• üst edit: herhangi bir kitabı spoiler kafasıyla okuduğum yok. spoiler kelimesini de kullanmadım, diğer kullanıcılar etkilenmesin diye uyardım ve spoiler etiketini attım sadece. ki insanların okumayı düşündüğü kitap için okumadan sonunu öğrenmeme hakkı mevcut. klasik kitap diye sizi belli okuma planlarına sokmak isteyen kişilerden kendinizi koruyun. ayrıca klasiklerde ne anlattığını tamamen yok sayan, sizi nasıl anlattığına bakmanız gerektiği konusunda uyaran insanlardan da uzak durmakta fayda var. son olarak klasik kitaplarda sürükleyiciliği yok sayan anlayıştan da uzak durmak gerekiyor. önemli olan sizsiniz. şimdi mîna urgan'a gelelim. mina urgan'ın yazısında belirttiğim gibi "son"' paragrafı paylaştım. bu paragraf metin hakkında bize ne söylüyor? hiçbir şey. olmasa ne olurdu? hiçbir şey. dediğim gibi 'adlandırma' konusunda bir problem var. yazının geneli başarılı bir yazıydı hatta ancak böyle bir son paragrafın yer alması çok gereksiz.

    kazım taşkent klasik yapıtlar dizisinden çıkan herman melville'nin moby dick'i için önsözü kitabın çevirmeni mîna urgan yazmış. kelimesi kelimesine yazının son paragrafını geçiriyorum, kitabı okumayanları şimdiden uyarmış olayım.

    --- spoiler ---
    moby dick görüldükten sonra, kitabın belki de en güzel kısmı olan son üç bölüm başlar. ahab ile beyaz balina arasında üç gün süren kıyasıya savaşı, beyaz balina kazanır, gemiyi batırır, ahab kaptan'ı da, tayfasını da öldürür. evrenin kötü güçleriyle çarpışırken ahab'ın nasıl yenildiğini bize anlatmak için, bir tek kişi, yalnız ısmael sağ kalır sonunda.
    --- spoiler ---

    yaklaşık 700 sayfalık devasa eserin özetini yazmış urgan. şimdi mîna urgan bu önsözün, kitabın önsözü olacağını bilerek yazmadıysa elbette hiçbir suçu yok. ha eğer yayınevleri bundan rahatsızlık duymuyorsa bunun adına önsöz dememesi gerekiyor artık. kitabın özetini veren metinlerin önsöz olarak yer alması basbayağı saçmalık. bir benzerini oğuz atay'ın tehlike oyunlar eserinin önsözünü yazan cevat çapan yapmıştı.
  • evliya çelebi seyahatnamesini günümüz türkçesiyle yayınlamaları bile onları sevmeme yeter. baskısı kalmayan 3. cildi de tekrar basmışlar. ablam söz vermişti, o alıp hediye etti bana. ondan bahsetmiycem. bugün aşkımın kabarması sebebi başka.

    canavarlar diye bir kitap yayınlamışlar. istiklal d&r'da gördüm 29 liraydı. niye burdan 29'a alıyorum lan, biraz yürür giderim yky'ye, %25 indirimli alırım dedim. öyle de yaptım. gitmişken bikaç tane de italo calvino kitabı aldım. toplamda 72 lira ödemem gerekirken 51 lira ödedim bir de kredi kartına taksit yaptılar.

    üstelik çalışanları da çok güler yüzlü, çok nazik. hele bir kasiyer kız var orda, hastasıyım. kitabı almak için d&r'dan çıkıp buraya geldim dedim gülüştük filan. o kız orda değilse iki tane amca duruyo, o amcaların muhabbeti ayrı güzel. mükemmel kitap tavsiyeleri var.

    hem karşısında da özsüt var. kitabını alıp özsütte smoothie içerken kitap okuyabiliyorsun mesela. olm yky'yi seviyorum yaa...
  • salinger kitap kapaklarının böyle "boş" olmasının -renk seçimini açıklamasa da- mantıklı bir nedeni var. j.d. salinger kitap kapaklarında sadece kitabın adının ve kendi isminin yer almasını yayıncılarına şart koşuyormuş. alsa bir resmin, illüstrasyonun kapakta kullanılmasına izin vermiyormuş.

    kaynağı koyayim de tam olsun: http://blog.bookcoverarchive.com/2009/01/407/
  • woman on the edge of time mahlaslı çaylak yazar der ki:

    kitap dipnotları için bizzat araştırma yapmak yerine ekşi sözlük entryleri kullanan iş etiği olmayan kişileri çalıştıran yayınevi.

    birinci baskısı 2015'te yapılmış haldun taner - şişhane'ye yağmur yağıyordu adlı öykü kitabının 58'inci sayfasında ' perpetuum mobile ' ifadesinin açıklaması dipnot olarak verilmiş ve bu dipnot sözlükteki perpetuum mobile başlığına 2002 tarihinde girilmiş bir entryden birebir kopyalanmış. kitap editörü murat yalçın, düzeltmeleri yapan kişiyse damla şengül.

    (bkz: #1374114)
    https://i.hizliresim.com/ldblqj.png

    23.10.2018 14:02 ~ 14:08 woman on the edge of time

    beni de mesajla bilgilendirdi. entrysi gözükmediği için iletiyorum.
    ve diyorum ki, entry sahibi olarak, ben leonardo abimizin adını nasıl yazıyorsam, siz de benim adımı yazın. ya da "umut abi böyle yazmış, biz editör olduk ama okumayı sevmiyoruz, ilk entryi gördük mü yapıştırıyoruz" deyiverin , bilelim.

    para sıkıntı değil. zaten buradan da almıyoruz..
  • bir aşka vuran güneş adlı doğan kardeş dizisinden çıkan derleme kitapta oktay rifat ve "garip" oluşumu hakkında şu yargıya varılıyor:

    "o.v. kanık ve m.c. anday ile birlikte çıkardıkları garip adlı şiir kitabının imzasız 'önsöz'üyle türk şiirindeki ilk devrimci dönüşümü gerçekleştirerek 'garip hareketi'ni başlattı. orhan veli imzasıyla yayımlanan bu önsözde, o güne dek tek geçerli ölçü olarak kabul edilmiş olan geleneksel şiirin katı biçim kurallarına karşı çıkılırken içerik olarak da 'yeni şiirin' gündelik yaşamın kimi konu ve duyarlıklarına yer vermesi gerektiği savunuluyordu." (s. 115)

    bilindiği gibi garip adlı şiir kitabı 1941'e mühürlenen bir yapıttır ve aslına bakılırsa yukarıda iddia edildiği gibi "o güne dek tek geçerli ölçü olarak kabul edilmiş olan geleneksel şiirin katı biçim kurallarına karşı çık"an tek oluşum değildir. bu yaklaşım açıkça tek parti yıllarının güdümlü edebi havasına uyum sağlamanın bir başka yoludur. halbuki daha 20'li yılların sonunda ve onu izleyen dönemde nâzım hikmet ve yoldaşları şiirde o büyük devrimi çoktan gerçekleştirmiş, katı biçim kurallarını, örneğin aruz ve hece ölçüsünü yıkmış, mayakovski kanalıyla serbest nazmı pratize etmiş; yanı sıra içerikte de büyük yenilikler yapmıştır. şiir artık geniş yığınların sesi olmaya başlamıştır; her ne kadar sansürlerle, karalamalarla, işkencelerle susturulmaya çalışılsa da! kısacası sesini kaybeden şehir'in (nâzım'ın ünlü şiir kitabı) şiirini yazan acılı bir kuşak söz konusudur.

    böyle diyorum ya aslında bütün bunları 13 yaşındaki yeğenim bile biliyor muhtemelen; fakat yky'nin tarihi realiteyi görmezden gelip yok sayması düşündürücü.

    yapı kredi yayınları ve avanesi nâzım'ın öncü rolünü hiçe saymıştır kısacası. devrimin, sosyalizmin, anadolu emekçisinin destanını yazan ve bu uğurda iftiralar atılarak hapislere yollanan nâzım'ın kitaplarını bastığı halde (içime sindiremediğim bir realite bu. eğer nâzım hayatta olsaydı kitaplarını bu yayınevinden bastırmazdı muhtemelen) bu yanlışa düşen yky'yi ne kadar eleştirsek azdır.

    yeniden altını çiziyorum; esasında şunu demekten korkan, çekinen bir yayınevi bu: sovyet marxizminin büyük ismi, proletaryanın şiirini yazan fütürist mayakovski'den etkilenerek türk şiirinde serbest nazmı kullanan ve devrimci bir atılımla türk şiirini yenileyen, ezilenlerin sesi olan nâzım hikmet şiirimizde esas yeniliği gerçekleştiren isimdir.

    garipçisi, ikinci yenicisi, mavicisi, ihtiyarı, veremi... hep aynı terane. yahya kemal geleneksel şiirle modern türk şiiri arasında bir köprü kurmadı mı? şiirde mısra egemenliğini kırarak şiiri düzyazıya yaklaştıran tevfik fikret hiç yaşamadı mı? sahi, kendine has modernist, serbest müstezat'ın en güzel örneklerini veren ahmet haşim de araptı değil mi?! cahit sıtkı tarancı ve can dostu ziya osman saba da uruguaylı idi herhal. neden yenilik çabaları tüm bu isimleri bir bir sayarak, eşitlik gözeterek takdis edilmez ki?

    neden tüm yenilik ve öncülük mahfazası garipçilere mal edilir? neden meşale hep bu üç şaire (orhan veli, melih cevdet anday, okyat rifat) emanet edilir?

    ee tabii, o yıllarda (garip'in ortaya çıktığı 1941 ve sonrasında) nâzım içerdeydi, edebiyatımızın asi sesi, tarihçilerin "40 kuşağı" diye taltif ettikleri devrimci şairler ya içerde ya sürgündeydi. meşale içerdekilere değil, elbet garipçilere teslim edilecekti! olan budur.

    yky bünyesinde olup da tüm bunlara göz yuman editör, derlemeci ve musahhih tayfasına bir münasebetle can yücel'in kadim postalını hediye ediyorum! size bu yakışır.

    not: bedirhan toprak'ın hazırladığı, yine doğan kardeş dizisinden çıkan gelmiş bulundum (edip cansever), göğe bakma durağı (turgut uyar) gibi kitapların ön sözlerinde (her iki ön söz de bedirhan toprak'a ait) ciddi yazım yanlışları var ayrıca. kitaplar onlarca baskı yapmış ama ipleyen yok maalesef. yukarıda da sözünü ettiğim gibi, okura yalan yanlış bilgileri dolma gibi yutturmaya çalıştıkları gibi türk diline de saygı göstermiyorlar. aferin size.
  • klasik, kült kitapları dahi “spoiler” kafasıyla okuyan insanları görünce gerçekten inanamıyorum. iki şeye ayrı ayrı şaşırıyorum. birincisi, her şeye ama her şeye “spoiler verme yaaa” diyen insanlar ne zaman bu kadar çoğaldı? konuşurken iki film, iki kitaptan bahsedecek birisi, hemen kendini frenliyor “ay spoiler vermiş gibi olmiyim” demekten konusu üzerine iki cümle edemiyor! artık nasıl baskı kurdularsa insanlara... “rahat ol ya, sonunu dahi söyleyebilirsin, mesele mi bu?” diyorum da insanlar rahat rahat anca konuşabiliyor.

    ikincisi, yahu bir şeyin nasıl anlatıldığı en büyük mesele, bunu nasıl fark edemiyorsunuz? yoksa binlerce aşk romanı, binlerce gemici hikayesi var, olay “sonu” mu? e siz napıyorsunuz bu durumda, romeo ve jülyet'in öldüğünü bildiğiniz için şekspir mi okumuyorsunuz, sonunda intihar edeceğini bildiğiniz için anna karenina mı okumuyorsunuz? genç werther'in acıları'nın sonunu bilmeyen mi var ayol? bu mantıkla bu kitaplar nasıl okunur?

    amerikalılar şu spoiler meselesini köpürtene kadar böyle bir “spoiler verme” deliliği meselesi yoktu ve pek tabii ki cevat çapan da, mina urgan da yazılarını bugünkü güncel saçmalıklara göre yazmamışlardı. çok şükür o kitapları hazırlayan yayınevleri de, editörler de böyle güncel telaşlarla kült kitap hazırlamamışlar da o önsözleri koymuşlar. umarım hep böyle kalırlar.
  • genelde ölü sanatçıların yazdığı şiiri romanı süsleyip para kazanan kitapçı.

    orhan veli'nin sürekli yeni! kitaplarını çıkartıyorlar.

    "orhan veli şiirleri ama tam ölmek üzereykenki şiirleri"
    "orhan veli şiirleri ama hani bunun bi ara takıldığı bir kız vardı işte ona yazdığı şiirleri"
    "orhan veli şiirleri ama kendi sesiyle ilk kez siz şiir severler ilen"
    "orhan veli şiirleri hatta şu şansa bakın ki kendi el yazısıylan"
    "orhan veli şiirleri ama tam şiirleri diil çünki bunlar bi arkağaşına yazdığı mektupları"
    "orhan veli şiirleri ama yayınlanmasını istemediği şiirleri"...

    adamlar bunun şiir kitabını ansiklopedi gibi yapmışlar, 45 tl'den biz değerli okuyuculara satıyorlar iyi mi.

    yazık, adamlar yaşarken parasız pulsuz geziyorlar, ne ciddiye alan var, ne paraları var, bir dergide şiir yayımlatmak için yırtınıyorlar, sonra ölüyorlar, biraz zaman geçiyor, meşhur oluyorlar, yky gibileri de üstünden para kazanıyor. n'oldu? sanat yaptık. sanata destek verdik. çok elit eserler basarız biz. orhan veli bizden sorulur.

    bana göre bu adamların sanatla, eğitimle, şiirler, romanla, yazıyla bir alakaları yok. parayla alakaları var. yoksa zaten 35 defa farklı versiyonu çıkmış bir kitabı daha da kalınlaştırıp 36.sını 45 liraya basmazlardı. orhan veli'nin el yazısıymış. ne yapalım lan orhan veli'nin el yazısını? duvara mı asalım? malını satmak isteyen tüccar bunlar, onun bunun şiirinden, romanından geçiniyorlar diye, sattıkları şey sanat sayılıyor diye "eğitime, sanata ve gençliğe yürek vermiş abilerimiz, ablalarımız, amcalarımız" değiller!
  • sonda söylemem gerekeni başta söyleyeyim de kimsenin vaktini çalmayayım: you had one job diye bir hesap var twitter'da, "tek işin bu, onu da b.k gibi yapıyosun" minvalinde paylaşımlar yapıyor. haberleri olsa yky'den çok ekmek yerler diye düşünüyorum.

    üç yıl önce aldığım don quixote'yi okuyorum birkaç gündür. * künyenin güzelliğine bakınca, yayınevinin o büyüüüük adını da bi şey zannediyorsan hele, ağzın sulanıyor: roza hakmen türkçeye çevirmiş, mina urgan redaksiyonunu yapmış. şiirleri çeviren ahmet güntan. kitap editörü, (editörlük atölyeleri de düzenleyen) selahattin özpalabıyıklar. düzelti ya da son okuma'yı kimin yaptığı yazılmamış. (okumaya başlayınca göreceğiz ki olmayan ismi değil kendisi. ayh! spoiler verdim!)

    öyle çok yazım yanlışı, dil yanlışı var ki kitapta, a) çevirmenden geldiği gibi basılmış, b) dilbilgisi zayıf biri tarafından okunup çevirmenin türkçesi bile bozulmuş diye düşünüyorsun. olur olmaz her yerde karşına virgül çıkıyor bir kere. okuma temponu düşürmesi bir yana, rahatsız ediyor. "virgülün, sıkça kullanılması, ifadeye ne yapar, düşündün mü sevgili okur."

    hatalı çift tırnaklar başka bir âlem. şöyle şeyler var: "bla bla bla "dedi ve..." (tabii burada tırnakların yönünün de ters olduğunu söylemem gerek, ekşi'de çıkmıyor). ya da satır sonunda boşluk bırakılmış -tahminen iki vuruşluk bir boşluk-, sonra tek başına, gariban, ters yönlü bir tırnak... ne yapar, ne eder oralarda bilen yok...

    iki nokta yan yana diye bir işaret yok sanıyoruz ya türkçede, varmış demek ki, bu kitap onlardan geçilmiyor. sonra bunlara rahmet okutan düzeltme işaretleri, şapkalar geliyor. lazım, ahlak falan gibi kelimelerde üstelik. hele bir de i'lerde, ah i'lerde: fecî, hırpanî, zekî. ört kî ölem, ne diyem.

    "ne... ne" bağlacı tamamen hatalı. (en azından tutarlı bir şekilde) hep yanlış kullanılmış. demek ki kullanan doğrusu budur sanıyor. demek ki kullanan bilgisinden şüphe edip araştırmıyor. (demek ki kullanan hep böyle kullandı ve demek ki kullanan daha da kullanacak. kul. kullan. kula kulluk edene yazıklar olsun)

    hadi bunlar "nokta virgül b.k püsür". bir yerde baytar dediğine sonra cerrah demek? "tanrı" yazacağına "tanı" yazmak, "türkçe" kelimesine gelen eki ayırmak? ay yoruldum.

    bütün bunlar roza hakmen'in hatta son okuma işini bizzat yaptığını tahmin ettiğim selahattin özpalabıyıklar'ın ayıbı değil ama. bunlar ve kitapta ilerledikçe âlâsını göreceğimi düşündüğüm diğer hatalar 22. baskısını yaptığı kitabı 2. kez okutmaktan aciz yapı kredi yayınlarının ayıbı. 1996'dan beri bastığın bir kitabı baskı öncesi neden tekrar okutmazsın? ilk üç baskının, hadi beş baskının her seferinde okutsaydın 22. baskıya hata mı kalırdı. niyetin işini iyi yapmaksa yani. hani you had one job ya, o da bu diye hani. ay gerçi sende job çok.
  • yuvarlak
    kare
    yuvarlak

    şeklindeki logosuyla da dikkat çeker.

    (tespit için -en azından bana gösterdiği için- sali'ye teşekkürler)
  • italo calvino üzerinden eleştirenlere anlam veremediğim yayınevi. yaş gruplandırmasında hata olabilir belki, ancak bizzat calvino tarafından derlenmiş olan masalları, sansürsüz bir şekilde türkçe'ye kazandırmış olmaları kesinlikle eleştirilmekten ziyade, takdire şayan bir konu. bunun üzerinden eleştirenlerle aynı masa etrafında oturup konuşabilmemiz bile sanıyorum ki mümkün değil.

    yky'yi eleştirelim. yaşar kemal öldükten hemen sonra kitaplarına zam yaptıkları için, ölmüş yazarlar üzerinden prim kazanmak adına kolpa "özel baskılar" çıkarttıkları için, bir yayıncı için hayali zor cirolar elde ederken kendi çalışanlarına zam yapmama noktasındaki bilinçli ısrarları için, kültür sanat işinden çok okurlarını birer müşteri olarak gördüğü ve kitabı da pazarlanacak bir obje olarak alımladığı için eleştirelim. bütün bunları yaparken de pr yapabilmek adına biz kültür sanat işi yapıyoruz, biz kültüre ve sanata değer biçiyoruz masallarını uydurdukları için burunlarını kıralım hatta. ancak calvino masalları üzerinden bu kadar anlamsız temeller üzerinden itin götüne sokmayalım.
hesabın var mı? giriş yap