• dünya şampiyonu olduğu sıralarda wilhelm steinitz'den garry kasparov'a kadar kendisinden önce "dünya şampiyonu" unvanını taşımış oyuncular hakkında geniş bir röportaj vermiş büyükusta. bu röportajı temel alarak kramnik'in gözünden ilk 13 dünya şampiyonuna şöyle bir bakalım:

    ************************************************************************************************
    1. wilhelm steinitz [deneyci wilhelm] (1886–1894)

    steinitz, çok karmaşık bir oyun olmasına rağmen satrançta genel prensiplerin olduğunu ilk fark eden isimdi. steinitz'ten önce oyuncular sadece belli başlı tekil konuları anlayabilmişti. örneğin philidor* "piyonlar satrancın ruhudur." tezini savunuyordu.

    19. yüzyılın oyuncuları ve steinitz hakkında izlenimlerim aslında tam net değil biraz bölük pörçük. o yüzden daha çok oyunlarını incelemem sonucu oluşan görüşlerimi aktarmak istiyorum. steinitz, çigorin* ve lasker* arasındaki maçları oldukça dikkatli inceledim.

    steinitz; meselelere geniş bir perspektiften bakmaya, bireysel çıkarımlar yapabilmek için temel prensipler aramaya başladı. ama açık konuşmak gerekirse oyunlarında verdiği pek çok kararın aslında kendi kurallarıyla pek de bağdaşmadığını görmekteyiz. steinitz, bazı fikirleri keşfetme yolundaydı ama meselenin özüne inmekten oldukça uzaktı.

    sanırım oyun dinamikleri konusunda o kadar iyi değildi, hatta dinamikler onun zayıf noktasıydı. bundan dolayı çigorin karşısında sürekli siyah taşlarla kötü konumlarda kalıyordu. örneğin evans gambitinde piyonu kabul edip daha sonra tüm taşlarını sekizinci yataya geri çekebiliyordu.

    açıkçası ben böyle bir konumda masayı terk etmeyi tercih ederim fakat ne var ki maçın 1., 15. ve 17. oyunlarında bu konum 3 kez oluştu ve steinitz bu oyunlardan toplam 1.5 puan çıkardı! üstelik bir kez de kazandı. oysa bu konum siyah için tamamen umutsuzdur.

    steinitz kuvvetli bir pratik oyuncusuydu. etkileyici ve özgün fikirlere sahipti. örneğin şahın kuvvetli bir taş olduğunu ve kendini tek başına savunabileceğini söylerdi. tabii ki fikir özgün ve bazı durumlarda da doğru ama bunun temel bir satranç prensibi olduğunu söyleyemeyiz.

    steinitz'ten önce satranç sadece bir oyundu ve o satrancı çalışmaya başladı. ama pek çok kez karşılaştığımız üzere bu ilk deneme çok da başarılı olmamıştı. ilk dünya şampiyonuna duyduğum saygıya rağmen onu herhangi bir satranç öğretisinin babası olarak göremem. deneyci bir insandı ve satrançta üzerine çalışılması gereken bazı paternlerin olduğunu gösterdi.

    ************************************************************************************************
    2. emanuel lasker [esnek* emanuel] (1894–1921)

    benim görüşüme göre lasker, modern satrancın öncüsüdür. steinitz'in oyunlarına baktığınızda size 19. yüzyıl hissiyatı verir fakat lasker'in pek çok oyunu günümüzde de hâlen oynanabilecek oyunlardır. lasker, mücadelenin farklı yönlerinin hesaba katıldığı "global" satranç zincirinin ilk halkasıdır. steinitz yalnızca bir tane pozisyonel element üzerinde dururdu. mesela daha iyi bir piyon yapısına ve şah atağına sahipse sonuca götüren kesin bir avantajının olduğuna inanırdı. lasker, öte yandan, pozisyonu dengeleyen farklı bileşenlerin olduğunu anlıyordu. oyunda farklı şekillerde ve değişebilir avantajların – taktik avantaj, stratejik avantaja dönüşebilir ya da tam tersi – olduğunu fark eden ilk kişiydi.

    bana kalırsa lasker, steinitz'ten çok daha güçlü bir oyuncuydu. rövanş maçı zaten bir kenara, 1894 dünya şampiyonası'nın bile oldukça tek taraflı olması bu durumu yeterince anlatıyor.

    maçlar âdeta farklı seviyelerdeki oyuncuların mücadelesi şeklinde gözüküyor. günümüz kriterlerinde konuşursak bir tarafta 2700 ratingli* bir oyuncu var, diğer tarafta 2400'lük bir oyuncu. dolayısıyla lasker, rakibini tam anlamıyla tarumar etti. bu maç beni derinlemesine etkilemiştir. steinitz'in büyük bir satranç oyuncusu olduğunu biliyordum ama daha sonra maçtaki oyunları gördüm, steinitz resmen paramparça olmuştu. dürüst olmak gerekirse bu durum beni şoke etti. bir dünya şampiyonası maçında iki taraf arasında bu derece bir seviye farkı daha önce görmemiştim. dünya şampiyonluğu maçı değil de simültane gösteri maçıydı sanki! belki steinitz o dönem zirvesinde değildi ama zirve seviyesinden de o kadar düşmemişti, hâlen turnuvalarda iyi sonuçlar alıyordu.

    lasker, satrançta genel geçer pek çok şeyi anlayabilmiş çok büyük bir figür. yakın bir zamanda oyunlarını tekrar inceledim ve hayran oldum: kendi zamanına göre inanılmayacak derecede engin bir satranç bilgisine sahip. lasker; oyun içi mücadelenin psikolojik yönlerinin önemini ilk fark edip bunu kendi avantajına kullanan, aynı zamanda karşısındaki rakibe göre stratejisini hatta oyun stilini değiştirebilen ilk oyuncuydu. diğer taraftan steinitz yalnızca tek bir anlayışa bağlı kalmıştı: ona göre bazı şeyler her zaman doğruydu, diğer şeyler ise her zaman yanlıştı.

    lasker o dönem anlaşılması oldukça karmaşık olan "satrancın; net ve belirli bir 'doğru' ve 'yanlış' oynama şeklini sahip olmayan, oldukça kompleks bir oyun olduğu" gerçeğini kavramıştı. bu oyunu farklı şekillerde oynayabilirsiniz. lasker, katı olmayan son derece esnek bir oyuncuydu. hatta onun bu nitelikteki ilk oyuncu olduğunu bile söyleyebilirim. "merkezi ele geçirmişsen iyidir, ele geçiremediysen kötüdür" gibi sınırlı kalıplar içerisine sıkışıp kalmamıştı. bu, satranç düşünce yapısında ileriye atılmış büyük bir adımdı.

    bana göre lasker unvanı steinitz'ten devraldığı dönemde diğer oyunculardan o kadar üstündü ki tarihte hiç kimse kendi dönemindeki diğer satranççılara böylesine bir üstünlük sağlamamıştı. yeni jenerasyon yetişene kadar ya da tarrasch* gibiler oyunlarını ciddi bir şekilde geliştirebilene kadar lasker diğer herkesten kat be kat iyiydi.

    – tarrasch'ın lasker'den 6 yaş büyük olduğunu hesaba katarsak onu "yeni jenerasyon" olarak değerlendirmek pek mümkün değil. (muhabir, kramnik'in ifadesini yanlış anlıyor)

    tarrasch; sonraki yıllarda güçlenen, oyununda geç ilerleme kaydetmiş bir oyuncu. lasker'in steinitz ile oynadığı yıllarda tarrasch'ın oyunundan pek de etkilenmemiştim açıkçası.

    – tarrasch lasker'i genç bir yeniyetme* olarak görüyordu zira tarrasch'ın "almanya'nın satranç hocası" olarak kabul edildiği yıllarda lasker daha ortada yoktu. steinitz, tarrasch ile maç yapmak istemiş ancak bu teklifi geri çevrilmişti.

    tarrasch, benim üzerimde o kadar da güçlü bir oyuncu izlenimi bırakmadı. orijinal fikirleri vardı ama o da dönemin diğer oyuncuları gibi oldukça katı ve belli temel öğretiler içerisine saplanıp kalmış bir oyuncuydu. lasker ise öyle değildi ve anlaşılan o ki bu sayede öne çıkan isim de o oldu.

    – lasker 1894'te dünya şampiyonu oldu fakat meşhur 1895 hastings turnuvası'nı pillsbury* kazanmış, çigorin 2. olurken lasker ancak 3. olabilmişti. lasker'in güçlü rakipleri vardı...

    buna karşı çıkacak değilim. bu oldukça kişisel bir değerlendirme ancak 1890'lı yılların başında lasker'in oyununun derinliği, kapsamı ve gücü emsallerinin çok önündeydi. bu dönem 2–3 yıllık kısa bir dönemdi ve diğerleri de görünüşe göre ondan öğrenerek aradaki bu farkı kapatmaya başladılar.

    yine de lasker'e hak ettiği değerin verilmediğini* düşünüyorum. steinitz'in muhteşem bir stratejist, lasker'in ise sadece bir psikolog olduğunu söyleyen masallar var... ben bu masalların yok olup gitmesini istiyorum.

    – bu arada pek çok kişi lasker'in, başarılarını rakibi üzerindeki "psikolojik" etkisine bağlayan insanlarla aynı fikirde olmadığını bilmez. lasker, "benim başarılarım her şeyden önce rakibin taşlarının gücünü anlamak üzerine kuruludur, rakibimin karakterini anlamak üzerine değil." demiştir.

    belli kalıplara bağlı kalmayan, esnek oyun anlayışının; lasker'in satrancı dönemdaşlarına oranla daha derin bir şekilde anlayabilmesine yardımcı olduğunu düşünüyorum. satrançtaki dogmalara karşı çıktı. diğer herkes onun, bunu sadece rakibini rahatsız etmek için yaptığını düşünüyordu fakat lasker bu dogmaların sanıldığı kadar çürütülemez şeyler olmadığını biliyordu. bu noktada lasker'in capablanca karşısında yaptığı ünlü f4–f5 hamlesini hatırlayalım.

    konum (maçta 11. hamlelerin ardından oluşan bu konumda lasker f5 oynuyor)

    lasker, e5 karesini kullanmasının zor olduğunu dolayısıyla da bu karenin güçsüzleştirilebileceğini anlamıştı. ama herkes "psikolojik yaklaşım"dan bahsedip duruyor. bu, psikolojiyle ilgili değil. lasker, şimdilerde otomatik bir şekilde yapılan çok derin bir konsepti ortaya çıkardı: e5 karesini ver ama c8'deki filin önünü kapat. bunu diğer herkesten daha önce ve daha derin bir şekilde kavramıştı. bunun psikolojiyle bir ilgisi yok. lasker'in oldukça derin bir pozisyonel anlayışı vardı.

    tabii ki değerli rakipleri de vardı. rubinstein'i* unutmayalım; son derece yetenekli, fantastik bir oyuncuydu. satrançtaki pek çok şeyi iyi bilen, dünya şampiyonu olmayı hak eden bir isimdi. satranç tahtası üzerinde zaman zaman şaheserler yaratabilen, zamanının çok ötesinde bir oyuncuydu. bunu görebilmek için en iyi oyunlarına bakmak yeterli. neden unvanı almak için bir şans elde edemediğini anlayamıyorum. belki çok gergin oluyordu ya da yeterli çalışma disiplinine sahip değildi fakat muazzam bir yeteneği vardı.

    lasker dünya şampiyonu unvanını 27 sene elinde tuttu. gerçekten satranç tarihinin en önde gelen figürlerinden biriydi fakat bununla birlikte o dönemde şampiyonluk için unvan maçına çıkmayı hak eden pek çok oyuncu bu şansa erişemiyordu maalesef. hatta bazen en çok hak edenler bile.

    ************************************************************************************************
    3. josé raúl capablanca [dahi josé raúl] (1921–1927)

    capablanca gerçekten bir dahiydi. hiçbir kurala sığdırılamayacak bir istisna. ama capablanca'nın satrançta herhangi bir şeyi ileri götürdüğünü söyleyemem. böyle bir insan her dönemde (20. ya da 19. yüzyılın ortasında mesela) ortaya çıkabilir: morphy'de* olduğu gibi. capablanca oyunun ahengini tam bir ustalıkla anlıyordu. küçükken onun "satrancın esasları" kitabını çok severdim çünkü önemli kuralları basit, kısa ve açık bir şekilde formüle edebilmişti. (ne var ki şimdi kitapta belirttiği tüm kuralların doğru olduğunu düşünmüyorum.)

    ne yazık ki çok çalışmayla desteklenemeyecek doğuştan gelen benzersiz bir yeteneği vardı. teorik olarak konuşursak capablanca'nın alehin* veya lasker kadar çalışması hâlinde çok daha başarılı olabileceğini iddia edebiliriz. ama bana kalırsa bunlar bir arada bulunması mümkün olmayan* şeyler: yoğun çalışma capablanca'nın sahip olduğu yeteneğe ters bir şeydi. onun için gerekli de değildi. capablanca, müziği âdeta kendiliğinden bestelenen mozart* ile mukayese edilebilir. capablanca ile ilgili bazen onun kendisinin bile herhangi bir hamleyi neden oynadığını bilmediği şeklinde bir izlenim oluşur. o sadece elleriyle taşların yerini değiştirirdi. eğer çok çalışsaydı oyunu daha kötüye gidebilirdi çünkü o zaman hamle yaparken düşünmek durumunda kalırdı. capablanca'nın ise hiçbir şey düşünmeye ihtiyacı yoktu, o sadece taşları hareket ettirmeliydi!

    insanlar alehin'e yenildiğini çünkü yeterince çalışmadığını söylüyor. capablanca çalışmayarak kendi adına doğru olanı yaptı. aksi halde özel yeteneğinin bir bölümünü kaybederdi. capablanca çok özel bir oyuncuydu.

    1921 yılında lasker'i yendi. bu arada lasker bu maçı o kadar kötü oynamadı, pratik gücü hâlâ yerindeydi. bana göre bu maç; iki oyuncunun da çok kuvvetli oynadığı, adının hakkını veren ilk dünya şampiyonluğu maçıdır. capablanca daha gençti, daha enerjikti ve biraz daha kuvvetliydi. son oyunda lasker çok büyük bir hata yaptı ama onun öncesinde eşit, ilginç ve zorlu bir mücadele vardı.

    lasker'in daha önce oynadığı unvan maçlarında ya lasker'in büyük bir dominasyonu vardı ya da schlechter maçında* olduğu gibi pek çok hata. ama capablanca – lasker maçında sadece birkaç hata vardı ve oyunlar son derece ciddiydi. lasker muhteşemdi, capablanca ise doğuştan bir dahi. doğrusunu söylemek gerekirse alehin'in onu yenebilmiş olması gerçekten inanılmaz.

    ************************************************************************************************
    4. alexander alekhine [dinamik alehin] (1927–1935, 1937–1946†)

    – alehin'in çalışkanlığının, çaba ve gayretlerinin yardımıyla capablanca'yı yendiği söylenir.

    ve aynı zamanda karakteri, arzusu... tabii ki alehin de büyük bir yetenekti. bununla beraber capablanca'yı nasıl yenebildiğini açıklamak kolay değil. belki de kaderinde vardı. kasparov'a* katılıyorum: capablanca, mücadelenin yoğunluğuna ve baskıya dayanamamıştı. lasker karşısında capablanca saldırıyor, lasker de savunuyordu. her ne kadar lasker arada dişlerini gösterse de temelde savunma yapıyordu. alehin ise baskıya dayanmakla kalmıyor, baskı altında parlıyor üstüne bir de kendisi rakibine baskı uyguluyordu. çok büyük ihtimalle capablanca bu muazzam zihinsel baskıya dayanamadı. turnuvalarda çok rahat oynuyordu: berabere yapmak, yeteneği sayesinde oyunlar kazanmak, dinlenmek, şarap içmek – tatlı hayat! ve birden böylesine güçlü bir baskı. maç çok uzundu, oyunlar ciddi ve çok mücadeleciydi. alehin, her maçta şampiyona sürekli sorun çıkarmaya çalışıyordu.

    – alehin gerçekten modern anlamda açılışları inceleyen, açılış hazırlayan ilk oyuncu muydu?

    alehin müthiş çalışkan bir insandır. stratejik bir yeteneği vardı, oyunun dinamikleri güçlü bir şekilde hisseden ilk kişiydi. lasker de bunun önemini anlamaya başlamıştı ama onun oyun stili dinamiklere dayanan bir stil değildi – oynarken bazen dinamikleri hatırlıyor, zaman zaman da uyguluyordu. ama alehin dinamikleri temel alarak oynuyordu, hatta ana silahı buydu. ve belki de bu yaklaşımın mucidiydi. gösterdi ki konumsal prensipleri gözeterek oyunu dinamik çerçevelerde götürmek mümkündü: çok uzun vadeli üstünlük aramadan, ilk hamleden itibaren bir ağ örerek, her hamlede tehdit yaparak ve saldırarak oynamak.

    – 1920'lerin sonunda ve 1930'ların başında alehin diğerlerini çok geride bırakmıştı. rakiplerinden vaktiyle lasker'in olduğu kadar önde miydi?

    bana kalırsa bu durum, o yıllarda meydanın biraz boş kalmasından kaynaklanıyor. capablanca sık oynamıyordu: alehin'in oldukça üstün bir şekilde kazandığı turnuvalarda ne capablanca ne de lasker vardı. botvinnik* ve keres* daha yeterince güçlenmemişti, "eskiler" de artık zirvelerinden uzaktaydılar. alehin kesinlikle olağanüstü bir oyuncu ama üstünlüğünün bana göre bu gerçeklerle de alakası var. bu turnuvalarda capablanca maçında oynadığından farklı bir şey göstermedi bana sorarsanız. tabii ki alehin oyun stilini zenginleştirdi, tecrübe kazandı ama yeni bir şey sunduğunu söyleyemem. neden capablanca maçından önce diğerlerine büyük bir fark atmadı da maçtan sonra böyle bir üstünlük sağladı? dürüst olmak gerekirse bunun için herhangi bir satrançsal sebep göremiyorum. euwe maçı* da bunu açıkça gösterdi.

    ************************************************************************************************
    5. max euwe [evrensel* euwe] (1935–1937)

    euwe çok iyi bir oyuncuydu. botvinnik'in çok yönlü bir hazırlık sistemi bulduğu söylenir ama bana kalırsa bunu ilk yapan kişi euwe'dir. euwe, açılış çalışmanın önemini kavramıştı ve açılışlara mükemmel bir şekilde hazırlanırdı. ayrıca açılışlarda nasıl yeni fikirler geliştirileceğini, yeni açılışların hangi yönde devam ettirilmesi gerektiğini çok iyi bir şekilde anlıyordu. alehin her ne kadar çok çalışıyor olsa da en önemli oyunlarda bile blöf yapıyor ve şüpheli açılışları defalarca oynuyordu. bu beni oldukça şaşırtmıştı. demek ki ya bu açılışların şüpheli olduğunu kabul etmiyor ya da her türlü rakibinden daha iyi oynayacağını düşünüyordu. euwe'nin açılış hazırlığı oldukça sağlam ve mantıklıydı. açılışlarda oldukça kuvvetli olduğunu söyleyebilirim.

    – ayrıca euwe, flohr* gibi diğer oyuncuları kendi sekundantı olarak tayin eden ilk oyuncudur.

    euwe'nin yaklaşımı oldukça yetkin ve profesyoneldi. yeterli bir çok yönlülüğe sahip olsa da somut bir oyun stili yoktu dolayısıyla kendisini değerlendirmek oldukça zor. euwe'nin biraz hafife alınmasını* da buna bağlıyorum. çok akılda kalıcı bir oyunu yok ve oyun stili üzerine çalışmak, stilinin esaslarını kavramak oldukça zor. kapsamlı bir oyunu vardı. kendimin bile onun stilini tamamen anladığını söyleyemem. ana planı çeşitli kombinezonlar oluşturmaktı belki de. ayrıca iyi bir sinir sistemi ve hayata sağlıklı bir yaklaşımı vardı. sakin ve dengeli bir adamdı. bütün bunlar dünya şampiyonu olmasına yardımcı oldu. euwe bu unvanı sonuna kadar hak etmiştir. alehin'e karşı kazandığı maç normal bir maçtı.

    evet, alehin maç sırasında kondisyonunu biraz kaybetmişti. ama bütün maç boyunca durum böyle değildi. özellikle ilk oyunlarda çok iyi oynamıştı. dolayısıyla alehin'in maça kötü hazırlandığını söyleyemeyiz. fakat bir noktadan sonra euwe'nin kendisinden daha iyi oynamaya başlamasıyla alehin'in içinde bir şeyler koptu ve kırıldı alehin. kendisini içkiye verdi biraz... oyunu etkileyen pek çok faktör vardır: psikoloji gibi. alehin'in kaybetmesinin nedeni formda olmaması değildi. euwe açılışlarda alehin'i tam olarak köşeye sıkıştırmadı belki ama tansiyonu hep yüksek tuttu. capablanca açılışlarda savunma yapardı alehin'e karşı ama euwe açılışlarda alehin'le başa baş bir mücadele sergiliyor ve genelde de bu mücadelelerden galip çıkıyordu. mesela slav savunmasında siyahlarla da beyazlarla da üstünlük sağlamıştı alehin'e karşı.

    1937'deki rövanş maçı hakkında yazılmış bir kitap okumuştum. bu maç da çok yakın geçmişti. çoğu kişi alehin'in kolayca kazanarak unvanı geri aldığını düşünüyor: ilk maçı kendini içkiye vermiş olduğu için kaybettiğini daha sonra içkiyi bırakıp maçı rahatça kazandığını mesela. bu tamamıyla yanlış. iki unvan maçı arasındaki zaman diliminde aralarında oynanan maçlara baktığımızda euwe'nin alehin'e karşı 3–1'lik üstünlüğü olduğunu, alehin kısa bir süre içinde içkiyi bırakmasına rağmen euwe'nin alehin'e karşı kazanmayı sürdürdüğünü görüyoruz. rövanş maçı da ilk maçta olduğu gibi dengeliydi ama bu sefer "kırılan" ve üst üste oyunlar kaybeden taraf euwe idi. peki euwe'ye bu sefer ne olmuştu? ben her şeyin bir nedeni olduğuna inanırım. belki de dünya şampiyonluğu unvanının baskısı ona ağır gelmişti ve euwe bunu kaldıramamıştı. yine de alehin'in rövanş maçını çok kolay kazandığı mitinin ortadan kalkması gerekiyor.

    ************************************************************************************************
    6. mihail botvinnik [kavramsal mihail] (1948–1957, 1958–1960, 1961–1963)

    – ve şimdi mihail botvinnik'e sıra geldi. kişisel olarak tanıdığın ilk dünya şampiyonu.

    botvinnik kesinlikle satrançta yeni bir çağ açtı. onu; satrançtaki ilk gerçek profesyonel, sonucun sadece satranç yeteneğine bağlı olmadığını anlayan ilk insan olarak adlandırabilirim. turnuvalara sadece açılışlarla değil, uyku düzeni ve fiziksel egzersizlerle birlikte komple olarak hazırlanan ilk oyuncuydu. bu konuda kesinlikle bir öncüydü.

    alehin – euwe arasındaki maçta yaşananları okumak bir çok günümüz satranç oyuncusuna garip gelebilir: oyunların ertelenmesi, bir oyuncunun içki içmesi, diğerinin oyunun başlamasından hemen önce bir iş toplantısının olması.. böyle şeyler botvinnik'te asla olmazdı.

    ama ilginçtir, botvinnik oldukça istikrarsız bir oyuncuydu. en iyi partileri gerçekten çok yüksek bir seviyede olsa da bazı partileri tam anlamıyla felakettir. nedenini bilmiyorum. bende hep böyle bir sıkıntı, bir zorluk çekerek oynadığı izlenimi bırakmıştı; her partide varını yoğunu ortaya koyuyordu. bu muazzam gerginlik kendisini zaman zaman olumsuz etkiliyor ve çok kötü bir oyun oynamasına neden oluyordu. üstelik "demirden adam" olarak adlandırılmasına rağmen.

    – bu başarısızlıklar botvinnik gençken mi oldu yoksa oynamaya çok uzun aralar verdiği ileriki yıllarında mı oldu?

    bunun her zaman olduğunu düşünüyorum. sadece turnuvadaki başarısızlıktan bahsetmiyorum (bunlar da oldu), ama turnuva haricinde oynadığı oyunlarında da çok kötü performanslarını görüyoruz. dünya şampiyonluğu maçlarında bile bazı oyunlarda âdeta dağılmış ve paramparça olmuştur. nedenini bilmiyorum. sadece genelde botvinnik hakkında atlanan bir şeye dikkat çekmek istedim. her neyse oynadığı muhteşem oyunların sayısını düşünürsek bu durum o kadar da önemli değil. botvinnik satrançtaki pek çok kavramı ilk kez ortaya çıkaran kişidir.

    – bazı rakipleri ondan daha yetenekli olsa da botvinnik'in karakterinden ve kararlılığından ötürü kazandığı şeklinde bir görüş var.

    buna bir ölçüde katılabilirim. diğer yandan yetenek, satrancın diğer özelliklerinden ayrı bir olgu olarak ortaya çıkmaz. yetenek, tarif edilmesi zor bir kavramdır. pek bir başarı elde edememiş bazı oyuncular hakkında aslında çok yetenekli oldukları söylenir. böyle bir durum gerçekten de vardır. ama satrançta yetenek, başarı için gerekli olan unsurlardan yalnızca bir tanesidir. aynı diğer spor ve etkinliklerde olduğu gibi. mesela "karakter"den öyle çok daha önemli bir unsur olmayabilir belki de yetenek. bu yüzden "yetenekli bir oyuncuydu ama zayıf bir kişiliği olduğu için başarılı olamadı." gibi ifadeler pek bir anlam ifade etmez. muhtemelen botvinnik, capablanca kadar yetenekli değildi fakat irade, kararlılık, hazırlıklı olma gibi alanlarda müthiş bir seviyedeydi ve bunu başarmak hiç kolay bir iş değildir. o, bu alanlarda bir dehaydı. bu yüzden yukarıda yeteneği ve bazı performansları hakkında söylediklerimin hiçbiri botvinnik'in bir satranççı olarak değerini azaltmaz, efsanesine zarar vermez. çünkü potansiyel bir şeydir, potansiyelini açığa çıkarmak ise bambaşka bir şey. bana göre botvinnik bir satranç dehası olmasa da botvinnik'in satranç kariyeri, tam olarak bir dehanın kariyeridir .

    – sadece satranç açısından bakarsak botvinnik, öncüllerine kıyasla bir adım ileri attı mı?

    botvinnik birçok kavramsal düşünce öne sürdü. ama bununla birlikte – kulağa ne kadar hakaret gibi gelirse gelsin – satrancı ilerlettiğini, oyuna büyük bir yenilik getirdiğini düşünmüyorum. ama oyuna hazırlık açısından katkısı büyüktür. bununla birlikte turnuva ya da oyunlara hazırlığın satrancın içsel bir unsuru olup olmadığı kişiden kişiye değişir. bana göre hazırlık oyunun bir parçasıdır. ve eğer botvinnik'i capablanca ile karşılaştırırsak – ki capablanca çok daha yetenekliydi, dahi bir oyuncuydu – botvinnik satranca çok daha fazla katkı sağlamıştır.

    – peki satrancın "babası"* botvinnik, genç volodya kramnik üzerinde nasıl bir etki bıraktı?

    çok çok iyi. botvinnik'in satranç dünyasında tartışmalı bir figür olduğunu biliyorum, pek çok meslektaşının onu sevmemek için haklı gerekçeleri var. birçok farklı görüş duydum ama bunlar hakkında yorum yapmak istemiyorum. sorudan tamamen kaçmak amacında değilim fakat o dönemde yaşamadım ve anlatılan olayları kendi gözlerimle görmedim. bu yüzden bu konu hakkında "kayda değer" bir yorum yapmam güç. botvinnik'i yaşamının son yıllarında tanıdım ve bende çok hoş bir izlenim bıraktı.

    botvinnik hakkında bana garip gelen bir gerçeği de vurgulamak istiyorum: inançları ve doğası arasında bir tutarsızlık vardı. botvinnik tam bir komünistti; bu meseleleri enine boyuna düşündüğü ve komünist ideallere gerçekten inandığı barizdi. öte yandan oldukça entelektüel bir adamdı, kendisinde devrim sonrası rusya'sıyla hiçbir ortak noktası olmayan bir petersburg profesörünün tavır ve davranışları vardı. aynı anda hem böyle ateşli ve coşkulu bir komünist olup hem de gerçek bir entelektüel olabilmesi benim için hâlâ bir bilmecedir. bu tutarsızlık kafamı karıştırıyor. çünkü sovyet entelijansiyası, yazısız bir kural olarak, komünist ideallere sadece şeklen bir saygı göstermişti.

    botvinnik'in çok kesin ve çok kararlı bir yapısı vardı, onun gücü bunda gizliydi. bana kişiliği gereği böylesine katı ve kararlı olmak zorundaymış gibi geliyor. ama bu durum diğer insanlarla olan ilişkilerine zarar verdi. bu yüzden pek çok kişiyle sürtüşme yaşadı ve pek çok insanla ters düştü.

    ************************************************************************************************
    7. vasily smyslov [ince işçi vasili] (1957–1958)

    – 7. dünya şampiyonu vasili vasiliyeviç smyslov nasıl tanımlanabilir?

    tam olarak nasıl söyleyeyim... satrançtaki gerçektir! smyslov, çok doğal bir oyun stiliyle oldukça doğru ve net oynayan bir satranççıdır. neden tal* veya capablanca'da olduğu gibi mistik bir aura yoktur onun etrafında? çünkü smyslov bir satranç sanatçısı değildir; oyun tarzında sanatsallık yoktur, şaşırtıcı değildir. ama ben onun stilini çok severim. satrancı öğrenmek isteyen çocuklara en önce onun partilerini çalışmalarını öneririm. çünkü oynaması gerektiği şekilde oynar; varsayılan satranç "gerçeği"ne en yakın oyun tarzı, onunkidir. her pozisyonda en güçlü hamleyi oynamaya çalışmıştır ve muhtemelen oransal olarak oynadığı o konum için en güçlü hamle sayısı, diğer birçok dünya şampiyonundan çok çok daha fazladır. bir profesyonel olarak bu özelliğinden dolayı smyslov'u çok severim. amatörlerin yapılan hatalarla, inişlerle, çıkışlarla daha çok ilgilendiğinin farkındayım. ama tamamen profesyonel bir bakış açısıyla değerlendirdiğimizde smyslov'a hak ettiği değerin hiç verilmediğini düşünüyorum.

    smyslov, oyununun bütün yönlerini çok yüksek bir düzeye çıkarmıştır. oyun sonlarında müthiştir ve bazen bütün oyunu tam bir ahenk içinde su gibi akar. partilerini incelediğinizde sanki elin kendiliğinden oynadığını, partinin kendi kendine aktığını hissedersiniz. sanki smyslov da o sırada bütün olayın dışında kahvesini içip gazetesini okumaktadır! bir mozart eserinin akışı gibi! ne bir çaba ne bir sıkıntı, her şey basit fakat aynı zamanda muhteşem de. bu yüzden smyslov'u ve partilerini çok severim.

    – smyslov ve botvinnik birbirlerine karşı, içerisinde üç farklı dünya şampiyonluğu unvan maçını da bulunduran, yaklaşık 100 kadar oyun oynadılar. bu oyunlar bugünkü standartlara göre yüksek kalitede midir?

    evet, bunlar yüksek kalitede oyunlardır. bazı hatalar vardır elbette, çünkü maçlar uzundu. ama genelde partiler çok yüksek seviyede oynanmıştır. ara ara kaba hatalar* olsa da bunların genel kaliteyi çok etkilediğini söyleyemem. oynanan hamlelerin ortalama gücüne baktığımızda çok yüksek olduğunu görüyoruz.

    – rakipler sence birbirine denk miydi?

    satranca yaklaşımları çok farklı olsa da genel olarak denk güçlerin mücadelesiydi. smyslov'un dünya şampiyonu unvanını uzun süre elinde tutamaması yazık olmuştur çünkü gerçekten olağanüstü bir satranççıydı. 63 yaşındayken dünya şampiyonluğu adaylar turnuvasında final oynamıştır! bu bile başlı başına smyslov'un en üst seviyede bir satranççı olduğunu göstermek açısından yeterlidir. enerjik bir oyun tarzı olan satranççılar o yaşta böyle bir seviyede oynayamaz. smyslov'un oyunu enerjiye, baskıya ya da kendi karakterine dayanmıyordu; o satrancı derinden anlamış bir oyuncuydu. botvinnik dünya şampiyonluğu unvanını elinde uzun süre tuttu belki ama onun bile oyunu, bütün muazzam yeteneklerine rağmen 60'ına yaklaşırken zayıflamıştı. bu konuda smyslov kimseyle karşılaştırılamaz.

    şampiyonluk unvanını elinde fazla tutamamış olması belki de bu unvanı çok da fazla istememiş olmasından kaynaklanmıştır. vasili vasiliyeviç, fıtratı gereği, bu unvanı çok da önemseyecek bir insan gibi gelmiyor bana. belli koşullar altında smyslov, 15 yıl kadar dünya şampiyonu olarak kalabilirdi.

    – peki smyslov, öncülleri gibi mi oynadı?

    hayır, o kendi satrancını oynadı. konumsal oyunun ustasıydı ve konumsal anlamda öncüllerinden çok daha üstündü. açılış ve taktikte de iyiydi ama sadece iyiydi, daha fazlası değil. smyslov'un öyle anlaşılması zor düşünceleri yoktu fakat düşüncelerini satranç tahtasında milim milim, ince ince, nakış gibi işleyerek gerçekleştirirdi. bu yüzden olabilecek en yüksek saflıkta, tertemiz oynayan ilk satranç oyuncusu olarak adlandırılabilir. bir anlamda smyslov; sonraları karpov'un* büyük bir ustalıkla geliştirdiği, "kısa varyantların müthiş bir hassasiyet ve kesinlikle hesaplanarak konumsal baskının aşamalı olarak arttırılması" esasına dayanan oyun tarzının kurucusudur.

    ************************************************************************************************
    8. mihail tal [uzaylı mihail] (1960–1961)

    tal hakkında çok az şey biliyorum ama onunla birkaç kez oynayabildiğim için kendimi şanslı sayıyorum. 1990 yılında moskova'da düzenlenen kuvvetli bir açık turnuvaya katılmıştı. onun adına üzülmüştüm çünkü berbat görünüyordu. asıl turnuvada karşı karşıya gelmedik fakat organizatörler boş günlerin birinde rapid* ve blitz* turnuvası ayarladılar.

    – peki, neler oldu?

    blitzde berabere kaldık, rapid oyununda ise kazanmayı başardım. bir taş fedası yaptı, sonra karşılığında pek bir telafi* alamadığı bir feda daha yaptı. maçı pek ciddiye almamıştı, sadece dinleniyor, zevk için oynuyordu. bu yüzden sonucun pek bir anlamı yoktu. konsantre olduğu zamanlarda ise hâlâ iyi oyunlar çıkarıyordu. özellikle blitz turnuvasında iyi bir performans gösterdi: 2. sırayı paylaşmıştık. o zamanlar 15 yaşındaydım oyunum o kadar güçlü değildi ama kıvrak bir zekâm vardı. blitz turnuvasının kadrosu da oldukça güçlüydü: 10 büyükusta*, 1 uluslararası usta* ve ben, fide ustası.*

    tal ile olan maçımızda yaşanan bir an geldi aklıma. oldukça komplike ve aşağı yukarı eşit bir pozisyonda ikimizin de yaklaşık 30 saniyelik bir süresi kalmıştı. hamlemi yaptıktan sonra rakibimin ilk anda pek göze çarpmayan ince bir taktiği ile karşı karşıya olduğumu fark ettim. çok az zaman vardı ve hamleleri ellerimizle yapıyorduk! tal hemen bulduğu bu taktiği uygulamaya koyuldu ve ben oldukça kötü bir konumda kaldım. etkilendiğimi söyleyemem; sonuçta karşımdaki adam, her ne kadar ölümüne hasta da olsa, tal idi. en üst kalibrede olmayan bir oyuncu böylesi taktik olanakları klasik oyunda bile bulamazdı. fakat sürenin bitmesine yakın, sürekli şah çekebileceğim bir paternin bulunduğu bir konum oluştuğu için* maç berabere bitti.

    tal gerçek bir satranç dâhisi, bir yıldızdı. anladığım kadarıyla hiçbir hırsı yoktu. her şeyden önce zevk için oynar, oyunun tadını çıkarmaya bakardı. bu hiç profesyonelce bir yaklaşım değil ama allah vergisi öylesine bir yeteneği vardı ki böyle amatörce bir yaklaşımla bile dünya şampiyonu olmayı başardı.

    çocukken tal'ın oyunlarının çoğunu inceleyemedim. daha önce de belirttiğim gibi yaşadığım kasabada birkaç satranç kitabı ancak bulunuyordu. ilerleyen dönemde oyunlarını analiz etme fırsatım oldu. şunu diyebilirim ki herkes onu taktik oyuncusu olarak saysa da tal çok güçlü bir pozisyon oyuncusuydu. evet, gerçekten de muhteşem bir taktik yeteneği vardı ama aynı zamanda, bu kalibredeki her oyuncu gibi, çok yönlü bir oyuncuydu. 70'lerin sonu ve 80'lerin başında ikinci bir başarı dalgası yakaladı. bu dönemde oldukça katı bir konumsal satranç oynayarak bir sürü pozisyonel oyun kazandı.

    – karpov'la beraber çalışmasının neticesinde bu sonucun gerçekleştiği söyleniyor.

    sanmam. elbette karpov'la çalışmasının tal'a belli açılardan yararı olmuştur çünkü bu durum tal'ı satranç haricindeki diğer zevklerinden alıkoymuş, onların yerine kendini tamamen satranca vermesini sağlamıştı. yine de ben karpov'la çalışmasının bunun arkasındaki tek sebep olduğunu düşünmüyorum. tal hem muhteşem hem de çok yönlü bir oyuncuydu. tabii ki satranca olan yaklaşımı kariyerinde önemli bir rol oynadı. eğer kendisinde botvinnik'in karakteri olsaydı yenilmesi imkânsız bir oyuncu olurdu.

    – belki de bir kişi bu özelliklerin ikisine birden sahip olamıyordur?

    haklısınız. bu da üzerinde konuşulmaya değer bir başka önemli konu: her satranç oyuncusunun bir zayıf noktası vardır. güçlü olduğunuz yanlarınız, bir ölçüde başka bir alanda zayıf noktalarınızın olmasına neden oluyor. botvinnik'in en güçlü yanlarını tal'ınkilerle birleştirmek imkânsızdır çünkü bunlar neredeyse bir arada bulunması imkânsız* özellikler. tal'ın doğal yeteneği, oyuna yaklaşımı, rahat tavırları ve müthiş yaratıcı enerjisi ona çok büyük avantajlar sağladı ama aynı zamanda zayıf noktaları da bu özeliklerinin bir sonucu. kendisininki gibi bir yaklaşımla uzun bir süre dünya şampiyonu unvanını elinde tutmak imkânsız. tal parlak bir kıvılcım, ışık saçan fakat kısa sürede sönen bir yıldız ve öyle görünüyor ki bu tarz insanlar için başka bir yol yok. mecazen söylüyorum, yıldız öylesine bir enerji saçıyor ki uzun yıllar boyunca parlak kalamıyor ve tüm enerjisini kısa sürede bitirip yok oluyor.

    tal hakkında konuşmak kolay değil çünkü kendisi tam bir doğal fenomen, sıradışı ve büyüleyici bir oyuncu. eğer bir satranç oyuncusu olmasaydı başka bir alanda çok başarılı olacağından katiyen şüphem yok. müthiş ve kıvrak bir zekâya sahip. bilim adamı olsa nobel ödülünü bile kazanabilirdi. bu dünyadan olamayacak kadar farklı bir insandı. kendisini tanıyan pek çok insan onun insan familyasından olmadığını söyler. başka gezegenden bir uzaylı! bu yüzden oynadığı satranç da bir nevi "uzay satrancı"dır. onun oyunları üzerine tartışmak tanrı'nın neye benzediğini tartışmakla eşdeğerdir.

    ************************************************************************************************
    9. tigran petrosian [dengeli tigran] (1963–1969)

    – peki tal'dan sonraki dünya şampiyonu bizim dünyamızdan, daha normal bir insan mıydı?

    evet, petrosyan bizim dünyamızdandı. onu tam olarak anlayabilmek için oyunlarını sıkı bir şekilde incelemek gerekiyor, nasıl söylesem, biraz "gizli" kalmış bir oyuncu. petrosyan, tam manasıyla "savunmacı"* olarak adlandırabileceğimiz ilk oyuncudur. satrançta hemen hemen tüm pozisyonların savunulmasının mümkün olduğunu ilk gösteren oyuncu petrosyan'dır. satranca, bugün çok daha fazla gelişmekte olan defansif unsurları o katmıştır. satranç oyununda, defansif varyantlar da dahil, çok fazla varyant olduğunu göstermiştir.

    petrosyan çok derin düşünen, anlaşılması güç bir oyuncuydu. insanlara yanlış bir şekilde tanıtıldığını düşünüyorum. en iyi oyunlarını incelediğimde hakkında net bir fikir sahibi olamadığım birkaç oyuncudan biridir petrosyan. onda gizemli bir şeyler vardı. pozisyon hakimiyetinde bir smyslov kadar iyi olmayabilir fakat müthiş bir taktik anlayışı olan kusursuz bir strateji uzmanıdır. ama yine de pek çok insan onu konumsal oyunun ustası saymıştır. tabii ki, çok üst düzey bir oyuncu olduğundan neredeyse her şeyi mükemmel bir şekilde yapıyordu fakat konumsal oyunun onun en kuvvetli yanlarından biri olduğunu düşünmüyorum. en güçlü yanları savunması ve muhteşem taktik anlayışıdır, ki bu taktik anlayışı bu kadar iyi bir savunmacı olmasının nedenlerinden de biridir aynı zamanda. iyi savunma yapabilmek için iyi bir taktikçi olmanız ve rakibinizin yapabileceği en ufak taktik fırsatlarını dahi görebilmeniz gerekir. biraz iddialı bir ifade olacak ama atak yapmanın savunma yapmaktan daha fazla pozisyonel yetenek gerektirdiği kanaatindeyim. bazı genel esaslara dayanarak atak yapabilirsiniz fakat savunma yalnızca belirli varyantlara karşı yapılır. varyantların hesaplanması ve konuma dair spesifik ayrıntıların incelenmesi savunma oyunu için atak oyundan daha önemlidir.

    petrosyan'ın tehlike sezgisinden de bahsetmemiz gerekir tabii ki. belli açılardan bu özelliği savunma yetenekleriyle de alakalıdır. petrosyan tehlikeyi çok çok önceden hissedebilirdi. ayrıca zaman zaman tahmin edilemez biri de olabiliyordu.

    – hızlı bir ilerleme kaydetmemiş, zirvesine ancak 30 yaşını geçtikten sonra ulaşmıştı.

    bildiğim kadarıyla aklı başında, ölçülü, sakin, sağlam bir karakteri ve güçlü bir sinir sistemi olan dengeli bir adamdı. büyük bir düşüş yaşamadan, sistemli bir şekilde, acele etmeden ilerleyerek hedefine ulaşmayı başardı.

    ************************************************************************************************
    10. boris spassky [kapsamlı boris] (1969–1972)

    spassky için genel olarak kabul edilen görüş, onun "modern anlamda ilk çok yönlü oyuncu" olduğudur. ben de aynı fikirdeyim.

    spassky'nin geniş ve kapsamlı oyunlarını seviyorum. geniş düşünüp büyük resme odaklanan, küçük ayrıntılara pek dikkat etmeyen birisiydi. oyun tarzı keres'e benzer fakat spassky, keres'e oranla daha yaratıcıyıdı ve hayal gücü daha genişti. keres'in hayal gücü konusunda biraz problemli olduğunu düşünüyorum.

    spassky ayrıca doğrucu bir oyuncudur. bu yanıyla symslov'a benzer ama smyslov sakin bir oyun stiline sahipken spassky atak oynayan bir oyuncudur. farklı satranç oyuncularının en iyi nitelikleri almıştır. alehin gibi zaman kullanımına fazlasıyla değer verir ve stratejik açıdan oldukça güçlü bir oyuncudur. belki taktiksel yeteneği o kadar iyi değildi, zaman zaman yanlış hesaplamalar yapabiliyordu. spassky'nin her oyunda varını yoğunu ortaya koyduğunu düşünüyorum. oynadığı satranç, karakterinin bir yansımasıydı âdeta. oyunlarını izlemek keyiflidir: tahtanın tamamını kullanır, alan hakimiyeti sağlar, oraya buraya baskı uygular... neredeyse oyunun her yerindedir. fischer – spassky maçını dikkatli bir şekilde inceledim ve açıkçası spassky'nin o maçta hemen hemen fischer* kadar iyi oynadığını söyleyebilirim.

    – neleri fischer'den daha kötü yaptı peki?

    kaybettiği maçların yarısında kendisinden hiç beklenmeyecek, maçı direkt kaybetmesine neden olan çok büyük tek hamlelik hatalar yaptı. o sırada ona ne olduğunu anlayamadım. görünen o ki fischer'in enerjisi ve maçın başından sonuna kadar devamlı uyguladığı büyük baskı; herkesi, spassky gibi bir oyuncuyu bile âdeta yok ediyor. fakat bu inanılmaz hataları bir kenara bırakırsak maç son derece denk bir mücadeleydi. bazıları maçın tek taraflı olduğunu söylüyor olsa da bu maç, skorun gerçek durumu pek de yansıtmadığı az sayıdaki dünya şampiyonluğu maçından bir tanesidir. maçın ikinci kısmında spassky baskı kuran taraftı, fischer ise her oyunda elinden geldiği kadar bu baskıdan kaçıyordu. bu maçta spassky ne çektiyse küçük detaylara gereken dikkati göstermemesinden çekti: bir oyunda ufak bir hesap hatası yaptı, başka bir oyunda kazanç konumundayken her şekilde kazanırım gibi bir düşünceye kapılarak varyant hesaplamadan hamle yaptı... böylece güçlü yanı, zayıf noktası haline geldi. muhtemelen tembelliği de burada önemli bir rol oynadı. spassky'nin pek öyle satranç çalışan bir insan olmadığını duymuştum. profesyonellik anlayışından biraz uzaktı.

    spassky yeteri kadar azimli ve sonuç odaklı değildi. bana öyle geliyor ki onun açısından dünya şampiyonluğu maçında oynamakla leningrad şampiyonası'nda oynamak arasında çok fark yoktu. ikisine de yaklaşımı ve hazırlığı aynıydı. ve tabii ki biraz da şanssızdı, fischer'in dönemine denk gelmişti. tarihte çok az sayıda dünya şampiyonu fischer'e kafa tutabilirdi.

    – tanıştığınız zaman spassky senin üzerinde nasıl bir izlenim bıraktı?

    spassky ile çok konuşmuşluğum var, aynı kulüpte oynadık; hatta bir keresinde kendisini evinde ziyaret ettim. oldukça nazik, dürüst, akıllı ve samimi bir insandı. bunlar benim çok takdir ettiğim özelliklerdir.

    satrancın en üst sınıfında olduğu gün gibi aşikârdı. görüştüğümüz zamanlarda bazen farklı pozisyonları analiz ederdik. spassky oyunun özünü çok çabuk anlar ve pozisyonla ilgili daima doğru öneriler verirdi. ilginç olan şudur ki botvinnik hakkında aynı şeyleri söyleyemem. bu kanıya onun derslerine katıldığım zaman vardım. tabii ki botvinnik'in de oldukça ilgi çekici önerileri olurdu fakat bazen de biraz "saçma" öneriler verebiliyordu. çok nadiren oluyordu bunlar ama sonuçta oldu yani. spassky ile böyle şeyler asla olmaz. her zaman nokta atışı yapardı. bazen varyantları hesaplamada hata yapabilse de 15 saniyeden kısa bir süre içinde oyunun gidişatını kavrayabilirdi! sözü edilmeye değer başka bir olay da şudur: 3 yıl önce korçnoy'un* jubilesi için yapılan turnuvada yer almıştık. 60 yaşını deviren spassky, burada nigel short'u mağlup etti. hem de oyunda short'un geleneksel olarak en iyi olduğu, en sevdiği konumlardan biri oluşmasına rağmen bu konumu ingiliz oyuncudan çok daha iyi oynayarak maçı kazandı.

    spassky bazı nedenlerden ötürü tam potansiyeline ulaşamadı belki ama yine de en iyi yıllarında oynadığı oyunlar, satranç açısından büyük önem arz eder.

    – spassky, fischer döneminde oynadığı için şanssızdı yani.

    daha büyük talihsizlik yaşayan oyuncular da var. onların da kendi zamanında yaşayan birkaç satranç dehası olmasaydı, onlar da dünya şampiyonu olabilirlerdi. (spassky en azından dünya şampiyonu oldu demeye getiriyor.)

    ************************************************************************************************
    11. bobby fischer [enerjik bobby] (1972–1975)

    fischer hakkında ne diyebilirim ki? bu adam dünya şampiyonu olmalıydı ve hiçbir şey bunun önüne geçemeyecekti. bu beklenen bir sondu. fischer bu yola oldukça erken başlamıştı, ama herkes yolun sonunun nereye vardığı konusunda hemfikirdi. bana kalırsa dünya şampiyonu olmadan 5 yıl önce bile herkes unvanı devralacağını çok iyi biliyordu. o kadar kuvvetliydi ki... spassky daha ne olduğunu anlayamadan onu ezip geçti. kanımca diğer dünya şampiyonları da ona yenilirlerdi. fischer'den çok daha güçsüz oldukları için değil – önüne çıkan tüm engelleri geçmek fischer'in kaderinde vardı.

    – fischer'i diğerleri önünde bu derece üstün kılan şey baskılı oyunu muydu? ya da anlayışı...

    fischer bir noktada her şeye birden sahip olmuştu: enerji, baskı, hazırlık, güçlü oyun... tıpkı tüm ışınların tek bir noktada toplanması gibi! hiç zayıf noktası da yoktu. böyle bir adamla nasıl başa çıkabilirsiniz ki? tüm büyük oyuncular için her şeyin yolunda gittiği dönemler olur. fischer de zirvesine adaylık turunda ve spassky'e karşı oynadığı maçta ulaştı.

    – genellikle fischer modern satrancın öncüsü olarak kabul edilir, bu görüşü benimseyenler arasında kasparov da var.

    ben öyle düşünmüyorum çünkü spassky'nin oyunu da fischer'in oyunundan daha az modern değildi. fischer, modern açılış hazırlığını keşfeden oyuncudur. açılış hazırlığının önemini ilk fark eden kişi olan botvinnik'ten farklı olarak hazırlık çalışmalarını modern seviyeye çıkarmıştı: ister beyazla ister siyahla oynasın, açılış fark etmeksizin her türlü açılışta yaptığı her hamlede rakibine sorun çıkarırdı. daha ilk hamlesinden itibaren rakibine sorun çıkarmaya başlayıp rakibini baskı altına alırdı. sonraları bu "yüksek tansiyonlu" oyun tarzı, bana göre fischer'in bir çeşit takipçisi sayılabilecek kasparov tarafından geliştirilip modernize edildi. fischer, ilk hamleden son hamleye kadar rakibine adeta nefes aldırmadan sürekli baskı uygulayan ilk oyuncudur. pozisyonel veya taktik oyun olsun fark etmez, fischer her zaman rakibine olabildiğince fazla sorun çıkarırdı. çok "enerjik" bir oyunu vardı.

    – fischer, kendi kendini yıpratıp tüketti mi?

    bilmiyorum ama satranç oynamayı bırakması üzücü. karpov ile karşılaşması gerçekten de çok ilgi çekici olurdu.

    burada bir düşüncemi de paylaşmak istiyorum. satrancın gelişmesiyle ve oyun kalitesinin yükselmesiyle beraber satranç oyuncuları kendilerine has tarzlarını kaybettiler. belirgin bir oyun stiline sahip çok az oyuncu kaldı. giderek çok yönlü oyun tarzına yöneliyoruz. fischer'in de açık ve net bir stilinin olduğunu söyleyemem, çok yönlü bir oyuncuydu.

    fischer'in kolektif bir oyun stili olduğunu söyleyebiliriz. en iyi döneminde smyslov'un temiz oyununa, spassky'nin çok yönlülüğüne ve alehin'in enerjisine sahipti. göreceli olarak tek zayıf yanı, fazlasıyla akılcı oynadığından mantıksız ve sağlam temellere dayanmayan pozisyonlarda çok da iyi olmamasıydı. spassky bu alanda fischer'den üstündü. fischer, oyunu net bir şekilde planlamayı tercih ederdi. bu açıdan, dünya şampiyonluğu maçının 11. partisinde spassky'nin fischer karşısında aldığı galibiyet oldukça anlamlıdır. spassky bu partide zehirli piyon devam yolunda fischer'i paramparça etmişti. bunun açılış hazırlığıyla ilgisi yoktu, fischer gerçekten böyle konumlarla başa çıkmakta zorlanıyordu. tabii ki bunlar küçük detaylar, fischer'in de bir insan olduğunu göstermek amacıyla oyununda zayıf bir yan bulmak için yapılan zorlamalar... fischer de bu zayıflığını kabullenmişti ve bu tür pozisyonlardan kaçınmaya çalışırdı.

    fischer, gücünü kristal gibi net planlarından alıyordu. müthiş bir ispanyol açılışı oyuncusuydu, tek kelimeyle mükemmel. ve ispanyol açılışında tahtada kargaşa ve kaos yaratmak hiç kolay değildir.

    ************************************************************************************************
    12. anatoli karpov [muhteşem anatoli] (1975–1985)

    fischer – karpov maçının olası sonucu hakkında uzun uzun tartışabiliriz. ne dersiniz sizce karpov'un şansı var mıydı?

    elbette. açıkçası ben fischer'in daha fazla şansı olduğunu düşünüyorum ama karpov'un açılmamış kartlarının olduğunu da yabana atmamak lazım. bunlardan bir tanesi, karpov'un hazırlığı. zira fischer "yalnız adam"dı. asistanları yoktu, riskli açılışlar yapardı. bu yüzden karpov'un şansı, fischer'e karşı açılışlarda sıkıntı yaratmakta yatıyordu.

    bu arada şunu belirtmeliyim ki geller'in* fischer'e karşı önemli bir üstünlüğü vardı. (geller, hiç gerçekleşmeyecek bu maçta karpov'un sekundantı olacaktı) tam bir açılış ustasıydı, açılışlarını oldukça derinlemesine planlardı. ona karşı oynamak fischer için hiç kolay değildi.

    sadece oyun kalitesini ele alırsak fischer, çok büyük ihtimalle karpov'dan üstündü ama karpov açılışta hafif de olsa makul bir üstünlük elde etse oldukça çekişmeli ve denk bir maç izlerdik.

    – karpov da "çok yönlülük" çizgisini izlemiş miydi?

    tabii ki. ayrıca karpov'un biraz esrarengiz bir oyunu vardı: kendisinden başka hiç kimsenin yapamayacağı şeyleri yapardı. benim için karpov hakkında konuşmak diğer şampiyonlar hakkında konuşmaktan daha kolay. çünkü ilk satranç kitabım, onun oyunlarının bir derlemesiydi. çocukluğumda onun oyunlarını çalıştım ve sonraları pek çok kez tahtada karşı karşıya geldik. devam yollarını mükemmel hesaplayan iyi bir taktikçi, pozisyonel olarak oldukça güçlü, çok yönlü bir oyuncudur ama bunların yanında kendine has önemli bir özelliği vardır. yarı şaka yarı ciddi olarak şunu söyleyebilirim ki karpov, steinitz'in "eğer avantaj sendeyse saldırıya geçmelisin, aksini yaparsan avantajını kaybedersin." kuramını çürütmüştür. karpov üstünlüğü ele aldıktan sonra kenara çekilir, atak yapmazdı ve bir bakardınız ki avantajı daha da artmış! bunu yapabilecek başka kimse bilmiyorum, aklım almıyor gerçekten. bu kabiliyetine her zaman hayran kalmışımdır. oyuna baktığımızda güzel bir atak yapmanın tam sırası derken karpov a3, h3 gibi hamleler yapar ve rakibin pozisyonu paramparça olurdu.

    karpov, 11/13 skor yaptığı 1994 linares turnuvası'nda beni yenmişti. oyun sonunda ondan daha kötü konumdaydım ama durumum tamamen umutsuz değildi. (bahsi geçen konum için oyundaki 21. hamlelerin ardından oluşan konuma bakabilirsiniz.) birkaç normal hamle yaptım ve bir anda nasıl kayıp bir konuma düştüğümü anlayamadım. o dönem dünyada ilk 10'da yer alan bir oyuncu olmama rağmen maçtan sonra bile bu olayı anlayamadım. kendimi satrançtan hiç anlamayan, tam bir salak gibi hissettiğim birkaç maçtan biri de budur. bu tip şeyler üst düzey oyuncularda çok nadiren olur, genellikle neden dolayı kaybettiğinizi anlarsınız. bu durumu kelimelerle ifade etmek çok zor, sadece karpov'a has olan açıklanamaz bir olay vardı orada.

    bu sıra dışı özelliği dışındaki tüm diğer sahip olduklarına baktığımızda karpov, oldukça güçlü bir çok yönlü bir oyuncu olsa da diğer oyunculardan çok da farklı değildir. fakat sadece kendisine has olan bu özellik, karpov'u diğerlerinden kesin bir şekilde ayırır.

    – karpov'un güçlü oyun becerileri var mı?

    elbette. kendisinden daha mücadeleci bir oyuncu tanımıyorum. süper turnuvalarda oynamaya başladığım zaman karpov'un değişen koşullara karşı anında ayak uydurabilmesine hayran kalmıştım. mesela oyunda rakibi onu baskı altına alır, karpov 6 saat boyunca savunma yapar ama bunu yaparken pozisyonunu da güçlendirir – varyantları harika hesapladığından ve oldukça inatçı bir savunma yaptığından onun savunmasını kırmak son derece zordur – ve oyunu neredeyse berabere konuma getirir. rakibi bir nebze baskıyı azaltınca da oyunu tamamen eşitler. başka herhangi bir oyuncu böyle bir durumda işkence bittiği için rahatlayarak beraberliğe razı olur. fakat karpov bu noktadan sonra kazanca oynamaya başlar. karpov için o ana kadar tahtada olup biteni, şimdiki konuma nasıl gelindiğini unutmak oldukça kolaydır. maçın gidişatındaki değişiklikler ruhsal olarak onu etkilemez. sanki her zaman daha yeni gelip maça başlamış biri gibi gözükür. küçücük bir fırsat gördüğünde ise her zaman avantajı eline geçirmeye çalışır.

    baguio'daki maçın* son partisinde karpov'un elde ettiği galibiyeti hatırlayalım. korçnoy, maçın sonlarına doğru karpov'dan daha iyi oynamaya başlamıştı. nedenini bilmiyorum, belki de karpov yorulmuştu. ama şurası açıktı ki avantaj korçnoy'daydı. ve birdenbire karpov; sanki maç 5–2'den 5–5 olmamış gibi, sanki kale–piyon oyun sonunda biraz daha kötü pozisyonda olduğu bir önceki partiyi kaybettikten sonra oldukça çetin bir "yenen şampiyon olur" minvalinde bir oyuna çıkmamış gibi, sanki bunların hiçbirisi olmamış ve bu oyun maçın ilk partisiymiş gibi muhteşem bir oyun oynadı. inanılmaz bir baskı altında olduğu, âdeta tüm hayatının bu maçın sonucuna bağlı olduğu bir durumda karpov; sanki evinde öylesine bir maç yapar gibi rahat ve sakin bir oyun oynuyordu. kesinlikle inanılmaz bir savaşçıydı.

    – peki göreceli olarak karpov'un zayıf noktaları nelerdi?

    bence stratejiye pek fazla önem vermemişti. daha önce de söylediğim gibi karpov tahta üstünde olup biteni kolayca unuturdu ve derin bir stratejik oyun bilgisine sahip değildi. karpov genellikle kısa, 2–3 hamlelik stratejiler uygulayan bir oyuncudur. atını taşır, alan avantajını elde eder, piyonunu güçsüzleştirir... doğal bir stratejist değildir. tahtada bir kaos olduğunda, aynı fischer gibi, onun da kafası karışabilirdi. ama bahsettiğim bu zayıflıkların hepsi "göreceli" zayıflıklardır.

    açıkçası karpov'un bazen kendine çok güvendiğini düşünüyorum. her durumda mutlaka bir çıkış yolu bulacağından o kadar emindi ki bazen oyunlarında aşırıya kaçtığı oluyordu. karpov, pozisyonunun zayıfladığını fark etse bile oluşan konumu rakibinden daha iyi oynayıp sonuca gidebileceğini düşünürdü. sahip olduğu bu "kişisel dokunulmazlık" hissiyatı, ne yaparsa yapsın sonuçta cezasız kalacağına olan inancı; kasparov karşısında karpov'a büyük bir engel teşkil etmiştir. ilk dünya şampiyonası maçlarında* karpov genellikle oluşan belirsiz konumlardan iyi bir şekilde faydalanmış, ancak daha* sonraki* her *karşılaşmalarında* bu faydalanmalar giderek daha da azalmıştır. bana kalırsa oyununda – büyük ihtimalle kasparov öncesi dönemde diğer herkesten çok daha iyi olması nedeniyle – yeterince sert ve katı bir yaklaşımı* yoktu. yani, ilk başta karpov'un böyle bir yaklaşıma ihtiyacı yoktu ve bu ihtiyaç ortaya çıktığında da tarzını değiştirmek için artık çok geçti.

    – ama karpov, kasparov'la olan maçlarında oyununu ilerletmiş olmalı değil mi?

    elbette. bu süreçte karpov da ilerleme göstermiş, diğer tüm önde gelen oyuncular gibi oyununu zenginleştirmiştir. ama bu gelişim, inanılmaz bir hızla kendini geliştiren kasparov'un yanında yine de yavaş kalmıştır. 1984'teki kasparov ile 1985'teki kasparov birbirinden tamamen farklı iki oyuncudur. mecazen söylersek 1985 kasparov, 1984 kasparov'a bir piyon ve hamle üstünlüğünü avans olarak verip oynayabilirdi. öğrenme yeteneği kasparov'un en güçlü yanlarından biridir. karpov da bu açıdan oldukça güçlü sayılırdı fakat kasparov bu alanda çok daha üstündü.

    ************************************************************************************************
    13. garry kasparov [çabuk değişen garry] (1985–2000)

    – kasparov bir satranç fenomeni diyebilir miyiz?

    tabii ki. açıkçası kasparov'u ele almak hiç kolay değil; ilk olarak kısmen benim dönemime de tekabül ediyor, onunla çok fazla maç yaptım, ikincisi kasparov herhangi bir zayıf noktası olmayan bir oyuncu. en azından ben, zirve dönemindeki kasparov'un zayıf bir yanını bilmiyorum. onun hakkında ciltler dolusu şey yazabilirsiniz.

    kasparov, inanılmaz derecede çalışkan bir oyuncudur, sanıyorum fischer'den bile daha çok çalışmıştır. kasparov; çocukluğunda iyi bir koçunun olması*, güzel çalışma ve antrenman imkânlarının bulunması ve muazzam bir irade gücüne sahip olması gibi elverişli koşulların bir araya gelmesinin bir sonucudur. bence kasparov'da botvinnik'e denk bir irade gücü vardı fakat çok daha esnek bir yapıya sahip olduğundan hocasından çok daha üstündü. botvinnik'in kesin ve katı yapısından daha önce bahsettim ama onda bu yapının getirdiği eksiklikler de mevcuttu. kasparov da kesin ve katıydı fakat aynı zamanda her türlü değişime de açıktı. 6 ay gibi bir sürede satranca bakış açısını değiştirebilirdi. kasparov bütün değişimleri bir sünger gibi emiyor, gördüğü her şeyi efektif bir şekilde süzgeçten geçirip cephanesine ekliyordu. sanıyorum bu, kasparov'u diğer tüm satranç oyuncularından ayıran ana özellikti.

    objektif konuşacak olursak kasparov, karpov'dan çok şey öğrendi. bana kalırsa ilk maçlarından önce kasparov, karpov'un oyununun tüm derin yönlerini bilmiyordu zira bunları ancak karpov'a karşı oynayarak öğrenebilirsiniz. karpov, 1984'teki maçları sırasında kasparov'a güzel bir ders verdi ve daha sonra oynadıkları maçlarda da görülebileceği üzere kasparov, karpov'un güçlü olduğu alanlarda daha güçlü hâle geldi.

    elbette kasparov'un muazzam da bir yeteneği vardı. satrançta yapamayacağı hiçbir şey yoktu. pek çok dünya şampiyonu, oyunun belli bileşenlerinde iyi değildir; bazı şeyler, onların harcı değildir. kasparov hakkında aynı şeyi söyleyemezsiniz, o her şeyi yapabilirdi. eğer oluşan bir konumu mükemmel oynaması gerekiyorsa mükemmel oynardı. onun için satrançta imkânsız diye bir şey yoktur.

    ama aynı anda her şeyi mükemmel bir şekilde yapmak imkânsızdır. neredeyse kariyerinin her anında kasparov'un belirli zayıflıkları olmuştur çünkü her şeye birden konsantre olamazsınız. bu göreceli zayıflıklar kasparov için kalıcı değildi. 2–3 ay içerisinde o zayıf yönünü güçlendiriyordu fakat o zaman da oyununun başka bir yanı zayıflıyordu. ama hangi yanı? onu bilemezsiniz. bu "geçici" zayıflığı işte ortaya çıktığı o zaman diliminde değerlendirmelisiniz zira kısa bir süre sonra böyle bir şansınız olmayacak.

    açıkça görülüyor ki 1984'te kasparov'un savunma ile ilgili problemleri vardı. fazlasıyla agresif oynuyor, düşüncesizce hareket ediyordu. ama daha aradan 1 yıl geçmeden 1985'teki maçta tamamen farklı bir şekilde oynayan kasparov vardı. kasparov, kendi güncel zayıflıklarını inceler ve hazırlığını bunları kapatmak üzerine yapardı. müthiş bir öğrenme kabiliyetine sahipti, bu konuda kimse yanına bile yaklaşamazdı.

    – 1995'te anand* ile oynadığı maçta kasparov'un sekundantıydınız. kim kime öğretti?

    ikimiz de birbirimize katkıda bulunduk. kasparov seviyesinde olmasa da kendimde de iyi bir öğrenme kabiliyeti olduğunu düşünüyorum. yani, biz sadece beraber çalıştık o kadar. kasparov maçı kazanmak istiyordu. ona yardımcı oldum, spesifik olarak bir şeyler öğrenme niyetinde değildim fakat bu iş birliğinin ikimiz adına da faydalı olduğuna inanıyorum.

    ************************************************************************************************
    edit: metnin türkçe tercümesi, ingilizce çevirinin rusça orijinalinden farklılaştığı noktalarda orijinal röportajdaki ifadeler temel alınarak yapılmıştır.
  • tarihte satrancı elit düzeyde oynamış oyuncular arasında bana kalırsa en ilginç röportajları veren ve satranca en güzel yaklaşıma sahip kişi.

    dahi olduğunu düşünmüyor, yeteneği öğrenme kabiliyeti olarak tanımlıyor (ne yalan söyleyeyim, ben de -pek başarılı olmayan bir biçimde- zekayı birebir bu şekilde tanımlamaya çalıştığım için özellikle hoşuma gitti bu: (bkz: #36051792)), satrancı bir sanat, kendisini bir sanatçı olarak görüyor, bir satranç oyununu iyi ve güzel yapan şeyin mantıksal gelişim ve tutarlılık ve bunun uygulanmasındaki mükemmellik (tabiri caizse mantıksal "inşaat") olduğunu söylüyor, kasparov ve carlsen gibi elit oyuncuların aksine sonuçtan ve kazanmaktan ziyade kendi sınırlarını zorlamaya ve aşmaya odaklandığını belirtiyor. neredeyse eski yunan etiğine (bkz: #42195014) yakınsayan bir yaklaşımı var kısaca. umarım daha uzun süre bu düzeyde yarışabilmeyi ve fikirlerini paylaşmayı sürdürür.

    http://www.chess.com/…consider-myself-a-genius-7502
  • chess24'te magnus carlsen vs. wesley so maçı için youtube'daki canlı yayına bağlandı. eski rakiplerinden peter leko'yla şakalarla esprilerle süslü sohbetini etti. sürmekte olan oyunu ve pozisyonu yorumladı ve oyuncular düşünürken, 30 saniye içinde oyunun ideal gidişatını hamle hamle anlattı. oyun aynen dediği gibi gelişti. pozisyonları anlık bir bakışla yorumlamayı o kadar kolay bir işmiş gibi yapıyor ki hayran kalmamak elde değil.

    peter leko gibi kendisi de henüz orta yaşlı ve genç sayılabilecek bir yaşta profesyonel düzeyde satrancı bırakmış olması talihsizlik. internetin nimetleri sağ olsun, kramnik ve leko'yu canlı yayında sohbet ederken dinleyip her iki büyük ustanın da keskin zekasına ve oyun görüşlerine şahitlik edip üstüne ne kadar esprili ve hoşsohbet olduklarını görebiliyoruz.
  • çoluk çocuğa maskara olmaktansa gerekeni yaparak emekliye ayrılmış efsane. herkesin tahta başında verimli olduğu bir dönem oluyor; kramnik bu dönemi geçeli 3 sene civarı oldu. şimdi büyük ihtimalle kendi gibi efsaneleri yetiştirmek için çaba verecek.
  • rus satranç büyükustası. kasparov, kramnik'in oyun stilini "direngen ve pragmatik" olarak niteler.

    ekim 2000'de kasparov'u yenerek "dünya klasik satranç şampiyonu" oldu. bu ünvanı 2006'ya kadar taşıdı. 2007' de "dünya satranç şampiyonası turnuvası"nı viswanathan anand'ın gerisinde tamamlayınca ünvanını kaybetti. (burada bir karmaşa var gibi gözükmesinin nedeni birden çok ünvan bulunması: örneğin kramnik 2006'da "fide dünya şampiyonu" ünvanını elinde tutan veselin topalov'u mağlup edebilmişti; böylece "2006 dünya şampiyonu" ünvanına sahip olmuştu.)

    kramnik'ten bir söz ile noktalayalım: "siz mükemmel oynamanıza rağmen, karşınızdakinin küçük bir hatası oyunun tüm güzelliğini yok edebilir."
  • 2014 hantı-mansi satranç adaylar turnuvasının sonundaki basın toplantısında, "niye böyle oldu?" sorusuna rusça uzun uzun yanıt vermiş, çevirmen kızımız bunu şu şekilde çevirmeye kalkışmış...

    "geçen sene hayatımda oynadığım maçlardan daha fazlasını oynadım, o yüzden fiziksel olar..."

    kramnik dayanamamış araya girmiş ve ingilizce "geçen sene hayatımın hiçbir yılında oynamadığım kadar maç yaptım, o yüzden zihnen yenilenme için zamana ihtiyacım vardı, yoksa fiziksel olarak hiçbir sıkıntım yok" şeklinde yardırmış ve takdirlerimin en büyüğünü almış gitmiştir.

    çeviriyi yapan kızımız 18-20 yaşında falan olunca, 39 yaşındaki kramnik'i öyle görmüş anlaşılan.

    olay, süresini tutturabildiysem şuradan izlenebilir

    http://www.youtube.com/…re=player_detailpage#t=7383
  • hali hazirda chessbase tarafindan piyasaya surulmus bir dvdsi olan super buyukusta. bu dvdde, ki ismi my way to the top dır, nasil simdi bulundugu yere geldigini anlatir. genis icerigi olan bu dvd'de topalov tarafindan suclanmasindan tutun da kasparov ile iliskilerine henuz 16 yasindayken olimpiyat takimina kasparov tarafindan nasil dahil edildigini ve kasparov'un onca cabasini nasil karsiliksiz birakmadigini ve yine topalov ile olan macinin perde arkasindan elit buyukustalarin arasina nasil hizla girdigi gibi konulari anlatir.

    ornegin; kasparov kendisi henuz birakin buyukustayı, uluslararasi usta bile degilken olimpiyat takimina alinmasini nasil arzuladigini bunun icin yetkililere, "bu cocuk icin ben kefilim, eger basarisiz olursa tum sorumluluk bana aittir." dedigini anlatir.
    kasparov'un kendi satranc gelisimine katkilarini gururla anlatir kramnik.
    botvinnik okuluna kabulu ise tam bir surprizdir. kendi sehrindeki kucuk satranc ortamindan birden botvinnik okuluna tesadufen kabulunu bir mucize olarak kabul eder. bundan sonra onu acilir, kasparov ve botvinnikle calisacaktir ve sadece satranci dusunur. seneler sonra yani 2000'de kasparovla dunya sampiyonlugu maci yapar. bu buyuk cikisin nedeni tabii ki yetenegi ve azmidir. ancak maci kazanmasina ragmen, kasparovu gelmis gecmis en buyuk oyuncu olarak soylemekten de kacinmaz. dunya sampiyonluguna hazirligini ise cok acik, mutevazi bir dille anlatir. dunya sampiyonu adayinin rahatligindan bahseder. avantajlarindan ve dezavantajlarindan bahsederken, "kaybetsem hicbir sey kaybetmeyecegim, ama kazansam her sey benim olacak. kasparov icin ise tam tersi, kazanirsa zaten onun olan unvani koruyacak, kaybederse her seyini kaybedecek. " der. ama daha sonra genc peter leko ile karsilastiginda, kendini kasparovun koltugunda bulacak ve bu psikolojik savasta yenik dusmemek icin ugrasacaktir... dvd'nin uzunlugu yaklasik 4 saattir, pek cok satranc dvdsi izlememe ragmen, garry kasparov ve viswanathan anad'in dvdleri ile beraber en keyif aldigim dvdlerdendir.

    kramnik'in satranc teorisine ve gelisimine de katkilari olmustur. ornegin; zoltan almasi ile beraber gunumuz teorisinde; ispanyol acilisinda, berlin savunmasini populer hale getirmistir. kendisi su siralar rating siralamasinda biraz gerilemis olsa da satranc gucunden bir sey yitirmemistir.

    evli ve bir cocuk babasidir.
  • deep fritz ile oynadığı maç 4-4 berabere bitmiştir (bkz: deep fritz)
    dolayısıyla bu makineyi alt ettiğini söylemek doğru olmayacaktır.
  • yeni nesil diger buyuk ustalar gibi kendine has bir oyun stili olmayan daha ziyade bilgisayar gibi kati ve keskin bir oyun tarzina sahip grand master.
  • erken bıraktı. son 2-3 yıldır çok istikrarsızdı demek ki daha fazla zorlamak istemiyor.
hesabın var mı? giriş yap