• agamben'e göre pür potansiyele dönüşmüş yazıcı.

    bartleby yazmayı bıraktığı andan itibaren tanımlanabildiği tek özelliğini de terk ederek öykünün ortasından itibaren beyaz bir kağıda dönüşür. öykü zavallı bir kalvenist ve erken dönem kapitalisti olan avukatın bu potansiyeli tanımlama çaresizliğini merkeze alır. beyaz bir kağıdın üzerine hem her şey yazılabilir hem de hiçbir şey. o beyaz kağıda kalemin yazmak üzere götürüldüğü ama henüz hiçbir şey yazılmadığı bir an var ya işte o anın adı bartleby'dir.

    şöyle düşün: lisede hafif sol çaprazında oturan insanı kestin kestin, allahım bu insan ne kadar yağuşuklu/güzel dedin, akşam eve gidip gizli gizli sigara içerken, şiir ya da mektup yazmak istedin. o sikimsonik deftere, o sikimsonik kalemle yazacağın şiir kesin bok gibi olacak. ama eğer o deftere sonsuza dek hiçbir şey yazmadan, elindeki kalemle birlikte, sanki her an o çizgili sikimsonik sayfaya bir şey yazacakmış gibi beklersen bartleby olursun.

    agamben'in potansiyelden kastı ve türkçeye olumsallık ya da gizilgüç olarak çevrilebilecek düşüncesi, tam o yazma anına odaklanır. bartleby boş bir levhadır (bkz: tabula rasa), o kendini tefekkür eden düşüncedir.
    ne demek ulan kendini tefekkür eden düşünce? bununla ilgili liseden örnek verebileceğim bir anekdot yok, şöyle devam edelim:

    insanın özgürlük alanı bireyin potansiyelini gerçekleştirmesi için gereken alandır aynı zamanda. o potansiyelin içeriğini birey kendi belirler. ister gider bakkal olur, bakkala digiturk bağlatırsın; istersen abd'de doktora yaparsın. birey; ilişkilerden, var olan cemaatlerden, kurumsal yapılardan, toplumsal normlardan, her türlü üst yapı ve ideolojiden uzaklaştıkça bu potansiyelin yaratıcı dünyasına adım atmış olur. (bkz: nietzsche) bartleby aslında bunu başarabilmiş, başardığı anda da ölmüş bir kurgu karakterdir. peki bunu başarmak mümkün mü, ya da başaran bireyler yok olmaya mahkum mudur, yokluk belki de çoh iyidir olum gibi soru ve argümanlara üç beş kelimeyle hemen kapılmayın; ya acınası ya da gülünç olursunuz. günün tarihsel gerçekliğinde kimse bartleby olamaz.

    bartleby bu ilişkilerden koparak düşüncenin ya da eylemin gizilgücü haline geldiğinden; agamben, münzevi zatı muhterem için kendini tefekkür eden düşünce benzetmesi yapmış.

    öykünün sonundaki alıcısı ölmüş mektuplar dairesi hikayesi oldukça ilginçtir. bu finalin çok farklı okumaları yapılıyor, senelerdir derslere konu olmuş bir kurgu zaten. benim bu finale dair en yakın olduğum düşünce şu: avukat, bartleby öldükten sonra bile onu uyduruk fikirlerle bir kalıba sokmaya, tanımlamaya çalışıyor ama yalan söylediğinin o da farkında. melville bu yalanı araya sıkıştırdığı göstergelerle belli ediyor zaten.

    o nedenle öyküyü okuyup "haaaaaa o ölü mektuplarla çalışınca garibim böyle olmuş demek" demeyin. birkaç kez daha bakın, bu kadar ilginç bir ilişkiyi (avukat&bartleby) başka yerde bulamazsınız. 1853'te yazılmış bir öykünün bu kadar güncel kalabilmesine şaşıracaksınız.
  • dosto'nun insancıklar'ının (ilk romanıdır) 9. dereceden devlet memurlarını, çehov'un taşrada bir hayalet gibi sır olan içe kapanık memurlarını (memurun ölümü adlı trajik öyküsünü anımsayın), kafka'nın şatoların kıyılarında gölgesi kadar iz bırakamayan memurlarını (kasvetli şato) bir bir anımsayarak yapılabilecek birinci okuma dahi melville'in özgünlüğünü çıkarsamaya yetecektir.

    mezkûr öykü ve romanlarda memurlar cücelerin bürokrasisinin küçük vidalarıdır ve eylemleriyle tanınabilirler ancak. onlar yaptıkları iş olmadan birer hiçtir. aslında bürokratik mekanizma onların kimliğini tek tek silmiştir ve geriye devletin temsil ettiği yasalar, yazışmalar ve emirler kalmıştır. devlet söz konusu olduğunda birey bir hiçtir ya da onun silik bir uzantısıdır, mottosu.

    katip bartleby ise bir anarşist olarak belirir. kendisine dikte edilen eylemlerin önüne kalın bir duvar örerek kişiliğini ortaya koymaya, varlığını anlamlandırmaya çalışır. şu haliyle bartleby sözünü ettiğim memur tipolojisinden orijinal rengiyle ayırt edilir.

    octavio paz'ın kısa ama şaşırtıcı hayal isimli şiiri:

    "insan toz ise
    ovadan geçmekte olanlar
    insan olmalı."

    böyledir işte yaşamdaki varlığımız. bir "insan" mı olacağız, yoksa bir "toz" zerresi mi? yani: devletin (bartleby'nin kamuda ya da özel sektörde çalışmış olması bir şeyi değiştirmez) gölgesinde silinip gidecek miyiz, yoksa varoluşumuzu gerçekleştirerek birer özne mi olacağız?

    işte melville'in yapıtı bu soruları da kuşatarak zenginleşir ve ikinci bir okumayı hak eder.
  • şu satırlarla aklımda kalmış kitap.

    "gövdesi için yardımda bulunabilirdim ama ona acı veren gövdesi değildi, ruhundan çekiyordu ve ben ruhuna ulaşamıyordum."

    copy paste değil alın teri: http://i.hizliresim.com/d8g39l.jpg
  • zavallı, göze çarpmayan, sefil, hiçbir yerden gelip hiçbir yere giden karakter, bizim hayır deme özgürlüğümüz. kesinlikle bilinmesi, okunması gereken kitap.
    aynı zamanda geçen zizek bir röportajında üstünde i would prefer not to yazan bir t-shirt giyiyordu konuşmasındada bartleby'i örnek vermişti. bu da böyle ek gereksiz bir bilgidir. daha fazlasını yazardım ama tercih etmem.

    (bkz: i would prefer not to)
  • kitabı anlatmadan önce hikayenin yazarı melville hakkında çok enteresan bir bilgiye yer vermek gerek. melville'in kitapları o dönemler basılmamış, basılanlar satılmamış, birçoğu da depolarda çürümeye terk edilmiş. yayımcılar daha ilgi çekici, daha popüler romanlar yazmasını istemişler ondan ama o daha ilgi çekici, daha çok satabilecek romanlar “yazmamayı tercih etmiştir”.

    o nedenledir ki herman melville’in kişisel direnişinin de öyküsü olan “katip bartleby”, her yönüyle şahane bir kitaptır ve ömrümün kitap listesinin ilk beşindedir.

    bir cümle üzerine inşa edilen varoluş hikayesi: yapmamayı tercih ederim!

    bartleby, kendi içimizde barındırdığımız, hepimizin içinde inatla yaşamaya devam eden, tuhaf kinik anti-kahramanın yazıya gelmiş, söze dökülmüş halidir. yayımcıların kendisinden istedikleri popüler ürünler yazmamasından anlaşılan o ki hikayede anlatmak istediği kendisidir. toplum dışı varlığı simgelemektedir bu katip bartleby ve dolayısıyla etrafımızdaki insan şablonundan büyük ölçüde sapmıştır.

    bartleby ve hikaye anlatıcısının karakteri çok enteresandır. mesela hikayedeki diğer katiplerin takma isimleri vardır: hindi, zencefilli kurabiye ve kıskaç. ama bartleby karakteri anlatıcı için o kadar önemli ve diğer insanlardan o kadar ayrıdır ki hikayede ona kendi ismiyle yer vermiştir. bu çok önemli. aslında sapma olarak görünen bu karakteri diğer insanlardan üstün tutmak istemiştir. çünkü gündelik yaşamın getirdiği gerekliliğe karşı gördüğü bu direniş karşısında adeta büyülenmiştir. hikayeyi anlattığı esnada bartleby karakterini çözmeye ve ona nasıl yaklaşması gerektiğini bulmaya çalışırken büyük bir empati içine girmiş, onu çözmek için çoğu yerde kendisine de öz eleştiri yapmış bazen de kendi karakteri ile ilgili samimi itiraflarda bulunmuştur. harikulade bir davranış bu.

    takma isimle tanıdığımız diğer katiplerin karakterini çok çabuk çözmüştür. çünkü o tipler her yerde bizimleler, çok tanıdık. öğleden önce nasıl davrandıklarını, öğleden sonra ne yaptıklarını, giyim tarzlarından davranışlarını, iş disiplinlerini şıp diye çözüp sunmuştur masamıza. çünkü onlar dışarıda gördüğümüz insanlarla aynıdırlar. çözülmesi kolay ve dolayısıyla, tabiri caizse nabza şerbet verip her işi yaptırabileceği insan tipidirler.

    velhasıl;

    “vah bartleby, vah insanlık” iç çekişiyle biten hikayenin bu son cümlesinin ise tam olarak kime yöneltildiğini bilemiyoruz belki de hiçbir zaman bilemeyeceğiz: “ben”e mi, yoksa “öteki”ne doğru mudur bu haykırış, bitmeyen kölelik düzenine mi, yoksa bireyin sonsuz yalnızlığına mı, vicdana mı, akla mı, vicdana baskın gelen çıkarcı akla mı? tamamen kendi tahayyülümüze bırakmıştır melville.

    nice yazarlar, feylesoflar varoluşculuk hakkında destanlar yazmışlardır da senin altmış sayfalık mini bir hikaye ile vermek istediğini verememişlerdir melville. çok büyüksün melville!
  • modern toplumu en az kafka'nın metamorfozu kadar iyi işlemiş bir eser. fakat ondan daha az bilinmesi beni bazen kahrediyor. evet durup durup bunu düşünüyorum. işsizim.
  • ne diyorsun bartleby?”

    “şu anda bir şey dememeyi tercih ederim.”

    “bana nerede olduğunu söylesene bartleby.”

    “söylememeyi tercih ederim.”

    “posta idaresine gidip bana mektup var mı, bir baksana bartleby.”

    “bakmamayı tercih ederim.”
    avukat’ın bir şey yapmaya ikna edemediği bartleby , olay örgüsünün sonunda eylemsizliği neticesinde merdiven boşluğundan polislerce alınıp cezaevine atılır. cezaevinde de “yememeyi tercih ederek” ölümle buluşur.
    19.yy ın ortalarında insanın kapitalist sistemin çarklarında yok olduğu bir zamanda uyumsuz dişli bartleby… eylemsizlik ve tüketmemeyi tercih eden duruşu ile kapitalist sisteme karşı müthiş bir başkaldırı.
    şimdilerde “y” kuşağından sıkça duyduğumuz “yapmamayı tercih ederim” sözünü ne kadar az kullandığımızı düşünmeniz için,
    sistemin emeği ne kadar sömürdüğünü bir kez daha hatırlamanız için;
    aslında çok da uzun olmayan insan ömrünün çok büyük bir kısmını çalışarak harcadığımızı fark etmemiz için;
    vicdanızmızı, insanlığımızı ve sistemin anlamsızlığını sorgulamamaız için,
    tembellik hakkı adlı manifestonun yazarı, “işçiler sıskalaştıkça patronların göbeği şişiyordu” diyen marks'ın damadı paul lafargue’yi hatırlamak için,

    katip bartleby
  • --- spoiler ---

    "yapmamayı tercih ederim."

    * abd posta hizmetleri 1825 yılında bir 'sahipsiz mektuplar' bürosu açtı. 2006'ya gelene kadar bu büroda 90 milyon mektup birikti. sahipleri belirlenemeyenler, içlerindeki değerli şeyler çıkarıldıktan sonra müşteri gizliliğini korumak üzere yakıldı.

    --- spoiler ---
  • kâtip bartleby..
    bir direniş hikayesi..gregor samsa dan sonra bartleby de aslında sürekli işleyen çarkın uyumsuz dişlisi.
    "yapmamayı tercih ederim" cümlesi yapmak zorunda olduklarımıza karşı vurulan iyi bir irade tokatı:) toplumun size sunduğu mecburiyetleri ,görevleri,yasaları kısaca insanlıktan çıkmaya vardıran her şeyi elinizin tersiyle itebiliyor musunuz? melvılle görüp de reddetmenin görmeden reddetmeye nazaran çok daha onurlu oldugundan bahsetmiş. çünkü farkındalık devreye girmiş ve düzene karşı çıkan adamın bu amaç uğruna nasıl kendi özüne döndüğü çarpıcı bir dille anlatılmış! "yalnızlık " küçük noktalar halinde işlenmiş esere ancak bitiminde elde kalanın sadece yine "yalnızlık" olduğu vurgulanmış kanımca..borgesin harika önsözü ile babil kitapligina hayran ola ola okumaya devam etmekteyim:) 70 syflik bir kitaptan bu kadar yorum çıkıyorsa. ..çok iyidir ..çok. .okuyun!
  • içerik olarak pasif direnişi ele almış kitap. bu zaten yukarıda belirtilmiş. benim için daha ilginç olanı melville'in hikayeyi çok iyi kurgulamış olması. ilk çakallık anlatıcıyla başlıyor zaten. çalışmayı seven, üst sınıf ve duygusal bir anlatıcının gözünden anlatılmasaydı olaylar, hikaye çöp olurdu. ama yazar öyle bir anlatmış ki kimse bartleby'i yadırgamıyor. "bu nası bir tip böyle" diye yadırgayabilirsiniz o ayrı. böylesi absürd bir karakteri kült hale getirebilmesinden bahsediyorum. taa en baştan adamın ağzını yüzünü kırıp atabilirlerdi. fakat anlatıcının yanında çalışan iki tip de karikatür ve absürd olduğu için ve hikayeye bu ucubeleri tanıtarak başladığı için bartelby'in kontrastı azaltılıyor. sonrasında anlatıcının ince ince düşünmesi evhamlı olması bizim katibi daha da parlatıyor. misalen söylüyorum, bunu bir kaybeden olarak düşünebilirdik. kaybedenler kulübü ve benzeri edebiyatın günümüzde aşırı sahte durmasının sebebi de bu. melville'in yaptığı gibi yapamıyorsun kardeşim.
hesabın var mı? giriş yap