hesabın var mı? giriş yap

  • ayranın zehirlenmeyi önleme amacıyla verildiğini düşündüğüm menü. ayran yerine kola isterseniz kabul etmeyebilirler.

  • bu balinanın çok farklı ve hüzünlü bir hikayesinin olması.

    dünyanın en yalnız canlısı..

    1992'den beri takip edilen ve 2004'te new york times tarafından makalesi yayımlanan yalnız balina..

    diğer balinaların aksine ne bir arkadaşı, ne de bir ailesi var. hiç bir gruba veya çeteye dahil değil. hiç bir zaman sevgilisi ya da eşi olmamış, olmayacak..

    aslında o da diğer balinalar gibi, şarkısını 2'li veya 6'lı çağrılar halinde söylüyor, her bir çağrısı yaklaşık 6 saniye sürüyor, ama onun bir farkı var..

    diğer balinalar 12-25 hertz frekanslarında haberleşirken, yalnız balina şarkılarını 52hz'de söylüyor.. bu yüzden hiç bir diğer balina onu duyamıyor, iletişim kurmak için söylediği bütün şarkılar cevapsız kalıyor, her yakarışı boşlukta kayboluyor.

    yalnız söylediği her şarkıyla biraz daha depresyona giriyor, biraz daha sinirleniyor, biraz daha umutsuzlaşıyor. söylediği şarkılar gittikçe daha derinlerde kayboluyor...

    edit: linler yenilendi. sevgili suserlerin destekleri ile yalnız balinanın wikipedia sayfası türkçe ve ingilizce oluşturulmuştur. ingilizce sayfasında yalnız balinanın 52 herz'lik sesini de dinlemek mümkündür.

    hatta sözlükte benden önce keşfedip başlığını açan dostlar da olmuş (bkz: 52 hertz)

    kendinizi yapayalnız hissettiğiniz anlarda hatırlamanız dileklerimle...

  • "dünyadaki en başarılı askeri harekatlardan biri avusturya-prusya savaşı sırasında liechtenstein'ın yaptığıdır. kimseyi öldürmedikleri gibi, 80 kişi yolladıkları ordu 81 kişi olarak geri dönmüştür. bunun sebebi de savaş sırasında karşı taraftan bir kişi ile arkadaş olmalarıdır."

    öldüm lan allahsızlar ahhahahaha

  • başlığı tam toparlayamasam da içerikte toparlıycam. burda kastettiğim genellikle devlet kurumları tarafından alınan haksız paralardır. bunlar kanunen legaldir ama vicdanen haksız alınan paralardır.

    - misal, motosikletlerden alınan köprü ve otoyol ücretleri. bunlar otomobillerle aynıdır ancak bir motosiklet bir otomobilin 4 te biri kadar yer kaplar. otoyola verdiği hasar da diğer motorlu araçlara göre çok daha azdır. buna rağmen devlet baba keser hesabı, ödetir paşa paşa otomobil geçiş parası kadar parayı.

    - yurt dışı çıkış harcı da buna örnektir. devletin, "sen yurt dışına çıkıyorsan sende para çoktur, az da bize ver hele" demesidir. hesapta legaldir ama haksızlıktır.

    - beynelmilel ehliyet mevzusu var örneğin. ingiltere'de 5.5 pound'a alınan belge, yurdumuzda turing kurumuna verilen yetki nedeniyle sadece o kurumdan verilebilmekte ve bunun için de 415 tl alınmaktadır.

    - pasaport bedeli de benzer şekildedir. avrupa birliği ülkelerinin, nerdeyse tüm dünyayı vizesiz gezmeye yarayan kıymetli pasaportları kuş kadar bedelle halka verilirken bizim her yere vize almamızı gerektiren pasaportumuz için 400-500 lira paralar alınmaktadır.

    bunları daha sayayım desem sayfalar dolar. hesapta hepsi legaldir bu masrafların ancak vicdanlara sığmayan, mantığı olmayan, ucubik paralardır bunlar. gün gelir de ödemeyiz inşallah bunları.

  • bu hikaye aslında bilinir fakat ne kadar önemli olduğunu tam da buralı biriyle konuşunca anladım.

    aslında hiç önem vermediğimiz bir yerdir nahçıvan. bilmeyenlere söyleyelim, azerbaycan'a bağlı özerk bir bölgedir fakat bu ülkeyle fiziki bağlantısı olmayıp türk devletleri arasında türkiye ile kara sınırı bulunan tek toprak parçasıdır. ama neden hala azerbaycan'a bağlı özerk bir bölgedir biliyor musunuz? tamamen atatürk sayesinde. şöyle ki;

    bu bölgeyle birbirimiz bağlayan sadece ve sadece 15km'lik bir sınır (bkz: dilucu sınır kapısı) vardır ve bu sınır bizzat atatürk'ün cebinden para ödeyerek satın aldığı topraktır! adam demiş ki, yukarıda ermeniler (o dönem sscb), aşağıda iran, bu bölgenin insanı burada yaşamalı, bizim burayla direk bir bağımız olmalı ki hem ermeniler hem de iran'la aramız bozulursa, türk devletleri ve orta asya'ya bir bağlantımız kalsın. hem bu sınır sayesinde bu bölgenin insanını da koruyabiliriz. iran'la görüşür, tabi ki ikna eder, parasını öder, toprağı alır.

    gel zaman git zaman, 80'lerde ermeni ve azeriler arasında gerilim tırmanır. zaten o dönemlerin sonunda sscb'nin dağılması gerçekleşir. fakat nahçıvan bölgesinin insanı fakir ve techizatsızdır. ermeni birlikleri ruslardan temin ettikleri donanımlı silahlarla nahçıvan'a saldırıken, bu adamlar yalnızca av tüfekleriyle falan kendilerini savunmaya çalışmaktadır. saldırıların yoğunlaştığını ve nahçıvan'ın düşme ihtimalini gören dönemin türk hükümeti, bu sınır kapısından silah, techizat, sağlık yardımı yapar, bölge insanı güçlenir ve topraklarını korur. en nihayetinde sovyet rusyanın dağılması sonrasında özerk bir bölge olarak bağımsızlığını ilan eder.

    işte bu hikayeyi bana anlatan kişi bu bölgede o zamanlar çocukmuş. çok kötü durumdaydık, hayatımızı atatürk'ün 60 sene önce aldığı toprağa borçluyuz diyor. bu adam boğaziçi üniversitesi işletme mezunu ve şuan türkiye'nin önemli bir kuruluşunda, önemli bir pozisyonda bu ülke için çalışıyor.

    stratejik derinlik böyle bir şey. bazı miki mouse'ların dediklerine inanmayın siz. zira var olan toprağı geri taşırlar maazalah.

    konuya ilişkin bir kaç link;

    http://naxcivan.cg.mfa.gov.tr/…owspeech.aspx?id=709
    https://www.google.com/…ld%c4%b1%c4%9f%c4%b1+toprak
    http://tr.wikipedia.org/wiki/dilucu_sınır_kapısı

  • ifşa editi:
    geçen hafta hem eğlenmek hem de ülkenin düştüğü durumun şirketimizdeki etkilerini esprili bir dille anlatmak için buraya bir şeyler yazdım. ama gelin görün ki şirkette okumayan kalmadı.
    elimden geldiğince anonim kalmak istediğim için şimdilik yazıyı kaldırıyorum. tamamen silmek ayıp olacaktı o nedenle geçici bir süre bu editi bırakıyorum.
    eskisini geri getiremezsem krizin etkilerini anlatacağım başka bir yazı borcum olsun.

  • az evvel gördüğüm ve açıklamaların yapıldığı flooda gittiğim andan beri ciddi ciddi korkutan olayın kahramanı genç.

    saatten ve gerçekten gerilmiş olmamdan ötürü şu an detay yazmaktan kaçınıyor olsam da şunlar var elimizde, söyleyeyim: anlaşılmaz bir numaradan tesadüfen gelen askeri bir acil durum kaydı, bunu yayınlayan sıradan bir insan, tweet yürüyünce endonezya dilinde gelen "kaldır o paylaşımı" yazan bir sms, hemen öncesinde tivit atan kişinin evinin fotoğraflandığını fark etmesi...

    acil durum kaydındaki "non-human" ibaresinin ciddiyeti ve netliği, yıllardır aceh bölgesinde görüldüğü iddia edilen tuhaftan da tuhaf varlıklara dair paylaşılan gazete linkleri, mesajda koordinatları verilen bölgenin direkt meşhur malesya uçağının kaybolduğu bölgeyi göstermesi... tüm bu kaosa yani gizli tutulması planlanan bu çağrının sıradan insanlara yansımasına sebep olduğu düşünülen güneş fırtınası...

    aklımız gitti lan niye böyle geliyorsunuz

  • durun sakin olun, gelecekte olacak birşey değil, çıkalı çok oldu.

    18 ekim 1963 tarihinde dallama fransızlar, herkes uzaya köpek, maymun, sinek veya insan göndermeye çalışırken elde ve evde bile zor tutulan bir kediyi uzaya gönderdi. ve bu kediye “catstronaut” adını verdiler.

    paris sokaklarında bir kedi olan félicette, aslında felix adlı başka bir kedinin yedeği idi. ancak fırlatma günü bir şekilde kaçan felix’in yerine, fransızların véronique ag1 roketi ile uzaya gönderildi. félicette dünya’dan 130 mil yukarı yörüngeye çıkıp sonra paraşüt ile sağ salim eve dönmeyi başarmıştır. zavallı kedicik!

    https://www.space.com/…51-on-this-day-in-space.html

  • sayıştay raporlarına göre iski'ye ait cliolar 100 km'de 63 litre yakıt yakarak adeta akaryakıtı içmiş.

    iski'nin diğer araçlarının yakıt tüketim ortalamaları;

    1-renault clio: 100 km’de 63,19 litre
    2- fiat doblo: 100 km’de 34 litre,
    3- fiat doblo: 100 km’de 33 litre
    4- fiat doblo: 100 km’de 27 litre
    5- fiat doblo: 100 km’de 24 litre
    6- ford tourneo: 100 km’de 42 litre
    7- ford tourneo: 100 km’de 37, 45 litre
    8- renault fluence: 100 km’de 22,32 km

    link

  • --- spoiler ---
    greta thunberg olayını gösteri kuramı üzerinden ele aldığım aşağıdaki incelememin görsel açıdan daha derli toplu bir blogpost haline ulaşmak için tıklayınız: bir yönüylë,
    --- spoiler ---
    ________________________________________

    iletişim teknolojilerinin kayda değer biçimde gelişmeye başladığı ve iletişimin hızla yaygınlaşarak küreselleştiği ilk yıllardan bu yana hepimiz bir gösteri toplumunda yaşıyoruz. hatta bir gösteri dünyasında ve evrendeki başka dünyaların da keşfi ve fethi ile birlikte bir gösteri evreninde. böyle bir evrende bütün bir gezegen*, bütün bir ülke*, bütün bir şirket*, bütün bir örgüt* ve bütün bir yaşam* ya kendi içinde bir gösteri ya da kapsamlı bir gösteri ağının bir bileşeni halini alıyor.

    üstelik sen ve ben bile, üstteki paragrafta adı geçenlere kıyasla lafı bile olmaz birer insan birimi olsak da, bu gösteri evreninin yalnızca mağdurları değil, mağdurdan öte iş birlikçileriyiz. ama bilinçsiz, ama gönüllü, çağdaş toplumsal ilişkileri çağdaş biçimde yaşamaya alışmış her insan, kendi evinde, gözlerden uzak yaşadığı kendi hayatını dahi bir gösteri sahnelercesine yaşıyor ve tıpkı abd’nin hollywood'u, apple’ın iphone'u fetişistik birer gösteri ürünü olarak sunması gibi biz de kendi etkinliklerimizi, kendi sözlerimizi, özetle, kendi yaşamlarımızı birer gösteri ya da gösteri bileşeni olarak sokaklara, mekanlara, ekranlara taşıyoruz.

    ve insan söylem ya da eylemleri, tabandan tavana yayılan bir hâl aldıkları anda, hızla olağanlaşır ve kendilerine yöneltilen tüm gelişigüzel eleştirileri emip etkisiz hale getirirler. bu aşamada ise nitelikli eleştirinin nesnesi olgu, yöntemi analitik, amacı rasyonel fayda olmalıdır.

    greta thunberg olayı, tüm görünen amaçlarından ve olası art niyetlerinden bağımsız ele alındığında, douglas kellner'ın 2002 tarihli media spectacle çalışmasında başlı başına bir bölüme konu olabilecek kapsamda bir medya gösterisi olarak görünmekte. john berger, 1972 tarihli temel çalışması ways of seeing'i, «görme konuşmadan önce gelmiştir. çocuk konuşmaya başlamadan önce bakıp tanımayı öğrenir.» cümleleriyle açmıştı. içeriğin hiçbir şey, sunumun her şey olduğu mevcut "ekranlar çağı"nın en göz önündeki ortamlarından birinde yapılan bir konuşmayı, sahnelenmiş bir gösteri olma niteliğinden ayrı ele almak ise ya safdil bir iyi niyet ya da kötücül bir hamasetle açıklanabilir.

    birleşmiş milletler kürsüsünde,

    • 16 yaşında aktivistlik: kullanışlı.
    • asperger sendromu: kullanışlı.
    • asperger mimikleri: kullanışlı.

    ilk bakışta dezavantaj görüneni avantaja çevirmede en az bir asırlık yüksek ihtisasa sahip olan gösteri dünyası için,

    • greta thunberg: kullanışlı.

    thunberg'de kullanışlı olan yalnızca onun doğal nitelikleri ya da sunuluş biçimi de değil. thunberg'in her cümlesi yerden göğe kadar haklı olan konuşma metni de bir gösteri ürünü, bir meta olarak ortaya konuyor. 1967 tarihli çalışmasında gösteri kavramının ilk tanımlarını sunan guy debord, tam da buraya rast gelecek biçimde şunları söylüyor:

    «varolanı safça kabullenmek, tümüyle gösterisel olan isyanla da birleşebilir. bu, iktisadi bolluk üretimini bu tür hammadelerin işlenmesine dek yaymayı başardığı anda tatminsizliğin kendisinin de meta haline gelmesi demektir.»

    fakat, yukarıda da belirttiğim gibi, thunberg'in konuşmasını gösterisel meta olma niteliği üzerinden eleştirmenin kimseye ve hiçbir şeye bir yararı yok. kaldı ki, benim burada bu metni yazıyor olmam dahi kendi içinde bir gösteri olma niteliği taşıyor. evet, gösterinin eleştirisi de, gösterinin eleştirisinin eleştirisi de kendi içlerinde birer gösteri olarak devasa bir ouroboros yılanının dolaşım sistemini oluşturuyor.

    thunberg'in tüm konuşmasını burada satır satır analiz etmeye kalkışmak yerine yalnızca en çok tartışılan cümlesini ele alacağım:

    «boş sözlerinizle çocukluğumu ve hayallerimi çaldınız

    thunberg, bu cümle üzerinden, bir isveçli olması ile eleştiriliyor ve dünyanın muhtelif ülkelerindeki diğer yaşıtlarının bugünkü halleri ile kıyaslanıyor. oysa gerçek bir “ad hominem” örneği olan bu eleştiri, esasında hiçbir şeyi eleştirmediği gibi, bu sözüm-ona eleştiriyi getirenlerin okuduklarını ve işittiklerini ya algılamada, ya da anlamada bir sorun yaşamakta olduklarını ele veriyor. zira bu cümlenin iki bölümlü meali şudur:

    «boş sözlerinizle...

    ...çocukluğumu çaldınız.» : 10 yaşından itibaren iklim aktivistliği yapan thunberg, burada, bir çocuğun kendi gelişimi için ilgilenmesi gereken "çocukça" meselelerle ilgilenemediğini dile getiriyor. bu çocuğun ya da bu çocuğun arkasındakilerin niyetleri ne olursa olsun, bu bir hakikattir: bu çocuğun oyun oynaması, eğlenmesi gereken seneler boyunca «sadece para ve ekonomik büyümeden söz eden» amcalar ile teyzeler, verdikleri ve sarf ettikleri «boş sözler» ile bu çocuğun çocukluğunu çalmışlardır.

    ...hayallerimi çaldınız.» : hali hazırda çocukluğunu, başta bizzat mensubu olduğu batı toplumlarının kapitalist çıkarlarının sonuçlarına karşı aktivistlik yapmakla harcamış olan thunberg, iklim dengesinin artık geri döndürülemez bir hızla bozulduğu bugünlerde ise geleceğe bakmakta ve bir gelecek görememektedir. mevcut iklim düzeninin alt üst olması için öngörülen süre 30 sene. bu çocuk, 16 yaşında. ortalama bir insan, hayattan karşılığını bekleyebileceği çoğu hayalini ancak 40'lı yaşlarına geldiğinde gerçekleştirmiş olabiliyor. thunberg'in 46. doğum gününü kutlamaya ise büyük ihtimalle elinde meçhul hediyelerle bambaşka bir iklim koşulu geliyor olacak. iyi ya da kötü, hizmet ettiği niyet ne olursa olsun, 16 senelik hayatının üçte ikisini iklim duyarlılığı içinde geçirmiş olan bir insanın hayallerini de bu duyarlılık ile paralel kuruyor olduğunu tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yok. üstelik çalınan yalnızca thunberg'in hayalleri de değil. bugün büyük şehirlerde yaşayan 20'li yaşlarındaki hemen herkes 50'li, 60'lı yaşlarını bir tatil kasabasında, organik tarımla uğraşarak geçirmek isteyebileceğini söyleyecektir. fakat iklimin asla bugünkü gibi olmayacağı 2050'li, 2060'lı yıllar için bugünkü iklim göz önünde bulundurularak kurulan bu hayaller günü geldiğinde hangi iklimde, hangi mevsimde, hangi toprakta gerçekleştirilebilecek? işte, mesele budur.

    greta thunberg'in söylediklerinde haklı olduğunu biliyorum. greta thunberg'in bu haklı sözleri bir kullanışlılık örüntüsü içinde sarf etmiş olduğunu biliyorum. ve greta thunberg'in kapsamlı bir medya gösterisinin front-girl'ü olduğunu da biliyorum. gösteri kavramının kendi içinde artık eleştirilemez bir olağanlık kimliğini çoktan kazanmış olduğunu da bildiğim için tüm bu bilgileri bir arada değerlendirip şu sonuca varıyorum:

    greta thunberg'in front-girl'ü olduğu iklim krizi konulu bu medya gösterisi iyicildir. thunberg, bm tüzüğü gereğince, aralarında türkiye'nin de olduğu ve iklim üzerinde görece daha küçük çaplı bir olumsuz etkiye sahip olan ülkeleri şikayet ediyorsa, bu, önce kendimize bir çeki düzen vermek, sonra da abd, ingiltere, çin gibi ülkelerin majör etkilerini bir defa daha anmak için bir vesiledir. thunberg'in henüz 16 yaşında olması, tamamen poser'ca kaygılarla sergilenecek dahi olsa, thunberg'in yaşıtlarını alternatif ve daha duyarlı yaşamlar sürmeye teşvik edebilir. thunberg'in asperger sendromundan muzdarip olması, insanlarda bir asperger farkındalığı oluşmasını sağlayabilir. söz konusu gösterinin niyeti, sunumu, metni ne olursa olsun, en önemlisi, insanlarda küresel bir iklim farkındalığı oluşabilir ve bir iklim duyarlılığının tohumları atılabilir. bir devletin sürdürülebilir dengede bir küresel iklimi, kendi kısa vadeli ekonomik çıkarlarına yeğleyebilmesi için, evvela o devletleri var eden insanların kendi geleceklerinden yana bir kaygı duyması ve gündelik yaşamlarını buna göre yeniden kurgulaması gerekir. ki böylece, bizzat belli duyarlılıklara sahip olan vatandaşlar, söz gelimi oy kabinine girdiklerinde, kendileriyle aynı duyarlılıklara sahip olduğuna inandıkları bir siyasi partiye oy verebilsinler. thunberg ise, tam burada, dünyanın dört bir yanında haberlere, gazete makalelerine, milyonlarca takipçili sosyal medya hesaplarına, hatta kadıköy'de bir bina cephesine çıkarak asla yadsınamayacak küresel bir farkındalık yaratmış bulunuyor.

    insanın doğa üzerindeki tahribatının izlerinin kalıcılığı gibi, greta thunberg'in söz konusu konuşmasının iklim politikası tarihindeki izi de kalıcıdır.

    etnik kimlik politikaları söz konusu olduğunda hangi etnik kimlikten söz edildiği önemli olmaksızın akıllara martin luther king jr.'ın «i have a dream»* deyişinin gelmesi gibi, bundan böyle iklim politikalarının tartışıldığı hemen her bağlamda hemen her kulakta greta thunberg'in «how dare you* sorusu çınlayacak.

    ________________________________________

    kaynakça

    la société du spectacle (1967), guy debord. [türkçesi: gösteri toplumu, çev.: ayşen ekmekçi & okşan taşkent.]
    ways of seeing (1972), john berger. [türkçesi: görme biçimleri, çev.: yurdanur salman.]
    media spectacle (2002), douglas kellner. [türkçesi: medya gösterisi, çev.: zeynep s. doğruer.]

  • anne babalık evlilikle bağlantılı olmadığı için çocuğuyla ilgilenmek zorundadır. ona zorunda değil buna zorunda değil diye diye insanın ahlakı olmadığında sadece akılla hayvandan hallice olacağını unutmamak gerekir. kişi çocuğuyla her koşul altında ilgilenmeyecekse, baba olmayı sikinin keyfine bir durum olarak görüyorsa o zaman hiç bir şekilde baba olmamalıdır.

  • tabii canım, eleştiren herkes vatan haini, pkk'lı sizin gözünüzde değil mi?

    babam 8 yıl çatıştı doğuda. amcam 10 yıl. hani sizin çok sevmediğiniz, dinsiz dediğiniz aleviler var ya, biri de benim. amcam 46 yaşında 3. kere şark görevine gitmişti general yapmadıkları için. sebebi ise alevi olmamız tabii ki.

    ama ben okudum, ülkenin en iyi üniversitelerinden birini bitirdim. dünya gözüm var ve ülkemizin cumhurbaşkanının yaptıklarını, söylediklerini eleştiriyorum.

    ve ülkem için tüm ailem savaşmış olsa bile, bir allahın kuluna laf ettim diye pkk'lı oldum tabii.

    dünyaya baktığınız gözleri de, kafanızı da skiyim emi. nefret ettirdiniz her şeyden.

    ilk debe editi: teşekkürler.

  • 25 yasinda, aklim bir karis havada bir delikanli iken soyle yazmistim.

    "birgun petrol bugunku kadar degerli olmadiklarinda ne bok yiyeceklerini cok merak ettigim toplum."

    (bkz: arap/#10643)

    yarim asri bitirmek uzere oldugum bu gunlerde artik bu sorunun cevabini biliyorum.

    "yaptiklari birikim ile baska ulkelerin malini mulkunu satin alacak, neredeyse yagmalayacaklar. tabii bunu yaparken yuzyillardir oldugu gibi kulturlerini empoze edecek, diger kulturleri yok edecekler".

    ama tabii buna izin verecek saflikta ve denyolukta bir ulke bulabilirlerse. neyse ki oyle bir ulke yoktur herhalde degil mi?