• yıl 1927. brüksel'de yapılan beşinci solvay konferansı'nın konu başlığı 'elektronlar ve fotonlar'dır. bu konferansta einstein ve bohr arasında başlayan kuantum mekaniği tartışmaları bilim dünyasını bambaşka bir noktaya taşır.

    yıl 1935. albert einstein, boris podolsky ve nathan rosen bir düşünce deneyi hazırlarlar. yayınladıkları makale kuantum dolanıklığı ile ilgilidir. epr* paradoksu olarak da bilinen bu çalışmanın çok basitleştirilmiş bir anlatımı şu şekildedir:

    sıfır spinli bir parçacık ele alalım ve bunu ikiye ayıralım. elimizdeki yeni iki parçacık; toplam spinleri sıfır olması gerektiğinden birbirine zıttır. parçacıklardan biri saat yönünde dönüyorsa diğeri saat yönünün tersine dönüyordur. biri artı ise diğeri eksidir. biri yukarı kutupluysa diğeri aşağı kutupludur...

    kuantum fiziğine göre, bu iki parçacıktan hangisinin artı hangisinin eksi olduğunu ölçüm yapıncaya kadar bilemeyiz. fakat burada kastedilen hangisinin artı ve hangisinin eksi olduğunun ölçüm yapılıncaya kadar belirsiz olması. yani bu bilgiyi sadece 'biz' bilmiyor değiliz. parçacıkların kendileri de bilmiyor. her iki durumu da süperpoze şekilde içeriyorlar.

    bu iki parçacıktan birini ölçtüğümüzde durumlardan birine sabitliyoruz ve böylece diğer parçacığın da durumunu öğrenmiş oluyoruz çünkü ölçtüğümüz parçacığın zıt spininde olması gerekiyor. dolanık parçacıklar kendi durumlarından birbirlerini haberdar ediyorlar.

    gelelim einstein'ın korkunç bulduğu noktaya. dolanık parçacıklar birbirlerinden örneğin 5 ışık yılı uzakta olsalar dahi kuantum mekaniğinin formüllerine göre birini gözlemleyerek konumunu sabitlediğimizde diğer parçacık anında bundan haberdar oluyor ve zıt spini alıyor. halbuki birbirlerinden 5 ışık yılı uzakta olmaları şu anlama gelir: aralarında ışık hızıyla bir haberleşme olsa dahi, bilginin iletilmesi için 5 yıl gerekir. evrende ışık hızının geçilemeyeceğini öngören görelilik kuramının yaratıcısı einstein için bu absürd sonucun tek bir açıklaması vardır: kuantum mekaniği eksiktir, tamamlanmamıştır, keşfedilmemiş gizli bir değişken olmalıdır. parçacıklar ışıktan daha hızlı şekilde haberleşemez, dahası zaten en başta konumlarında bir belirsizlik yoktur. olmaları gereken konum, yük, spin en baştan bellidir. tanrı zar atmaz.

    eldiven benzetmesi einstein'ın kuantum süperpozisyonu ve belirsizliğine karşı çıktığı durumu anlatır. bir çift eldiveni iki farklı kutuya koyup farklı kıtalara gönderirsek, kutuyu açtığımızda elimizde sağ teki varsa diğer kutudaki tekin sol olduğunu anlarız. ve biz bilmiyor olsak da daha en baştan bizim kutumuzda sağ tekin olduğu bellidir. eldivenler birbilerine mesaj falan göndermez.

    bohr ise tam tersini, iki parçacığın her iki durumu da eşzamanlı olarak süperpoze şekilde barındırdığını ve bunlardan birini ölçmemizin diğer parçacığı -yüzlerce ışık yılı uzaklıkta olsa dahi- etkilediğini savunuyordu.

    yıl 1964. teorik fizikçi john stewart bell, bell eşitsizliği adı verilen bir düşünce deneyi kurguladı. yıl 1967. john clauser, bell eşitsizliğini deneye döktü. aslında iki fizikçi de einstein'ın haklı olduğunu düşünüyordu. fakat sonuçlar, kuantum mekaniğinin tutarlı olduğunu, einstein'ın savunduğu gibi bir değişken olmadığını, parçacıkların bilgisinin en baştan belirli olmadığını kanıtladı. tanrı zar atmıştı.
  • kuantum dolanıklığı aşağıdakilerden hangisidir?

    1) iki eldivenim var. biri siyah biri beyaz. bu eldivenlerden birini kargoya verip amerika'ya yolladım. fakat bu eldivenlerden hangisini yolladığımı bilmiyorum. yollamış olduğum eldiven amerikaya varınca, bende kalan eldivene baktım. siyah olan bende kalmış. bu sayede anlık bir şekilde amerika'da olan eldivenin beyaz olduğu bilgisine eriştim.

    2) iki eldivenim var.ikisi de beyaz. bu eldivenlerden birini kargoya verip amerika'ya yolladım. yollamış olduğum eldiven amerika'ya varınca, bende kalan eldivenin içini siyaha boyadım ve anlık olarak amerika'da olan eldivenin de dışı siyaha kendiliğinden boyandı. ya da amerika'da olan eldivenin dışını biri siyaha boyadı. benim eldivenin de aynı anda içi siyaha boyandı.

    okuduğum kaynaklar ya bir ya da ikide ki gibi açıklamalar yapmışlar. ben kendimce böyle iki farklı yorum çıkarabildim. hangisi doğrudur uzmanlar açıklasın.
  • bir yere kadar anlayabildiğim, sonrasında motorun öksürüp kendini kapattığı konu.

    ama bu tür konuları tartışan insanlara bayılıyorum; çünkü biliyorsunuz ki küçük zekalar insanları, ortalamalar olayları, büyük zekalar ise kavramları tartışır. varsın benim kapasitem yetmesin, kuantumu kavrayamayayım. toplumda en azından birkaç kişi bunları doyumlu şekilde konuşuyor. tüm değişimler birkaç kişiyle başlar...
  • anlatılması zordur fakat en sade ve en kaba anlatımı "birbirleriyle iletişim halinde bağlı parçacıkların, mesafe ne kadar uzak olursa olsun anlık iletişim içinde olmasıdır." dolayısıyla ışık hızından da daha hızlı bir iletişim söz konusu.
  • kuantum dolanıklığının basit tanımı, "evrenin pikselleri olan temel parçacıklarının aralarına etkileşim doğması" şeklinde yapılabilir. bu öyle bir bağlantıdır ki, dolanık iki parçacığın aralarında ışık yılları kadar uzaklık olsa bile onlar etkileşimde kalmaktadırlar.

    dolanıklık, einstein'ın en fazla karşı çıktığı kuantum özelliğidir. ona "spooky action at a distance" demiş ve yanlış olduğunu kanıtlamak için uğraşıp durmuştur. ama dolanma reeldir ve deneysel ortamda kanıtlanmıştır. ancak hala da nasıl meydana geldiği meçhuldür.

    aralarında ışık yılları olan iki parçacığın birine bir şey yaptığınızda diğerinin de etkilenmesi, bu iki parçacığın anında haberleşmesi ile açıklanmaya çalışılır. haberleşmenin belirlenememe nedeni ise söz konusu iletişimin ışık hızını geçen hızda olmasına bağlanır. oysa einstein'ın ünlü denklemi e=mc^2 ye göre (özel görelilik yasasına göre) bilinmektedir ki ışık hızı bizim evrende (makrokozmosta) geçilemez.

    ancak eğer parçacıkların arasında bu çeşit bir iletişim varsa, bu durum "ışık hızı geçilmez" kanununun ilk violate edilmesi anlamına gelecektir. fizikçiler hala da bir "violate etme yoktur" derler; çünkü ışık hızı, makrokozmosta değil, mikrokozmosta (atomdan küçük varlıkların evreninde) geçilmektedir.

    bu anlatım işin pop kültür yanıdır. şimdi biraz bilimsel ortama girelim.

    kuantum uzayı (mikrokozmos) temel parçacıklarının "spin" diye bir özelliği vardır. spin, parçacık fiziğine yakın olmayan kişilere anlatılması biraz zor bir şeydir. bilimsel tanıma göre, parçacıkların angular momentumudur. angular momentuma ise kabaca “elektronun kendi çevresinde dönüşü ile meydana gelen yönü” diyebiliriz. her bir parçacıkta bu yön farklıdır. dolanıklıkta ise farklı parçacıkların spinleri paralelleşmektedir.

    dolanıklık aslında parçacıkların "manyetik momentlerinin" paralelleşmesi ile ilgilidir. manyetik momente "spinin manyetizması" veya "spinin neden olduğu manyetizme" ya da "parçacığın çekim gücü" diyebiliriz. manyetik moment yüzünden yükü olan tüm parçacıklar (örneğin elektronlar) manyetizma taşıyan minik mıknatıslardır! parçacıkların manyetizmasının kuvveti, manyetik momenti ile ölçülür.

    iki parçacığın manyetik momentleri ise paralelleşebilir… ve buna "manyetik rezonans" adı verilir.

    manyetik rezonans güncel yaşamda çoğumuzun yakından tanıdığı, hatta başına gelen bir olaydır. bu durumun yaşandığı yer ise nrı (nuclear resonance ımaging), yani emar çekimidir. mr aletinin işleme prensibi, nükleusun (atomlarımızın çekirdeklerinin) spinlerinin, mr aleti ile yollanan manyetik alanınkine paralelleştirilmesi esasına dayanır. biraz basitleştirelim: nükleusa güçlü bir manyetik alan yollanır ve spinler etkilenir. özetle; atomlarımızın manyetik spinleri, bir diğer alanın manyetizmasına kapılabilmektedirler.

    şimdi pseudo-science'a geçelim.

    elektronlar (temel parçacık oldukları için) dolanabilmektedirler… tamam. ancak anımsanmalıdır ki, insanlar da elektronlardan yapılılardır. daha önemlisi: dolanan "parçacıklar" olarak nitelenen unsurlar, elektronlar, fotonlar, nötrinolarla (temel parçacıklarla) sınırlı da değildir. bazı moleküller (fulleren, yani 60 karbon atomlu molekül) ve küçük elmaslar da dolanabilmektedir! (vikipedi)

    manyetizma adlı kavram "çekim" adlı fenomenle ilgilidir. peki; aşk "çekim" değilse nedir? aşk, paralelleşen spinlerin dolanması olabilir mi?

    eskiler "gönül ota da konar… topa da" demişler. aşk, dolanıklıksa, gönlün konduğu ot da olsa, top da, doğru kişidir; çünkü spinler hizalanabilmiştir bir kere. çok kişi "uygun değil" etiketini atayarak sevenleri ayırsa da onlar fizik kuralları gereği bağlı kalacaklardır.
  • kuantum dolaşıklığı ya da dolanıklığı, iki parçacık ayrılmaz bir şekilde birbirine bağlandığında meydana gelir ve birine ne olursa olsun, ne kadar uzak olduklarından bağımsız olarak diğerini hemen etkiler. bu nedenle einstein “uzaktan ürkütücü eylem” demiştir.

    iki benzer parçacık birbiriyle eş eşzamanlılığa sahiptir, bir an için etkileşim kuran iki elektron parçası ışık yılı uzaklıkta olsa dahi birbirlerini etkileyebilirler.

    görsel

    görüntüsü temmuz 2019'da açıklanmış makalenin ilk yazarı (bkz: paul-antoine moreau), bbc'ye görüntünün "doğanın temel bir özelliğinin zarif bir göstergesi" olduğunu söylemiştir.

    okurken arkada şu çalsın
  • ne yazık ki (diyorum çünkü daha içgüdüsel fizik bilgisine bunları yedirmek çok zor) çoklu dünyalar teorisi, bu durumun teorik açıklamalarından biridir. basit olarak anlatmak gerekirse şöyle ki;

    siz dolanık iki parçacıktan birini gönderdiniz galaksinin bir uzak köşesine. siz izlemediğiniz sırada bir "süper pozisyon" durumundalar yani bu cücükler aşağıya doğru ama aynı anda da yukarıya doğru dönüyorlar. diğer bir deyiş ve daha doğru bir anlatım ile "dönebilecekleri yönlerin her ihtimalini aynı anda gerçekleştiriyorlar". bulunabilecekleri her duruma aynı anda sahipler demek, içgüdüsel fizik algınızı biraz daha rahatlatabilir.

    diyelim ki siz, elinizdeki parçacığı ölçtünüz ve bu ihtimalleri tek bir ihtimal ile sınırlamış oldunuz (başlıkta bahsedilmiş zaten bu durumdan). elinizdeki parçacığın spin bilgisi, ölçümünüz sonucunda aşağı yönlü olarak çıktı, heaa dediniz o zaman uzaktaki yukarı dönüyor. evet bu kesin ama bunu da bir şekilde açıklamak gerekiyor çünkü fizikçiler der ki "evrenin bir bilgi taşıma hızı vardır ve bu hız aşılamaz." dolayısıyla bu parçacığın durumu belli olduğu "an" öbürünün de değişmesi kabul edilemez. bu bilgi, "parçacığın spini aşağı yönlü olarak teklendi" bilgisi maksimum ışık hızında diğer parçacığa gitmeli ve mesela arada 10 ışık yılı varsa, bize göre 10 yıl sonra diğer parçacık yukarı yönlü spin yapmalıdır ama öyle olmuyor. einstein'ı da korkutan şekilde bu olaylar anlık olarak gerçekleşiyor.

    (bkz: spooky action at a distance)

    dolayısıyla bu ve bunun gibi kuantum saçmalıkları anlamak için ortaya konan yorumlar var. bunlardan bir tanesi de "çoklu dünyalar" yorumu.

    ne diyor bu yorum, efendim siz elinizdeki parçacığı incelediğiniz ve misal aşağı spin yaptığını gördüğünüz an, diğer parçacığa bilgi falan gitmiyor. diğer parçacığın bundan haberi yok. olasılık bulutu da (dalga fonksiyonu) çökmüyor. her şey yerli yerinde çalışıyor ama yeni bir evren yaratmış oluyorsunuz. zaten kur-an da diyor ki biz yaratmaya sürekli devam edkfdjgdkg, şaka.

    siz ölçüm yaptığınız an sizin a evreniniz, birbirinden bağımsız b ve c evrenlerine bölünüyor ve b evrenindeki siz için parçacıklardan biri aşağı, diğeri yukarı spin yaparken, c evrenindeki siz için parçacıklardan biri yukarı, diğeri ise aşağı spin yapıyor. olasılıkların tamamı gerçekleşmeye devam ediyor fakat farklı evrenlerdeki siz, bu olasılıkları tek duruma düşmüş olarak gözlemliyorsunuz ve işin güzel tarafı, bu durumun anlık olmaması için hiçbir sebep yok çünkü bir bilgi taşıma işlemi yok ortada. incelediğiniz an bölünen evren sizin için de o an bölünüyor, galaksinin öbür ucundaki bir parçacık için de o an bölünüyor.

    ne kadar angut bir yaklaşım değil mi derseniz değil. bu yaklaşım, bir sorunu çözmek için inanılmaz karmaşık başka bir yöntem ve sayısız başka sorunu yaratması bakımından bilimin "ockham'ın usturası" yasasını öküz gibi ihlal ediyor olsa da, yine de olasılık fonksiyonunun çökmesi sorunu, çift yarık deneyi, gözlemci etkisi, einstein amcanın korkulu ruyası olan "spooky action at a distance" gibi bir çok sorunu cayır cayır elediği için, buna gönül vermeyen fizikçiler kadar, gönül vermiş fizikçiler de var.

    hatta ve hatta reversible computing teknolojisindeki gelişmeler sonrasında, bu kuantum dolanıklık üzerinden, çoklu dünya teorisinin "test edilebilir" olabileceğini düşünen önemli fizikçiler bile mevcut.

    yani biz daha "ulan bir şey nasıl hem aşağı, hem yukarı doğru dönebilir oğlum" sorusunun cevabını bünyeye yediremiyor iken, yakın gelecekte birileri çıkıp "arkadaşlar testleri yaptık, valla çoklu dünyalar teorisi doğru gibi" derse artık ne bok yeriz bilmiyorum.

    bu da böyle saçma sapan bir durum işte.
  • (bkz: dolanıklık)

    bilimsel bir bakış açısıyla değil, fakat kendi hâlinde, fakat bütün varlık tarihini göz önüne alan bir hayal gücüyle baktığımda, bu tip olguların, açıklanması zor deneyler, matematiksel operatörler ya da karmaşık denklemler tarafından, sadece olduğundan daha karmaşık gösterildiğini düşünüyorum. daha mütevazı ve evrensel bir ilkenin peşinde koşan kompleks kavramlar, o kavramlardan oluşan ilkeler ve o ilkelerden oluşan insani komedya.

    dolanıklık olgusunun etki alanının büyüklüğü düşünüldüğünde, bilim insanlarının düşüncelerinin, ilkel bir refleksle, uzayı en basit şekilde kat ederek aralarında milyarlarca ışık yılı uzaklık bulunan iki parçacığı eş kılabilecek sicim (bu terimin alternatifi olan "tel", söz konusu bilimsel model bağlamında biraz daha isabetli bir kullanımdır) benzeri yapılara kayması sürpriz olmaz (bkz: sicim teorisi). uzayın enginliğini, o enginliğe hükmeden yasaların basitliğinden ayırabilmek için, bence sadece insan olmak gerekir. dolanıklık ve o dolanıklığı ayrıştıran bakışlarıyla insan, daha başta, burada iş başında.

    günden güne bir çeşit teknoloji terminolojisine boğulan şu bilim haberciliğine gelince, evrenin sonsuz boşluğuna hükmederken insanlara heyecan veren temel prensiplerin yerini, peyderpey daha hızlı telefon ve bilgisayarların müjdesinin alması, bu haberciliğin eseri. bugün hafifmeşrep bir tonda, kuantumun ne olduğunu sormamızın ve cevap bekliyormuş gibi yapmamızın sebebi, biraz da dışarıda olup bitenlerin bize nasıl çevrildiğiyle ilgilidir. mesela sayesinde hiçbir pislik tortusunu kaçırmadığımız sosyal medyanın ve onun akademisinin yarattığı bir yanılsama olan, felsefenin eski bir güreş turnuvası olduğu düşüncesi, aslında temel bilimlerin temelinde yatan prensipleri anlayabilme ve anlatabilme hususunda demotivasyonal bir rol oynar.

    felsefe demişken, düşünün şimdi, evrendeki her şeyin başlangıçta bir olduğu gibi bir görüşe, bu bağlamdaki diğer tüm görüşlere olduğumuzdan daha yakınsak, a) dolanıklık gibi bir olgu gayet doğal olmaz mı? b) bu kabulle, söz konusu olguyu sağduyumuza sığdırmak adına küçültmüş mü oluruz? bu mantıktan öte, daha derin tanımlamalar yapacaksak eğer, bu, çok sofistike bir matematiksel formalizmi gerektirir. matematiğimiz, idare edecek derecede sofistike (kurt gödel'in anısına, ne kadar sofistike olursa artık), fakat bakışlarımıza derinlik katması gereken felsefi algımız oldukça sığ. yıllar önce izlediğim bir belgeselde, bir bilim insanı, insanın, yeterince iyi bakarsa bir gün kediler ve sandalyelerin, aynı dalga denkleminde iç içe geçtiğini görebileceğini söylüyordu. biz daha kedi gibi bir canlıyı, doğa denilen süperpozisyondan nasıl ayrı tutacağımızı bilmezken, bildiğimiz şey, kuantum dünyasında olasılıklar denizine attığımız bir tek bakışla, o denizi kurutabildiğimizden ibarettir. tanrı, tam olarak şahit olabildiğimiz bir evrende zar atmaz ve gerçeklik, olasılık dalgalarının üzerinde yükselir.

    en iyi bilimsel sorgulamalar, bize gerçekliğin göründüğünden farklı olduğunu söyler. insanlar, semboller yaratmayı sevdikleri gibi, nesneler "yaratmayı" da severler. dünya koca bir nesneler yığınıdır; nesneler dünyasında yaşarız ve nesnelerin dünyasını gözlemleyerek parçadan bütüne varmayı deneriz. şimdilik hiç kimse, nesnelerle olan ilişkimizin kavramsal, fiziksel ve metafiziksel doğasını tam olarak çözebilmiş değil. kendi evrenimizde, keşfedilmiş en karmaşık yapılardan biri olan insan beyninin karmaşıklığı, bir diğer karmaşık yapı olan evreninkine benzer (bkz: karmaşıklık). eğer bir gün bilinci tam anlamıyla anlayabileceğimiz bir noktaya gelirsek ilk önce beynin nasıl çalıştığını öğreneceğiz. çünkü beynin ilişkide olduğu her şey, ışık huzmelerinin çakışarak oluşturduğu kırınım desenindeki karanlık şeritler gibi, kendi dalgası üzerine çöküyor ve biz kendimizi o dalganın içindeki çok sayıda olasılıktan birinde, "gerçekleşmiş" buluyoruz. tıpkı kuantum dünyasını anlamaya çalıştığımızda, ölümcül bir öznellikle baş başa kalışımız gibi.

    özne, tıpkı düşünce gibi gayriihtiyari bir maddedir. yüzyıllar boyunca filozoflar, madde ve hiçliğin doğası konusunda kafa yormuşlar. artık şimdilerde felsefeden, ancak besmele çekerek bahsedebiliyoruz maalesef (mesela buralarda spinoza'nın adını bile anayım demeyin; maazallah lince uğramamanız bir olasılık bile değildir ki, gerçekliğe çökmeyi beklesin). çünkü şimdilerde felsefeyi yerin dibine sokmak, karşısına bilimi koyarak sözüm ona mantıklı ve sağduyulu davranmak moda (mantığın ne denli eksik; sağduyunun ise ne denli insani olduğunu görebilmemiz için, yazıyı keşfetmemizden sonra, 5500 yıl beklememiz gerekmişti). muzaffer bir dille felsefenin öldüğünü ilan eden stephen hawkingin de yanıldığı yer burasıdır. deneysel metafiziğin doruğunda olduğumuzu düşünürken daha yolu yarılamadığımızı görememişti.

    bu haklı olarak pejotratif parantezi kapatarak özneye dönersek, öznellik, gerçekliğe ilişkin görüşümüzü çarpıtan ya da ona doğrudan ulaşmamızı engelleyen bir kara delik gibi. tüm gerçekler transandantal bir şekilde oluşuyor ve öznel bir konumla gerçeklikleri bağlaşıyor. nesneden tecrübe edilen her şey, öznenin bünyesinde toplanıyor. tıpkı sinirsel uyarıların, sinir sistemimiz tarafından birçok farklı yolla genişletilip yok edilmesi gibi, öznemiz de bir şeyleri görebilmemiz ve anlayabilmemiz için, başka şeyleri görme ve anlama seçeneklerimizi feda etmemizi ister. sonuçta mümkün gördüklerimiz, nesneler dünyasında kalır (bkz: immanuel kant), (bkz: kendinde şeyin ulaşılmazlığı) ve (bkz: zihin felsefesi).

    popüler bilim bir süre aptallar-için-kuantumu dayayınca, bilsek de bilmesek de, çoğu kez elde bez, koşturuyoruz. bu tavrın nihai sonucu da, eninde sonunda hiçbir şeye çıkıyor. bakın, kuantumu anlamanın öbür yüzü, yabancılaşmaktır. kendi hayat bağınızı keser ve kendinden ayrı bir özne olursunuz. büyüleyici olan da budur. nefesinizi kesen, havasız bırakan bir evrenin içinden, sancıyan ve ölümlü diğer kendinize el sallarsınız.

    dünyayı atomlara indirgediğimiz andan itibaren, dünya sınırlı aynılıkların yeri olur. yani gerçekliğin yerini, bir gerçek yaratabilmek için birbirine muhtaç varlıklar kalır. fakat insan, büyük patlamadan itibaren, gövdesine sürtünmüş her şeydir ve ne yaşadığının hikâyesidir.
  • “dolanıklık kuantum mekaniğine özgü bir olgudur. kuantum fiziğine göre iki benzer parçacık birbiri ile eşzamanlılığa sahiptir. bu parçacıklar ayrı yerlerde birbirlerinden çok uzak mesafelerde olsalar dahi birinde olan bir durum diğerini de aynı şekilde etkiler.”

    (bkz: jim jarmusch)
    (bkz: only lovers left alive)
  • teorik olarak ışıktan daha ve hatta çok daha hızlı bilgi aktarımı yapmaktadır.
    aynı bilinci taşıyan, sınırsız sayıda kendi orjinal kopyalarını üretebilen ve hedefine ulaştığında, hedefe ulaşan elektronda tekrar birleşebilen teorik hareket.

    basitçe şöyle anlatabiliriz.
    bir labirenten çıkış aramak için milyarlarca kopyayla çıkışlara yönelip ilk çıkışa ulaşanda geri birleşip bilgiyi en hızlı şekilde aktarabilen sistem.
    ayrıca oluşan durumun teorik adı ışık hızı değil sıçrama.

    başka bir deyişle
    samanyolu galaksi'sinin bir ucundan diğer ucuna ışık hızında seyahat 100bin sene sürer.
    kuantum dolakınlığı ile, an meselesi.
hesabın var mı? giriş yap