• vazgecemedigi seylerden biri sigara icmek. fotograflarinda da cogu zaman parmaklarinin arasina sikismis bir sigarayi gormek mumkun.
    bir defasinda rejim tarafindan aranan bircok insani evinde sakladigi, ulkeden kacmaya calisanlara yardim ettigi gerekcesiyle tutuklanip, gozaltina aliniyor. yolda, kendini tutuklayan polise sadece birkac sigarasinin kaldigini, sigara icmedigi surece sorularina cevap vermesinin mumkun olmadigini soyluyor. polis memuru arabayi durdurup birkac paket sigara aliyor, hatta digerlerine caktirmadan hucresine nasil goturebilecegi konusunda tavsiyelerde bulunuyor. arendt, malum, biraz elitist bir teyze (kuraminda da bunu goruyoruz)- tutuklanmissin, kampa gonderilmen an meselesi, biraz panikle, biraz alttan al, ama yok- birkac gun sonra da hapishanedeki kahvenin kotu oldugundan yakiniyor. bu defa da, daha iyi bir kahve ikrami emri geliyor yukardan. o kadar korkunc bir donem icinde dahi olsa, insanligin olmedigini gosteren bir nokta daha var bu oykude. yine arendt'i tutuklayan alman polisten geliyor bu insani yaklasim. polis memuru arendt'in avukat tutmasina karsi cikiyor, "su zor gunlerde yahudilerin parasinin olmadigi malum, siz de avukat ucreti ile zor duruma dusmeyin. sizi tutuklayan benim, buraya ben getirdim, ben cikaracagim" diyor ve sozunu de tutuyor. arendt birkac gune kadar serbest kaliyor. 1964 senesinde gunter gaus'la yaptigi soyleside aktariyor bu anisini. ha iste "elbette kirginim, ama almanlar arasinda boyle adamlar da vardi"ya getiriyor isi. mesele onlarin azinlikta kalmasi, cogalip direnememeleri...konusmanin basligi da cok anlamli, bunca acidan sonra geriye ne kaliyor? dil kaliyor. "what remains? language remains."
    sorsak bu topraklardan gitmek zorunda kalan insanlara da, onca aciya ragmen onlarin da verecegi cevap ayni olur gibime geliyor...
  • hocası martin heidegger'le marburg'da öğrencisi iken fırtınalı bir duygusal ilişkisi olmuş, ayrılmalarına rağmen bir ömür boyu inişli çıkışlı arkadaşlıkları sürmüştür. ilişkilerinin bitmeye yakın dönemlerinde hediegger'den istediği halde kopamayan arendt şunları yazar: "her zaman, bir genç kızken bile yalnızca sevgi içerisinde var olabileceğimi biliyordum. ve tam olarak da bu nedenle kaybolup gitmekten korkuyordum. ben de kendi bağımsızlığımı elimden aldım." ilerleryen yıllarda heidegger'in nazi rejimine sempati beslemesi ve hitler'e direniş göstermemesi ikilinin arasını açan en önemli faktör olur.

    hannah arendt bir yahudidir. seküler bir aileden geldiği halde kendisini yahudi olarak tanımlamasına ise almanya'da antisemitik politikaların güçlenmesi, hitler'in siyaset sahnesinde yükselmesi neden olur. arendt bu konuda, "size yahudi olduğunuz için saldırılıyorsa, siz de kendinizi yahudi olarak savunursunuz" der ve yahudi örgütlerinde görev almaya başlar. hitler iktidara gelmeden abd'ye göç eder ve ikinci eşi ile birlikte hayatının sonuna kadar burada yaşar. çok taraf olur ancak hiç bir tarafın yanında yer almaz. siyasetin felsefesini yapar fakat siyasete girmez. yıllar ve yıllar sonra 1963 yılında yahudi soykırımı'nın baş aktörlerinden adolf eichmann'ın israil'deki yargı sürecini gözlemci olarak izler ve izlenimlerini bir yazı dizisi halinde yayınlar. burada eichmann'ı ve nazileri 'das banale des bösen" ((bkz: kötülüğün sıradanlığı)) teziyle değerlendirir. arendt'a göre yahudi soykırımını gerçekleştirenler de 'sıradan'dırlar ve onların bu büyük suçu işleyebilmesin de yahudilerin de payı olmuştur. bu düşünceleri ile arendt yahudi toplumunun şimşeklerini üzerine çeker, hatta yaldızlı kariyeri ve özel hayatı bu durumdan çok olumsuz etkilenir. eichmann gibi 'kötü'leri vicdansız yerine 'düşünemeyen/düşünmeyi bırakmış' olarak nitelendirir, zira arendt'a göre düşünen kişi, aynı zamanda vicdanlıdır. çünkü düşünenin içinde kendisine eşlik eden bir ikinci kişi/iç ses vardır. arendt düşün hayatı boyunca nazi özelinde totaliter sistemleri incelemeyi sürdürür.

    çok çok zeki bir kadındır. kendisine kadın erkek eşitliği konusundaki fikri sorulduğunda da, "bunu pek düşünmedim, istediklerimi yaptım" der. çok üretmiş, çok çalışmış ama aynı zamanda da iyi yaşamıştır. bir kadın ve insan olarak örnek alınasıdır. tabii ki her güzelin bir kusuru vardır, günde iki paket sigara içtiği söylenir... ölümü de kalp krizinden olmuştur. ama bana sorarsanız 27 yıllık eşi heinrich blücher'in ölümü ona da ağır gelmiş, yalnızlığa dayanamamıştır. zira kamuoyu önüne çıkacak gücü hep eşinden aldığını söyler. "hayatımda hiç bir zaman bir halkı ya da kolektifi bütün olarak sevmedim, ne almanları, ne fransızları, ne işçi sınıfını. sadece arkadaşlarımı seviyorum ve sevginin diğer biçimlerine de kabiliyetim yok" demiştir....
  • "eğer düşündüğüm herşeyi aklımda tutabilecek kadar güçlü bir hafızam olsaydı, bana öyle geliyor ki hiçbir şey yazmazdım... benim için önemli olan düşünme sürecinin kendisi."

    "...ve bana öyle geliyor ki düşünmeme hali -gaflet içindeki bir umursamazlık ya da dumura uğramış bir zihin ya da koflaşmış 'doğrular'ı tasasızca terennüm eden bu hal - zamanımızın en bariz özellikleri arasındadır. o nedenle önerdiğim şey aslında çok basittir: hiçbir şey yaptıklarımızı düşünmekten daha önemli değildir." (insanlık durumu'ndan, ss.32-33).
  • "en radikal devrimciler bile devrimin ertesi günü muhafazakar olurlar" sözündeki müthiş tespitine katıldığım insan.
  • "most evil is done
    by people who never make up their minds
    to be either good or evil" demis kisi.
  • okuyucuya ilk not: tam bir liberal degildir, yarim ya da ceyrek oldugunu bile sanmiyorum. illa bir kategori bulmak lazim geliyorsa cumhuriyetcidir denilebilir.

    heidegger'in ogrencisi olarak basladigi felsefe alaninda doktora tezini karl jaspers'le tamamlamis. tezi augustine'de sevgi kavrami uzerinedir. sonradan unlu olan tum felsefeci ve kuramcilarla tanisikligi vardir. walter benjamin, frankfurt okulu onde gelenleri: adorno, horkheimer. leo strauss hatta einstein da bu isimler arasinda yer alir. adorno'dan hic hazzetmezmis; benjamin'in olumunden sonra eserlerinin basiminda gecikmesi ise adorno'yu arkadasina sadik olmamakla suclamaya kadar gitmesine yol acmis. uzun zaman siyonist orgutlerde calissa da israil devletinin kurulmasina karsi cikisi israil'de kitaplarinin hicbirinin ibranice'ye cevrilmemesine yol aciyor. yine uzun seneler arkadasi olan gershom scholem , eichman in jerusalem kitabinin cikisindan sonra arendt'le tum baglarini kopariyor. scholem, kendi milletine sirt cevirdigini dusundugu arendt icin "ben onu marksist oldugu zamanlardan beri bilirim" aciklamasi yaptiginda ise arendt buna cok bozuluyor.
    kucuk yasta babasini kaybetmis, iki kere evlenmis, hassas, utangac ama her zaman cok zeki olarak bilinirmis. amerikan vatandasi olmadan once tam on sekiz yil devletsiz yasamis. kuraminda bunun etkisi oldugu gorulebilir. siyaseti, dunyada evsiz *oldugumuz dusuncesinden yola cikarak, dunyayi birlikte yasayabilecegimiz ortak bir alanin yaratimi olarak tasarlar. kantci ve aristotelesci yaklasimin izlerinin bulunabilecegi kurami marksizm ve liberalizm ogretilerini elestirir. marx'ın hastası olduğunu söyleyemeyiz ama kocası sağlam marksistmiş.
    atesli bir yazim tarzi vardir, kuramini okumak insani sikmaz. ancak kimi noktalarda celiskiler ve aciklar bulmak mumkundur. ozellikle amerikan devrimini fransiz devrimine tercih edisi, eylemi bir siyasal edim olarak yuceltirken siyah hareketi elestirileri bunlara ornek olarak gosterilebilir.
  • "kötülüklerin çoğu hiçbir zaman iyilik ve kötülük hakkında kafa yormamış insanların işidir." sözünün mimarı.
  • kendisiyle yapılan bir söyleşiden yalanın politik işlevi hakkında şunları söylemiş zamanında:

    "totaliter ya da başka başka türden diktatörlüğün hüküm sürmesini olanaklı kılan şey, insanların bilgilendirilmemesidir. bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olabilir misiniz? herkes size mütemadiyen yalan söylüyorsa, bunun sonucu, yalanlara inanmamanız değil, artık hiç kimsenin hiçbir şeye inanmaması olur. çünkü yalanlar doğaları gereği değiştirilmek zorundadır; yalan söyleyen bir hükümetin de kendi tarihini durmadan yeniden yazması gerekir. bunun muhatabı olarak, sonuçta hayatınızın sonuna kadar inanabileceğiniz tek bir yalan konmaz, siyaset rüzgarı nereden eserse ona göre değişen sayısız yalan konur. artık hiçbir şeye inanamaz hale gelmiş bir halk da hiçbir konuda karar veremez. sadece eylemde bulunma kabiliyetinde değil, düşünme ve muhakeme etme kabiliyetinden de mahrum kalır. ve bu hale gelmiş bir halka dilediğiniz her şeyi yaptırabilirsiniz..."
  • walter benjamin'in illuminations adlı kitabına yazdığı giriş dillere destan olan, hikaye-anlatıcısı (storyteller) motifini de benjamin'den ödünç aldığı aşikar olan, evet, kendini filozof olarak tanımlamayı reddetse de 20. yüzyıla damgasını vurmuş, çok çok önemli filozof. yahudi olmakla birlikte yahudileri bir cemaat olarak görmeyi reddetmiş, gençliğinde youth aliah gibi yahudi örgütlerinde aktif olarak çalışsa da, yaşadığı devletsizlik ve mültecilik tecrübesinden sonra insanların "ne" olduklarıyla yani ırk, din, dil, cinsiyet vs gibi kendilerinin iradi olarak değiştiremeyecekleri nitelikleri ile değil "kim" olduklarıyla yani yapıp ettikleriyle, söz ve edimleriyle değerlendirilmeleri gerektiğine inandığı için kendini yahudi kimliğiyle öne çıkartmaktan imtina etmiştir. zaten yahudiler de ona eichmann davası'ndan sonra kıl olmuşlardır zira arendt eichmann'la birlikte soykırım sırasında yahudileri elleriyle nazilere teslim eden, onlarla işbirliği yapan ve judenraete denilen yahudi konseylerini de kıyasıya eleştirmiştir.
  • tam bir liberal olmakla birlikte önemli bir siyaset bilimcisi. kendisi olmasaydı francis fukuyama şu an anladığımız şekilde varolamazdı. end of ideology* tezini ilk ortaya atandır*. bunun üzerinde fukuyama end of history* tezini ortaya atmıştır.*
hesabın var mı? giriş yap