• bütün iç mekan çekimlerini öğleden sonra 4 ile gece yarısı arasında gerçekleştirmiştir.
  • hala hollywood savas sahnelerinin bir cogu kurasawa'yi kopyalar. ozellikle suvari hucumlari. game of thrones battle of the bastards bunun cok bariz bir ornegi.
  • biz ekmeğe pepe derken, filmlerini çekmiş, atına binmiş ve gitmiş.
  • hareketi hikayeye dönüştüren en iyi yönetmen. tekniği ile ilgili şöyle bir video mevcut. dil tercihini cc kısmından yapabiliyorsunuz.
  • akira kurosawa sinemasının olmazsa olmaz beş özelliği..

    1. hareket, ışık ve renk

    resim eğitimi aldıktan sonra film endüstrisine giren akira kurosawa’nın sinemasını eşsiz kılan, hareket, ışık ve rengin kusursuz ahengidir. sanatını “bir rüya” olarak tasvir eden kurosawa, finansman bulamadığı için asla çekemeyeceğini düşündüğü kagemusha’yı (1980) ilk önce bir resim olarak hayal etmiştir. filmde, kralın dublörlüğünü üstlenen ve bu görevin yükü alında ezilmeye başlayan karakterin yaşadığı travma, yağlıboya tabloları hatırlatan bir rüya sahnesiyle tasvir edilir. rüya mekânında, bin bir farklı kıvrımı, bin bir farklı renkle boyayan kurosawa, dublörün yaşadığı kimlik krizinin eşsiz bir görsel karşılığını bulur.

    2. kamerayla kurgu

    birçok filmini kendi kurgulayan ve sinema yapma sebebinin kurgu olduğunu söyleyen kurosawa, kendine has bir görsel dil geliştirmiştir. kurosawa’nın, kadrajdaki bir öğeye kamera hareketi yerine jump cut’larla yaklaştığı kendine özgü bir anlatım tekniği vardır. öznenin uzamla kurduğu ilişkiyi görünür kılan bu yöntemin en çarpıcı örneklerinden biri rashômon’un (1950) açılış sahnesinde karşımıza çıkar. yıkık dökük bir tapınağa kesmelerle yaklaşan kurosawa, yağmurdan korunmak için tapınağa sığınmış iki karakterin duygu dünyasıyla mekânın ruhu arasında bir ilişki kurar.

    3. rüzgâr, ateş, su ve toprak

    doğanın unsurları, kurosawa için dışa vurulamayan duyguları tasvir etmek için bir araçtır. ran’da (1985), oğulları gözünün önünde birbirini yok ederken aklını kaybeden hidetora’nın deliliğini vadideki fırtına resmeder. yojimbo’da (1961) ise intikam ateşiyle yanıp tutuşan unosuke’nin öfkesi, arkasındaki binayı saran alevlerde beden bulur. samuray devrinin yok olmaya yüz tuttuğu bir dönemi ele alan yedi samuray’ın sonunda ise kendini feda eden samuraylar adeta yağmur ve çamurla hemhâl olup doğaya karışırlar.

    4. kimliksiz samuray

    kurosawa en çok samurayların hikâyelerini anlatmıştır. japon geleneğini ve erdemini temsil eden samuraylar kimliksiz ve aidiyetsiz fedailerdir. iç savaş esnasında köylüleri korumak için canlarını ortaya koyan samuraylar, yükselen tüccar sınıfının henüz iktidarı ele geçirmediği bir çağda nefes alan son kahramanlardır. yojimbo, yedi samuray ile beraber kurosawa’nın samuraylara saygı duruşunda bulunduğu en önemli filmlerdendir. bir kasabada birbirine rakip iki hırslı grup arasında kalan samuray yojimbo’nun hüzünlü hikâyesi masumiyet çağının yok oluşunun simgesi gibidir.

    5. kaos

    filmlerinde karakterlerin, doğanın ve nesnelerin hareketleri arasındaki karmaşık ilişkiye odaklanan kurosawa, adeta kaosun anatomisini çıkarır. yıkım üzerine kurulu medeniyetin içine düştüğü şiddet sarmalının trajik bir portresini çizer. kral lear’dan macbeth’e, shakespeare trajedilerinden esinlenerek çektiği filmler, trajedinin kültürler arasındaki sınırları yok edişinin kanıtı gibidir. dünya, kimi zaman cehennemin ta kendisidir kurosawa filmlerinde. fakat kurosawa insandan vazgeçmemiştir. umut, yanıp kül olmuş şatoların, üst üste yığılmış cesetlerin, yerle bir olmuş şehirlerin arasından sızmaya devam etmektedir.
    ---
    (bkz: ali deniz şensöz)
    (alıntı: altyazı sinema dergisi)
  • adına kendi çekim tarzında oynayabileceğiniz ghost of tsushima adında oyun olan efsanevi film adamı.
  • öncelikle bu girdiye başlamamak için mevcut olan tüm -şahsımca geçerli- sebepleri bir kenara koyarak yazmaya koyulduğumu belirtmek istiyorum. insanın en sevdiği isimlerden ve şeylerden bahsetmek konusunda güçlük çekmesi, düşünce ve duygularını ifade edebilecek kelimeleri bir türlü yerlerinden çekip çıkaramaması -ki kendisi olsa bunu belki bir salıncakta yüzünde hafif bir tebessümle sallanan bir adamı göstererek, belki koca bir kapının ardından kucağında bir bebek ile ayrılan bir oduncuya ses vererek başarırdı, bilemem- ilk adımı atmasının önünde büyük bir etken oluyor. bu sebepten biraz dağınık bir içeriğe doğru yol alıyoruz belli ki.

    kurosawa… evet. bu ismi anmak, tıpkı filmlerindeki karakterler gibi insanın pek çok duygudan geçip gitmesine sebep oluveriyor. en azından benim için işler böyle yürüyor. ancak kurosawa dediğimizde birden fazla isimden de bahsetmek lazım geliyor. nitekim akira'nın akira kurosawa olmasında en büyük etkiye sahip etmenleri teşkil ediyorlar.

    ilk durağımız, yine aynı soydan gelen (ah, benim canım) heigo kurosawa. akira'nın dışarıya karşı onu koruyup kollayan, baş başa kaldıklarında ise bizimkini itelemekten, ona gıcıklık yapmaktan geri durmayan; hırsları ve tutkuları olan ve en önemlisi de akira'nın tersine tutkularının peşinden gitmeye korkmayan ve büyük yaşayan ağabey. her ne kadar sanat ile meşguliyet kurosawa ailesi için yeni bir meşguliyet olmasa da sinema ile ilgilenen ilk kurosawa da akira olmuyor. bizim ağabey heigo, vakti zamanında japonya'daki sessiz filmlerde benşilik görevi icra ediyor. bu benşiler, sessiz sinemaya katılımlarıyla bir anlatım ve ruh getiriyor da diyebiliriz. ancak heigo, özellikle çağdaşlarının arasından öyle bir sıyrılıyor ki kendisine özel bir hayran kitlesi dahi oluşuyor. bu sıralarda bizim akira, daha çok resim sanatıyla falan ilgileniyor. ancak zaman içerisinde başından geçen birtakım olaylar ve ailesinin de maddi anlamda çok bir şey vaadedemeyişi yüzünden yağlı boyaya değil, karakalem çalışmalara yoğunlaşmak durumunda kalıyor. neyse efendim, aileden biraz daha uzaklaşıp da döneme daha genel bir pencereden bakacak olursak sesin sinemaya girmesiyle beraber yavaş yavaş benşilik mesleği tehlikeye girmeye başlıyor. her ne kadar az evvel de söylediğimiz gibi heigo'nun kendine özel bir kitlesi oluşmuş olsa da o da bu duruma fazla dayanamıyor ve işinden oluyor. ailenin tutkulu üyesi heigo, düşüncelerinin ve ideallerinin peşinden gitmek konusunda oldukça istekli bir profil çiziyor ve benşilik mesleğini korumak için dönemin protesto ve eylemlerine katılıyor; yetmiyor burada da öne çıkan bir isim haline geliyor. ancak ne yazık ki uğruna savaştığı hiçbir şeyi kurtaramayan heigo, zaten genel anlamda sahip olduğu depresif ve intihara meyilli kişiliğinin de etkisiyle aşığıyla beraber intihar ediyor. şimdi elimizde çok sevdiği; çocukluğu boyunca kendisini koruyup kollayan, onu sonrasında bir tür takıntısı haline getireceği rus edebiyatıyla ve esasında kitaplarla tanıştıran, tutkulu bir ağabeyin ölümüne şahitlik eden bir akira kurosawa var.

    diğer yandan hazır perspektifimizi biraz daha genişletmişken dönemin japonya'sında meydana gelen iki büyük felaketten bahsetmek gerek. bunlardan birisi 1923'te meydana gelen tokyo depremi. diğeri ise 1945 bombalamaları oluyor. tarihsel açıdan bakıldığında heigo'nun ölümünden önce meydana gelen bu iki olay ve heigo'nun ölümü, esasında kurosawa'yı öyle etkiler ki yansımalarını filmlerinde yakalamak çok kolay olur. bu kısma sonradan geleceğiz.

    her ne kadar heigo'dan çıkıp akira'ya gelemiyor oluşum bende bir miktar vicdan azabı yaratıyor olsa da heigo'nun yaşamına son vermemesi gibi bir senaryoda yaşanabilecekleri de merak etmiyor değilim. ağabeyinin yanında tutkuları daha sönük kalan (ve bir noktada -başıma bir iş gelecekse de- kendisini her devrin adamı olmaya meyilli olmakla suçlayacağım) akira'da da tutkuların yansımalarını görmek mümkün. buradan hemen kendisinin izlediğim ilk filmine geleyim:(bkz: raşomon).

    yabancı: hepimizin unutmak istediği bazı şeyler var. bu yüzden hikayeler anlatır dururuz. böylesi daha kolay gelir.



    rahip: ah ne korkunç! insanlar birbirine güvenmezse bu dünya cehenneme döner.
    yabancı: haklısın. dünya bir nevi cehennem zaten.
    rahip: hayır! benim insanlara inancım var. dünyanın cehenneme dönmesini istemiyorum.
    yabancı: bunları haykırmanın bir faydası yok. bir düşünsene. şu üçüne bir bak. hangisinin hikayesi daha inandırıcı geliyor sana?
    oduncu: bilmiyorum.
    yabancı: görüyorsun ya, insanın işine akıl sır ermez.

    herkesin işine kimse karışamaz hedesini bir kenara iteleyecek olursak raşomon'u izleyip de beğenmeyen kimse çıkmayacaktır. ha çıkarsa da gidip baby driver falan izlemeye devam edebilir. raşomon'u bu kadar güçlü kılan özelliği nedir peki? ayyyy ay!! buradan da japon edebiyatının en başarılı isimlerinden birisine uğramamız gerekecek (bkz: ryunosuke akutagawa). bu genç adam, döneminin edebiyat çevrelerinde büyük ses getirir ve önemli eserlere imza atar. kendisinden etkilenen isimler arasında bizim akira kurosawa da vardır. hatta yönetmenin en bilinen ve sevilen bu eseri, akutagawa'nın raşomon ve çalılıklar arasında adlı iki hikayesinin bir araya getirilip, yeniden yaratılarak beyaz perdeye uyarlanmış versiyonudur. tabii, akira kurosawa bazı temel ekleme ve çıkarmalar yaparak eserin kendisine has versiyonunu oluşturmayı başarır. (buraya bir not: akutagawa'nın malum eserinin müthiş bir türkçe tercümesi olmakla beraber okuyacak herkese özellikle cehennem tablosu'nu da öneririm, hatta gelin üzerine konuşalım… tutkularının peşinden sürüklenirken harap olmayı göze alan insanların cesareti bana hep etkileyici gelmiştir, belki de kendimdeki eksik yanı temsil ettiklerindendir, kim bilir.) (hatta akutagawa da genç yaşında intihar ederek yaşamına son verir, tıpkı heigo gibi. hatta ikisinin ölümündeki ortak noktalardan bir tanesi aynı ilaç şirketinin ilacını alarak intihar etmiş olmalarıdır.) her ne kadar tutkulu olmak konusunda (bana göre) ağabeyinin ardında kaldığını düşünsem de akira raşomon konusunda çılgınca bir fikre kapılır ve malum kapıyı dilediği gibi yaptırabilmek için filme ayrılan bütün bütçeyi kullanıverir. (haaayyyydaaaa… evet.)

    diğer yandan gizem ve suç başlıkları altına sınıflandırılan bu film, bana daha çok gerilim-korku türünden bir eser izlenimi yaratmıştı. özellikle de haneke'nin dillere destan human nature is evil tadındaki funny games'ini izlerken gerildiğimden daha fazla gerildiğimi hatırlıyorum film sırasında. --- spoiler ---

    (bunun için köşedeki divana uzanmama gerek yok tabii, nitekim bu biraz da bireysel hassasiyetlerimizle alakalı ve bambaşka bir konu olacak ama funny games, insana hiçbir zaman mutlu sonu vaadetmez, hatta bunun beklentisine giremezsiniz bile. bu mutlu son beklentisi, iki gençten birinin çocuğu vurdukları sahnede dudaklarından dökülen “yanlış kişiyi vurdun, artık onlardan alacak bir şeyimiz kalmadı” minvalindeki çıkışından sonra tamamen yiter gider.
    --- spoiler --- oysa raşomon'da işler pek de öyle ilerlemez. tüm kötülüklerin ve yitirilmişliklerin arasında güneş doğar ve bir bebek bulunuverir. ve oduncunun o bebeği kucaklamasıyla beraber insanın doğasının iyi olduğuna yeniden inanmak istersiniz ve bunu yapması için içten içe yönetmene yalvarırsınız. eğer raşomon, izlediğim ilk kurosawa filmi olmasaydı, sonu konusunda bu kadar gerilmeyebilirdim ki kurosawa demek biraz da iç ısıtan ya da en azından umut aşılayan sonlar demek.

    gerçeğin göreceliğinden, insanın hatıralarının yaratıcılığı doğrultusunda şekillenebileceğinden; bilinçli itirafların aldatmayaca gebeliğinden; kısacası raşomon'dan çıkıp yola bir diğer şaheser ile devam edelim. (bkz: ikiru) gerçi edelim etmesine ya, bu konuda kelimeleri doğru bir şekilde toparlayıp toparlayamayacağımdan dahi emin değilim. watanabe amcanım başına gelenler beni öyle üzüyor ki. buradan yola çıkarsam schopenhauer'in, nietzsche'nin falan hep yaşamı dolu dolu yaşamak üzerine söylediklerine kadar giderim de neyse. ikiru'da kalalım.

    - bunca yıldır ben ne uğruna yaşadım?

    evet… sert bir soru. ama daha sert bir alıntıya daha yer verelim hemen şimdi:

    - başımıza gelen talihsizlikler bize gerçeği gösterir. kanserin aslında kendi hayatına dışarıdan bakmanı sağladı. insanoğlu maymun iştahlı ve yüzeyseldir. hayatın ne kadar güzel bir şey olduğunu ise ölümle burun buruna gelene kadar fark etmeyiz bile. hatta ölüm döşeğinde dahi bunu fark etmeyen insan sayısı o kadar çoktur ki. en beteri de ölene kadar hayatı hiç yaşamamış olmaktır.

    (ben galiba ağlayacağım. çünkü ağlamadan ikiru'dan bahsetmek pek mümkün görünmüyor. kendi gerçekliğimizden baktığımızda karşımızda ilmek ilmek işlenen başarılı bir senaryo buluyoruz evet. diğer yandan izledikçe watanabe amcamızın kendisine ve çevresine sorduğu soruları kendi hayatımıza dönüp de yine kendimize sormamamız işten bile değil. şimdi burada hangimiz hayatımızı tam olarak yaşıyor; potansiyellerimizi ortaya çıkarıyor; duygularımızın ve düşüncelerimizin farkına varmaya ve farkında kalmaya çalışıyor; maddi dünyanın üzerimizde yarattığı geçici arzu ve düşkünlüklerden sıyrılıp gerçekten mutluluğu ya da huzuru inşa etme cüretini gösterebiliyoruz sorularını sormayacağım. çünkü oradan çıkamayacak kadar kendi zihnimin içindeki sorulara amatör olduğumu biliyorum. o yüzden siz iyisi mi filmi izleyin ve kendi sorularınızla kendi başınızı döndürüp, kendi omuzlarınızdan tutup kendi kendizini şöyle bir sarsın bakalım hangi taşlar dökülecek eteklerinizden de biraz daha huzurlu ve belki de ne istediğini bilen pencereden bakabileceksiniz hayatlarınıza.

    ikiru'ya doğru gerçekleştirmek istediğim bu başarısız çıkarmadan sonra drunken angel'a, ran'a, seven samurai'ya, bad sleeps well'e, throne of blood'a ve idiot'a gelmek isterdim ama yukarıdaki sorulardan sonra ne enerjim kaldı ne de işin içinden çıkabileceğime dair inancım. duygularım karmakarışık. ancak değinmeden de geçemeyeceğim bir iki noktadan bahsedeceğim. hatırlayacağımız üzere heigo'nun sessiz sinemaya sesin gelmesiyle benşilik işinden olduğunu ve bunun da onun depresif kişiliğinin de etkisiyle yaşamına son vermesiyle son bulduğunu anlatmıştık. işte, sinemaya ses geldikten sonra çeşitli şirketler bu durumu kendisine iş alanı olarak benimsemeye başlar ve teknolojiyi bir adım sonraya taşımak ister. bunlardan bir tanesi de gazeteye bünyesinde çalıştıracak yardımcı yönetmenler aradıkları ilanını açan pcl'dir. kurosawa bu ilana başvurur ve mevcut japon sinemasının problemleri nelerdir gibi genel bir soruya verdiği yanıttan sonra kendisi de çok şaşıracağı üzere işe kabul edilir. aradan uzunca bir süre geçtikten sonra ilk renkli filmini çeker akira kurosawa. (bkz: dodeskaden) ancak film muazzam bir başarısızlığa uğrar ve akira kurosawa intihar girişiminde bulunur. pek çoğu bu girişimin kurosawa'nın filminin başarısız oluşundan kaynaklandığını söyler. ancak belki de bu girişimin esas sebebi akira kurosawa'nın siyah beyaz sinemaya, geçmişine, benşi ağabeyine ihanet etmiş gibi hissetmesidir, kiiiim bilir. (anderer'e katılıyorum.)

    ay benim kurosawa konusunda bahsedecek daha çok şeyim var ama düşündükçe içinden geçtiğim duygu silsilesi garipleşiyor ve kuvvetleniyor. o sebepten burada bırakıyorum. ancak kurosawa'nın filmlerine ve esasında yaşamına etki eden isimler bu kadar değil tabii. nitekim burada hayasaka'dan, uekusa keinosuke'dan, dostoyevski'den, yamamoto'dan ve abbas kiarüstemi'den bahsetmek gerek ama gelin görün ki…

    dipnot: kurosawa'yı anlamak için okuma yapmak isteyenlere de ryunosuke akutagawa'nın raşomon, paul anderer'in kurosawa'nın raşomon'u adlı eserleri ve genel olarak kurosawa'nın kendisi tavsiye olunur tabii. sevgiler.
  • akira kurosawa (1910-1998) japon yönetmen. sadece japon sinemasının değil, uzak doğunun ve tüm sinema tarihinin yetiştirdiği en iyi yönetmenlerden biri olarak kabul edilen kurosava, raşomon, yedi samuray, dersu uzala ve ran gibi birçok başyapıta imzasını atmıştır.
    sinema alanında “imparator olarak anılan kurosawa sinemaya birçok yenilik kazandırmıştır.
    bunlar;
    1- doğa olaylarını sıkça kullanan kurosawa, çoğu sahnede arka plana doğa olaylarını yerleştirmiştir. rüzgar, yağmur, su akıntısı ve benzeri görseller kullanmış. ses konusunda da yine su damlamasına kadar önem vermiştir.fakat kurosawa’nın en etkili kullandığı unsur yağmurdur. izleyicinin kendisini daha romantize hissetmesini sağlayıp, filme olan bağlılığı arttırır.
    2- kurosawa’nın en çok kullandığı unsurlardan birisi de büyük kalabalıklardır. insan kitlesini bu kadar büyük gösterince, kalabalık her duyguyu yüksek hissettirir. iyi bir tepki planı için dört kişi yeterlidir. kurosawa zamanı geldiğinde yirmi beş bazen yüz kişi kullanarak bu kalabalık duygusunu aşılamıştır.
    3- kurosawa abartılı sahne ve karakteristik çalışmaları sık kullanmıştır. karakter belirgin jestler ve mimikler kullanır. mesela sinirli ise, volta atar, öfkeli olduğunda ayağa fırlar, utandığında yere çöker. karakterlere belirli jest ve mimik yüklenmesi de onların film boyunca karıştırılmamasına ve belirginleşmesine yol açar.
    4- kamera hareketleri konusunda da önemli çalışmaları bulunan kurosawa, duygu yüklemek ve sahnenin genele geçişi konusunda uzaklaşan karaktere odaklamak yerine genele kadrajlar. kamera hareketlerinin başı,ortası ve sonu bulunur. kendi başına hikaye anlatan kamera hareketleri vardır.
    5- wipe(kesme /geçiş) hareketleri çok önemli bir katkıdır. star wars serisinde kullanılan sahne giriş çıkış odaklarının mucidi kurosawadır. filme akıcılık katan bu harket kesmeleride kolaylaştırmıştır. kesmeler anlaşılmaz hale gelmiş izleyicinin odağı dağılmamıştır.
  • geleneksel hafta sonu kedigen tematik gece sinema kuşağımda bu hafta akira kurosawa'nın izlemediğim filmlerini ağırladım. eşsiz bir deneyim yaşamama neden olan, düşüncelerimin kalıplarının dışına bir nebze de çıkmasını sağlayan, ruh halimi biraz da olsun değiştiren, günümü görsel, işitsel ve duygusal bir ziyafete dönüştüren yönetmen. filmleriyle ilgili, izleme sırasına göre naçizane görüş ve alıntılarım;

    (bkz: rashomon/@kedigen)
    (bkz: dersu uzala/@kedigen)
    (bkz: tsubaki sanjuro/@kedigen)
    (bkz: akahige/@kedigen)
    (bkz: nora inu/@kedigen)
  • ikiru (yaşamak), akira kurosawa'nın ivan ilyiç'in ölümü'nden esinlenerek çektiği 1952 yapımı bir film.

    "örneğin, bir robert bresson hangi türü kullanırdı? hiçbirini. bresson, bresson'dur. o, başlı başına bir tür zaten. antonioni, fellini, bergman, kurosawa*, bunuel, son tahlilde, yalnızca kendileriyle özdeştirler. ya chaplin? chaplin yoksa sinemada komediyi mi temsil etmektedir? hayır, o, chaplin'dir, eşi bir daha bulunmaz bir fenomen, işte o kadar. 'tür' kavramından dondurucu bir soğuk yayılmaktadır." andrey tarkovski - die versiegelte zeit

    (bkz: ikiru/@ibisile)
hesabın var mı? giriş yap