• sigmund freud un, garip ve ürpertici, anlaşılamaz ve de bilim yoluyla açıklanamaz olay ve duyguları tarif etmek için kullandığı terim. hiç bilinmeyen bir yere gidildiğinde dolanırken defalarca aynı caddeye çıkmak, ya da örneğin fıstık yeşili "x..." plakalı belli bir arabaya önce yaşanılan şehirde, daha sonra da alakasız bir şehirde rastlamak, aynaya baktığında engellenemez derecede, başka birine bakarmışçasına narsizm boyutunda kendini izlemek, kişinin bir fotoğrafına bakarken kendini ilk defa görüyormuşçasına değişik çıktığı izlenimine kapılması, rüyalar ve deja vu, uncanny - unheimlich e örnek verilebilir. tuhaflığın kendini 'tuhaflık' olarak adlandırabilmesi bile tuhaflık kapsamına girer.
  • freud tarafından ortaya atılan bi kavramdır *. kişinin psikolojik gelişiminin ilk basamaklarında yaşama tutunmanın bir güvencesi olarak oluşturduğu eş kavramının bir süre sonra farklı ruhsal gerekliliklere dönüşmesiyle bireye, bireyin en zayıf noktası olan ölümü anımsatmaya başlamasıyla ortaya çıkar. önceleri kişiyi dış dünyaya karşı koruyan eş giderek kişinin reddettiği ölümlülük halini anımsatarak marazi bir hale getirir ve tekinsizlik bu noktada belirginlik kazanmaya başlar.

    freud'a göre bu tekinsizlik bireyin annesinden kalma bir mirastır, zira anne hadım * edilmiş bir kimliğe sahiptir, bu tekinsizliğiyle ölümlüdür ve kişi bu anneden dünyaya gelmedir.
  • türkçeye tekinsiz olarak çevrilen kavram. freud, das unheimlich makalesinde bu kavramı, bastırılmış olanın geri dönüşü olarak tanımlar. bilinç düzeyine çıkmaya çalışan karışık mesajları, içimizde şifreli bir dile çeviren durumun varlığından bahseder.

    tekinsiz, korkutucu olanla ilgili bir kavram. iyi bilinen ve çok eski olan, insan doğasına ait bir korku. bastırıldığı için bize yabancılaşmış vaziyette. bu sebeple bastırılmış dürtülerimizi yansıtan şey ya da kişiler en tekinsizi oluşturmakta.

    bilhassa sinemada karşılaştığımız tekinsiz motifler: yinelemeler, denge kaybı, uzay-zaman algısının bozulması, ölünün dirilmesi, ikizler (iyi-kötü belirsizliği), otomatlar, kaderi kontrol edemeyeceğinin farkına varma, eş ruhlar, tekrarlayan görüntüler... vd.

    en meşhur örneği için, (bkz: the shining)

    kubrick bir röportajında şöyle demiş: "das unheimlich/tekinsiz isimli makalesinde freud, yaşamdan daha güçlü bir şekilde sanatta deneyimlenen tek duygunun tekinsizlik olduğunu söyler, ve eğer korku türünün bir doğrulamaya, bir gerekçeye ihtiyacı varsa, bence freud'un söyledikleri bile tek başına bir referanstır."

    kaynak: sanat uzun ilham sonsuz
  • ilk olarak psikiyatrist ernst jentsch tarafından 1906 yılında* ortaya atılmış fakat 1919'da sigmund freud tarafından tekrardan ele alınmış kavramdır unheimlich, yani tekinsiz. fakat ikisinin ele aldığı tekinsiz kavramı birbirinden farklıdır. kavram en basit haliyle tanıdık, bilindik olanın bilinmez olmasını ifade eder. bir diğer taraftan da bastırılmış olanın geri dönmesi, tanıdık olanın yabancılaşması ve farklı şekillerde kendisini göstermesidir.

    freud bu kavramı dehşet veren bir ruh durumu olarak açıklar. aynı zamanda anksiyete, dehşet, korku gibi birbiri yerine kullanılan fakat farklı anlamları olan kavramları da açıklar. anksiyete belirli bir tehlikeli bekleme ve dolayısıyla ona hazır olma durumunu ifade ederken, korku ise korkulacak belli bir nesne veya durumu gerektirir. fakat dehşet dediğimiz kavram insanın hazırlıksız olarak bir tehlikeye düştüğünde bulunduğu duruma verilen isimdir. dolayısıyla tekinsiz kavramı daha çok dehşet kavramıyla daha yakından ilgilidir.

    freud'a göre tekinsizlik hissi nesnenin niteliğinde değil, algılanışında oluşur. bunu oluşturan iki kavram vardır. bunlardan biri "zihinsel belirsizlik", "yabancılık hissi" ve "ait hissetmeme"'dir. bir diğeri ise bilindiği varsayılan bir şeyin yabancı olmasından doğan bir yeniden algılanış değil, aynı zamanda bilinçaltında bastırılanların geri dönmesiyle yüzeye çıkan korku ve kaygıdır.

    unheimlich kavramı aslında günlük yaşamdan daha çok sanatta ve edebiyatta kendini bulmuştur. ölüm ve göç de unheimlich kavramını çağrıştırır, kişinin kimi zaman aynaya baktığında bir an kendini tanıyamaması ve kendini sorgulaması da bunu çağrıştırır, yıllar önce geçmiş olduğunuz bir sokaktan tekrar geçtiğinizde size yabancı olan o his de bunu çağrıştırır, bir zamanlar tanıdığınızı zannettiğiniz sevgiliyi birden aslında hiç tanımadığınızı fark ettiğiniz o an da bunu çağrıştırır. bu kişiyi tanıdığını, bildiğini zannediyordun; senin için ev ve yuvaydı*, güvenilir ve güvenliydi. fakat artık sana yabancı, bambaşka ve tam da bundan dolayı seni tedirgin eden biri var karşında. unheimlich kavramı tam olarak budur bence.
  • "kristeva, freud'un izinden giderek, başlangıçtaki "tekinsiz" deneyimimizi, ben ile öteki arasında ayrım yapamadığımız puslu bir alanda yitip gitme duygusundan sökün eden bir kendi olmaktan çıkarma ve yok etme tehdidi olarak tanımlar:
    hem reddedip hem özdeşleştiğim yabancı karşısında sınırlarımı kaybederim, içinde durduğum kap ortadan kalkar, içine atıldığım deneyimlerin anıları içimi doldurur, içimde yer kalmaz. 'yolumu şaşırdığımı', 'belirsiz', 'puslu' olduğumu hissederim. nice hasarlar verir şu tedirgin edici yabancılık: hepsi kendimi başkasına göre bir yere yerleştirmekte çektiğim zorluğu tekrarlar ve özerkliğe kavuşmamın temelinde yatan özdeşleşme-yansıtma sürecini yeniden yaşatır, (s. 276)
    freud, "tekinsizin” ortaya çıktığı yeri, hayal ile gerçek arasındaki sınırların çöktüğü ve ikiz, otomat, ölü veya kadın kılığına giren bastırılmış hatıraların (freud'un listesi ilginç biçimde eklektiktir) belirdiği yer olarak tarif eder. aynca freud, bu altüst edici tekinsiz deneyimiyle başa çıkmanın yollarından birinin, kurmacaya başvurmak olduğunu söyler — masal, roman, fantastik öykü, vb.nde, yapıntı dünyası, artık gerçek ve hayali ikizler arasında ayrım yapamamamızdan kaynaklanan endişemizi yok eder, böylece bastırılmış olanın korku yaratmadan veya tehdit arz etmeden geri dönmesine olanak sağlar. kristeva tekinsize ilişkin freudyen analizi anlamaya yardım eden açıklamalar yapar: buna göre tekinsiz, ben ve öteki (yabancı) arasındaki çatışmalar üzerine inşa edilen bilinçli savunmalarımın çözülmesiyle, benin yabancıyla hem özdeşleştiği hem de ondan korktuğu çiftdeğerli bir ilişkiyi korumasıdır. kristeva şöyle der: "tedirgin edici yabancılığın kaynağı, ötekinin şoku, ben'in şu iyi veya kötü ötekiyle, ben'in kırılgan sınırlarını ihlal eden ötekiyle özdeşlemesidir; söz konusu yabancılığın edebiyatta temsil edilen taşkın çehresi 'normal' ruhsal dinamiğin kalıcılığını gizleyemez" (s. 278). dolayısıyla amaç, "tekinsiz"in ortaya çıkardığı semptomları reddetmek veya bastırmak değil de onlarla yüzleşmek, onları anlamak ve mümkün olduğunda yatıştırmak ya da yüceltmektir. "tekinsiz"i tamamen ıskartaya çıkarmak tehlikelidir, zira yabancı/ötekiye ilişkin hiçbir deneyimi olmayan birisi psikotik bir düzlemde sınırsız bir megalomaniyle hareket etmeye namzettir. "yabancılık 'uyruklar' içindir, hükümran olan yabancılık nedir bilmez" (s. 281)."

    richard kearney, strangers gods and monsters, s. 294-295.
  • das unheımlıche(the uncanny) ve doppelganger

    unheimlich kavramı alman filozof schelling’in 1835’te yazdığı mitolojinin felsefesi eserinde kullanılmış ama ‘unheimlich’ kavramı psikolojiye ilk kez on the psychology of the uncanny makalesiyle ernest jentsch tarafından getirilmiştir.

    jentsch’e göre “unheimlich, nereden geldiği belli olmayan bir şeye karşı açıklama getirilemeyen bir olguyla karşılaşıldığında gösterilen tipik temkinli yaklaşımın da kaynağı” (jentsch, 2019, s. 17). olan yerde ortaya çıkar. unheimlich, esasen edebi eserlerde ve görsel sanatlarda uzun zamandır başvurulan bir izlektir. bebek ve kuklalar, ölüler, yinelemeler, kaderi kontrol edememek, dönme(vertigo), zaman algısının bozulması, zamanda yolculuk, ikiz görüntü, doppelganger, kopya, asıl olandan emin olamamak, öte dünyadan gelenler ve zombiler, bazı öne çıkan unheimlich imgelerdir ve perili ev, hayalet, şato gibi mekanlar ise unheimlich hissinin ortaya çıktığı bazı mekanlardır.

    unheimlich geçmişten bu yana genelde tedirgin edici olanla, bilinmeyenle, yabancı olanla, korkuyla ilişkilendirilmiştir. “unheimlich hissinin ortaya çıkmasına sebep olacak ruhsal belirsizlikler içinde özellikle bir tanesi var ki tam manasıyla olması gerektiği gibi, güçlü ve oldukça genel bir etki bırakabilir: şöyle ki, canlı bir varlığın gerçek anlamda canlı olduğundan ya da cansız bir nesnenin aslında canlı olmadığından şüphe edildiğinde daha doğrusu bu şüphe, herhangi bir kimsenin zihninde yalnızca anlaşılması güç bir his bıraktığında unheimlich kendini gösterir.” (jentsch, 2019, s. 18).

    sandman öyküsünde bir sonraki bölümde değineceğimiz üzere hoffmann, unheimlich duygusunu oluşturmak için jentsch’in söz ettiği bu şüphe yöntemini kullanılır. olimpia’nın insan mı yoksa kukla mı olduğu konusunda okurun şüpheye düşürülmesi örneğinde görüleceği gibi. hoffmann, sandman’deki unheimlich atmosferini oluşturmak için doppelganger/eş benlik temasından yararlanır. “hoffman, romantik edebiyatın en popüler motifleri arasında olan ikili yansıtmanın(double-projection) klasik yaratıcısıdır.” (rank, 2016, s. 29).
    hoffmann, sonrasında bu temadan yola çıkılarak yazılan dr. jekyll and mr. hyde, dorian gray’in portresi, öteki gibi benin bölünmesi ve ikilenmesine dayalı öykü ve romanların ortaya çıkmasına zemin hazırlayan kişidir. freud da 1919 tarihli the uncanny makalesinde bu kavramı ele almıştır. freud, unheimlich kavramının tarihsel süreç içerisindeki kullanımlarına değinirken “unheimlichin arapça ve ibranice dillerinde “şeytani” ve “tüyler ürpertici” anlamlarına geldiğini (freud, 2019, s. 36). söyler.

    almanca’da ise kelimenin zıddı olan heimlich kavramını açıklayarak çözümlemesine başlar. unheimlich’i anlamca zıddı olan heimlich kavramı üzerinden açıklamasının sebebi bu iki kavramın temsil ettikleri olumlu ve olumsuz anlamları arasındaki zıtlıktan yola çıkarak organik bir bütünlük oluşturmalarıdır. heimlich ve unheimlichin özelliği bir durum, mekan ya da kişinin içinde aynı anda bulunabilir özellikte iki kavram olmasıdır. zıtlıktan doğan bu birliğin öykülerdeki karşılıklarını ilerideki bölümlerde örnekleyeceğiz.

    olumlunun temsili heimlichin: “bilinen,aşina olunan, yakın, tanıdık olan birine ya da bir şeye ait olan, ev ve aileye ait olan ya da çok ait hissedilen, evcil, arkadaş canlısı olan hayvanlar ve yakın, dost canlısı, rahat olan, yakınlarındayken iyi hissedilen” (freud, 2019, s. 37). ve de “gizlenen, gözden uzak olan, böylece başkaları tarafından bilinmeyen, saklanan” gibi çoğul anlamları olduğunu söyler. (freud, 2019, s. 38). heimlich’in zıttı olan ve olumsuzun da temsili olan unheimlich kavramının ise “tedirgin, ürkünç, kan dondurucu ve de gizli kalması veya bir sır olarak saklanması gereken (fakat açığa çıkan) her şey” için kullanılabileceğini söyler. (freud, 2019, s. 39). kısacası unheimlich; tanıdık ,bildik, yerli anlamlarına gelen heimlich kelimesinin zıddıdır.

    freud’un the uncanny makalesinde unheimlich kavramı genel olarak bazı unsurlar etrafında incelenir: belirsizliğin yarattığı karar verilemezlik ve şüphe, bunun uzantısı olarak aşina olunanın, çocukluk yaşantıları ya da ilkel inanışların bastırılması sonucu istemsiz tekrarlarla geri dönmesi, hadım edilme korkusu ve de son olarak hayali olanın gerçekte karşımıza çıkması yani orijinal olanla kopyasını, gerçekle/ hayal olanı ayırt edememek. unheimliche neden olan bu unsurların izini freud’un çözümlemeleri aracılığıyla e.t.a hoffmann’ın the sandman’i üzerinden, unheimlich atmosferi oluşturan der doppelganger izleğini de otto rank ve girard’ın çözümlemeleri aracılığıyla dostoyevski’nin öteki adlı romanı üzerinden sürmeye çalışacağız.

    freud’un the sandman analizine geçmeden önce öyküyü ana hatlarıyla özetlemek gerekirse: baş kahramanımız nathaniel çocukken, akşam yemeklerinden sonra kardeşleriyle birlikte babasının çalışma odasına gider, babası onlara olağanüstü öyküler anlatır ancak bazı akşamlar saat 9’a yaklaşır yaklaşmaz annesi çok keyifsiz olur ve çocuklara sandman’in geldiğini söyleyip uyumaya gönderir. bunun hemen ardından nathaniel, birinin babasının odasına girdiğini duyar ve hiç görmediği o kişiyi sandman olarak isimlendirir. annesine sandman’in kim olduğunu sorduğunda “öyle biri yok, sevgili oğlum. sandman geliyor dediğimde öyle uykunuz gelmiş oluyor ki biri gözlerinize kum fırlatmışçasına gözlerinizi açamıyorsunuz.” (hoffmann, 2015, s.101). der.

    ancak bu cevap onu tatmin etmez, annesinin onlardan gerçeği gizlediğini düşünerek aynı soruyu dadılarına sorunca, dadı: “çocuklar yatmak istemezlerse gelen kötü bir adamdır o, çocukların gözlerine avuç avuç kum attığı için kanla dolan gözleri başlarından fırlayıp çıkar. o gözleri toplayıp torbasına doldurur ve çocuklarını onlarla besler.” (hoffmann, 2015, s.101). deyince nathaniel sandman’in geldiği akşamlar korkuyla dolar ve sandman’i görme merakı gittikçe artar.

    bir gün babasının odasında saklanıp sandman’in gelişini beklemeye karar verir ve odada saklanır. sandman içeri girince onun, bazen onlarla birlikte yemek yiyen babasının arkadaşı avukat coppelius olduğunu görür. coppelius iğrenç ve korkutucu bir adamdır. nathaniel, babası ve coppelius’u izler ve babası nathaniel’in daha önce dolap sandığı bir yerin kapısını açar ve nathaniel, içinde küçük bir ocak olan karanlık bir girinti olduğunu fark eder. coppelius, bir maşayla alevdeki, gözleri olmayan, gözlerinin yerinde ürkünç derin siyah oyuklar olan insan yüzlerini ortaya çıkarıyor gibidir. nathaniel korkudan çığlık atarak olduğu yerden çıkar ve coppelius, onu tutup ocağa doğru fırlatır, gözlerine alev sokacakken babası oğlunun gözlerine dokunmamasını söyleyince coppelius, gözlerden vazgeçip onun ellerini ve ayaklarını yerinden çıkarır ve nathaniel kendini kaybedip bayılır. birkaç haftalık baygınlık sonrasında iyileşir ve sandman’i yani coppelius’u da bir yıl boyunca hiç görmez. bir yıl sonra coppelius eve tekrar gelip babasını öldürür ve bu olayın ardından yıllarca ortadan kaybolur ta ki nathaniel’in şehir dışında üniversite öğrencisi olduğu dönemde odasına bir barometre satıcısı kılığında girmesine dek. bu olayla nathaniel’in bastırılmış çocukluk yaşantısı tekrar canlanır, nathaniel, sevgilisi clara’ya bu olayı anlattığında clara ona bunun gerçek olmadığını, onun şeytani bir gücün etkisinde olduğunu ve bunun hayal olduğunu söyler. babası ve coppelius’un odada gizli simya deneyi yaptıklarını ve babasının dikkatsizlik sebebiyle öldüğünü söyler. clara gittikçe nathaniel’in karanlık ve belirsiz mistisizminden sıkılır ve uzaklaşırlar.

    nathaniel okuduğu kente döner ve barometre satıcısı coppola odasına tekrar girip ona bir dürbün satar. nathaniel bu dürbünle karşı pencereyi izler, karşı binadaki kişi derslerine katıldığı bir fizik profesörü olan spalanzani’nin kızı olimpia’dır. olimipia’ya dürbünle baktıktan sonra aşık olur. olimpia’nın her hareketi saat gibi mekaniktir, hiç konuşmaz, nathaniel ondaki garipliği sezse de bu düşünce üzerinde durmaz. nathaniel, olimpia’ya evlenme teklif etmek üzere profesörün evine gittiğinde profesör spalanzani ve gözlükçü coppelius’un kavga ettiklerini, bir kadın figürünü çekiştirdiklerini görür, bu kadın figürü olimpia’dır ve olimpia bir insan değil makinedir, cansız bir kukladır. gözleri kanlı bir şekilde yerdedir, nathaniel bu olayla çocukluğundaki babasının öldüğü ana geri döner ve yaşadığı şokla profesöre saldırır ve sonra da akıl hastanesine götürülür. akıl hastanesinden çıktıktan bir süre sonra clara’yla alış veriş yaptıkları bir gün bir kuleye tırmanırlar ve nathaniel cebindeki coppola’nın dürbünüyle karşı manzarayı seyredecekken clara nathaniel’in gözüne korkunç görünür , nathaniel bir delilik nöbeti eşliğinde clara’yı aşağı atmaya çalışır, clara’nın abisi lothar clara’yı kurtarır, aşağıda toplanan insan kalabalığına bakınca nathaniel, avukat coppelius’u görür, korkuluktan atlayarak intihar eder.

    sandman, batı folkloründe kötü bir figür değil, uyku vakti gelip çocukların gözüne uyku tozu atan ve iyi rüyalar görmelerini sağlayan bir karakter ama hoffmann’ın sandman’i tersine korkutucudur. unheimlichin beslendiği unsurların ilki olan belirsizliğin yarattığı ikiliğe dair örneklerin ilki masalda çocukları uyutan uyku tozunun hoffmann tarafından kuma dönüştürülmesidir. yani olumlu çağrışımı olan uyku tozu çocukların gözlerini yok eden kuma dönüştürülerek olumsuz bir metafora dönüşmüştür. hoffmann, bu olumsuz metaforla olumlu ve olumsuzun temsili üzerinden bir tür zıtlık oluşturmuştur. öyküdeki şüphe unsuru da ilk olarak, sandman’in çocukların gözlerini çalıp çalmadığının düşünülmesinin yarattığı belirsizlik üzerinden sunulur. coppelius’un onu hırpaladığı gece çocuk bayılmıştır, bu durumda gerçekten sandman’in nathaniel’in gözlerini oymaya çalıştığını düşünürüz ancak hoffman bu noktayı aydınlatmaz ve belirsiz bırakır.

    okuma süresince kahramanların kimliklerine ve deneyimlerine dair yaşadığımız tereddütler ikili soru formları şeklinde zihnimizde yankı bulur: sandman, avukat coppelius mıdır değil midir? yıllar sonra ortaya çıkan gözlükçü coppola avukat coppelius mudur? sandman, çocukların gözlerini gerçekten çalıyor mu yoksa bu nathaniel’in kendi fantezi evreninde kurduğu gerçek olmayan bir şey midir? olimpia robot mudur değil midir? gibi sorular yazarın öykünün unheimlich atmosferini güçlendirmek için zihnimizde bilerek oluşturduğu soru ve şüphelerdir. bu soruların cevaplarını freud’un kastrasyon çözümlemesinde buluruz.

    freud’a göre öyküdeki ikilik baba figürleri üzerinden de oluşturulur. “babası ile coppelius'un iki farklı baba figürünü temsil ettiği görülür, biri çocuğu kör etmekle yani onu gözlerini almakla yani freud’a göre hadım etmekle tehdit ediyor, diğer figür ise tam tersi onu kurtarmaya çalışan iyi kalpli baba figürü. bu bölümde en bastırılmış duyguların karmaşası “kötü” babaya duyulan ölüm isteğinin “iyi” babanın ölümünde karşılığını bulmasıdır ve bunun sorumlusu da coppelius’tur.” (freud, 2019, s. 50). yani nathaniel’e babasını öldürmüş olmanın ya da ölümüne sebep olmuş olmanın verdiği yoğun bir suçluluk hissi hakimdir. babasını öldürmüş olmanın cezası gözlerini kaybetmek ya da freud’un yorumuyla hadım edilmektir. suçluluk hissi ve bunun uzantısı olarak gelişen cezalandırılma korkusu öykü boyunca farklı şekillerde karşımıza çıkar. nathaniel, suçludur, mutluluğu hak etmemektedir, bu sebepten tam mutlu olacağı sırada cezalandırıcısı olan coppelius ortaya çıkıverir: “sonunda coppelius’un mutlu aşkını mahvedeceği gibi karamsar bir varsayım üzerine bir şiir yazmayı planladı. kendini ve klara’yı gerçek bir aşkla birleşmiş olarak tasarladı, ama sık sık karanlık bir el yaşamlarına uzanıyor ve keşfedilen her yeni zevk kaynağını yaşamlarından söküp atıyordu. sonunda evlenmek üzere olduklarında ürkünç coppelius gelip klara’nın güzel gözlerine dokunuyor ve nathaniel’in göğsüne kandan kıvılcımlar gibi fırlayan gözler onu yakıp dağlıyor, coppelius onu kavrayıp bir girdap hızıyla dönmekte olan bir alev çemberine fırlatıyor ve o alev çemberi onu azgınca sürüklüyordu.” (hoffmann, 2015, s. 120).

    nathaniel’in mutluluk düşleri, mutluluğu sebebiyle gözlerini kaybederek cezalandırıldığı kabuslara dönüşür. “bu birbirine zıt iki baba figürü, öykünün ikinci kısmında yani nathaniel’in üniversite okumak için gittiği şehirde, coppelius’un bir diğer örneği profesör spalanzani ve gözlükçü coppola olarak yeniden ortaya çıkar. profesör kendini olimpia adlı oyuncak bebeğin babası olarak tanıtıyor. yani, gözlükçü ile profesör bu kez de hem nathaniel hem de olimpia’nın baba figürü olarak karşımıza çıkarlar. “oyuncak bebek olimpia nathaniel’in bebekliğinde babasına karşı olan feminen yaklaşımının yansımasıdır. babaları spalanzani ile coppola, sonuç olarak nathaniel’in baba ikileminin reenkarnasyonudur." (freud, 2019, s. 50). nathaniel’in çocukluk anısındaki korkunç sahnede coppelius, nathanael’in gözlerini oyduktan sonra kolları ile bacaklarını da bir deney yapmak üzere yerinden söküyor, yani profesörün kuklası olimpia üzerinde çalıştığı gibi onunla oynuyor. şimdiyse hikaye tekrar ediyor, çocukken nathaniel’e yapılan şuan olimpia’ya yapılıyordur, bastırılmış olan geri dönmüştür; sadece kılık değiştirmiştir. işte bu tekrar, metinde unheimlich atmosfer oluşturmanın da başlıca unsurlarındandır. “olimpia nathaniel’in kendisinden ayrı tuttuğu, karşısına insan olarak çıkan bir kompleksidir. nathaniel’in bu komplekse esareti, olimpia’ya duyduğu anlamsız, saplantılı aşkla ifade edilir.” (freud, 2019, s. 50).

    nathaniel’in çocukluk kompleksinin , olimpia kılığında ortaya çıkması bastırılmış olanın yani tanıdık olanın yabancı bir kılıkta geri dönmesinin örneklerden biridir. hoffmann, nathaniel özelinde sık sık gözlerini kaybetme korkundan söz eder. freud ise nathaniel’in gözüne dair duyduğu endişe veya kör olma korkusunu, insandaki ilkel hadım edilme korkusunun yeniden ortaya çıkışı olarak yorumlar. göz ile erkek cinsel organı arasında ilişki kurar. “eski yunan mitinde oedipus’un kendi gözlerini iğneyle oyarak kör etmesi, hadım edilme cezasının hafifletilmiş bir türüdür.” (freud, 2019, s. 48).

    ayrıca freud’a göre hoffman babanın ölümüyle gözler için duyulan korku arasında bir ilişki kurar. kötü bir baba figürü olarak coppelius onu hadım ederek cezalandırmaya çalışırken, iyi baba figürü olan kendi babası ise onu korumak isterken ölür. iyi baba olan kendi babası ve coppelius’un birbirlerine dönüştüklerini ve hangisinin hangisi olduğu konusunda da bir belirsizlik ve şüphe yaratılır: “ yaşlı babam ocağa eğildiğinde görünümü değişmişti. acı veren ürkünç bir kasılmayla, yumuşak, dürüst yüzü iğrenç ve ürkünç olmuş, şeytansı bir görüntü almıştı. coppelius’u andırıyordu.” (hoffmann, 2015, s.105). cümleleriyle babası coppelius mudur ya da çocukları öldürürken coppelius’a mı dönüşür sorularını sordurur. yani evde normal bir baba olan kendi babası odasındaki ocakta uğraşırken dark side’a geçip coppelius’a mı dönüşür? ortada tek bir baba olmasına rağmen iki ayrı benliğe ve iki ayrı kimliğe sahip bir baba mıdır bu? söz konusu olan bir benlik karmaşası mıdır? freud bu ve benzeri birçok sorunun ve belirsizliğin öykünün sonlarında giderildiğini ve cevap bulduğunu ancak buna rağmen unheimlich hissinin geçmediğini ifade eder: “öykünün kapanış kısmında ise şu gayet açıktır ki gözlükçü coppola aslında avukat coppelius’tur, yani sandman’dir, ne var ki bu bilgi, unheimlich etkisini bir nebze olsun azaltmaz. bu nedenle zihinsel belirsizlik teorisi, bu etkiyi ifade etmekte yetersiz kalır.” (freud, 2019, s. 47).

    yani öykünün sonunda görünürde merakımızı gideren akla uygun bir cevap alırız, nathaniel benlik karmaşası yaşamıyordur, hayal gücü kendisinin zıttı olan bir eş benlik ya da bir psikolojik ikiz doğurmamıştır, ona oynanan zalim bir oyunun kurbanı olmuştur ama bu cevap freud’a göre bizi rahatsız eden unheimlich hissini hiç de gidermez. aklımızdaki sorular havada asılı kalmaya devam eder. metin de zaten gücünü unheimliche neden olan bu şüpheden, çözümsüzlükten ve bilmeceden alır.
    öteki romanında doppelganger
    doppelganger teması evrensel bir insan sorununu- kendiliğin kendilikle ilişkisi sorununu ele alır. insanın kendisiyle çatışması sorunu ve çözümsüzlüğü sonsuza kadar devam ettiği için de oldukça yinelenebilir ve doğurgan bir temadır. “doppelganger temasının tam da içe bakışçı alman romantizmi’nin yeni oluşmaya başladığı dönemde ortaya çıkması ve psikolojinin bağımsız bir disipline evrilmesiyle birlikte görülmeye devam etmesi şaşırtıcı değildir. büyük savaşlar ve toplumdaki diğer geniş çaplı rahatsızlıklar, insanın kimliğine (pek çok farklı düzeyde hatta bölünmüş halde olduğu görülen bir kimliktir bu) dair, kendine önemli sorular sormasına yol açan durumlar arasında yer alır. kişinin bu şekilde kimliğini sorgulaması, kant’tan bu yana insan sorununun gitgide daha fazla parçası olmuştur; dolayısıyla doppelganger motifinin kullanımının napoleon ve fichte döneminde ortaya çıkmış ve yakın zamana kadar devam etmiş olması, insanın kendisiyle yüzleşmesiyle oldukça uyumlu görünür.” (rank, 2016, s.17).

    öteki romanında doppelganger’ın ele alınışına geçmeden önce romanı anlatalım: dokuzuncu dereceden memur yakov petroviç golyadkin petersburg’da şestilavoçnoy sokağı’nda uşağı petruşka ile beraber yaşamaktadır. özgüveni eksik, çok yalnız, çekingen ve gururuna çok düşkündür. aşağılanma fobisi olan golyadkin, içindeki aşağılanmanın verdiği kin ile yanında çalışan uşağını da sıklıkla aşağılar. kendisinde bulunan kompleks sebebiyle doktor rutenşpits’ in muayenehanesine gider. doktor onun akıl sağlığı ile alakalı endişe duyduğu için bir reçete yazar ama kahramanımıza özellikle sosyalleşmesini öğütler. golyadkin tedaviye ihtiyacı olmadığını söyler ve verilen ilaçları da kullanmaz. golyadkin çalıştığı ofisin müdürünün kızı klara olsufyevna’nın doğum gününe davet edilmeyi çok ister, gün boyu hazırlanır ama davet edilmez. doğum gününde davetliler arasında olmamasına rağmen içeriye gizlice girer ve bir de üzerine uygunsuz davranışlar sergilediği için kapı dışarı edilir. yaşadığı üzüntü tarifsizdir. bu üzüntüyle gece vakti dışarıda dolaşan kahramanımız, birisi tarafından takip edildiğini hisseder. o kişiyi yakalayıp yüzüne baktığında kendisine tıpa tıp benzeyen birisini görür. romanda bu şok anı : “başka bir bay golyadkin’di bu, ama bir yandan da birinciye tıpatıp benziyordu. onunla aynı boyda, aynı yapıdaydı, aynı şekilde giyinmişti, keli bile aynıydı, kısacası bire bir benzerlik için hiçbir şey unutulmamıştı; yani onları alıp yan yana koysanız, hiç kimse kesinlikle hiç kimse, hangisinin gerçek bay golyadkin, hangisinin sahte, hangisinin eski bay golyadkin, hangisinin yeni, hangisinin asıl, hangisinin kopya olduğunu söyleyemezdi.” (dostoyevski ,2011, s.78). şeklinde anlatılır.

    golyadkin, ertesi gün işe gittiğinde gece gördüğü kendisine benzeyen adam ofiste de karşısına çıkar. o da aynı bölümde çalışır ve onun adı da kendininkiyle aynıdır. başlangıçta aralarında oldukça yakın bir arkadaşlık doğar. golyadkin yıllardır aradığı dostluğu öteki golyadkin’de bulmuştur. onunlayken adeta tamamlanmış gibi hisseder. kahramanımız ve öteki golyadkin yani eş benliği/ikizi başta iyi anlaşsalar da sonrasında öteki golyadkin ona eziyet etmeye başlayacaktır. kahramanımız doğası gereği dürüst, çalışkan, yardımseverdir. öteki golyadkin ise kendi çıkarları için çalışan, toplumun bütün kurallarını iyi bilen ve onlara göre davranan bir yalakadır. kahramanımızın yüzleşmek istemediği bastırılmış yanları öteki golyadkin’de ortaya çıkmıştır. “yara bere içinde kalan gurur, kahramanının zihninde giderek güçlenen bir takip edilme kuruntusunu doğurmuştur, en sonunda da bilincinin derinliklerinden, kendisiyle alay eden, ondan, yalnızca memur hiyerarşisindeki yerini değil, aynı zamanda kişiliğini de çalan , acımasız bir ikizin abartılı, itici hayali çıkmıştır ortaya.” (dostoyevski, 2011, s. 10).

    hayatı çalınan kahramanımız eş benliğinin/ikizinin yaptığı hataları düzeltmeye çalıştıkça daha da zor duruma düşer. çevresindeki insanların gözlerindeki sorgulayan bakışlar onun kendini daha çok savunmasına neden olur. kahramanımız “o ben değilim” dedikçe aldığı tepkiler de büyür. golyadkin, çok beğendiği ofis müdürünün kızının daveti üzerine tekrar malikâneye gidip tekrar kapı dışarı edilir. ikinci kere yaşadığı bu dışlanma ruh halini yıpratır. yeni bir kriz geçirir. kendisinin birçok kopyasını görmeye başlamasıyla doktor ruşenpist getirtilir. golyadkin delirmiştir ve hastaneye yatırılır.

    geleneksel ve romantik edebiyatı reddeden radikal rus eleştirmen dobrulyubov “ezilmiş insanlar isimli makalesinde golyadkin’in akıl kaybını , kendisini küçümseyerek kişiliğinden eden gerçekliğe karşı “paçavra” insanın olabilecek en karanlık protestosu olarak nitelendirmesine rağmen , öykünün merkezi konusunu, zayıf, karaktersiz ve eğitimsiz bir adamın , ürkek bir dürüstlük ile entrikalara karşı platonik bir eğilim arasında ikiye bölünüşü, bu bölünme sonucunda da zavallı aklının yıkıma uğrayışı olarak belirledi. bu bakımdan dobrulyubov, öteki golyadkin’i çevredeki gerçek entrikacıların elde ettikleri başarının etkisiyle, kahramanın zihninde doğan o ürkek ve kararsız hayallerin psikolojik bir izdüşümü olarak niteledi. kısmen ürkekliği, kısmense bir köşeye sıkışmış ahlak duyusundan arta kalanlar, icat ettiği kurnazlıkları ve alçaklıkları gerçekleştirmesine engel oluyor ve hayal gücü ona bir öteki yaratıyor” (dostoyevski, 2011, s.10) şeklinde yorumlar.

    gogol’ün burun adlı öyküsünde de hayali bir ikiz vardır, yani doppelganger teması rus edebiyatında ilk kez dostoyevski’yle görülmez ama öteki romanı doppelganger temasının adeta ete kemiğe bürünüşü ve fiziksel olarak cisimlenişidir. kitabın temel meselesi ve can damarı çatışmadan doğan bu ötekidir. bu yönüyle öteki romanı doppenganger temasının edebiyattaki en çarpıcı ve tipik örneklerinden biridir. romanda, iki ayrı varlığın aynı kişi tarafından temsil edilmesine dayalı bir eş benlik sunumu vardır. “roman, kendisinde belirtileri göremediği için zihinsel rahatsızlığının farkında olmayan ve paranoyak biçimde bütün acı verici deneyimlerine düşmanlarının uğraşı olarak bakan bir insanda zihinsel rahatsızlığın başlangıcını betimler. yavaş yavaş hezeyanlı bir hale geçişi ve gerçeklik konusunda yaşadığı karmaşa aşılmaz bir beceriyle betimlenir.” (rank, 2016, s. 55-56).

    toplumsal gerçeklikle baş edemeyen ve kendi toplumsal rolünü hazmedemeyen golyadkin sürekli ruhsal çatışmalar yaşar, bu çatışmanın bir tarafında aşırı gururlu ve alıngan bir golyadkin varken diğer tarafında toplumsal anlamda aşağılanan, küçümsenen ve kimsenin arkadaş olmak istemediği bu sebepten de acı çeken öteki golyadkin vardır. bu gerilimli sarkaçta acı çeken golyadkin bir tercih yapıp değişebilir ve toplumun istediği, herkesin sevip beğendiği o insan olma yolunda bir hamle yapabilir ancak gururu ona böyle kalmasını ve toplumun diğer yüzeysel fertlerine benzememesini telkin eder ve bu yüzden tamamen toplumun onayladığı o insan gibi de olmak istemez, olduğu gibi de kalamaz ve benle öteki arasındaki bocalamanın doruk noktasında, bilinç dışında bir eş benlik bir ikiz yaratır. kendisinin ötekisi olan bu kişiye öteki golyadkin der. öteki golyadkin, golyadkin’de olmayan tüm özellikleri barındırır. yani aralarındaki ikilik karşıtlıklar üzerinden kurulur. “aynı verili adları taşıyan ve aynı kasabadan gelen bu eksiksiz yansıma , karakter özellikleri bakımından prototipinin antitezidir. bu ikisi ikiz kabul edilmesine rağmen, eş benlik atılgan, ikiyüzlü, dalkavukça ve hırslı bir yapıya sahiptir.” (rank, 2016, s. 59). golyadkin ne kadar dürüstse öteki golyadkin o kadar yalancı, golyadkin ne kadar pasif ve içe dönükse öteki golyadkin o kadar girişken ve aktiftir. golyadkin’de bulunan toplumsal olarak dışlanmışlığın verdiği aşağılık psikolojisi öteki golyadkin’de kendi aklına duyulan hayranlık ve kibir olarak karşımıza çıkar. “aşağılık takıntısı, beni ötekiyle rekabete iter. aynı zamanda kendini bütünüyle bu rekabete adamasını yasaklar; ötekiyle coşkun kardeşlik bu çatışmayı iyi kötü gizler. ama onu ortadan kaldırmaz.” (girard, 2014, s.50). yani ötekiyle bir yandan rekabet içindeyken bir yandan da bir tür erkek kardeş ilişkisi içinde olduğundan bu rekabet yer yer görünmez olur.

    örneğin, aynı iş yerinde çalışırlar ve öteki golyadkin rakibini yani golyadkin’i bölüm şefinin gözünden düşürmek için türlü kurnazlıklar yapar. golyadkin ise bu kurnazlıkların kurbanı olan taraftır. golyadkin hayatta başarısız oldukça öteki golyadkin başarılar kazanıp taktir toplar “başarısızlık ikili bir hareket doğurur. benin içindeki küçümseyen gözlemci öteki, durmaksızın benin dışındaki kazanmış rakip öteki’ye yaklaşır, o kazanmış rakip öteki de durmaksızın ben’e yaklaşır. bilincin iç bölünmesi yoğunlaştıkça, benle öteki arasındaki ayrım zayıflar; iki hareket ikiz sanrısını yaratmak üzere birbirine yönelir. engel, bilince çakılan bir takoz gibi, her türlü düşüncenin ikiye bölünmeye yol açan etkilerini arttırır.” (girard, 2014, s.26).

    her başarısızlıkta golyadkin, öteki golyadkin’e bir yandan hak verir, bir yandan da kendisi gittikçe beceriksizleştiği için bir hiç gibi hisseder ve bunu sindirmekte çok zorlanır. ben ve öteki arasındaki sonsuz anlaşmazlık sürekli öteki’nin lehine sonuçlanır . öteki golyadkin’in sadizmi arttıkça golyadkin’in mazoşizmi artar. “mazoşizmle sadizm yitik birlik özlemini yansıtır…yer altı bilincinin iki yarısı birleşmiştir. yazarın bize sunduğu şey onların olanaksız birleşimi değil, tek bir bireyde acı verici biçimde yan yana gelişidir. bu iki yarı birbiri ardına zavallı kahramanın kişiliğine egemen olur; hekimlerin çevrimsel olarak niteleyeceği bir mizaç yaratırlar.” (girard, 2014, s. 28). bu çevrimsel mizacın paranoyak hezeyanlarının doruk noktası ise aslının yerini kopya golyadkin’lerin alışı ve gerçeklik algısının tamamen ortadan kalkışıyla hezeyanlara teslim olunan delirme anıdır. roman da zaten golyadkin’in delirmesi sonucu hastaneye kaldırılmasıyla sonlanır.

    kaynakça
    jentsch, ernest, on the psychology of the uncanny, 1.baskı, laputa kitap yayınları, istanbul, 2019.
    rank, otto, the double: a psychoanalytic study, 1.basım, pinhan yayıncılık, istanbul, 2016.
    freud, sigmund, the uncanny, 1.baskı, laputa kitap yayınları, istanbul, 2019.
    hoffmann, e.t.a, seçme masallar, türkiye iş bankası kültür yayınları, istanbul, 2015.
    dostoyevski, fyodor mihayloviç, the double, bordo siyah yayınları, istanbul, 2011.
    gırard, rene, dostoyevski yer altı insanı, everest yayınları, istanbul, 2014.
  • munch:
    karl johan caddesi'nde akşam (1892) : tema++ görsel
  • bana köpek balığını anımsatıyor; karşılaşınca etrafında daireler çizdiğimiz ve etrafımızda daireler çizen bir şey, bir durum, bir an ya da bir insan.
    -un ön eki bir bastırmayı işaret ediyormuş, nurdan gurbilek'ten alıntılıyorum o da bachelard ve freud'dan yaptığı alıntılarla yorumlamış: "unheimlich'i heimlich'ten ayıran -un öneki bir karşıtlığın değil, bir bastırmanın işaretidir. 'bizde esas endişe doğuran şey yabancı ya da bilinmeyen değil, içten içe tanıdık olandır.'*mekanın poetika'sında 'yalnızca anımsadıklarımızın değil, unuttuklarımızın da içimizde barındığı'ndan söz ediyordu bachelard. işte bu unutulmuşun gizli yuvasından başını uzatması, yıllar sonra tanınmaz halde verdiği tanınma savaşıdır 'tekinsiz'. bilinmeyen bir geçmişte bastırıldıktan sonra geri dönen, örtülü kalması gerektiği halde açığa çıkan, tanıdık olanla şimdi tanınamaz olan şeyin rahatsız edici karışımı."
  • bir alternatif çevirisi de yersiz yurtsuz olarak sanırım ulus baker tarafından ortaya atılmış olan kavram.
  • almanca gizli/saklı anlamına gelen "heimlich" kelimesinin olumsuzlanmış halidir. anlatılmak istenen gizliliğin olmaması değil, gizliliğin belirsizliğidir. freud'a göre bir kavramdan ziyade kişiye tedirginlik, rahatsızlık, üzüntü veya dehşet duyguları yaratan bir deneyimdir.
hesabın var mı? giriş yap