin bağlamından da açık bir şekilde çıkarılabildiği gibi, yine erkeklere hizmet etmek içindir. bu mevzuya dair tarihselci ilahiyatçı mustafa öztürk'ün söylediklerini de ekleyelim.)

    90'lı yılların sonlarına doğru, daha ortaokuldayken, bir gazetede ingiltere'de eşe karşı tecavüz davalarına ilişkin bir haber okuduğumu hatırlıyorum, hiç anlayamamıştım. ciddi ciddi kafama oturmamıştı, zaten evliyse nasıl tecavüz edebiliyor diye uzun uzun düşünmüştüm. henüz ergen bir çocuk olduğumdan dolayı değil hayır, böyle bir kavram henüz bizim ülkemize gelmemişti gerçekten de. bakın inanmayacaksınız, eşe karşı tecavüzün bir suç olarak tanımlanması daha 20 yıl bile olmadı. 2004 öncesi eski tck'da eşe karşı tecavüz diye bir suç yoktu, yalnızca anal ilişkiye zorlama gibi fiiller "aile efradına karşı fena muamele" suçu kapsamında değerlendirilmekteydi.

    velhasıl, genel itibariyle erkekler binlerce yıldır kadınlara tecavüz ediyordu, bunun özeti bu. milyonlarca yıldır süregelen evrimde kurulan seksteki iktidar ilişkisi ile kültürel evrimimizle gelişen ahlak ve hukuk yakın zamanlara kadar birbiriyle daha uyumluydu, din de bu çerçeveye tanrısal bir meşruiyet kazandırmıştı. artık bu geri dönüşsüz bir şekilde değişti ve daha da değişmeye devam edecek. seksi bir role play olarak kabul etmek, yataktaki iktidar ilişkisi ile yatak dışındaki ahlak ve hukukumuzun birbiriyle çelişmesinin kaçınılmaz ve normal olduğunu idrak etmek ve buna uyum sağlamak zorundayız.

    dinden uzaklaşan ve ingilizce öğrenen seküler gençlik, bu değişime ayak uydurmakta zorlanıyor elbette, insanın değişimi kabullenmesi zaman alıyor, bu zorlanmaya bir direniş olarak anlam katılıyor, direnişçiler arasından gitgide daha fazla radikalliğe sürüklenenler çıkıyor, islamcı radikallikte olduğu gibi. değişimin yakıcı gücü gitgide arttıkça, direniş formlarının içindeki radikallik de nicelik olarak azalsa da nitelik olarak artıyor.

    medeniyet dediğimiz şeyin en temelde belirleyici iki unsuru, toplumda şiddetin ve kadının konumu. red pill'in kadın ve erkek doğasına bakışı ile, islamın fıtrat anlayışı arasında çok az fark var, bu yüzden ikisi de kendisini modern medeniyete ve sürekli değişmeye devam eden ahlak ve hukuka karşı bir direniş olarak örgütlüyor.

    kişisel hayatımda pek çok insanın yaşadığı dönüşümlerden daha büyük dönüşümler yaşadım; aşırı dindar bir aileden gelip 18 yaşımdan sonra dinden aşırı uzaklaştım, sol düşünceye tutundum ve yaklaşık bir 15 sene sonra da ondan uzaklaştım. o yüzden "dönüşüm" denen şeyin nasıl bir süreç olduğunu az çok biliyorum. geriye dönüp baktığım zaman, bütün bu süreçler boyunca kadınlara bakışımdaki dönüşümü de adım adım izleyebiliyorum.

    mesela yıllar önce fark ettim ki, sadece seks ilişkisi kurduğumuz kadınlara daha az değer vermek gibi bir eğilimimiz var ezici olarak. bu sadece geleneksel ataerkil kodları aşamamanın da ötesinde, sanki böyle baktığımız zaman daha fazla haz alacağımızı düşünüyormuşuz gibi. yani yataktaki tahakküm ilişkisini yatak dışına da taşırarak seksten daha fazla verim alabileceğimize dair belli belirsiz bir kabulümüz var. yatak dışında da değer verdiğimiz zaman, karşımızdakini insan gibi görüp davrandığımız zaman, o sadece "sikip geçtiğimiz" bir kadın olmaktan çıkıyor, bu da sanki hazzı düşürecekmiş gibi.

    kadınlar da bunun farkında gayet, ezeli evlenilecek kadın / eğlenilecek kadın ayrımının en seküler, modern erkeklerde bile hala ciddi bir şekilde hüküm sürdüğünü görebiliyorlar, siyasi görüşten de bağımsız bu, milliyetçi muhafazakarlıktan çıkıp sosyalist ya da liberal filan olunca belki bir tık azalıyor ama kolay kolay bitmiyor. bizim koşullarımızda doğup büyüyen hiçbir erkeğin bundan tamamen kurtulabilmesinin mümkün olduğunu düşünmüyorum.

    her neyse. bütün bu sebeplerden ötürü, erkek incellerden çok kadın incel var aslında bu toplumda. sanırım "femcel" diye isim koymuşlar ona da, bu lugat de sürekli gelişiyor. seks zaten kadınlar için daha riskli bir aktivite, ailesinden çevresinden fiziksel şiddet tehlikesine maruz kalmadan sevişebilen kadın sayısı zaten azınlık, onların karşısındaki en büyük engel de bu slut shaming.

    bunu aşabilen ve özgürce sevişebilen, bol bol tek gecelik ilişkiler yaşayabilen kadınların çoğunun kurduğu mekanizma, yattığı erkeklerin ne düşündüğünü, kendisini nasıl gördüğünü umursamamak. bu gayet rasyonel bir yandan, çünkü mevzuya bu şekilde bakan erkekler tam da bu bakışları nedeniyle umursanmayı hak etmiyor. ama bu umursamama lüksü de çok az kadının sahip olabildiği bir şey, ailesel, çevresel, eğitimsel, ekonomik vs. pek çok avantajı gerektiriyor.

    yine bu mevzuyla alakalı olarak, bazı feminist kadınlar da seksteki tahakküm ilişkisini tümden reddetme yoluna gidebiliyor, mesela saç çekmeye bile karşı olan feminist arkadaşlarım var. erkek tahakkümüne karşı verilen savaşı seks dahil tüm cephelere yaymayı öngören bu görüşe de katılmıyorum; sekste olup biteni bir role play olarak düşünerek seks dışına taşırmamak mümkün, bu erkekler için de kadınlar için de öğrenilebilecek bir şey. hayvani doğamızın en temel aktivitesi ile yatak dışındaki hayatımız arasında sınırlar çekebiliriz gayet, beynimizde switch düğmesi oluşturabiliriz. yatakta bir tahakküm ilişkisi kurmak kaçınılmaz bir şekilde yatak dışında da kurmayı gerektirmiyor veya zemin teşkil etmiyor. hemşire hasta, tesisatçı ev hanımı gibi role play oynanabiliyorsa, bu da bir oyun olarak görülebilir gayet.

    yatakta domine edilmekten, aşağılanmaktan haz almak "aşağılık" bir şey değildir, gayet anlaşılabilir ve doğal bir şeydir. hatta fiziksel bir haz alınmadığı durumlarda bile, tam da bu sebepten, yani haz almayıp sadece karşındakine haz veriyor olmaktan, bir eşya muamelesi görmekten, orospu veya seks kölesi olarak görülmekten psikolojik bir haz almak da gayet doğal ve olabilecek bir şeydir. hiçbir şekilde haz alınmaması ayrı bir mevzu elbette, kimse hiçbir haz almadığı hiçbir şeye katlanmamalı; ama sırf tahakküm ilişkisinin oluşmasına hiçbir yerde mahal vermemek adına daha fazla hazdan mahrum kalmanın da bir anlamı yok.

    bunlar yıllardır defalarca yazılıp çiziliyor elbette, ama tekrar tekrar, üstüne basa basa açık bir şekilde vurgulamak lazım, çünkü bu başlıkları gençler epey okuyor diye tahmin ediyorum. ortalığı kasıp kavuran ataerkil külliyata karşı okuyabilecekleri şeyleri artırmak lazım.

    sevgili red pillci, black pillci, bilumum tinerci kardeşlerim, en azından şunu düşünün, rasyonel ve pragmatik yaklaşın: kendi ayağınıza sıkıyorsunuz. kafanızda şöyle bir kurgu var: ortada sabit büyüklükte, değişmeyen bir pasta var, bu pastayı sadece erkeklerin %20'si yiyor. hayır, emin olun, yanılıyorsunuz. evlilik dışı özgürce seks yapabilen kadın sayısı, gerçekte kadın nüfusunun belki %10'u bile değil. yahu geçtim sevişmeyi, evleneceği erkeği seçme lüksü olmayan milyonlarca kadın var hala bu ülkede. evlenme yaşı da gitgide ilerlediği ve boşanma oranları da gitgide arttığı için, emin olun istediği halde sevişemeyen erkekten çok, istediği halde sevişemeyen kadın var hala. yani sizin anlayacağınız dilden devam edersek, pastayı fazlasıyla büyütmek mümkün.

    bunun önündeki en büyük engel de, bizzat sizin bu bakışınız. kadını özgürce seviştiği, seksten haz aldığı ölçüde değersizleştiren, kadının çok erkekle ilişki yaşamasının doğuracağı çocuklarının genetiğini etkileyeceğini bile düşünebilen bir bakışın kadınları nereye iteceğini sanıyorsunuz? özgürce sevişebilen kadınlarla ciddi ilişkiler kurabilen, evlenebilen erkekleri de beta diye kodlayıp aşağılıyorsunuz. bu kafa yapısına doğduğu andan itibaren maruz kalan kadınlar da libidolarını farkında olarak veya olmayarak bastırmak durumunda kalıyor.

    bekaret denen saçmalık yüzünden tarih boyunca belki milyarlarca kadın ne kadar acı çekti, ne aşağılamalar, ne işkenceler, ne cinayetlere yol açtı bu rezillik, hala da yol açmaya devam ediyor. bir diktatör olsam ilk yapacağım işlerden biri, 18 yaş altına sünneti yasaklayıp, her kız çocuğunun daha 2 yaşına gelmeden zarının cerrahi olarak ortadan kaldırılmasını yasalaştırmak olurdu.

    velhasıl, görece özgür kadınlar da bütün bu tar ihe ve erkeklere bakıp, beyin kimyaları bizim kadar testosteron baskısı altında kalmadığı ve bu açıdan daha mantıklı ve kontrollü davranabildikleri için de, doğal olarak fazlasıyla seçici oluyorlar. gayet haklı olarak kolay kolay güvenemiyorlar, gayet isteseler bile yıllarca sevişmeden durabiliyorlar, ya da kimisi isteklerini komple öldürüyorlar, istemeyi istiyorlar belki, ama iki yüz yıl önce yaşamış bir red pillci olan schopenhauer'ın dediği gibi, "insan istediğini yapabilir ama istediğini isteyemez".

    black pill ve incellere yönelik bir şeyler daha yazacağım, ona da incel başlığından devam edeyim en iyisi.

    edit: diktatörlük fantezisi içeren cümleye takılan arkadaşlar, lütfen kendinize dürüst olun: bütün yazı ile bir sorununuz var, ama binlerce yıldır bekaret zarına atfedilen önemin kadınlar ve bir bütün olarak toplum için yarattığı korkunç acıları ve adaletsizliği vurgulamak için yazılmış ve gayriciddi olduğu çok açık bir cümleyi ciddiye alarak oradan yürümek ve bütün yazıyı o tek bir cümle üzerinden mahkum etmek kolayınıza geliyor, bunu itiraf edince rahatlayacaksınız.
  • uzun bir yazı olabilir, ki olur. bazı hususların açığa kavuşması ve genç dimağlara anlatılması gerekiyor. biraz blue pill müziği dinleyin de, burnunuzdan solurken hararet yapmayın: https://www.youtube.com/…cgscmbltmxl6obbiox&index=1

    birkaç yıl önce ecnebi mecralarda denk geldiğim, insanların status quo'ya karşı nasıl ayakta duracağını anlatan, belli hareketler bütünü içeren bir felsefe red pill. kapitalizm çarklarının nasıl döndüğünü, siyasal olayların nasıl yorumlanması gerektiğini, insan ilişkilerinin temellerini anlatan, geniş bir içeriğe sahip. tümüyle ele alacak olursak, çok büyük bir kısmının isabetli olduğu doğrudur. ancak bir de bunun reddit öncülüğünde oluşturulan, kadın-erkek ilişkilerine indirgenmiş versiyonu vardır ki, evlere şenliktir.

    artık cinsel devrimi yaşayamamış bir ülke olduğumuzdan mıdır, yoksa 'vadesiz peşinatsız, kolay ilişki' vaat eden bu hapın işgüzar insanımız tarafından keşfedilmesinden midir bilmem, ülkemizde son zamanlarda fazlaca rağbet gördüğünü gözlemledim. bir de gençler kendilerine göre bir cult kurmuşlar. birkaç önder yazar var, her yazdıkları entry'de diğer entry'lerine bakınız vererek ilahi metinlerin insanlara kolayca ulaşmasını sağlıyorlar. müritler de eleştirenleri frijit kadınlar olmakla ya da meriçlikle suçluyor. güzel bir circle jerk oluşmuş durumda. eğleniyor muyuz gençler?

    gerek ilgili subreddit'teki, gerekse önder yazarlar tarafından sözlükte yazılanların çoğunu okudum. bu yazarların birer amme hizmeti yaptıklarını da ayrıca belirteyim. talep bu kadar çok olunca, bunu karşılamak maksadıyla insanları aydınlatmak gibi ağır bir görevi üstlenmiş; sezar'ın hakkı sezar'a, güzel de iş çıkarmışlar. lütfen bu faziletli abilerimizin değerini bilelim.

    öncelikle, çağımızın erkekleri böyle bir kontr-felsefe, bu şekilde bir defans mekanizması geliştirmekte haklılar. fazla değinmeyeceğim, başlıkta detaylı açıklamalar mevcut. toplumların tabularının teker teker yıkıldığı günümüz neoliberal dünyası, kültürel marksizmin toplumların iliklerine enjekte edilmesi, pozitif ayrımcılığın bokunun çıkmış; lgbt hareketinin, feminizmin, privilege ları tavan yapmış, 'ezilen azınlık' kesimin yere göğe sığdırılamıyor olması, vesaire. god emperor trump ile bu algının biraz olsun kırılacağı, rüzgarın yönünün değişeceği düşüncesinde insanlar. bu başka bir yazının konusu olabilir. şimdilik kısmet diyelim.

    feminizm, özellikle bizim gibi toplumsal eşitliği oturmamış ülkelerde desteklenmesi gereken bir hareketken, yanlış ellerce ve yanlış bir biçimde kullanılma sonucu toplumun büyük bir kesiminin tepkisini çeken bir harekete dönüşüyor. bununla birlikte, toplumların etkileşimde bulunduğu her alanda cinsellik açığa çıkarılıyor. bu, 'cinselliğe ulaşamayan erkek, erkek değildir' imajını yaratıyor. kuduran erkekler de, kadınlar üzerinde çok büyük bir talep yaratıyorlar. kadınlar marifetlerini sergiliyor, seks bir ödül haline geliyor. dediğim gibi, içinde bulunduğumuz dönem, id'lerini bastıramayan, içgüdüsel arzularını tatmin edemeyen erkekler tarafından böyle bir defans mekanizması oluşumunu meşru kılıyor.

    uzak mesafe ilişkisi yaşayan adamın 4500 kilometre yol kat edip sevgilisini yatakta başka biriyle basmasını, kelimenin tam anlamıyla köpek gibi aşık olan adamın balayı gecesi terk edilmesini, 16 yaşındaki bir kız çocuğunu muayene etti diye sevgilisi tarafından pedofillikle suçlanan doktoru, birlikte olduğu hayat kadını tarafından friendzone'a itilen adamın hikayesini gördü bu gözler. erkekler ezilmiş, aşağılanmış, gururları beş paralık olmuş. erkekler mağdur, boynu bükülmüş; "bu ızdırap ne zaman son bulacak ya rab" diye inliyor. işte tam bu noktada red pill "şüphesiz ki, biz size onu alfa olun diye gönderdik (deangelo, 21:4)" bir güneş gibi doğuyor.

    muhteşem. insanlar felsefeye, psikolojiye, sanata, genel olarak kendilerini geliştirmeye yönlendiriliyor. bakın bunlar hep olumlu. insanların bir birey olarak kendilerini yetiştirmeleri, toplumun gerek kültürel, gerekse sosyal olarak kalkınmasını sağlayan yegane faktördür. harika. peki bu red pill'in kadınlar için olanı yok mu hocam? yok mu, neden? çünkü bütün bu uğraşımızın, çabamızın amacı uzun vadede kadın elde etmek. kendimizi bir maratona sokacak, nitelikli bir birey haline gelmek için işleyecek ve şahsımızda oluşturduğumuz magnum opus ile kadın elde edeceğiz. o zaman belirli bir sayıda kadın elde ettikten sonra intihar etsek, hayattaki amacımıza ulaşmış bir şekilde, huzur içinde ölürüz.

    bakın evlatlarım, red pill acı gerçeklerdir diyoruz ya, size dürüst olacağım. dost acı söyler. hayattaki tek amacı üremek ve soyunu devam ettirmek olanlar, diğer canlılardır. bitkiler böyledir örneğin. keza hayvanlar. köpeğinize kırmızı hap yutturabilirsiniz mesela, hayvancağızı kısırlaştırmadıysanız belki bir faydanız dokunur. sizler insansınız. gerçekten. 14 milyar yıllık kozmik evrimin sonucu oluşmuş, bilinen en gelişmiş canlı türüsünüz ve nihai gayeniz seks, öyle mi? vah benim canım evlatlarım. gidin biraz varoluşsal felsefe okuyun. çok karamsar gelirse aristotle okuyun, stoacıları okuyun, adamlara mezarlarında takla attırıyorsunuz.

    red pill'in istisnasız bütün kadınlara uygulanabilirliği var (pardon annemiz hariçti. sağol anne, ellerinden öperim) değil mi? hatta erkekler de aynıdır. hatta ve hatta "bütün erkekler domuzdur :ss" diye ortalıkta dolaşan, ortamların medar-ı iftiharı, düşes kezban da sonuna kadar haklı. evet, çünkü o ağzımızdan düşmeyen evrimsel psikoloji böyle gerektiriyor. evrimsel psikoloji nedir, felsefesi, amacı nedir? bunu hiç düşünmedik. gerek biyoloji, gerekse psikoloji camiası tarafından çokça eleştirilen, üzerinde en çok ihtilaf olan, tartışma dönen psikoloji dallarından biridir evrimsel psikoloji. bununla ilgili onlarca bilimsel makaleye internet üzerinden kolayca ulaşılabilir. eminim ki red pill pro yazarlarımız bu makaleleri sizin için çevirebilirler. yapmazlarsa da canları sağolsun, ben yardımcı olmaya çalışırım.

    bu felsefeyi incelerken red pill'in peygamberlerine, diyalektiği oluşturan baş üstatlara bakıyorum: david deangelo, neil strauss, stephen nash gibi isimler karşıma çıkıyor. sanırsam kendileri georgia life university psikoloji anabilim dalı profesörleri. kim ulan bu adamlar? unvanları ne? hangi branşta inceleme, araştırma yapmış; hangi bilim camiasında kabul görmüşler? hangi argümanları ne sebeple, hangi bilimsel verilere dayanarak sunuyorlar? tezlerini sorgusuz sualsiz kabul edip kendinize hayat felsefesi benimsediğiniz bu adamlar, psikoloji gibi oldukça kompleks bir bilim hakkında ahkam kesecek niteliğe, yetkinliğe sahip insanlar mı? "ama ben psikoloji öğrenmek istiyom hocum, insanların aklını okuyup onları kolayca manipüle eden bir süper güç olcam hajım" diyorsanız, hayaliniz bir charles xavier, bir yuri prime olmak ise, gerçek psikoloji ile ilgilenin. skinner, watson, jung, piaget gibi isimleri okuyun.

    evrimsel psikolojinin ne olduğunu da ben size anlatayım. evrimsel psikoloji, insanın evrimsel süreç içinde geldiği noktayı, "insan düşünen hayvandır" önermesini esas alarak, tümdengelim ile açıklar. besin zincirinin bir halkası olarak, bir hayvan olarak insanın doğadaki pozisyonunu gösterir. insanları birer mağara adamı olarak ele alır ve hayvansal güdüler üzerinden çıkarımlarda bulunur. ancak insanoğlu, yalnızca insan olduğu için kendisine bulunan bir 'bilinç'e sahiptir. bu bilinç, insana etik, ahlak, onur, şeref gibi değerler katar ve insanı hayvandan ayırır. kısacası evrimsel psikoloji durumu ortaya koyar. bilince sahip olan insana da, bilinç ile evrimsel psikolojinin belirttiği davranışları aşmak düşer. insan içgüdüleriyle değil, bilincin sağladığı akıl ile şekillendirilen bir davranış mekanizmasına sahiptir. işte tam bu noktada, her boku bilen abilerinizin "kokocu, sapık, ensestçi" gibi yaftalamalarını göz ardı edin ve freud okuyun. neden sokaktan geçen kadınlara "bayan bi sn" diyerek sokulup erojen bölgelerini koklamadığımızı, oturduğumuz mahalleyi işaretlemek için sokağa işemediğimizi, yamyam olmadığımızı, beğendiğimiz her kadına tecavüz etmediğimizi, genel olarak adab-ı muaşeret adına kasıldığımızı öğrenin.

    bakın, tamamen haksız olmadığınızı daha önce söyledim. bu güne kadar tanıştığım kadınlar arasında red pill'i hak eden, hatta üzerine def-i hacet dahi etmeyeceğim kadınlar var. sayıları da az değil. ülkemizde genelinde de ne yazık ki büyük bir kezbanlık salgını mevcut. erkekleri kişisel hazımsızlıklarını doyurmak, özgüven eksikliklerini kapatmak için kullanan, enteresan yaşam formları bunlar. başlıkta zaten yeterince bahsedilmiş. ne yaşadığınızı tahmin edebiliyorum benim körpe, saf, pırıl pırıl çocuklarım. böyle olgunlaşmamış, karakteri askıda kalmış kadınları hak ettiğinizi düşünüyorsanız zaten diyecek bir şeyim yok. bakın red pill'i kullanmayın da demiyorum; böyle kadınlara denk gelince hobi olarak yine kullanın. ancak bunu bir hayat felsefesi haline getirmek ve bütün kadınlara karşı düşmanca bir tavır takınmak, pire için yorgan yakmak, çürümüş diye bal çöpe atmaktır. düpedüz ahmaklıktır.

    mesleğim gereği insanlarla fazla haşır neşir olurum. gereğinden fazla. işim olmamasına rağmen her kesimden, sürüyle insanın hayat hikayesini dinledim. bu güne kadar da yaşımdan fazla boşanma, ayrılık dosyası elimden geçti. size ne olduğunu söyleyeyim mi? ulan size yaptığım bu kıyağı babanız yapmaz, alın size bir red pill daha: insanlar huzursuz oldukları ortamlarda bulunmak istemezler. vallahi bak. siz kişiliği oturmuş, iyi niyetli bir kadına red pill kasın. onun istediklerini yapmayın, az özür dileyin, asla taviz vermeyin, ilgi göstermeyin veya minimum düzeyde gösterin, onu ciddiye almayın, yedekte başka kadınlar olduğunu gösterin, hatta bunu onun gözüne sokun, ilk tartışmada köprüleri yakın. işte bu beyler. alfa oldunuz artık alfa. hey yavrum be. yediğiniz siktir'in hızını efektif kullanırsanız, teorik olarak zamanda yolculuk yapabilirsiniz. ondan sonra "ama bi dakka ya, bu kadın niye yani nasıl olabilir şimdi böyle bu" diye kalmayın.

    güzel insanlar, dostlar, romalılar, yapmayın. içinizi öfkeyle doldurmayın. kalbinizi karartmayın. elliot rodger mindset'ini devşirmeyin. kadınlara besleyeceğiz kin ile harcayacağınız duygusal enerjiyi başka alanlara kanalize ederek güzel şeyler yapın, kendinizi geliştirin. kadınların tamamı, ağlarını örüp sizi içine atmaya çalışan jorogumo'lar değiller. büyük bir çoğunluğu öyle mi? belki. bu istatistik biliminin işi, pseudo-science yaratan üç beş dingilin değil. kaldı ki, bu kadınlara özgü bir durum değil. etrafta birçok mal, karaktersiz, annelerinin hayat kadını olduğunu iddia ettiğimiz, çöp erkek de var. cinsiyete özgü bir durum değil. çevrenizi iyi okuyup değerlendirin. eğer böyle kadınlara denk gelirseniz, herşeyin farkındayım ve bu durumdan memnun değilim yüz ifadesini kullanın ve çekip gidin. dünyadaki bütün kadınlara karşı peşin hükümlü olmayın. doğru kadınları bulun, sağlıklı ilişkiler yaşayın, mutlu olun.

    hayatta en hakiki mürşit ilimdir güzel kardeşlerim. madem kafanızı kabuğunuzdan çıkarmış; öğrenmeye, kendinizi geliştirmeye başlamışsınız, devam edin. okuyun. her şeyi sorgulayın. size konserve balık sunan insanlara itibar etmeyin, balık tutmayı öğrenin. bütün bir cinsiyeti tek kalıba sokmak gibi abes yargılamalardan kaçının. hayatınızdaki tek amacınız, sizi var olmaya iten sebep seks olmasın. tarihte türklerin ne çektiyse uçkur sevdasından çektiğini unutmayın. bilmiyorsanız okuyun, öğrenin, ders alın.
  • (edit: skeptico'nun girişimiyle, twitterda yarım yamalak konuştuk. "2000'li yıllardan nostaljik ayar entrysi" diye mal gibi paylaşım yapmış olmama rağmen, düzgün cevap verdi. ayrılıklarımız sabit ama muhabbet sonucu bir paragraf ekleme yaptım)

    başlıktaki 4. ve son entrym. normalde mesaj olarak atacağım bir şeyi, skeptico yalan söylediğinden uluorta yazıyorum. ama boş muhabbet olmasın diye başka şeyler de ekledim.

    içindekiler (keşke basınca o bölüme atlayabilsek):

    1) yalan
    2) cevaplanmamış konular
    3) hipergami konusunda birkaç yanlış
    4) gerçek evrimsel geçmişimiz ne?
    5) insan doğası
    6) red pill'in işe yaraması hakkında
    7) bir öğretiye aşırı gizem katmak
    8) neden düzgün tartışma olasılığı baştan yoktu

    ***

    1) yalan
    --------------------

    "...evrimsel psikolojiyi sözdebilim olarak gösteren immanuel" bu entry.

    buna kıl oldum, çünkü bunu açıklamıştım: evrimsel psikoloji soft science, redpillcilerin bunu kullanım şekli sözdebilim.

    aynı tanım hakkında ilk yaptığı çarpıtma da değil.(madde 1). ep'ye sözdebilim diyen birini karalamak daha kolay, ondan herhalde.

    zaten genel olarak cehaletimi vurgulamaya fazla enerji harcamış. halbuki sözde cehaletimi kanıtlayan o örnekleri açıklamıştım (madde 8). yahut hala "erkek-kız çocukları arasındaki farkların" yinelenmesi mesela. bunların savlarımla alakası olmadığını da anlatmıştım.

    okudu bunları, yine yapıyor. bunlar samimi yanlış anlaşılmalar olamaz. samimiyse de nasıl bir okuma bu? neyse, kişisel atışmaya ayıracağım kısım bu kadar, asıl konulara döneyim:

    ***

    2) cevaplanmayan konular
    ---------------------------------

    a) her yazı halen şunu gözardı ediyor: "bireyler arası fark, cinsiyet ortalamaları arasındaki farktan çok daha büyük, dolayısıyla cinsiyetlere göre yapılacak her türlü sosyal mühendislik manasız"

    b) halen "kadınların hakkı yoktu ama sorumluluğu da yoktu, dolayısıyla kadınlar hep ayrıcalıklıydılar" garabetini savunan olmadı.(sıfırıncı varsayım kısmında).

    c) halen "cinsiyetlerimizin doğal avantajlarına göre yönlenelim" görüşünün ırklara da uygulanabileceğini, dolayısıyla sakat bir görüş olduğunu kimse irdelemedi. (ben bunu yarı-gönüllü kast sistemine benzetmiştim)

    bunlar önemsiz noktalar değiller. aksine, tüm "bilimsel" iddiaların oturduğu ahlaki zemini oluşturuyorlar.

    ***

    3) hipergami yanlışları
    -----------------------------------

    a) "yine tolstoyevski’nin güya kh’ın en temel verilerinden olan kadınların hipergami eğilimini sorguladığı noktada verdiği, eşler arası eşitlik arttıkça seçim kriterleri birbirine yaklaşıyor araştırması mesela".

    eğilimin varlığını sorgulamıyorum, nedenini sorguluyorum. tezim de bu işin önemli bir kısmının sosyoekonomik olduğu idi.

    skeptico önce eşitlik ve hipergami eğilimi arasında ilişki olmadığını iddia etmişti, kanıt olarak verdiği makale kendi savıyla dahi alakasızdı (madde 7). ben de cevaben bir makale vermiştim, şimdi onun hakkında konuşuyor...

    "linkini verdiği araştırma okunursa, evrimsel mekanizmaların eş seçim kriterlerine olan etkisinin, finlandiya gibi eşitliğin olduğu ülkelerde azaldığını, ama türkiye gibi cinsiyet arası eşitliğin az olduğu ülkelerde daha çok etkisi olduğunu iddia ediyor."

    tezimin ilk yarısı kanıtlandı sanırım, herkese hayırlı uğurlu ols....ancak?

    *

    b) "ancak finlandiya’nın evliliklerinin 56% sının boşanmayla sonuçlandığı, türkiye’nin ise 22% sinin boşanmayla sonuçlandığı görülebilir. demek ki sosyal inşalarla yapılan eş seçimleri, evrimsel dürtülerle seçilen eşlerle girilenler kadar başarılı aileler yaratamıyor".

    ancak bu tam bir non-sequitor kardeşim:

    sosyoekonomik eşitlik arttıkça, geleneksel eş seçimleri ve hipergami azalıyor muymuş? evet.
    peki hipergami'nin azaldığı ülkelerde, boşanma oranının yüksek olması tezime karşı mı? hayır.

    bitti gitti. demeye çalıştığı şey, "hipergami azalırsa toplum için iyi mi olur?" sorusuna bir cevap olur belki. bu noktada bıraksam yeter ama verilen cevap, ekstra kötü bir cevap. illa onu anlatmam lazım:

    *

    c) salt boşanma oranlarına bakıp, aile başarısı ve mutluluğu hakkında nasıl çıkarım yapılabilir? 100 sene önce sıfır boşanma oranı olan yerler vardı. orada her aile mutlu ve başarılı mıydı?

    abd'yi düşünelim: finlandiya'ya göre çok daha dindar ve geleneksel. boşanma oranı ise %50 civarı, yani finlandiyaya yakın. demek boşanmayla, geleneksel eş seçimi arasında öyle bir korelasyon da yok.

    yahut boşanma oranı en az ülkelere bakalım: vietnam, guetamala, libya, tacikistan, özbekistan. mutlu aileler mi?

    kendi kendini de çürütüyor. daha önce pair bondingden bahsederken "eski ilişkiler sadece ortalama 3-4 yıllıktı" demişti. öyleyse, asıl evrimsel dürtülere uygun yaşayan toplumlarda boşanma oranı yükselmeli. tam tersine, finlandiya az bile yapmış.

    nereden tutsak elimizde kalıyor.

    *

    d) asıl fiyasko kısım şu: türkiye daha geleneksel bir toplum diye, buradaki evlilikleri "evrimsel dürtülere uygun eş seçimi" olarak görmek.

    geleneklerle, evrimsel dürtülerin ne alakası var? türklük 1000 senelik bir şey, islam 1400 senelik, bize epey miras bırakan roma 2000 senelik. daha geriye giden bir şey var mı? sümerlerden tufan efsanesi filan var. hadi de ki 10 bin sene, tarım devriminin en başına gittik.

    peki insanın şempanzeden ayrılışı ne zaman? 6 milyon yıl önce. homo erectus'un başlangıcı 2 milyon yıl, modern homo sapiens olarak ayrılışımız 200 bin sene. afrikadan çıkışımız mö 60 bin.

    şimdi 2017 yılındaki türk-islam kültürü evlilik kodlamasının, mö 60.000'de yaşayan atalarımıza daha mı uygun olduğu iddia ediliyor? bunu hangi sosyolog, antropolog destekler?

    ***

    4) avcı toplayıcı vs tarım toplumu
    ---------------------------------------------

    biz bunları önceki hadislerimizde söyledik, stephen jay gould'dan bu yüzden bahsettik. "doğamıza uygun" dediğiniz şeylerin %99'u son 10 bin yılın ürünü şeyler. hani gould eskidir biraz, harari okuyunuz.

    evrimsel geçmişimiz hakkında bilgimiz çok az. bu kadar basit. modern avcı-toplayıcılara bakarak, geriye dönük tahmin yapmak zor. çünkü hepsi tarım-endüstri toplumlarıyla kontak kurduklarından "kirlenmişler". daha önemlisi, ayakta kalanlar zaten gezegenin en yaşanmayacak yerlerinde olanlar (kalan topluluklar tarıma geçmiş), dolayısıyla onların bu aşırı şartlara adapte olmuş kültürleri, zamane insan kültürünün ortalamasını zaten yansıtamaz.

    dahası, genel insan kültürü diye bir şey de yok: özellikle afrikadan çıktıktan sonra, her insan topluluğunun kültürü muhtemelen çok ayrıydı. niye böyle düşünülüyor? normalde aynı genlere sahip hayvan grupları birbirine benzer yaşıyorlar, ama homo sapiens öyle değil. hemen hemen aynı genlerle, bambaşka iklimlere, diyetlere, av hayvanlarına adapte olabilmiş son 60 bin senede. kültürü o kadar esnek. dolayısıyla bu grupların bambaşka ilişki tiplerine, kadın-erkek iş bölümlerine de sahip olacaklarını tahmin etmek zor değil.

    işin komik tarafı, ortalama tahmin şu: görece eşitlikçiler. elbette hamilelik yüzünden bir iş bölümü var (avcıların çoğu erkek), bu da kadın-erkek beyinleri arasındaki o ufak farkları açıklar. illa modern toplumlara paralellik çekeceksek, muhtemelen finlandiya'ya daha yakınlardır, türkiye'ye kıyasla.

    ***

    5) ultimate alpha
    ---------------------

    daha önce, kültürün evrimi tamamen ezebileceğini ve "evrensel" davranış haline gelebileceğini söylemiştim (başka cinslere karşı fedakarlık örneği üzerinden). harari daha akılda kalıcı bir örnek verir: papa

    papa, ultimate alfa erkeğidir. 1 milyar insanın lideri, yanlışlanamaz, lüks içinde yaşar. kralların elini öptüğü adamdı, ordu toplayıp savaşa dahi gidebiliyordu. peki tarihin gördüğü en büyük alfa erkeği, bu gücüyle kaç kadın düdüklüyor? sıfır.

    kültür böyle bir şey: en güçlü erkeği, en baz evrimsel dürtüden uzaklaştırabilmiş, ve bunu kurumsallaştırmış. papa buna tek örnek de değil, birçok kültürde bakir elitler var. şimdi papa'ya bakıp, insanın doğası hakkında ahkam kesmek ne kadar mantıklıysa, 1.yy'da romalıların veya 21.yy'da türklerin evlilik geleneklerine bakıp bu ahkamı kesmek de anca o kadar mantıklı.

    harari zaten bu yüzden der: "cognitive revolution (mö 60 bin yıl) sonrasında, gerçek insan doğası diye bir şeyden bahsetmek anlamsızdır".

    daha bu noktalarda patlıyorsunuz ama işiniz burada bitmiyor. eski davranış biçimlerini şimdiki toplumda yeniden canlandırmanın iyi bir fikir olup olmadığı, tamamen ayrı bir tartışma. birileri is-ought ayrımı diye bahsetmiş zaten, tekrarlamayayım.

    ***

    6) faydacılık
    ----------------

    "ne derseniz deyin, işe yarıyor, bakın aldığım mektuplara" savunusunu da sevmiyorum.

    internet, işe yarayan bir sürü hurafeyle dolu. "götüme mıknatıs taktım, stresim geçti" diyen sitelerde de bir sürü müşteri memnuniyeti mesajı var. yalan da değil hepsi. benim hatun bile homeopati yapıyor, placebo işe yaradığı için.

    bu işin sahteliği şurada yatıyor: maşallah ağı o kadar geniş atmışlar ki, anne sevgisi, sistem karşıtlığı, materyalizm, kezbanlar, serbest piyasa değerimiz... bunlara bakıp "hakkaten lan" diye kendi hayatına paralellik çekmeyen biri var mı?

    "kişisel gelişim kötüdür" diyen biri olabilir mi mesela?

    anne-çocuk dışındaki tüm ilişkilerin birer alışveriş, birer piyasa hareketi, birer min-max oyunu olduğu söylenince, o ekonomi dili bizim yüzyılın insanlarına tanıdık geliyor, etkileniyorlar. tıpkı evrim dilinin insanlarda saygınlık uyandırması gibi.

    ama sonra iki adımda iş nereye geliyor? "kadın değer yaratmaz, tek sermayesi sürekli eriyen güzelliğidir, kadın erkeğin yarattığı değeri kullanır" benzeri zırvalara.

    gençlere bir tavsiye: eğer etrafınızda çok kezban varsa, büyük ihtimalle siz de öküzsünüz, çünkü onları kezbanlaştıran sistemde yetişiyorsunuz. kaçın bir şekilde, dünyayı görün. new york'taki bir avukat kadınla, tokyo'daki bir ev kadınının apayrı yaratıklar olduğunu anlarsınız. "kadınların/erkeklerin doğası" diye başlayan hemen her aforizmanın uydurma olduğunu görürsünüz.

    (twitter muhabbeti sonrası ekleme: hadi o zırvaları %90'lık çöplük söyledi, sen ise iyice genel bir tavsiye verip "bize dayatılan formüllerle mutlu olamayız" diyorsun. yine, buna kimin itirazı olabilir? ama sorun, "21.yy insanı sorunları"nı, "21. kadın-erkek rolleri sorunu" olarak yeniden çerçevelendirmede yatıyor. cinsiyet kıstası, bu sorunları çözmede bize yardımcı olacak bir kıstas değil. buna fırsatımız da olmayacak zaten, 20 seneye yapay zeka iyice yayılınca. hele bu farkları evrim hikayelerine bağladığınız noktada delleniyorum.)

    ***

    7) gizem
    -------------

    son olarak, konuyu gereğinden fazla karıştırıyorlar. buradaki en popüler entrysinde neler diyor skeptico:

    "iyisi kötüsüyle 50+ kitabı bitirmiş, sayısız forum postu, yine sayısız blog postu vs okumuş birisi olarak hala net bir şekilde tüm olayı toparlayan, özetleyen ve redpill ormanındaki 3-5 tane meyve veren agacı ortaya düzgünce koyan tek bir kaynağa rastlamış değilim....o gerçeğin ne olduğu hala net değil ve sürekli de evriliyor. "

    dünyada 50 kitap okuyup da net olarak anlaşılmayacak veya anlatılamayacak bir konu yok arkadaş. belki bilardo ve kuantum. ama richard feynman, kuantum dahil insanlığın tüm fizik bilgisini üç kitaba sığdırmıştı (feynman lectures on physics'i okumayan alfa olamaz bu arada).

    doğruluğunun ötesinde, bu kadar verimsiz bir öğreti niye ayakta kalsın ki? koca ormanda meyve veren 3-5 ağaç varsa, o ormanı yakın, başka ekinler ekin, daha iyi beslenirsiniz.

    bu "gizem yaratma" işinin kök nedeni bence şu:

    a) eleştirilerden kolayca sıyrılabilmek: "gerçek red pill bu değil".
    b) grup içi hiyerarşi oluşturmak: o gizeme hakim olan "ruhban sınıfı", cemaat tarafından saygı görecektir.

    bu ikinci mekanizma çok yaygın. mesela dinlerde öğreti halka açıktır sözde, ama nüanslarını anlamak için bir aracı lazımdır. hrıstiyanlık özellikle benzer, çünkü o da red pill gibi bir nevi crowdsourcing ile gelişti, merkezi bir otorite olmadan büyüdü. sonra o çelişkileri ayıklamak için kendi kendilerini atamış rahipler ortaya çıktı. bu rahiplik konusu neden önemli?

    ***

    8) ego ve motivated reasoning
    ------------------------------------------

    motivated reasoning diye bir kavram var. bir konuya çok duygusal yatırım yapan insanların muhakeme yetenekleri azalıyor. özellikle de bu yatırımı, insanlar önünde yapmışlarsa. kısacası, kaybedecek en çok şeyi olan, ikna edilmesi en zor taraf olur.

    benim gibi karşıtların, bu konularda kaybedecek çok şeyi yok. egomuz var ama bu işin ufak bir parçası. çünkü sanal veya gerçek kimliğimiz red pill karşıtlığı üzerine kurulu değil. şahsen "meriç" olmakla kazanacağım bir şey de yok (türkiye'de yaşamıyorum, sözlük kızlarıyla alakam yok, beni takip eden kitle de özellikle bu konular yüzünden takip ediyor değil).

    durum böyleyken, yalan olmasaydı dahi,
    daha akılcı evrimsel argümanlar olsaydı dahi,
    "matrix'ten uyanan neo" sanrısının bir psikoz olduğu anlaşılsa dahi,
    sistem karşıtlığından ekmek yiyip tam da sistemin ideal adamı olmanın ironisi farkedilse dahi,
    ilişkilerdeki iktidar dinamiğini, köle-sahip ilişkisi kadar iğrenç bulmasaydım dahi,
    ve tüm bu çabaları, yakın gelecekteki teknolojik trendlere ters görmeseydim dahi,
    düzgün bir tartışmanın olması çok zordu. belki başbaşayken. belki bilardo.

    ***

    edit: dies irae isimli alfa finonun belli ki benle derin bir derdi var, daha ilk entrymden beri durmadan hakaret ediyor. yancılık müessesesini 22.yy'a taşıdı tek başına. klasik yön değiştirmece taktiğini de iyi uyguluyor (10 tane şey söylersin, birine takılır, kalanına cevap vermeye bile tenezzül etmez). alfalığa yakışmayan ergenlikler bunlar. arkadaşı ocak dışına alın bence....kendisine ilk defa cevap verince "sen de hakaret ettin, ikiyüzlü" demiş, bir de mağdura yatmış. tam numunelik. skeptico'nun tutumunu da görüşlerini de sevmedim, ama bu finolarla aynı kefeye koymamak lazım.
  • (2/4) evrimsel psikoloji ağırlıklı olan ilk entryme, skeptico'dan madde madde cevap gelmiş. başlıktaki 2. entrymi bu cevaplara ayırıyorum. bazı maddeleri anlamak için tüm muhabbeti okumuş olmanız lazım, çoğunuzun o kadar zamanı yoktur. diğer maddelerden bir şey kapabilirsiniz ama:

    *

    1) eleştirim şuydu: evrimsel psikoloji (ep) en iyi haliyle soft science'tır. red pill yazılarındaki hali ise pseudoscience'a kayıyor. sen ise sanki ep'yi, fizik gibi bir bilim olmamakla eleştiriyormuşum gibi göstermişsin. bu açıklamayı okuduktan sonra yazdıklarında da ep'ye "sözdebilim" dediğimi iddia etmişsin. yanlış.

    *

    2) heuristics nedir biliyorum, hatta bu konuda seminer veriyorum. ama ben "her kadın hakkında genelleme yapıyorsunuz" demedim ki. daha cömert bir argümanım var: genellemeleri iyi yapsanız bile, o evrimsel hikayelerinizi sandığınız kadar desteklemiyorlar. nedeni basit: bireyler arasındaki farklar, cinsiyet ortalamaları arasındaki farklardan çok daha büyük.

    *

    3) insanlar, karmaşık konuları (erkeklerin eş tercihleri gibi) basit istatistiklere, o rakamları da basit hikayelere indirgemeye meyilliler (story bias). bu hikayeler de mevcut önyargıları besleyecek şekilde oluyor. yani bunlar, tüm karmaşıklıkları ile insanın aklında kalmıyorlar. linklediğin makale de bu fikirle alakasız.

    *

    4) "eş seçiminin evrimsel temeli yoktur" filan demiyorum. verdiğim örnekte, eldeki verinin tek yorumu ep imiş gibi gözüküyor (tuzak), ama social learning theory de bu veriyi açıklayabiliyor. gönderdiğin o 27 senelik makale, bu tuzağa düşmeyi engellemiyor. işin komik tarafı, birazdan bu makaleyi sana karşı referans göstereceğim.

    *

    5) baştaki kısma katılıyorum. verdiğin makale de ilginç çünkü doğrudan genlere bakarak yapılan bir araştırma. yalnız buradan sonrası felaket:

    kadınların eş seçim stratejilerinin ne kadarı modern sosyal şartlara, ne kadar evrime bağlı, bunun doğru cevabını bildiğimi iddia etmedim, o bir uzmanlık işi. herhangi bir seçeneğe ideolojik bir yakınlığım da yok. olaya ideolojik bakan, çokbilmişlik yapan sizin tayfa.

    social learning theory'i çürütmek için kullandığın karşı-argüman da kendi içinde tutarsız. merkezi iddiası şu:

    "kadınlar tarih boyunca evlilikte korunan cinsiyetti".

    hoppala. bunun hipergami konusuyla ne alakası var? ama bu alakasız iddianı kanıtlamak için kullandığın mantık daha da kötü:

    "evet kadının kendi parası yoktur ama, taktığı borçlardan da kocası sorumludur. dolayısıyla tarih boyunca kadın korunmuştur."

    vay anam vay. bu mantıkla, köle-sahip ilişkisinde de esas korunan taraf köle, zira kölenin de malı mülkü yok ve taktığı borçları sahibi ödemek zorunda.

    şu noktada diğer her konuyu bırakıp bunu açıklaman, beceremiyorsan da fikrini değiştirmen lazım. o kadar derin bir çukur kazdın kendine.

    (edit: tabii ki bir daha bu konuya dönmedik, daha sonra ısrar etmeme ve o ısrarı da okumuş olmasına rağmen.)

    *

    6) kadın erkek eşitliği arttıkça eş seçimi yakınsıyor (yani ep'nin etkisini azaltan bir sonuç bu). bunu iddia eden makale şu. işin komik tarafı, daha önce verdiğin o 27 senelik makaledeki mate-preference data setini kullanmışlar. sonuç: "ekonomik eşitlik arttıkça, eş seçiminde gözetilen özellikler birbirine benziyor".

    senin "karşı kanıt" olarak verdiğin makale ise başka bir şey söylüyor: "çok çekici kadınlar, en ideal erkekleri istiyorlar"

    ???

    yanlış makaleyi vermişsin ve o bile kendi iddianı desteklemiyor.

    *

    7) nasıl bu madde konu hakkındaki "sığ anlayışımın bayrak sallayan ispatı" oluyormuş? yine metodolojik bir tuzaktan bahsediyorum, o kadar. basit bir örnek verdim diye bozuldun herhalde.

    edit: bunu okuduktan sonra dahi, hala örneklerin amacını anlamamış gibi yapıyor ve cehaletimi vurgulamaya çalışıyorsun. benim bilgi birikimim önemsiz. farzet cahilin tekiyim. senin düşüncelerin her halükarda hatalı.

    *

    8) bahsettiğim konu: kültürün ve özgür iradenin, evrimsel baskılardan bağımsız bir dünyaları *da* olduğu. mutluluğumuzu belirleyecek ana parametre, en baz güdülerimiz değil. çünkü bu üst-sistemlerden de güdüler geliyor.

    buna karşı "kanıt" olarak verilen makale ne diyor?

    "9 aylık bebeklerin seçtiği oyuncaklar cinsiyete göre değişiyor".

    yahu ne alakası var???

    üstelik, makale şöyle devam ediyor: "bu değişimin kaynağı biyolojik ve çevresel". yani hem alakasız, hem de benim başka maddelerde dediklerimi doğruluyor zaten.

    *

    9) benim dediğim: sosyal uyuma yönelik genler, alfalığa yönelik genlerden daha değerli olabilir. senin dediklerin bunu yanlışlamıyor. verdiğin makale de dahil:

    "25 babadan 1'i, başkasının çocuğuna babalık yapıyormuş bilmeden"

    cuckolding yok mu dedim ben? yine, ne alakası var?

    *

    10) az sayıda erkekten geldiğimizi anlatan makalende tarım toplumundan bahsediliyor. koca koca yazmış oraya 6000 yıl öncesi diye. tarım toplumunda zenginliği biriktirmek mümkündür, hiyerarşi mümkündür (hatta kaçınılmazdır), din mümkündür, dolayısıyla harem kurmak gayet mümkündür.

    üstelik, o makalede üstüne basa basa anlatmışlar "bunun nedenini bilmiyoruz" diye. buradan alfalık hikayeleri yazıp, sonra o hikayeyi 250 bin yıllık avcı-toplayıcı geçmişimize yansıtmanın zerre bilimselliği yok.

    ikincisi, pair bonding "sadece" 3-4 sene sürse bile dediklerim geçerli. hayat boyu olduğu varsayımına dayanmıyordum ki. birkaç senelik bağı sürdürebilecek özellikler seçilmiş oluyorlar otomatikman.

    *

    11) hipergamiden başlayıp, "kadının nankör doğasına" atlama yapmanın dayanılmaz hafifliği hakkında konuştum. sözlükten örneğini verdim. reddit'teki top postlar arasında da var bolca. sense, aynı şey senin başına gelse neden nankörlük olarak görmeyeceğini yazmışsın. bravo sana o zaman.

    bu maddenin kalan kısmı yazdıklarım hakkında ve kısmen katılıyorum. bence yazdığın en ilginç şey bunlardı. katılmadığım tarafı: toplumun değerleri, bir eylemin fayda sağladığı kişi sayısına oranlı şekillenmiyor. yani "anaçlık 1 kişiye fayda sağlar, temiz su mühendisliği ise 1000 kişiye, o yüzden mühendisliği yüceltiriz" mantığı yok. toplumun değerleri kafana "fayda sağladığı kişi sayısı" bilgisiyle beraber girmiyor. "annelik kutsaldır" diye giriyor mesela.

    *

    12) "kadınlar kaç savaş çıkartmışlar" sorumun amacı net: kadın düşmanlığı galiz ve bariz bir elemanın, nazilerle yatan kadınlar örneğini verip, tüm kadınlar üzerine yaptığı çıkarımın saçmalığını göstermek.

    yani bir şu bağlama bak, bir de refleksine. dünyanın en gerizekalı argümanıyla aynı safta yer alman yetmiyormuş gibi, "kadınların o kadar da melek olmadıklarını" kanıtlamak için, trump'a oy veren kadın sayısını filan veri olarak kullanıyorsun.

    *

    13) "güya romada erkek karısını öldürse ceza almazmış"

    güya müya değil, bu gerçek. her zamanki gibi, verdiğin link de kendi iddianı kanıtlamıyor. bir kere linkinin başlığı sadece "aldatma" ile alakalı. ve içinde de şu geçiyor:

    "according to cato, a husband had an ancient right (ius) to kill his wife if he caught her in the act of adultery. the existence of this "right" has been questioned"

    yani diyor ki, "cato'ya göre erkeğin, kendisini aldatan kadını öldürmeye hakkı vardı. ama bu hakkın varlığı tartışma konusudur".

    link'in sonrası daha da ironik: augustus'un sadece kadınları hedef alan bir ahlak kanunundan, ve sonunda bu kanunla ilintili olarak, kendi kızını öldürmesinden bahsediyor.

    hay allah iyiliğini versin.

    aslında ben de hatalıyım. orjinal entryi yazarken aklımdaki kavram patria potestas idi. bu hakkın erkeklere de uzandığını bilmiyordum. yani aile reisi, hem erkek, hem de kız çocuklarını isterse öldürebilir ve ceza almazdı.

    yalnız bu hata argümanımı zedelemiyor: zira kız evlenince, gelin gittiği evin reisinin kontrolüne geçiyordu. yani hayatı boyunca hep üstünde birilerinin sonsuz hakkı var. erkek ise bir noktada kendi ailesinin reisi olabiliyor ve o andan itibaren kimse onun üstünde sonsuz hak iddia edemezdi. (konsüller dahi).

    bu detayı ana argümana bağlayalım: kadınlar herhangi bir güç sahibi olamıyorlarsa, "kadınlar niye iktidarda yok" sorusu manasızdır. sen engizisyon zamanı, katolik bir ülkeye gidip "buradan niye yahudi bir kral çıkmıyor" diye soruyor musun?

    hele hele "kadınlar iktidarda yoklar, demek ki onu hak edecek özellikleri doğalarında yoktur" çıkarımı özellikle yanlış. tüm bunlar, tarım devrimi sonrasında gelişen hiyerarşiler, yani son 10 bin yıl. bir çok topluluk için daha da geç. oysa insanla şempanze, 6 milyon yıl önce ortak atalarından ayrıldılar. homo erectus, 2 milyon yıl hayatta kaldı. 5-10 bin yıl nere, bunlar nere.

    *

    14) hayır, ben yanlış anlamadım, başlıktaki en beğenilen entrylerin birinden alıntı yaptım.

    "kadın ve erkek beyni aynıdır" demediğim için, verdiğin linklerin konumuzla alakası yok. tek işlevleri, çok sayıda bilimsel kanıtla beni çürüttüğün intibası vermek.

    *

    15) "kadının hafızası daha iyi deyince kimse bişey demiyor, ama erkek matematikte iyi deyince oouuvvvv"

    basit: eğer toplumda "erkeklerin hafızası kötüdür" yargısı yerleşirse, bir erkek olarak ödeyeceğin maliyeti düşün. eğer toplumda "kadınlar matematikte daha kötüdür" yargısı yerleşirse (ki öyle yerleşmiş), kadının ödeyeceği maliyeti düşün.

    zaten bu önyargının, kadınların performansını nasıl etkilediği konusunda dünya kadar çalışma var. çünkü kadınlar da içselleştiriyorlar bunu. ve performansları en başta daha iyi olsa bile, büyük bir özgüven farkı oluşuyor ve bu zamanla onları geriletiyor. geleneksel anlamda ayrımcılık, yani domuzluk yapan bir erkeğin kadın matematikçiye iş vermemesi gibi örnekler, buzdağının görünen kısmı sadece.

    tekrar edeyim, bu farklar zaten çok ufaklar. "psikolojideki 10 mit" isimli ted konuşmasında bahsi geçiyordu. en yüksek kadın-erkek farkı spatial yetenekte mevcut mesela, yani bir şeyin 3 boyutlu modelini kafanda hayal edip sağa sola çevirebilmekte. ne kadarmış bu fark? ortalama bir kadın, erkeklerin üçte birinden daha iyi.

    hafızada da kadınlar daha iyidir denir ama en yüksek farkı veren hafıza testlerinde bile, ortalama bir erkek, kadınların üçte birinden daha iyi. diğer testlerde kadın-erkek farkı daha da az. iq testlerinde ise ortalama tıpatıp aynı. sırf şu bilgiler bile, yazdığınız evrim hikayelerinin çoğunun ne kadar desteksiz olduğunu gösteriyor.

    ***

    özet:

    1) neredeyse her maddeyi çarpıtmışsın.

    2) verdiğin linkler ya alakasızlar ya da kendi fikirlerini bile desteklemiyorlar.

    3) en önemli argümanlara hiç cevap vermemişsin (köle-sahip, beyaz-zenci analojileri gibi).

    4) işine gelince "gerçek red pill bu değil" manevrası yapmışsın. sen red pill'e gelen her eleştirinin muhattabı değilsin ki. öğrencilerin çoğunluğu olayı yanlış anlamışlarsa, öğretide bir sakatlık var belli ki.

    benim gibi uzman olmayan (hatta diyelim cahil olan) ama iki gram metod bilen biri bile görüyor bunları. kadın-erkek ilişkilerini postmodernizmin bozduğunu düşünüyor, ama sanki dinler ve tarım toplumunun etkisi çok daha büyük değilmiş gibi, sanki o "doğal halimiz"miş gibi düşünüyorsunuz. zar zor edinilmiş kazanımları geriye döndürme riskini arttırıyor bunlar. üstelik bunlar işin teorik kısmı, hele ki türkiye gibi bir yerde, pratikte şartlar çok daha sakat.

    *

    devamı: evrimsel psikoloji harici fikirlerimi üçüncü entrymde özetledim
  • ön edit: yurtdışından giremeyenler için, alternatif foto linkleri eklenmiştir.

    (bkz: victoria dönemi kadın maden işçileri)

    ingiltere'de kömür çıkartmak, sanayi devriminden çok öncesinden kalan bir gelenekten dolayı bir aile mesleğiydi. tüm aile beraber ocağa iner, kadınlar ve çocuklar, erkeklerin kazdığı kömürleri vagonlarla iterek yüzeye çıkartırdı.

    vagonlar
    vagonlar

    1839 yılında huskar maden ocağını su basması üzerine çok sayıda maden işçisi hayatını kaybetti. bunun üzerine parlamento, bir araştırma komisyonu kurdu. ancak komisyonun hazırlamış olduğu rapor tüm ingiltere'nin ayağa kalkmasına neden oldu.

    kadınlı erkekli ocağa iniyorlar ve kadınlar da erkekler gibi pantolon giyiyor!

    kadın madenciler 1
    kadın madenciler 1

    kadın madenciler 2
    kadın madenciler 2

    bu durum viktoryen ahlaka tamamen ters bir durumdur ve ingiliz basını bu konuyu gayet sansasyonel bir şekilde ele alır ve sonuç olarak 1842 yılında çıkarılan kanunla birlikte 10 yaşın altındaki çocukların ve kadınların maden ocaklarında çalışmaları yasaklanır.

    rapor
    rapor

    maden ocakları sahipleri iki gruba ayrılır. bir kısmı maden işçiliğinin kadınlar için uygun olmadığını savunur. diğerleri ise aslında kadın madencilerden memnundur. çünkü erkekler gibi ağır vagonları itebilmekte ve çocuklar gibi dar yerlere girebilmektedirler. üstelik, bu kadınlar madencilerin kızıdır ve madenci argosuna hakimdir. hepsinden önemlisi, erkeklerin yarı ücretine çalışmaktadırlar.

    kadın madenciler 3
    kadın madenciler 3

    burada kadın dendiği zaman ofisinizdeki pelinsu'yu değil, karadeniz'deki kadınları düşünmeniz gerekir. karadenizli bir arkadaşım, annesinin görücüye çıkmasını anlatır. kız yatağa uzanıp şalvarını sıyırmıştır, görücüye gelen kadınlar da kızın baldırlarını sıkarak, güçlü kuvvetli olup olmadığını test etmişlerdir. o kadınlar yaylada, sanayide çalışan erkek ustalar için belirlenmiş olan yasal sınırın üzerinde yük taşıyor.

    `--- maden ocağında çalışmak ---

    yerin altına indikçe hava sıcaklığı ve nem artar. bunun bir de havalandırma teknolojilerinin gelişmemiş olduğu dönemde yaşandığını düşünün. kimi maden ocaklarında işçilerin üstlerini kuru tutmaları mümkün değildir. bu yüzden çıplak çalışırlar.

    italya sülfür madeni

    italya sülfür madeni

    bu yüzen maden ocağında çalışacak olan kadınların da kendilerini serin tutacak ve rahat hareket etmelerini sağlayacak kıyafetlere ihtiyacı vardı. ancak vücut hatlarını belli olması ve pantolon giymeleri dejenerasyon olarak değerlendirildi.

    --- madenci karısı olmak ---

    (bkz: koltuklar kirlenmesin diye ayakta duran madenciler)

    ben bu haberi okuduğum zaman hiç şaşırmamıştım. çünkü, yaptıkları işin doğası gereği kirlenen insanlar, temizlik konusunda daha hassas oluyor.

    kömür madeni ocaklarının bulunduğu kasabalarda, kasabanın üzerine gökten kurum yağar. derler ki 19. yy ingiliz maden kasabalarındaki işçi evleri, aynı dönemdeki diğer işçi evlerine göre daha temizdi.

    ama bunun maliyeti korkunçtur. çünkü evin kadınının mesaisi gece saat ikide başlıyor, ilk vardiyaya gidecek olan erkeğin kahvaltısını hazırlıyor, sonra sıra ile diğer vardiyaya gidecek olanları uyandırıyor. son vardiya evden çıkınca, ilk vardiyanın geri dönüş saati gelmiş oluyor ve onun banyosunu hazırlama faslı başlıyor. arada alışveriş, tulum yıkama, kuyudan su taşıma ve yerleri fırçalama işlemleri var.

    evin erkeğinin banyosu
    evin erkeğinin banyosu

    maden ocaklarının, toplu duşlara sahip olmaları çok sonraki dönemlere rastlar:

    madenci duşları
    madenci duşları

    okuduğum bir yazıda, o dönemden kalan günlüklerden şöyle bir cümle alıntılanmıştı:

    -annem sadece cumartesi gecesi geceliğini giyiyordu. haftanın diğer günlerinde, 24 saatini günlük elbisesi ile geçiriyordu.

    19. yüzyıl işçi sınıfının sosyal hayatının anlatıldığı yazılarda şöyle bir ifade geçer: madenciler de dahil olmak üzere herkesin iyi kötü bir sosyal hayatı vardı, madencilerin karıları hariç. eğer bir kız, evin tek kızı olarak doğmuş ise, tüm hayatı evde annesine yardım ederek geçiyordu.

    --- viktoryen ahlak, kilise ve sendikalar ---

    kilise, kadın maden işçilerinin, pazar günü kiliseye gitmemesini problem ediyordu.
    raporda, kadın işçilerden biri durumu şu şekilde açıklıyordu:

    -mesaim sabah dörtte başlıyor ve öğlen bitiyor. öğleden sonrasını ev işleri ve çocuklara dikiş öğretmekle geçiriyorum. pazar günü ise çamaşır yıkıyorum. kiliseye gitmeye vaktim kalmıyor.

    sendikalar kadın işçileri istemiyordu. çünkü erkeklerin yarı ücretine çalışarak ücretlerin düşmesine neden oluyordu. maden işçilerinin sesi olduğunu söyleyen the labor tribune gazetesi şu soruyu soruyordu:

    - böyle bir işi yapan bir kadın, evdeki görevlerinden nasıl yerne getirebilir ki? kocasına rahat bir ev hayatını nasıl sunabilir ki?

    kadın hareketinin, işçi hareketinden kopması boşuna olmadı.

    araştırma komisyonunda yer alan samuel scriven, madende gördüğü manzarayı şu şekilde tanımlar, “ kesinlikle iğrenç ve şeytani. çıplak olmasalar bile pantolon giyiyorlardı” lord ashley ise şu şekilde ifade kullanır: “ancak genelevde görebileceğiniz bir manzara” the daily news gazetesi, madenci kızların kıyafetini, edep sınırlarını aşan şekilde tanımlar.

    kadınların pantolon giyiyor olmaları büyük bir sansasyon yaratmıştır. erkek gibi giyinip erkek gibi davranıyor olmaları kabul edilemez ilan edilmiştir. pantolonun kendisi, kadınsılığa bir darbedir. madenci kızlar, dejenere, ahlaken düşük ve alkolik olarak tasvir edilmişler; evlenmek ve anne olmak için uygun bir aday olmadıklarına hükmedilmiştir.

    maden ocaklarındaki iş güvenliğini teftiş etmek için giden ekibin, pantolon üzerinden kopardığı yaygara sonrasında kadınların maden ocağına inmeleri yasaklanmıştır. maden ocaklarına ruhsat zorunluluğu 1870li yıllara, içişleri bakanlığı'nıa maden ocaklarını denetleme yetkisinin verilmesi ise 1881 yılına kalmıştır.

    --- taş ayıklama ---

    maden ocaklarına kadınların inmesinin yasaklanmasının ardından kadınlar, taş ayıklama işini yapmaya başladılar. ancak burada bir kez daha erkek işçiler ile karşı karşıya geldiler. çünkü taş ayıklama işi, hasta ve yaşlı erkek madenciler için ayrılmış olan bir işti.

    taş ayıklayan kadınlar
    taş ayıklayan kadınlar

    yağmurda çamurda fırtına da açık havada çalışıyorlardı. işin ironik yanı, bu o dönem için tercih edilen bir şeydi. sebebi verem.

    dokuma fabrikalarındaki tozlu ortam, veremin yayılması için uygun ortam oluşturuyordu. kuzeyin soğuğuna ve nemli rüzgarlarına rağmen, açık havada taş ayıklayan kızlar, dokuma fabrikalarında çalışan kızlardan daha sağlıklıydı.

    dokumacı kızlar
    odkumacı kızlar

    bunu aslında popüler kültürden de biliyorsunuz. penny dreadful dizisinde, fahişelik yapmaya başlamadan önce dokuma fabrikasında çalışan brona croft.

    brona
    brona

    peki kocası çalışamayacak kadar hasta olan veya dul olan kadınlar? bunlar çok daha düşük ücretlerle, kaçak işçi olarak ocağa inmeye devam ederler. hasta kocasına bakmakta olan bir kadın işçi şöyle der:

    - şüphesiz ki ocağa inmek hoş değil ama aç kalmaktan iyidir.

    `--- madenci kızı pornosu ---

    o dönem madenlerin kapılarına yoldan geçenler için uyarı tabelaları asılıyordu:
    - şahit olacağınız görüntüler sizi rahatsız edebilir.

    bu beraberinde, madenci kız pornosunun doğmasına neden oldu. meraklıları, maden ocaklarına gidiyorlardı. kızlar da birkaç penny karşılığında eteklerini kıvırarak pantolonlarını gösteriyorlar ve fotoğraflarının çekilmesine izin veriyorlardı. bu fotoğraflar, daha sonra kartpostallara basılarak elden ele dağıtılıyordu.

    madenci kızlar 1
    madenci kızlar 1

    madenci kızlar 2
    madenci kızlar 2

    madenci kızlar 3
    madenci kızlar 3

    --- uğursuzluk mu ihmal mi ---

    türkiye'de ağır ve tehlikeli işler yönetmeliğine göre kadınlar maden ocaklarında işçi olarak çalışamıyorlar. kadın mühendisler ise bu mesleğin eğitimini almış olmalarına rağmen, "kadın madende uğursuzluk getirir" gibi hurafeler yüzünden ocağa sokulmuyor.

    kadın mühendisler tercih edilmiyor

    tam da burada şunu sormak istiyorum:

    maden ocaklarındaki zaafiyetleri incelemekle görevlendirilen ingiliz komisyonu'nun
    bunu teftiş etmek yerine pantolon giyen kaınların ahlaksızlığı ile ilgili hükümler sıralaması ile, günümüz türkiye'sinde ocaklardaki güvenlik zafiyetini konuşmak yerine hurafelerden bahsetmek arasında ne gibi bir fark vardır?

    takvimler 2018 tarihini gösteriyor ama kafalar hala victoria ingilteresi.

    bir örnekte bosna hersek'ten:

    bosna hersek'in son kadın madencileri

    minik özet, tito döneminde, saraybosna yakınlarındaki breza kömür madeni için teknik okul kurulur. bu okul, ilk etapta 42 öğrenci alır. bu öğrencilerin 23'ü kız öğrencidir. bu kızlar, mezun olunca maden ocağında çalışmaya başlarlar. okul hala kız öğrenci almaya devam etmektedir. ancak bu kızlar işsiz kalacak. maden ocağı, emekli olan kadın madencilerin yerine erkek madenci almayı hedeflemektedir. madenin direktörü şöyle der:

    - o önem ideolojik sebeplerden kadınları aldık. ama tüm gün yerin altında çalışmak kadınlara göre değil.

    ilgilenenler, abd'de 1970'li yıllarda maden ocaklarına inmeye başlayan kadın madencilerle yapılan röportajların yer aldığı kitabı okuyabilirler:

    daughters of the mountain
hesabın var mı? giriş yap