• (bkz: dolanıklık)
  • (bkz: dolanıklık)

    bilimsel bir bakış açısıyla değil, fakat kendi hâlinde, fakat bütün varlık tarihini göz önüne alan bir hayal gücüyle baktığımda, bu tip olguların, açıklanması zor deneyler, matematiksel operatörler ya da karmaşık denklemler tarafından, sadece olduğundan daha karmaşık gösterildiğini düşünüyorum. daha mütevazı ve evrensel bir ilkenin peşinde koşan kompleks kavramlar, o kavramlardan oluşan ilkeler ve o ilkelerden oluşan insani komedya.

    dolanıklık olgusunun etki alanının büyüklüğü düşünüldüğünde, bilim insanlarının düşüncelerinin, ilkel bir refleksle, uzayı en basit şekilde kat ederek aralarında milyarlarca ışık yılı uzaklık bulunan iki parçacığı eş kılabilecek sicim (bu terimin alternatifi olan "tel", söz konusu bilimsel model bağlamında biraz daha isabetli bir kullanımdır) benzeri yapılara kayması sürpriz olmaz (bkz: sicim teorisi). uzayın enginliğini, o enginliğe hükmeden yasaların basitliğinden ayırabilmek için, bence sadece insan olmak gerekir. dolanıklık ve o dolanıklığı ayrıştıran bakışlarıyla insan, daha başta, burada iş başında.

    günden güne bir çeşit teknoloji terminolojisine boğulan şu bilim haberciliğine gelince, evrenin sonsuz boşluğuna hükmederken insanlara heyecan veren temel prensiplerin yerini, peyderpey daha hızlı telefon ve bilgisayarların müjdesinin alması, bu haberciliğin eseri. bugün hafifmeşrep bir tonda, kuantumun ne olduğunu sormamızın ve cevap bekliyormuş gibi yapmamızın sebebi, biraz da dışarıda olup bitenlerin bize nasıl çevrildiğiyle ilgilidir. mesela sayesinde hiçbir pislik tortusunu kaçırmadığımız sosyal medyanın ve onun akademisinin yarattığı bir yanılsama olan, felsefenin eski bir güreş turnuvası olduğu düşüncesi, aslında temel bilimlerin temelinde yatan prensipleri anlayabilme ve anlatabilme hususunda demotivasyonal bir rol oynar.

    felsefe demişken, düşünün şimdi, evrendeki her şeyin başlangıçta bir olduğu gibi bir görüşe, bu bağlamdaki diğer tüm görüşlere olduğumuzdan daha yakınsak, a) dolanıklık gibi bir olgu gayet doğal olmaz mı? b) bu kabulle, söz konusu olguyu sağduyumuza sığdırmak adına küçültmüş mü oluruz? bu mantıktan öte, daha derin tanımlamalar yapacaksak eğer, bu, çok sofistike bir matematiksel formalizmi gerektirir. matematiğimiz, idare edecek derecede sofistike (kurt gödel'in anısına, ne kadar sofistike olursa artık), fakat bakışlarımıza derinlik katması gereken felsefi algımız oldukça sığ. yıllar önce izlediğim bir belgeselde, bir bilim insanı, insanın, yeterince iyi bakarsa bir gün kediler ve sandalyelerin, aynı dalga denkleminde iç içe geçtiğini görebileceğini söylüyordu. biz daha kedi gibi bir canlıyı, doğa denilen süperpozisyondan nasıl ayrı tutacağımızı bilmezken, bildiğimiz şey, kuantum dünyasında olasılıklar denizine attığımız bir tek bakışla, o denizi kurutabildiğimizden ibarettir. tanrı, tam olarak şahit olabildiğimiz bir evrende zar atmaz ve gerçeklik, olasılık dalgalarının üzerinde yükselir.

    en iyi bilimsel sorgulamalar, bize gerçekliğin göründüğünden farklı olduğunu söyler. insanlar, semboller yaratmayı sevdikleri gibi, nesneler "yaratmayı" da severler. dünya koca bir nesneler yığınıdır; nesneler dünyasında yaşarız ve nesnelerin dünyasını gözlemleyerek parçadan bütüne varmayı deneriz. şimdilik hiç kimse, nesnelerle olan ilişkimizin kavramsal, fiziksel ve metafiziksel doğasını tam olarak çözebilmiş değil. kendi evrenimizde, keşfedilmiş en karmaşık yapılardan biri olan insan beyninin karmaşıklığı, bir diğer karmaşık yapı olan evreninkine benzer (bkz: karmaşıklık). eğer bir gün bilinci tam anlamıyla anlayabileceğimiz bir noktaya gelirsek ilk önce beynin nasıl çalıştığını öğreneceğiz. çünkü beynin ilişkide olduğu her şey, ışık huzmelerinin çakışarak oluşturduğu kırınım desenindeki karanlık şeritler gibi, kendi dalgası üzerine çöküyor ve biz kendimizi o dalganın içindeki çok sayıda olasılıktan birinde, "gerçekleşmiş" buluyoruz. tıpkı kuantum dünyasını anlamaya çalıştığımızda, ölümcül bir öznellikle baş başa kalışımız gibi.

    özne, tıpkı düşünce gibi gayriihtiyari bir maddedir. yüzyıllar boyunca filozoflar, madde ve hiçliğin doğası konusunda kafa yormuşlar. artık şimdilerde felsefeden, ancak besmele çekerek bahsedebiliyoruz maalesef (mesela buralarda spinoza'nın adını bile anayım demeyin; maazallah lince uğramamanız bir olasılık bile değildir ki, gerçekliğe çökmeyi beklesin). çünkü şimdilerde felsefeyi yerin dibine sokmak, karşısına bilimi koyarak sözüm ona mantıklı ve sağduyulu davranmak moda (mantığın ne denli eksik; sağduyunun ise ne denli insani olduğunu görebilmemiz için, yazıyı keşfetmemizden sonra, 5500 yıl beklememiz gerekmişti). muzaffer bir dille felsefenin öldüğünü ilan eden stephen hawkingin de yanıldığı yer burasıdır. deneysel metafiziğin doruğunda olduğumuzu düşünürken daha yolu yarılamadığımızı görememişti.

    bu haklı olarak pejotratif parantezi kapatarak özneye dönersek, öznellik, gerçekliğe ilişkin görüşümüzü çarpıtan ya da ona doğrudan ulaşmamızı engelleyen bir kara delik gibi. tüm gerçekler transandantal bir şekilde oluşuyor ve öznel bir konumla gerçeklikleri bağlaşıyor. nesneden tecrübe edilen her şey, öznenin bünyesinde toplanıyor. tıpkı sinirsel uyarıların, sinir sistemimiz tarafından birçok farklı yolla genişletilip yok edilmesi gibi, öznemiz de bir şeyleri görebilmemiz ve anlayabilmemiz için, başka şeyleri görme ve anlama seçeneklerimizi feda etmemizi ister. sonuçta mümkün gördüklerimiz, nesneler dünyasında kalır (bkz: immanuel kant), (bkz: kendinde şeyin ulaşılmazlığı) ve (bkz: zihin felsefesi).

    popüler bilim bir süre aptallar-için-kuantumu dayayınca, bilsek de bilmesek de, çoğu kez elde bez, koşturuyoruz. bu tavrın nihai sonucu da, eninde sonunda hiçbir şeye çıkıyor. bakın, kuantumu anlamanın öbür yüzü, yabancılaşmaktır. kendi hayat bağınızı keser ve kendinden ayrı bir özne olursunuz. büyüleyici olan da budur. nefesinizi kesen, havasız bırakan bir evrenin içinden, sancıyan ve ölümlü diğer kendinize el sallarsınız.

    dünyayı atomlara indirgediğimiz andan itibaren, dünya sınırlı aynılıkların yeri olur. yani gerçekliğin yerini, bir gerçek yaratabilmek için birbirine muhtaç varlıklar kalır. fakat insan, büyük patlamadan itibaren, gövdesine sürtünmüş her şeydir ve ne yaşadığının hikâyesidir.
  • kemal sunal'ın oynadığı iyi aile çocuğu filminin alt mesajıdır.
  • “dolanıklık kuantum mekaniğine özgü bir olgudur. kuantum fiziğine göre iki benzer parçacık birbiri ile eşzamanlılığa sahiptir. bu parçacıklar ayrı yerlerde birbirlerinden çok uzak mesafelerde olsalar dahi birinde olan bir durum diğerini de aynı şekilde etkiler.”

    (bkz: jim jarmusch)
    (bkz: only lovers left alive)
  • kuantum dolanıklığı aşağıdakilerden hangisidir?

    1) iki eldivenim var. biri siyah biri beyaz. bu eldivenlerden birini kargoya verip amerika'ya yolladım. fakat bu eldivenlerden hangisini yolladığımı bilmiyorum. yollamış olduğum eldiven amerikaya varınca, bende kalan eldivene baktım. siyah olan bende kalmış. bu sayede anlık bir şekilde amerika'da olan eldivenin beyaz olduğu bilgisine eriştim.

    2) iki eldivenim var.ikisi de beyaz. bu eldivenlerden birini kargoya verip amerika'ya yolladım. yollamış olduğum eldiven amerika'ya varınca, bende kalan eldivenin içini siyaha boyadım ve anlık olarak amerika'da olan eldivenin de dışı siyaha kendiliğinden boyandı. ya da amerika'da olan eldivenin dışını biri siyaha boyadı. benim eldivenin de aynı anda içi siyaha boyandı.

    okuduğum kaynaklar ya bir ya da ikide ki gibi açıklamalar yapmışlar. ben kendimce böyle iki farklı yorum çıkarabildim. hangisi doğrudur uzmanlar açıklasın.
  • ışıktan hızlı bilgi iletmiyor fakat kullanılarak şifreli mesajlar yollanabilir.
  • yıl 1927. brüksel'de yapılan beşinci solvay konferansı'nın konu başlığı 'elektronlar ve fotonlar'dır. bu konferansta einstein ve bohr arasında başlayan kuantum mekaniği tartışmaları bilim dünyasını bambaşka bir noktaya taşır.

    yıl 1935. albert einstein, boris podolsky ve nathan rosen bir düşünce deneyi hazırlarlar. yayınladıkları makale kuantum dolanıklığı ile ilgilidir. epr* paradoksu olarak da bilinen bu çalışmanın çok basitleştirilmiş bir anlatımı şu şekildedir:

    sıfır spinli bir parçacık ele alalım ve bunu ikiye ayıralım. elimizdeki yeni iki parçacık; toplam spinleri sıfır olması gerektiğinden birbirine zıttır. parçacıklardan biri saat yönünde dönüyorsa diğeri saat yönünün tersine dönüyordur. biri artı ise diğeri eksidir. biri yukarı kutupluysa diğeri aşağı kutupludur...

    kuantum fiziğine göre, bu iki parçacıktan hangisinin artı hangisinin eksi olduğunu ölçüm yapıncaya kadar bilemeyiz. fakat burada kastedilen hangisinin artı ve hangisinin eksi olduğunun ölçüm yapılıncaya kadar belirsiz olması. yani bu bilgiyi sadece 'biz' bilmiyor değiliz. parçacıkların kendileri de bilmiyor. her iki durumu da süperpoze şekilde içeriyorlar.

    bu iki parçacıktan birini ölçtüğümüzde durumlardan birine sabitliyoruz ve böylece diğer parçacığın da durumunu öğrenmiş oluyoruz çünkü ölçtüğümüz parçacığın zıt spininde olması gerekiyor. dolanık parçacıklar kendi durumlarından birbirlerini haberdar ediyorlar.

    gelelim einstein'ın korkunç bulduğu noktaya. dolanık parçacıklar birbirlerinden örneğin 5 ışık yılı uzakta olsalar dahi kuantum mekaniğinin formüllerine göre birini gözlemleyerek konumunu sabitlediğimizde diğer parçacık anında bundan haberdar oluyor ve zıt spini alıyor. halbuki birbirlerinden 5 ışık yılı uzakta olmaları şu anlama gelir: aralarında ışık hızıyla bir haberleşme olsa dahi, bilginin iletilmesi için 5 yıl gerekir. evrende ışık hızının geçilemeyeceğini öngören görelilik kuramının yaratıcısı einstein için bu absürd sonucun tek bir açıklaması vardır: kuantum mekaniği eksiktir, tamamlanmamıştır, keşfedilmemiş gizli bir değişken olmalıdır. parçacıklar ışıktan daha hızlı şekilde haberleşemez, dahası zaten en başta konumlarında bir belirsizlik yoktur. olmaları gereken konum, yük, spin en baştan bellidir. tanrı zar atmaz.

    eldiven benzetmesi einstein'ın kuantum süperpozisyonu ve belirsizliğine karşı çıktığı durumu anlatır. bir çift eldiveni iki farklı kutuya koyup farklı kıtalara gönderirsek, kutuyu açtığımızda elimizde sağ teki varsa diğer kutudaki tekin sol olduğunu anlarız. ve biz bilmiyor olsak da daha en baştan bizim kutumuzda sağ tekin olduğu bellidir. eldivenler birbilerine mesaj falan göndermez.

    bohr ise tam tersini, iki parçacığın her iki durumu da eşzamanlı olarak süperpoze şekilde barındırdığını ve bunlardan birini ölçmemizin diğer parçacığı -yüzlerce ışık yılı uzaklıkta olsa dahi- etkilediğini savunuyordu.

    yıl 1964. teorik fizikçi john stewart bell, bell eşitsizliği adı verilen bir düşünce deneyi kurguladı. yıl 1967. john clauser, bell eşitsizliğini deneye döktü. aslında iki fizikçi de einstein'ın haklı olduğunu düşünüyordu. fakat sonuçlar, kuantum mekaniğinin tutarlı olduğunu, einstein'ın savunduğu gibi bir değişken olmadığını, parçacıkların bilgisinin en baştan belirli olmadığını kanıtladı. tanrı zar atmıştı.
  • ilk kez glasgow üniversitesinden bir ekip tarafından fotoğrafla belgelenmiştir. makale, science advances dergisinde yayımlanmıştır. yayımlanma tarihini bilmiyorum.
  • [kuantum dolanıklığının ilk görseli https://www.sciencealert.com/…-quantum-entanglement]
hesabın var mı? giriş yap