*

  • tarihci eric hobsbawm'in 1914-1991 arasi dunya tarihini isledigi kitabi.
  • türkçeye aşırılıklar çağı ismiyle tercüme edilmiştir.
    kitap hakkında lawrence freedman'ın eleştiri makalesi için bakınız:

    http://www.history.ac.uk/reviews/paper/eric.html

    (hobsbawm is wary of liberal triumphalism. he will never be convinced that unconstrained free enterprise can work to the common good, and he comprehends the distinctiveness of individual cultures and political systems sufficiently to know that, even if liberal capitalism was a recipe for a good society, not all can mix together the right ingredients in the right mixture at the right time. nonetheless, while liberalism may not yet work as a universal ideology it is the great survivor of the twentieth century. it continues to show how enterprise can be rewarded, authoritarianism subverted and cultural experiments can continue. )

    hobsbawm'ın kendisine "hadi lenn" tadındaki cevabı için de bakıveriniz:

    http://www.history.ac.uk/reviews/paper/hobs.html

    (the main problem of contemporary history is to see it at a distance. lawrence freedman appears to have passed through at lest three moods since 1989, to judge by his observations: euphoria, followed by a "post-euphoric mood" and a less gloomy phase "a few years on". it is impossible to write the history of the twentieth century, and not very useful to criticize it, in terms of such short- term reactions. can we really believe that readers in 2047 will see freedman's '`while liberalism may not yet work as a universal ideology, it is the great survivor of the twentieth century" as a historical judgment and not as a political credo? even today the odds that it will emerge as "the "great survivor" cannot be more than evens, and most bookmakers would offer odds against the proposition that it is on the way to working as a universal ideology.)

    --- spoiler ---

    tahmin edilebileceği gibi, özet olarak liberalizm ve sosyalizme bakışlarını dile getiriyorlar.

    --- spoiler ---

    bir de not: giriş bölümünde kitabın sonundaki kaynakçadan bahsediyor fakat en azından everest baskısında kaynakça maynakça yok. ingilizce baskıda var mıydı, hatırlamıyorum. yayınevinin azizliğine uğramış olabilir.
  • asım karaömerlioğlu'nun bu kitaba yönelik bir eleştiri yazısının kitabın genel tanıtımı bölümü şöyle başlamaktadır:

    "hobsbawm 1962 ile 1987 arasında "uzun" ondokuzuncu yüzyılı incelediği klasikleşmiş üç önemli kitap yayınlar: the age of revolution, 1789-1848; the age of capital, 1848-1875 ve the age of empire, 1875-1914. son kitabı the age of extremes, 1914-1991 bir anlamda bu üç önemli kitabın devamıdır. the age of extremes adlı yapıtın alt başlığı "bir dünya tarihi, 1914-1991." yani kendi deyimi ile "kısa yirminci yüzyılın tarihi." bu kısa sıfatı yazarın "uzun ondokuzuncu yüzyıl" kavramı ile uyum içinde. bu anlamda hobsbawm'ın yazdığı tarih birinci dünya savaşı'ndan sovyet bloğu'nun çöküşüne kadar. bu dönem de kendi içinde üç alt döneme ayrılıyor: 1914-1945 arası "katastrof çağı", 1945-1973 arası "altın cağ" ve de 1945'den günümüze "heyelan". "

    makalenin devamındaki hobsbawm'a avrupa-merkezci tarihyazımı yaklaşımı eleştirisi için:

    "peki doğu avrupa neden gözden bu kadar çabuk kaçmış olabilir? sanıyorum bu noktada kitabın en büyük zaaflarından birisine geliyoruz ki o da hobsbawm'ın analizlerinin son çözümlemede avrupa merkezci olduğu, üstelik kendisinin kitabın başında avrupa merkezci yaklaşımları eleştirmesine rağmen (14). yani avrupa, ve özellikle batı avrupa, biraz fazla merkezde. bunu kitabın bütününde gözlemlemek mümkün. örneğin doğu avrupa'ya yönelik analizler çok daha sıradan ve genel geçer. uzakdoğu asya, orta doğu ve latin amerika üzerine yapılan analizler batı avrupa için yapılanlarla karşılaştırıldığında çok daha sönük kalıyor. aynı şekilde hobsbawm'ın abd'yi analizi de tatmin edici olmaktan uzak, özellikle kitabın 1970'ler öncesi dönemi tartıştığı bölümlerinde. oysa amerika'nın birinci dünya savaşı'na girmesi, kendisinin de değindiği gibi, son derece önemli ve hatta belirleyici bir özelliğe sahip."

    devamı için:

    [m. asım karaömerlioğlu, yaşanilani yazmak: hobsbawm'in yüzyili, birikim, (haziran 1997), no.98: 84-92. ]
  • çevirmenine (bkz: yavuz alogan) rağmen keyifle okunabilen bir kitaptır.
  • balayını geçirdiğim prag-viyana-budapeşte turundan döner dönmez, "ulen rehber iyi anlattı, güzel anlattı ama anlattıklarının altını doldurmak lazım" deyü, avrupa'nın yakın geçmişini mercek altına alan bi kitap arayışına girmem neticesinde bulduğum kitaptır. eğitim sisteminin tornasından uzun yıllar önce geçmiş ve yarım yamalak bir tarih eğitimi almış her fert gibi, tarih bilgim ulubatlı hasan, franz ferdinand, malazgirt zaferi ve istanbul'un fethinden ibaretti. işi insanları gezdirmek ve tarihi mekanlar hakkında özet bilgiler vermek olan bir insan için fazlasıyla donanımlı olan rehberimiz, bu yaştan sonra tarihe ilgi duymamı sağladı ve bu kitabı bulmama vesile oldu. aslında kendisi hitler'den başlamamı salık verdi ama ben önce genel hakkında bilgi sahibi olup, daha sonra özele odaklanmayı daha doğru buldum ve kitaba da yeni başladım. kitabı bitirmemi müteakiben, yorumumu da burada belirteceğim tabii ki. eksik kalır mıyım hiç! zaten beklentimi karşılayan bir kitap olduğunu gördüğüm takdirde okuyacağım bir sonraki kitap, 1875-1914 arasını kapsayan the age of empire olacak.
  • türkçe'ye "kısa 20. yüzyıl" adıyla çevrilen eric hobsbawm kitabıdır. kitaba birinci dünya savaşı'nın başladığı 1914 ile sscb'nin dağıldığı 1991 tarihleri arasındaki süreci irdelediği için bu ad verilmiş. kitapta bu tarihsel süreçteki belirli dönemlerin siyasi,iktisadi ve sosyal koşulları ve bu koşulların kendi aralarındaki etkileşimi inceleniyor. bunun yanında bu tarihsel koşulların toplumun zihniyetine ve sanat anlayışına olan etkisini, değişen sosyoekonomik yapıyla beraber insanların gerçekle kurdukları bağlantının geçirdiği evrimi (bkz: altyapı ve üstyapı arasındaki ilişki) de ortaya koyması onu aynı dönemi işleyen herhangi bir tarih kitabından farklı kılan en önemli unsurlardan biri. kitabın bir diğer ilginç özelliği ise dönemin olayları ve olguları analiz edildikten sonra hobsbawm'ın(ki kendisi marxisttir) bunları kendi ideolojisi doğrultusunda yorumlayıp senteze ulaştırmaması, belli bir anafikre getirip bağlamamasıdır. bu durum kitabı daha objektif yapıyor ki kısa 20. yüzyılı konu edinen bir kitapta aranan bir özellik olsa gerek.
  • amazon'dan sipariş verdikten 15 gün sonra falan elime geçti bu kitap. güzel anlatıyor anlatmasına da, gereksiz uzunlukta cümleler (5-6 satırlık cümleler kitapta her sayfada bulunuyor) var kitapta. parantez içinde verdiği ek bilgiler derken okunmaz hale geliyor. çoğunlukla anlaşılıyor neyse ki. içeriğine gelirsek, güzel kitap. interwar period'da liberalizmin çöküşü ve faşizmin kaçınılmaz yükselişini gayet anlaşılır sebeplerle kafalara oturtmuş hobsbawm. okunması gereken bir kitap, özellikle siyasi tarihe ilgi duyanların okuması gerek.
  • çok güzel bir kitap, okunmalı, mümkünse okutturulmalı.

    ancak yazarın devrimler çağı ve imparatorluk çağı kitaplarını okurken yaşamadığım sorunu burada yaşadım : dil.
    artık çeviri mi kötü (öyle sanıyorum) yoksa hobsbawm mı zorlaştı net bilemiyorum ama zor okunuyor kesin. uzun cümleler diğer kitaplarda da vardı ama burada çığır açmış bu bazı bölümlerde iyice anlaşılmaz ve uzun cümleler.

    ilgili kitap: http://static.idefix.com/cache/0/270/247892

    sonradan ek: adamın dili mi değişti yoksa ben mi artık daha yavaş anlıyorum bilmiyorum ama son okuduğum kitabında da aynı sıkıntıyı yaşadım: tuhaf zamanlar (interesting times).
  • aşırılıklar çağı yalanları...
    egemen sınıf, ezdiği sömürdüğü, bedenlerini köle ettiği sınıfların aynı zamanda düşüncelerini de belirleme kaygısından “alman ideoloji” sindeki bahsinden beri hiç vazgeçmedi vazgeçmeyecek de. kapitalistler vade farksız çıkarlarını gözetmek adına, kendi sınıflarının çıkarlarını toplumun genel çıkarları gibi gösterme kaygısı ile tiyatral bir oyun sergilemekteler. en son örneği pek de ciddiye almadığım istatistik biliminin verilerine göre, dünyada en yaşanılası ülke olan norveç’deki “katliam” mevzusu üzerinden dönmekte. norveç’i yüz küsür yıllık dönme ideolojileri “sosyal demokrat” devlet toplum örgütlenmesi dışında biz meşhur balıkçılarının kıymet verdikleri yerlerine sürdükleri neutrogena kremlerinden tanıyoruz. o kremler ki sadece yumuşatıcı ideolojileri ile değil, mis kokulu nemlendiri özellikleriyle de “kaba saba” emekçi ellerini ve tabi zihinlerini pamuk gibi yapıyordu.
    pre-kapitalist üretim ve sömürü ilişkilerinden beri batı olmasını güneye, doğuya ve hatta kuzeye borçlu olan “gelişmiş ülke” toplumları, her toplumsal bunalım anlarında, yada kapitalizmlerinin derin krizleri anlarında suçluyu bulmakta zorlanmamaktalar: “aşırılıklar”. abd süper liselerinde elinde silah tüccarlarının ürettiği ve nasıl oluyorsa 13/14 yaşındaki çocukların ellerine düşen makineli tüfeklerle lise basılıyor, bilgisayar oyununda puan toplayarak adam öldüren gençler ortaya çıkıyor. adına “cehennem melekleri” dedikleri cehenneme gidesice motosiklet çeteleri kadıköy’ün ortasında sokaktan geçenlere saldırıp yaralıyor, yaşı küçük katil doğduğu yeri beğenmediği için hrant’ı ensesinden kurşunluyor, norveç versiyonu ise gençlik kampı basıp kurbanlık koyun gibi takır takır adam öldürüyor. ve bilim adamlarından, yavşak medyaya kadar burjuva ideologları bütün bunları aşırılık yalanlarıyla aba altından sopa göstererek teorize ediyor.
    kapitalist ideolojinin ahlakı, bütün üst yapı kurumlarıyla, öldüren eğlenceleri televizyonları, kanalizasyona dönmüş paçavra gazeteleri, zorunlu eğitim kurumları ve o kurumların başına geçirdikleri “bilim hırsızı” yöneticileriyle kendi aşırılıklarını besleyecek nesiller yaratırken, aşırı sağcısının katliamını da “bu bizim köyden değildir” modunda sahipsiz bırakmaktan çekinmemektedir. ağcalar, çelikler, çakıcılar, samastlar alayının ortak şikayeti sahipsiz bırakılmaları değil miydi? kendi katiline sahip çıkamayacak kadar soysuz ve utanmaz bir sosyal sınıf ve onun örgütlenmesinden ne bekliyorsunuz ki? ahlaksız düzenleri hem her türlü insani olmayan değerle kışkırtır, hem de csi-miami dizilerindeki üstün ırk polis müfettişleriyle, kışkırttığı katili, suçluyu yakalar, cezalandırır, biz de gece rahat uyuruz kuş tüyü yastıkların tepesinde. sistem ezdiği sınıflara mesajını utanmadan vermektedir, “aşırılık” iyi bir şey değildir.
    kendi ideolojik formatından yada tezgahından geçirmediği bütün ideolojiler, fikirler, politikalar aşırıdır onlara göre. eline silah almadan yabancı düşmanı olmak serbesttir, parti kurar iktidara bile taşır, katil oyunu bozarsa cezaevine yada ipe gönderilir. toplumda katilleri besleme gibi kollayan örgütlenmeleri olur, bu bazen bir polis karakolunda bayraklı hatıra fotoğrafı olarak karşımıza çıkar bazen de kırmızı/yeşil pasaport olarak. vücuduna yeterince yumuşatıcı krem sürmemiş norveçli faşist “müslüman düşmanlığı” yalanıyla, yeterince islah edilemediğini kanıtlarcasına onlarca insanı 2 saat içinde oslo şehir mezarlığına gönderiverir. avrupa’nın üzerinde yeni bir hayalet türü dolaşıyor dedirtmek istemektedirler: “türken raus” aslında kapı dışarı etmeye çalıştıkları arnavut, türk, kürt cezayirli emekçi sınıflarıdır. kendi fabrikalarında kremle ve sosyal demokrasiyle yumuşatılmış kendi işsiz güçsüz gençlerini görmek istemektedir artık avrupalı sermaye sahipleri. hitleri iktidara taşıyan kaygı ne ise, norveçliyi gençlik kampı basmaya yönlendiren de odur. 12 haziran seçimleri öncesi balıkesir cumhuriyet güçbirliği adayı kadın balıkesirliye ne vaat ediyordu hatırlayın, egeyi kürt işgalinden kurtaralım, ikinci kurtuluş savaşını başlatalım demiyorlar mıydı? zeytinburnu’ndaki emekçi kürt gençleri üzerinde oynadıkları çirkin oyun hangi kaygının ürünü idi? sağlı sollu saldırıya geçmiş kapitalist ve faşist tetikçilerine komünistlerin vereceği cevap kamp basan faşistin kaygısını çözmekten çok daha önemlidir. biz komünistler bu oyunu bozacak en akıllı en iradeli ve en ahlaklı örgütlenmeleri yaratacak zeka bilgi ve beceriye sahip olmak zorundayız. muhtaç olduğumuz kudret kimsenin kanında değil, enternasyonal akan damarlardadır. işçiyi emekçiyi, işsizi güçsüzü, evdeki kadını sokaktaki genci, güvencesizi, sigortasızı, sendikalıyı, öfkeliyi, isyancıyı, delikanlıyı, o enternasyonal damara çekecek güç bizim elimizde, sizin elinizde…
  • everest yayınlarından çıkan kitapta kapak tasarımında değişikliğe gidilmiş. geçtiğimiz yüzyılı anlamak adına herkesin okuması gereken kitaplardan.
hesabın var mı? giriş yap