hesabın var mı? giriş yap

  • enstitü müdürlerine gönderdiği 2 ekim 1940 tarihli mektupta tonguç baba: “…sizlere kanunlarla verilmiş yetkilerden başka birçok idari selâhiyet ve imkânlar da verilmiş bulunmaktadır. bunların hepsinden amaç; cemiyete, vefakâr, yeni, diri, çalışkan, dürüst, cesur, becerikli, meşakkate tahammül edebilen, müşkül ne olursa olsun onu yenebilen, tuttuğunu koparan, sosyal hayatın her safhasına nüfuz edebilen, hayat şartlarını değiştirebilen, toprağa bağlı, köklü, hayattan zevk alan, yaşamaya doymayan, insanları ve hayatı seven, ölümü tanımayan vatandaşlar yetiştirmeniz içindir…” demiştir.

    köy enstitüleri işte bu ilkelerle kurulmuş, bu ilkeler nedeniyle kapatılmıştır.

    otur, şimdiki milli eğitime bak ve katılana kadar ağla anadolu çocuğu. ne olacaktın, ne oldun.

  • 30'luk gomez ve hatta podolski'yi bile milli takıma çağıran löw'ün kendisini milli takıma çağırmamasının başlıca tek bir sebebi olan futbolcu:

    1. van persie alman değil.

  • rıza kayaalp'i türkiye cumhuriyeti vatandaşı olarak görmediğim için benim de dahil olduğum küme.

    çok açık söylüyorum, gezi direnişine karşı çıkan, ''ama otobüsleri yaktılayyyyy, kabataş'ta türbanlı bacıma işedilerrrr.' diyen herkesi vatan haini ve halk düşmanı olarak görüyorum.

  • zico zamanında türk ligi yavaş. avrupada takımlar çok hızlı oynuyor. onları yenmenin tek yolu oyunu yavaşlatmak.
    biz yavaş oyunda ne yapacağımızı biliyoruz ama onlar bilmiyor demişti.
    sonuçta adam fenerbahçeyi ucl'de çeyrek finale taşıdı.

    harbi o adamı neden gönderdiniz.

  • skor oynayanlar 6-1 oynasın. 7+ olması kuvvetle muhtemel.
    di maria ve veratti oynamıyormuş bildiğim kadarıyla.
    barcelona'nın bu tarz geri dönüşlerini çok gördük.
    o yüzden 5 atarlarsa kimse şaşırmasın.

  • şiirlerini anlamanız için, hayatını çok, çok iyi bilmeniz gerekiyor; çünkü, hayatını şiirleriyle anlatıyor. bu sebeple ki şiirlerinde her an yeni bir şeyler keşfedebiliyorsunuz.
    kendi adıma, bir simgenin farkına varmam da tesadüfen böyle oldu işte. ariel kitabını belki on defa okumuşumdur halbuki.
    geçen sene sıkıntıdan öldüğüm bir gün national geographic sayfasını açıp pinek modda bir şeyler okumak istedim. denizanaları hakkında bir haber yapmışlardı; kendilerine duyduğum tarifsiz uyuzluğa rağmen okumaya başladım. latince adı aurelia aurita olan denizanasını görünce önce ufak bir aydınlanma yaşadım, sonra raftan ariel'ı kaptım.

    burada bahsetmek istediğim iki şiiri var sylvia'nın; ariel'da kendine yer bulmuş iki şiir. yani anlayacağınız üzere, intiharından birkaç ay önce, muhtemelen mani ve depresyon atakları esnasında yazdığı şiirlerden bunlar. ilki medusa, ikincisi the moon and the yew tree, yani türkçesiyle ay ve porsuk ağacı.
    medusa şiirinde annesinden bahsettiğini görebiliyorsunuz. şöyle bir kısmı var zira:
    did i escape, i wonder?
    my mind winds to you
    old barnacled umbilicus, atlantic cable,
    keeping itself, it seems, in a state of miraculous repair.

    barnacle (bir yüzeye veya diğer canlılara yapışan deniz kabuklusu) ve atlantik kablosu* dediği göbek bağı, yani bir çocuğun annesine olan bağı, kaçmasına rağmen, kendisini okyanusun öte yanında boston'da yaşayan annesine bağlıyor ve ne kadar koparmaya çalışsa da başaramıyor. sylvia'nın depresyon ataklarından birindeyken bunu yazdığını anlayabiliyorsunuz.
    bu şiirinde satırlar boyu annesine söyleniyor.

    birkaç dize sonra;
    "i could draw no breath,
    dead and moneyless,
    overexposed, like an x-ray." satırlarıyla, annesinin kendisini nasıl boğduğunu, nasıl nefes almasını engellediğini anlatıyor.

    ve şiiri şöyle bitiriyor:
    off, off, eely tentacle!
    there is nothing between us.

    the moon and the yew tree şiirindeyse annesini ay ile simgeliyor ve kendisine olan uzaklığını ayın uzaklığıyla anlatıyor. "the moon is my mother" diyerek bu simgeyi açığa kavuşturuyor okuyucu için.

    ben, ilk şiire neden medusa dediğine çok kafa yormamıştım. annesini boğucu olarak betimlediği, kendisini içten içe öldürür gibi hissettiği için diyip geçebiliyorsunuz.
    ikinci şiirde ise annesini aya benzetmesini sahiden dünya ve ay arasında olan fiziksel uzaklıktan şiirinde yararlanabileceği için seçtiğini düşünmüştüm.
    halbuki, şiirde kullandığı simgelerin birçok anlamı var.
    tüm bunları da tek bir şeyi bilerek açığa kavuşturabiliyorsunuz. sylvia'nın annesinin adını.
    aurelia plath.
    işte düğüm burada çözüldü benim için.

    ay denizanası*, latince adıyla aurelia aurita. annesinin adı, aurelia, bir denizanası türünün latince adı. aynı zamanda, medusa, mitolojik bir karakter olduğu kadar, deniz analarını da içine alan ve türkçe'de medüz formlar denen, çevresinde tentaküller* bulunan canlı türleri*. bu canlı formları isimlerini saçları tentakül olan medusa'dan alıyorlarmış.

    şiirin ilk mısralarında, medusa'yı fiziksel görünüşüyle anlatarak mitolojik karaktere atıfta bulunurken, daha sonrasında hep denizanasına atıf yapıyor. göbek bağı, koparmaya çalışmasına rağmen, aurelia aurita'nın kendi kendini yenileme özelliğinden ötürü mucizevi bir şekilde yenileniyor. şiiri bitirirken tentakülleri üstünden silkeleyerek "aramızda hiçbir şey yok" dediği kişi tam da annesi.
    ikinci şiirinde ise annesine ay olarak seslenmesinin sebebi, aurelia aurita'nın aynı zamanda ay denizanası olarak bilinmesi.
    tüm bu kullandığı simgeler, gizli anlamlar, çoklu anlamlar, her bir şey tek bir isimle çözülüyor yani.
    aurelia ile.

  • bir ürün düşünün ki, üretildiği ülkede reklamı yapılamayıp başka bir ülkede reklamı yapılmaktadır.

    ne tuhaf değil mi? vay rakıcı almanlar vay..!

    önemli not: türkiye'de ilk rakı fabrikası, 1901 yılında 2. abdülhamit zamanında kurulup faaliyete geçmiştir. "deniz kızı rakısı" ve "üzüm kızı rakısı" olarak iki ayrı marka ile.

  • ben de bazen pahalı olduğunu bile bile alamayacağım ürünlerin fiyatını soruyorum. geçen borusan otomotivde bmw x6 nın fiyatını sormuştum mesala. ayıp mı ? alamayacaksam bile kaça alamayacağımı bilmek hakkımdır.

  • protestoyu bile korkudan, beceriksizlikten, iş bilmezlikten eline yüzüne bulaştıran ali koç'a müstehak tişörtlerdir.