aynı isimde "yaratılış (caner taslaman oratoryosu)" başlığı da var
  • "yaratılış
    sümer efsanesine göre evrende ilk olarak tanrıça nammu adında büyük uçsuz bucaksız bir su vardı. tanrıça o sudan büyük bir dağ çıkarıyor. oğlu hava tanrısı enlil, onu ikiye ayırıyor. üstü gök oluyor, gök tanrısı onu alıyor, yer olan altı da yer tanrıçası ile hava tanrısının oluyor. bilgelik tanrısı ile hava tanrısı yeri bitkiler, ağaçlar, sularla donatıyor. hayvanlar yaratılıyor ve hepsini idare edecek tanrılar meydana getiriliyor (27)

    tevrat tekvin 1: 2-9.
    "suların yüzü üzerinde allahın ruhu hareket ediyordu: allah 'suların ortasında kubbe olsun, suları ayırsın' dedi ve allah kubbeyi yaptı. altta olan suyu üstte olan sudan ayırdı ve allah kubbeye 'gök' ve alttaki kuru toprağa 'yer' dedi."

    bundan sonra yerin, bitkiler ve hayvanlarla donatımı geliyor. enbiyâ suresi, ayet 30:
    "gökler ve yer yapışık iken onlan ayırdığımızı, bütün canlıları sudan meydana getirdiğimizi bilmezler mi?"

    burada sumer ve tevrat hikâyesi birbirine çok yakın. kurân da çok yüzeysel. fakat ana fıkir, gök ve yerin başlangıçta bitişik olması, bunların sudan çıkması aynı. kuran'da da aynen tevratta olduğu gibi "altı gün" yer alıyor. (28)

    insanın yaratılışı

    . sümer'de: tanrılar, özellikle dişi tanrılar çoğalmaya başlayınca işlerin çokluğundan, yiyeceklerini hazırlamanın zorluğundan yakınıyorlar ve bütün tanrıları var eden deniz tanrıçası nammu'ya bir çare bulması için yalvarıyorlar. o da bilgelik tanrısına bilgeliğini ve marifetini göstermesini söylüyor. bilgelik tanrısı yumuşak kilden şekiller yapıyor ve tanrıçaya sesleniyor: (29)

    "ey annem! adını vereceğin yaratık oldu,/onun üzerine tanrılann görüntüsünü koy (30), /dipsiz suyun çamurunu karıştır, /kol ve bacakları meydana getir. /ey annem! yeni doğanın kaderini söyle! /işte o bir insan!"

    bu iş esnasında bütün tanrıların annesi, yer tanrıçası, doğum tanrıçası ve bilgelik tanrısı olmak üzere 4 tanrı birlikte bulunuyorlar. tevrat tekvin 2-7: "rab allah yerin toprağından adamı yaptı ve onun yüzüne hayat nefesini üfledi ve adam yaşayan can oldu."

    . tevrat'ta insanın yaratılışı iki türlü anlatılmış:

    tekvin bap 1: 26:
    "allah yeri, göğü, yıldızlan, bitkileri hayvanları yarattıktan sonra allah dedi: 'suretimizde benzeyişimize göre insan yapalım! o yeryüzünde her şeye hâkim olsun.' ve allah insanı kendi suretinde yarattı ve onları erkek ve dişi olarak yarattı."

    böylece yaratılmanın son günü; 6. gün bitiyor. talmud'a göre bu ilk adem'le birlikte yaratılan kadının adı lilith'dir. bu kadın kendini adem'le eşit görüp, onun sözünü dinlememiş ve bir dişi cin olmuş, erkeklere sataşmaya başlamış. yakaladığı bir erkeği bırakmazmış. özellikle ayın yedinci günü erkekler için büyük tehlike imiş. bu lilith, sumer aşk tanrıçası inanna'nın ağacına yuva yapıp onu kestirmeyen bir cinin adı. (bkz. hartmut schmökel, das land sumer, stuttgart, 1962, s.141.)

    allah daha sonra adem'i topraktan, karısını da kaburgasından yaratıyor. görüldüğü gibi tevrat'ta insan altıncı günde erkek ve dişi olarak yaratıldığı halde, tekrar erkek çamurdan, kadın onun kaburgasından yaratılıyor.

    tevrat'ta birbirinden ayrı iki yaratılış efsanesini özetleyecek olursak (tekvin, bap 1:31): yaratılış altı günde oluyor. birinci günde tanrı gökleri ve yeri yaratıyor, gece ve gündüzü meydana getiriyor. ikinci gün, suları ayıran bir kubbe yapıyor ve bu kubbeye, tanrı, gök diyor.

    üçüncü gün, suların altından toprağı çıkarıyor, ona, yer diyor. suları bir yere toplayarak onlara deniz diyor. yerden ağaçlar, bitkiler çıkartıyor. dördüncü gün, gökkubbesinde güneş, ay ve yıldızları yapıyor. (halbuki birinci günde gök ve yer yaratılmış, gece ve gündüz güneş ve ay'sız meydana gelmiş, hatta ikinci günde bitkiler ve ağaçlar bile çıkmıştı.) beşinci gün, suda yaşayam hayvanlarla kuşlar yaratılıyor. altıncı gün sığırlar, sürüngenler, yerde yaşayan bütün hayvanlar yaratılıyor. yaratılan bütün hayvanlara egemen olması için tanrı, insanı kendi görünüşünde ve erkek, dişi olarak yaratıyor. ve onlara, "çoğalın!" diyor. böylece, altıncı günde yaratma bitiyor. yedinci gün tanrı dinleniyor.

    bap 2:4'ten itibaren, yaratma değişik olarak anlatılıyor. yukarıda, her türlü bitki ve insan çift olarak yaratıldığı halde, burada yağmur henüz yağmadığı için, bir kır otu ve fıdanı yoktu, deniyor. yerden bir buğu yükseliyor ve tanrı yerin toprağından adam'ı yapıp hayat nefesini üflüyor. ve adam; yaşayan can oluyor. bundan sonra, tanrı, doğuda aden'de bir bahçe yapıyor, adam'ı oraya koyuyor ve o yalnız kalmasın diye, kaburgasından kadını yaratıyor. bu gösteriyor ki, bu hikâye iki ayrı kaynaktan alınmış. ikincisi sümerliler'e dayanıyor. ilginç olanı, babilliler daha sonra yaşamış olmalarına rağmen, onların yaratılış efsanesinden iz olmaması.

    . kuran'da insanın yaratılışı çeşitli surelerde değişik tarzda geçiyor: müminun suresi, ayet 12:
    "insanı süzme çamurdan yarattık."

    rahman suresi, ayet 14:
    "allah insanı pişmiş çamura benzeyen balçıktan yarattı." âl-i imran suresi, ayet 19:
    "allah'ın nezdinde isa'nın durumu adem'in durumu gibidir. allah onu topraktan yarattı."

    secde suresi, ayet 7:
    "o ki, yarattığı her şeyi güzel yapmış ve ilk başta insanı çamurdan yaratmıştır."

    enâm suresi, ayet 2:
    "çünkü bizi çamurdan yaratan, ölüm zamanını takdir eden ancak odur."

    hâc suresi, ayet 5:
    "ey insanlar! şunu bilin ki, biz sizi topraktan, nutfeden, sonra pıhtılaşmış kandan, sonra hilkati belirsiz bir lokma et parçasından yarattık."(burada, kuran ayetlerindeki çelişkiye dikkat ediniz. insanın yaratılmış olduğu madde nasıl da değişiklikler gösteriyor)

    hicr suresi, ayet 26:
    "ant olsun ki, biz insanı (pişmiş) kuru bir çamurdan, şekillenmiş cıvık bir balçıktan yarattık."
    bu ayetin diğer bir çevirisi de; "ant olsun ki, insanı balçıktan, işlenebilen kara topraktan yarattık."

    ayet 27-28:
    "rabbin meleklere, 'ben, balçıktan, işlenebilen kara topraktan bir insan yaratacağım, onu yapıp ruhumdan üflediğimde ona secdeye kapanın' demişti."

    ayet 30-31:
    "bunun üzerine, iblis'in dışında bütün melekler hemen secde ettiler. allah, 'ey iblis! seni secde edenlerle beraber olmakta alıkoyan nedir?' dedi."

    ayet 33:
    "balçıktan, işlenebilen kara topraktan yarattığın insana secde edemem' dedi."

    ayet 34:
    "öyle ise defol oradan sen artık kovulmuş birisin, doğrusu hesap gününe kadar lanet sanadır dedi." (bu ayetlerde de görüldüğü gibi, şeytan aslında bir melek, ama 'itaatsiz' bir melek.)

    görüldüğü gibi her üç dinde de insan çamurdan yaratılmış. fakat sümer'de insanın yaratılma nedeni ve nasıl yaratıldığı aynntılı olarak anlatılmış.

    r. cooper kitabının 209. sayfasında 150 yıl önce şunları yazmış:

    "bir insanın çamurdan meydana geldiğine ve hayat nefesi verilerek canlandığını düşünmek, kadının erkeğin kaburgasından yaratılmış olduğunu kabul etmek, ancak barbarların yaşadığı çağa ait olmalı. bunlara inananlar, ayın küflü peynirden yapıldığı din kitaplarında yazılsa ona da inanırlar. insanlar adem ile havva'dan üremiş olsalar bu kadar farklı ırklar nasıl meydana gelir?"

    tevrat'a göre yaratılış 6 bin yıl önce olmuş. hıristiyanlık da bu tarihi kabul etmiş. kuran'da bu yok. fakat islam inanışına göre 5 bin yıl önceymiş. buna karşılık sümer kral listesine göre, 241200 yıl öncesine gidiyor. çinliler 49 bin yıl önce diyorlarınış. mısırlılara göre 13 bin yıl önce, heredot ise 17 bin yıl önce diyor. bunlara göre tek tanrılı dinlerin yaratılış başlangıcı olarak verdikleri tarihler, ne tarihsel kaynaklara, ne de bilimsel kanıtlara uyuyor. bugün 4 milyon yıl önceye ait insan fosilleri bulundu. allah -varsa eğer- neden doğrusunu yazdırtmadı acaba?

    kaynakça ve dipnotlar:

    27. tarih sumer'de başlar, s.64-69.

    28. kur'an'da yaratılış ile ilgili diğer ayetler:

    tevbe suresi, ayet 3:
    "şüphesiz ki, sizin rabbiniz gökleri ve yeri 6 günde yaratan, sonra da işleri idare ederek arşa yerleştirendir."

    hûd suresi, ayet 7:
    "o, arşı su üzerinde iken gökleri ve yeri 6 günde yaratandır."

    furkan suresi, ayet 59; secde suresi, ayet 4: (iki ayet de aynı):
    "gökleri ve yeri ve ikisinin arasındakileri 6 günde yaratan, sonra arşa yerleşen rahmandır."

    sâffât suresi, ayet 11:
    "ey muhammed! allaha eşkoşanlara sor! kendilerini yaratmak mı daha zordur, yoksa bizim yarattığımız gökleri yaratmak mı? aslında biz kendilerini özlü çamurdan yaratmışızdır."

    fussilet suresi, ayet 9, 11-12:
    "ey muhammed! size yeri iki günde yaratanı mı inkâr ediyorsunuz ve ona eşkoşuyorsunuz?"

    "sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi ve ona ve yeryüzüne 'isteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin' dedi . ikisi de 'isteyerek geldik' dediler. allah bunun üzerine 2 gün içinde 7 gök yarattı ve her göğün işini kendisine bildirdi. yakın göğü ışıklarla donattık ve bozulmaktan koruduk." (burada hem allah, hem üçüncü şahıs konuşuyor!)

    29. s.n. kramer, the sumerians, s.150, 151. giovanni pettinato, das altorientalische menschenbild und die sumerischen und akkadischen schöpfungsmythen, heidelberg, 1971.

    30. buradan anlaşılacağı üzere, sümer'de, tanrılar insanı kendi görünüşleriyle yaratmışlardı. bu da onların tanrıları insan gibi düşündüklerine bir kanıt oluyor. aynı deyimi tevrat'ta buluyoruz.

    tekvin bap 1:27
    "ve allah insanı kendi suretinde yarattı, onlan erkek ve dişi olarak yarattı."

    tekvin bap 9:6
    "çünkü allah kendi suretinde adam'ı yaptı."

    kur'an mâide suresi, ayet 64:
    "yahudiler 'allah'ın eli sıkıdır' dediler. dediklerinden ötürü elleri bağlansın.
    lanet olsun! hayır! onun iki eli de açıktır, nasıl dilerse sarf eder."

    âl-i imrân suresi, ayet 115:
    "doğu da batı da allah'ındır. nereye dönerseniz allah'ın yüzü oradadır."

    sâd suresi, ayet 71:
    "rabbin meleklere demişti ki, 'ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım. onu tamamlayıp içine ruhumdan üfürdüğüm zaman derhal ona secdeye kapanın!' melekler toptan secde ettiler. yalnız iblis secde etmedi, zira o büyüklük tasladı, kâfirlerden oldu. allah, 'ey iblis! iki elimle yarattığıma secde etmekten seni men eden nedir? böbürlendin mi , yoksa yücelerden mi oldun?' dedi. lblis, 'ben ondan hayırlıyım, beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın' dedi."

    görülüyor ki, tüm dinlerde tanrı, "insan"a benzer şekilde tarif edilmiş.

    not: bu makale büyük ölçüde sn. muazzez ilmiye çığ'ın "kuran incil ve tevrat'ın sumerdeki kökeni" adlı kitabından alınarak hazırlanmıştır."

    ~

    yazının alıntılandığı site: http://site.mynet.com/…ercekleriorg1/yaratilis.html
  • "and olsun ki, biz insanı süzme çamurdan yarattık. sonra da onu nutfe halinde sağlam bir yere yerleştirdik. sonra nutfeyi bir kan pıhtısı haline getirdik, derken o kan pıhtısını bir çiğnemlik et yaptık, bir çiğnemlik etten kemikler yarattık, kemiklere de et giydirdik. ve sonra onu başka bir yaratık yaptık. yaratanların en güzeli olan allah'ın şanı ne yücedir." (müminün, 12-16 ayetler)

    islam'ın kutsal kitabı kur'an ilk insanın yaratılışını böyle anlatır. daha bir çok surede aynı açıklamayı okuyoruz:

    "hakikat biz onları cıvık çamurdan yarattık." (es-saffat, 11),
    "o, insanı bardak gibi çınlayan kupkuru bir balçıktan yarattı." (er-rahman, 14).

    sad suresinde ise insanın yaradılışından tedirginlik duyan şeytanla allah tartışıyor:

    "rabbin o münazara zamanında meleklere demişti ki: 'ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım. artık onu tamamlayıp içerisine de ruhumdan üfürdüğüm zaman kendisi için derhal ona secdeye kapanın: bütün melekler toptan secde etmişlerdi. iblise gelince, o büyüklük taslamış ve kafirlerden olmuştur. allah: 'ey iblis, kudretimle yarattığıma secde etmekten seni men eden nedir? böbürlendin mi? yoksa gururlandın mı?' dedi. iblis :'ben ondan hayırlıyım. beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın' dedi." (sad: 71-76)

    kuran'a göre, adem çamurdan yaratılmıştır, sonra onun kaburga kemiğinden havva, sonra ikisinin birleşmesinden habil ile kabil. öykü uzar gider.

    . sıtkı luksor tapınağı'nda

    sıtkı dinine bağlı bir gençti. namazını, orucunu hiç kaçırmazdı. imam hatip mezunuydu. bütün amacı daha da derinleşmekti. süleymaniye'nin arka sokaklarında otururdu. babası manifaturacıydı. geceleri, kur'an ve hadis kitapları okurdu. meraklı bir gençti, felsefeyle ilgilenirdi. bütün düşüncesi, mısır'da el-ezher'de okumaktı. babası sonunda kararını verdi. elindeki avucundakiyle, sıtkı'yı mısır'a yollayacaktı. oğlu, orada okuyacaktı. dünyalar, sıtkı'nın olmuştu. mısır, sıtkı'yı büyülemişti. gezecek, görecek, araştıracaktı. bir gün, ünlü luksor tapınağı'nı gezmeye başladı. elinde bir katalog vardı. sayfalarını karıştırdı. o ne? ne kadar ilginç bir kabartma resmiydi. hemen altındaki yazıyı yutar gibi okudu: "kral amonhotep iii olarak betimlenen tanrı khnemu'yu çömlekçi çarkında erkek ve dişi iki insanı yaratırken görüyoruz."

    sıtkı'nın kafasında birden şimşekler çaktı. soluğu kabartmanın önünde aldı. aklına, kur'an'daki sureler gelmişti. kur'an, ilk insanın çamurdan yaratıldığını söylüyordu. işte, önündeki kabartmada, öküz başlı mısır tanrısı khnemu, bir çömlekçi ustalığıyla, çamura biçim verip insanı yaratıyordu. hem de kur'an ayetlerinin inişinden yüzyıllar öncesine ait bir kabartmaydı bu. "allah, allah" dedi. düşüncelere daldı sıtkı. acaba, eski çağların, diğer uygarlıklarında yaratılış öyküleri nasıldı? "tanrılara sormalı" diye düşündü. sonra kendi kendine kızdı. ne biçim şeyler düşünüyordu. mısır'da öğle sıcağı ne kadar bunaltıcıydı. gevşedi.

    luksor tapınağı'nın loş bir köşesinde tatlı hayallere bırakmıştı kendisini. birden silkelendi, araştıracaktı. sıtkı, eski efsaneleri, mitoloji ve arkeoloji kitaplarını topladı. durmadan okuyor, kitap sayfaları arasından tanrıları çağırıyor, onlarla konuştuyordu.

    zeus da çamuru kullanmış "ey yüce tanrı zeus, in bakalım olimpos dağından. yanına prometheus'u da al gel bakalım."

    böyle bağırıyordu sıtkı, olimpos dağı'na karşı. zeus da şaşırmıştı. aşağıda bir ademoğlu kendisine emrediyordu. olacak iş miydi? vardır bir hikmeti diye düşündü zeus. prometheus'u da yanına aldı, merakla indi.

    "önce sen anlat prometheus, anlat bakalım insanı nasıl yarattın?"
    "ey ademoğlu, 2000 yılının adamı, anlatayım" dedi prometheus. falso vermemek için iyice düşündü ve söze başladı:

    "babam titan giapeto, zeus ile savaş halindeydi. ağabeylerim menezius ve atlas'ı, gaddar zeus cezalandırdı. ben savaşa katılmamıştım. fakat, zeus'u da hiç sevmedim. çünkü, evrenin dört köşesinde yaşanan acılara tatsızlıklara karşı çok ilgisiz davranırdı zeus. nefret ederdim ondan. sonunda kararımı verdim. kendim gibi duygulu varlıklar yaratmalıydım. gözyaşlarımla toprağı çamur haline getirdim ve yoğurdum. bir insan heykeli yaptım. sonra bu heykele ruh verdim. ilk ölümlü yaratıklar oluştu böylece."

    "ey prometheus, neden çamuru kullandın?" diye sordu sıtkı.
    "bilmem ki," dedi prometheus. "ben, önceki tanrılardan böyle gördüm. böyle terbiye aldım. örneğin, zeus da böyle yaratmıştı insanı."

    onlar nereden bileceklerdi sıtkı'nın ne düşündüğünü? kur'an'ı okumamışlardı ki. elindeki mitoloji kitabına baktı. prometheus, doğru söylüyordu. hışımla zeus'a döndü: "sen anlat bakalım gaddar tanrı, sen nasıl yarattın insanı?"

    "namlı, şanlı hephaistos'u çağırdım hemen, 'bir parça toprak al, suyla karıştır' dedim. 'içine insan sesi koy, insan gücü koy. bir varlık yap ki, yüzü ölümsüz tanrıçalara benzesin.' koca hephaistos, topal tanrı, hemen yaptı dediğimi. bir kız biçimine soktu toprağı. ses koydu içine. ve, pandora adını koydu. işte, böyle yarattım insanı."

    iyice terlemişti sıtkı'nın karşısında zeus. koca yunan tanrısı, yalan söyleyecek değildi ya. milattan önce 8. yüzyılda yazılan hesiodos destanı da aynen öyle anlatıyordu olayı.

    "ey zeus, insanı yaratmak için çamurdan başka bir şey bulamadın mı?" diye sordu sıtkı. örneğin, demirden veya taştan yaratılsa, belki insanın mayası daha sağlam olurdu. "bizde adet böyledir," dedi zeus. "benden önce, marduk da böyle yaratmıştı insanı."

    . sümerler'deki ilk harç

    "peki, dönün bakalım yüce dağınıza," diye emretti sıtkı. bu sefer aklına marduk takılmıştı. sümer tanrısıydı, marduk. mezopotamya'da yaşardı. kitabına baktı. ilk sümer dönemine dayanan ve milattan önce 7. yüzyıla ait olan tabletler, 1914-1929 yılları arasındaki arkeolojik kazılarda bulunmuştu. oluşma tarihi dörtbin yıl öncesine uzanan sümer efsaneleri'nde, "enuma eliş destanı"nda tanrı marduk'tan söz ediliyordu. sayfaları karıştırdı sıtkı. karıştırırken, dicle ile fırat'ın birleştiği bereketli topraklarda buldu kendini. "marduuuk" diye bağırdı. marduk hemen gelmişti. "söyle derdini ademoğlu" dedi. "olimpos'un tanrısı zeus senden sözetti. anlat bakalım insanı nasıl yarattığını" dedi sıtkı. "bizim eski tanrılar, yaptığım işlerden dolayı teşekkür etmişlerdi bana. hallerinden çok memnun olduklarını, ancak kendilerine hizmet edecek, tanrı niteliği taşımayan bir yaratığa ihtiyaçları olduğunu söylemişlerdi. bunun üzerine, ben de ea'nın yardımını istedim. toprağı, kingu'nun kanıyla yoğurdum. ilk insanı meydana getirdim."

    bu kadar da benzerlik olur mu diye düşündü sıtkı. yoksa marduk palavra mı atıyordu? kitabından "enuma eliş destanı"nı buldu. okudu. hayret! sadece enuma eniş'te değil, ullikumi, sankhuniaton gibi diğer sümer efsanelerinde de yaratılışın ilk harcı olarak çamur kullanılmıştı. marduk'a teşekkür etti. "kafamı iyice açtın sevgili marduk" dedi. marduk da şaşırmıştı. kimdi bu ademoğlu? nasıl olur da yüce tanrıları sorguya çekerdi? zeus kendisine önceden haber vermitti. "aman dikkat et," demişti.

    "bu sıtkı dedikleri 2000 yılının adamı." marduk, "ben de aruru'yu arayayım" diye düşündü. "ne de olsa dayanışmak zorundayız bu devirde. ademoğulları işi azıttı."

    . gılgamış'ta da yaratılış çamurdan

    sıtkı okuyordu, sürekli. bir ara eline gılgamış destanı geçti. daha önce okumuştu. fakat yaratılış açısından hiç incelememişti. "okuyalım bakalım" dedi kendi kendine. birden karşısında aruru belirdi sıtkı'nın. bulunmaz fırsattı. "ey yüce aruru," dedi sıtkı, "bir inceleme yapıyorum, tüm tanrılara soruyorum, insanı nasıl yarattınız diye?" aruru, hazırlıklıydı. marduk'tan bilgi almıştı. karşısındakinin kül yutmayacağını biliyordu. "en iyisi doğruyu anlatmak," dedi ve başladı konuşmaya: "büyük gök tanrısı anu -ki, kendisini ben yarattım- uruk halkının ah ve figanlarını dinlemişti. beni çağırdı. 'sen,' dedi, 'beni yarattın, şimdi de fikrimi yarat.' bunu duyar duymaz, anu'nun fikrini kalbimde yarattım. ellerimi yıkadım. bir parça çamur koparıp yazıya attım. ve bu yazıda, kahraman enkidu'yu yarattım. çamurdan yarattığım enkidu, demir gibi serttir. bütün gövdesi kıllardan simsiyahtır. kadın gibi uzun saçları vardır." "doğru söylüyor," diye düşündü sıtkı. gılgamış destanı'nı hatırlamıştı. fakat şimdiye kadar çamur meselesi ilgisini çekmemisti.

    simdi, her şey kafasında yerli yerine oturuyordu. bereketli toprakların efsanelerinde ilk harç, çamurdu. önce böcekten, olmayınca çamurdan.

    acaba uzak diyarların tanrıları da insanı çamurdan mı yaratmıştı? "çinliler ilginçtir," diye düşündü sıtkı. "bir de onlara bakalım." kitapları okumaya devam etti. çin efsaneleri bölümünü buldu. tanrı pen-gu'dan bahsediliyordu. "pen-gu" diye seslendi. zümrüdüanka'nın kanadına binerek geldi pen-gu. "anlat bana yüce pen-gu," diye sordu sıtkı. "sen nasıl yarattın insanı?"

    "ben çok kuvvetliydim," dedi pen-gu. "havayı toprak ve yeryüzü olarak ikiye böldüm. sonra öldüm. nefesimden rüzgarlar, sesimden gökgürültüsü, gözlerimden güneş ve ay, vücudumdan dağlar, kanımdan ırmaklar ve denizler, saçlarımdan yıldızlar, terimden de yağmur meydana gelmiş. daha sonra çürüyen bedenimde kaynaşan böceklerden insanlar oluşmuş."

    "hah!" diye bağırdı sıtkı. "işte şimdi değişik bir öykü buldum. demek çinliler böcekten geliyorlar." "daha bitmedi, sabırlı ol," diye seslendi yüce pen-gu, bilge bir tavırla. ve devam etti. "zamanla gökyüzünün bir bölümü denizlere düşerek insanlığı yok etti. bunun üzerine tanrıça ngüho, yengeç elleriyle gökyüzünü yukarıya kaldırdı, denizleri yeniden sınırlarına itti ve çamurdan yeni bir insan türü yarattı." "hayret," dedi sıtkı. "demek çin tanrıları da insanı çamurdan yaratmışlar." pen-gu'ya tesekkür etti.

    . tevrat'tan kur'an'a:

    nereye al atmışsa, önüne çamurdan yaratılış çıkmıştı. evet, hepsi birbirinden "kopya çekmiş"ti. acaba, tevrat ne diyordu? işte bulmuştu, okudu:

    "ve allah dedi: 'suretimizde, benzeyişimize göre insan yapalım / ve allah insanı kendi suretinde yarattı, onu allah'ın suretinde yarattı. / ve rab allah yerin toprağından adam'ı yaptı ve onun burnuna hayat nefesini üfledi ve adam yasayan can oldu. / fakat adam için kendisine uygun yardımcı bulunmadı. / ve rab allah adam'ın üzerine derin bir uyku getirdi ve o uyudu ve onun kaburga kemiklerinden birini aldı ve yerini etle kapladı. / ve rab allah adam'dan aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaptı ve onu adam'a getirdi.."

    adem ile havva'nın ilk günahları ve cennetten kovuluşları ile devam eden bu yaratılış öyküsü, hemen hemen aynen kur'an'a geçmişti.

    . neden çamur?

    "neden çamur?" diye düşüdü sıtkı. kimbilir, belki de atalarımız, kendilerine son derece gerekli olan, tüm ihtiyaçlarını karşılayan su ve toprağa özel bir önem vermişlerdi. su ve toprak birlrşince çamur oluyordu. zaten günümüze değin gelen büyük efsaneler, soyut düşünce sistemleri, dicle'nin, fırat'ın, nil'in, indus'un, sulak ve bol çamurlu topraklarından yeşermişti. büyük uygarlıklar yaratan bu topraklar, zengin efsanelere de yataklık etmişti. bin yıllar öncesi insanlarının su ve toprağa olan bu şükran borçlarını anlamamak mümkün değildir.

    . ortadoğu tanrılarının etimolojik gelişimi:

    ortadoğu'da çeşitli dönemlerde yaşayan halkların tanrılarının adları ilginç bir evrim gösterir: ibraniler'de kâh "yehova" kâh "elohim" olur. tevrat'taki bu iki tanrı adı yehova ve eloha'nın geçtiği satırlara dayanılarak metin ayrılıkları saptanmış.

    aramice "elah" kelimesi ile tevrat'taki bu "eloha" kelimesi, incil'de isa'nın ağzından, "eloi, eloi, lama sabachtani" (tanrım, tanrım. beni niçin bıraktın) biçiminde görülür. islam öncesi araplar'da erkek tanrı için kullanılmış olan "ilah" kelimesi de islamiyet'ten sonra ufak bir gramer türetilmesi ile "allah" olur. kur'an'ın bazı surelerinde yer yer "ilah" kelimesine de rastlanır.

    (turan dursun'un, "din bu, 4. cilt" adlı kitabından alınmıştır)

    . "insan çamurdan yaratıldı" efsaneleri özeti:

    kutsal kitaplarda sözedilen "insanın çamurdan yaratıldığı" fikri, kutsal kitapların ortaya atılmasından çok daha önceki çağlarda yaşayan insanların eserlerinde ve efsanelerinde görülmüştür. bu durum, kutsal kitapların içine bu eser ve efsanelerden alıntı yapıldığının, kutsal kitaplarin bir tanrı / allah -varsa eğer- tarafından değil, kendilerine peygamber adını veren zamanının toplum lideri olabilecek kabiliyette insanlar tarafından yazıldığının (hazırlandığının) somut bir göstergesidir. bu efsane ve kutsal kitapların ifadeleri şu şekildedir:

    1) gılgamış destanı: "ellerimi yıkadım. bir parça çamur koparıp yazıya attım. ve bu yazıda kahraman enkidu'yu yarattım."

    2) sümer'lilerin enuma eliş destanı: "bunun üzerine ben de ea'nın yardımını istedim. toprağı, kingu'nun kanıyla yoğurdum. ilk insanı meydana getirdim."

    3) çin efsanelerinden: "bunun üzerine tanrıça ngüho yengeç elleriyle gökyüzünü yukarıya kaldırdı, denizleri yeniden sınırlarına itti. ve çamurdan yeni bir insan türü yarattı."

    4) mısır'da luxor tapınağı'nda bulunan kabartma bir resim: "kral amonhotep iii olarak betimlenen tanrı khnemu çömlekçi çarkında erkek ve dişi iki insanı yaratıyor."

    5) hesiodos destanı: "namlı, şanlı hephaisdos'u çağırdım hemen. 'bir parça topral al, suyla karıştır' dedim. 'içine insan sesi koy, insan gücü koy."

    6) yunan efsaneleri'nden: "gözyaşlarımla toprağı çamur haline getirdim ve yoğurdum (prometheus anlatıyor.) bir insan heykeli yaptım. sonra bu heykele ruh verdim. ilk ölümlü yaratıklar oluştu böylece.)

    7) tevrat'tan: "ve rab allah yerin toprağından adam'ı yaptı ve onun burnuna hayat nefesini üfledi ve adam yaşayan can oldu."

    8) kur'an, müminün 12-16: "and olsun ki biz insanı süzme çamurdan yarattık."

    9) kur'an, es-saffat 11: "hakikat biz onları cıvık bir çamurdan yarattık."

    10) kur'an, sad 71-76: "ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım. artık onu tamamlayıp içerisine de ruhumdan üfürdüğüm zaman kendisi için derhal ona secdeye kapanın."

    ~

    yazının alıntılandığı site: http://site.mynet.com/…iorg1/yaratilisefsanesi.html

    ek: (bkz: mitosların uygarlaşma ve insanlaşma süreci)
  • eyy okur sorarım size, ıssız bir adaya düşseydiniz ve bir barınak yapmanız gerekseydi, hangi malzemeleri kullanırdınız?

    düştüğünüz adanın muhteviyatını bilmiyor olsanız bile barınak için "temel yaratım malzemesi" seçiminde şöyle bir yöntem izlerdiniz;

    kolayca ulaşılabilmeli, ucuz olmalı.
    o nedenle nicelik olarak çok olmalı.
    yapacağımız barınak çabucak bozulmaması için malzeme dayanıklı olmalı.
    bir yapı inşa etmek için son derece esnek, kullanışlı olmalı.
    temel yaratım malzemesi olarak başka malzemelerle kolayca uyum sağlamalı.

    işte farklı cografi bölgelerin farklı iklim ve koşullarında yaşayan insan toplumları da tam olarak kendi yaratılışları konusunda bu aksiyom önermelerini takip ederek sonuçlar çıkartmışlardır.

    genelde "insanın yaratılışı" kavrayışı o coğrafyanın taşıdığı özellikler dikkate alınarak yaşayan insanın betimlemesine (visualize something) göre şekillenir.

    bu yüzdendir ki insanı sümerlerde tanrılar, (ninhursag, enlil, enki) su ile ıslatılmış topraktan-çamurdan yaratır (ab-ı hayat). babillilerde marduk insani savaşıp öldürdüğü eski tanrıların kanını toprakla yoğurarak yaratır.
    antik mısırda tanrı khnum (ki kendisi şu arkadaş oluyor) insanı bir çömlekçi tezgahında karılmış topraktan yaratır.
    düşünün tarım toplumusunuz, bütün hayatınız ekine bağlı, toprağa yağmur düşüyor, toprağı ıslatıyor (rahme döl akıyor) ve ıslanmış topraktan filizler büyüyor. insan neden yaratılır?

    bu yüzdendir ki antik iskandinavya'da insan, eritilmiş buz damlaları ve ağaçtan yaratılır. tarım yapamıyorsunuz, eriyen buzulların kenarında balık tutuyorsunuz, neredeyse her yapıyı -özellikle gemileri- iskandinav ormanlarındaki ağaçlar sayesinde yapıyorsunuz. yani nordik coğrafyada yine en çok bulunan malzemelerle.

    bu yüzdendir ki afrikada yaşayan bir insan toplumuysanız sizin inancınızda insan, dikkat buyrunuz sazdan yaratılır.

    bu yüzdendir ki antik yunanda yaşıyorsanız insanların taştan yaratıldığına inanırsınız. titan prometheusun, -hani tanrılardan ateşi çalarak insanlığa getirdiği için (yasak meyve, knowledge, illumination) cezalandırılan- oğlu ve gelini daukalion ve pyrrha (ki kendileri şu arkadaşlar oluyor) bir yunan eskatologya anlatısında insanları, omuzlarının arkalarından geriye bakmaksızın attıkları taşlarla yaratmışlardır.
    çünkü coğrafya tarım yapmak için çok elverişli değil. her yer taş, kaya. bir ticaret toplumusunuz ve elinizin altında en çok bulunan, en kolay ulaşılan malzemenin ticaretini yapıyorsunuz. mermer.

    işte evren yani doğa da tam olarak yaratıcı rolündeyken böyle bir yöntemi izler. evrende en çok maddi formda bulunan şey, hidrojen'dir. evren hidrojen yakar. hidrojen son derece basit ve kullanışlı, farklı şeyler üretebilmek için uygun bir maddedir. örneğin hidrojen yakarak, hertzsprung-russell diyagramına göre nükleer füzyon yaratırsınız. yarattığınız reaksiyon ve beta bozunmasıyla hidrojen protonlarını kaynaştırarak helyum üretirsiniz. helyum 4 üretmek ise daha da kolaydır. çünkü helyum 3 çekirdeğine ya da bir hidrojen radyoaktif izotopu olan bir trityum 3 e çarpan neredeyse her şey helyum 4 yaratır. helyum 4 son derece kararlı ve yaratması çok çeşitli ve kolaydır. bu nedenle helyum 4 için, ilkel helyum tanımı da yapılır. öyle ki evrendeki toplam kütlenin 1/4 ü helyum 4'ten oluşur. iki kararlı helyum 4 üçlü alfa süreci(triple-alpha process) süreci sonunda son derece kararsız berilyum 8'i oluştururlar. berilyum 8 o denli karasızdır ki çabucak bozunur ya da başka bir şeye dönüşür. berilyum 8 bir helyum 4 ile kaynaşarak karbon 12'i oluşturur. ta daa! tebrikler karbon'u yarattık.
    anlaşılacağı üzere karbon, evrende bol bol bulunur ve çeşit çeşit kovalent bağla son derece farklı simetrik yapılar oluştururlar. yine bir şeyler yaratmak için çok uygun bir malzeme. adeta mahallenin... neyse.. karbon neredeyse her türlü element zevatıyla bileşik oluşturmaya yatkın olduğu için yalnızca inorganik değil, organik bileşiklerde de yaygın bir şekilde kullanılır. canlı yaratmak isteseydim mutlaka bu basit esnek ve işlevsel maddeyi kullanırdım. tabiatın yaptığı şeu de budur. gezegenimizdeki tüm canlı varlıklar karbon bazlı yaşam formudurlar. ( carbon based life )
    keza uranyum gibi yüksek düzeyde enerji barındıran, sürekli ışıma yaparak yükünü hafifletmeye çalışan, dengesiz, kararsız bir maddeden neden kararlı bir varlık yaratmaya uğraşayım? onu daha çok bir "pil" olarak kullanmak isterim.

    şimdi tarım toplumlarına yeniden dönelim.
    insanın çok eski atası olan insansı primat hominini 5 milyon yıl önce pan (şempanze ve bonobo) ve homo olmak üzere iki dala ayrıldı. modern insanın atası homo'dur. ( bkz. atanın homo olduğunu öğrenmek *)
    homolardan , australopithecus ve homo habilis 2.5 milyon yıl önce taştan ilk aletlerini yaptılar. hani ilk aletlerini yaptılar dememiz de çok iddialı olur. söktüler ve topladılar diyelim. bu arkaik aletlere oldowan adı veriliyordu ve daha çok çeşitli ezme, kesme, oyma işleri için uygun ufak taşlardan ibarettiler.
    homonun fazla kafası çalışmadığı için 2.5 milyon yıldan 250/200 bin yılına gelene kadar bu tip aletleri kullanageldi ve nihayet daha sert bir taşla vurarak (taşı taşa vurmak) görece yumuşak ve şekil almaya elverişli bazalttan yapılmış ilk eliyüzü düzgün el baltasını yaptı. böyle bir aleti yapabilmek çok ciddi bir el, beyin konsantrasyonu gerektirir. yetmez. böyle bir aleti yapabilmek karmaşık bir soyut düşünme (bilinç hali) ve geleceğe yönelik plan yapabilme yetisi de gerektirir. demem o ki atalarımız 250 bin yıl önce plana sadık kaldılar*. insanlar günümüzden 40 bin yıl öncesine ulaştıklarında artık çok fonksiyonlu bir çok kompozit alet yapabiliyorlar ve diyetleri de daha çeşitlenmiş durumdaydı. ilkel oraklarla ekin başaklarını biçiyor ve tahılları döverek tüketebiliyor olmalarına rağmen hala avcı toplayıcıydılar ve ekim (cultuva) yapamıyorlardır. 16 ila 12 bin yıllarına gelindiğinde bazı insan toplulukları tarıma geçmişlerdi ama yine de bir çok insan topluluğu avcı toplayıcılık yapıyorlar ve yerleşik hayata başlamamışlardı. tam bir yerleşik düzene girmiş, organik devlet ve tarım toplumu olarak sümerler'i (5500~6000 yıl önce) çok iyi biliyoruz. çünkü yazıyı icadetmişlerdi.
    bir tarım toplumu insanının kendi yaratılışına çamurla özdeşim kurmasının doğallığından bahsetmiştik.
    ancak yine de bu yaratılışta puzzle'ın çok önemli bir eksik parçasını açıklamıyordu. yağmur yani su döldü, toprak ise döl yatağı. böylece insan çamurdan yaratılıyordu. gök eril, yer ise dişildi. ancak tarım toplumları biliyordu ki artık, bitki yetiştirmek için ıslak toprak yetmiyordu, bir tohum, bir çekir de gerekliydi. insan sadece balçıktan teşekkül olamazdı. avcı toplayıcı insan toplumları da aynı tarım toplumları gibi soyut düşünebilirler ve inanç olarak genelde panteist ya da panenteisttirler. onlar doğanın kendisini ve her bir parçasını tanrının bir parçası olarak görmeye yatkındırlar. onlara göre tanrı daha aşkın yüce bir varlık değil herkeste ve her şeyde zuhur edendir. bu nedenle tanrılara yakarmak yerine onlara denk ya da daha yakın güçte hissederler ve büyülü sözleri belki defalarca tekrar ederek onları kendi yapmak istedikleri amaca tabiri caizse zorlarlar. ve hatta çok yakın tarih sayılabilecek homeros'ta bile ilyada'da tanrıların, insanların kendi aralarındaki problemlerde açıkça dengeyi değiştirmek ve "mutlak yasa" ile seçilmiş kralın talebine karşı çıkmaktan çekinmekte olduklarını görürüz. ve hatta savaş meydanında insanlarla karşı saflarda çarpıştıklarını bile görürüz.
    oysa tam bir tarım toplumunun tanrısı aşkın ve mutlak kudrette ve hatta unique olmak durumundadır. çünkü tarım toplumunun yaşamı hayati şekilde pamuk ipliğine bağlıdır. tarım toplumu tanrı karşısında son derece zayıftır, kıtlıkla mücadele etmek zorundadır. bu nedenle aşkın ve kadiri mutlak tanrıyı öfkelendirmek ve onda bir hoşnutsuzluk yaratmaktan imtina ederler. bu yüzden tarım toplumu tanrısı bütünüyle soyut bir yaratıcı güçtür. işte tefekkür yetisi tam gelişmiş bir tarım toplumu insanın yaratılışının kayıp parçası olan tohum, tanrısal olandır. çamurdan yaratılan insan öldüğü zaman yok olmamalıdır. çünkü çamurdan yaratılan bitkiler öldüklerinde yok olmazlar. tohumlarından yıl dönümünde yeniden doğarlar. tohum demek ölümsüzlük demektir. insanın ölümsüz tohumu da, topraktan yaratılmış bedeninin yaratılışın esası olanı, ruhtur. tanrı insanı çamurdan yaratmış ve ona kendi soluğundan ruh üflemiştir.
    böylesine bir teknik toplumsal düzen ve aynı oranda kompleks bir inanç sistemi geliştirmiş bir medeniyet, başka medeniyetlere kültür alışverişi ile kendi inanç ve sistemini gayri ihtiyari ihraç edecektir.
    ortadoğu kadim inançlarında yaratılışın ve hayatın ölümsüz kaynağı olan ruh böylece antik yunan felsefesine de tesir etmiştir.

    etmeseydi bile insan aynı zaman diliminde farklı toplumlarda yaşasa bile toplumsal etkileşim olmaksızın benzer düşünce sistemleri geliştirebilirler.
    antik yunanda ruh fikrinin fikir babası pitagoras olarak bilinir. bu fikri kendinin geliştirmiş olması da ihtimal dahilinde olduğu gibi daha ziyade ortadoğu menşeili olduğu düşünülür.
    antik yunan'da farklı filozoflar, farklı zamanlarda bir çok farklı ruh tasviri geliştirmişlerdir. bazıları da örneğin atomcular ruh fikrini gayri maddi olduğu için tamamen reddetmişlerdi. bunlardan bazıları ruhu bedenin bir parçası olarak görürler, beden öldüğünde ruhun da bağımlı olduğu bedenle birlikte yok olduğuna ya da bütünüyle zayıf duruma düştüğüne inanırlardı. antik yunanda bir zamanlar ruh için, pneuma, nous sözcükleri kullanılırdı. yani nefes. tesadüf değildir. arapçada da nefes, nefs (ruh, benlik, istenç) sözcüğünden türemiştir. insan öldüğünde nefes almayı bırakır. "son nefesini verir"
    sokrates, ahlakın, erdemin açıklanması zor soyut yüce kavramlar olduğuna, ruha ve ruhun ölümsüz olduğuna inanırdı. yüce ve aşkın bir tanrıya ve hatta reenkarnasyona inanırdı. sokrates açıkça bir filozoftan ziyade bir "sahte" peygambere benziyordu. öğrencisi platon ise ölümsüz ruh fikrini antik yunanda ve daha sonra hıristiyanlık dinini de oldukça etkileyecek şekilde, geliştirerek daha da komplike bir hale getirmiştir. ruh fikrini tam olarak bir dualite olarak anlamış ve ruhun ideal form mutlak ve soyut ama gerçekliğin tözü olarak görmüştür. platon'a göre görünen evren somut, duyularla algılanan varlıkların tamamı idea olan mükemmel formların geçici sönük birer kopyalarıdır. mutlak gerçekliğe duyuların ulaştığı fenomenlerle değil ancak derin tefekkürle ulaşılabilir. bütünüyle dindar bir bakış.
    öğrencisi aristoteles ise öğretmeninden daha tutarlı bir bakışla mükemmel ideal tanrıyı reddetmeksizin, maddeyi de ezeli ve ebedi olarak görür. o da formlara inanır ancak aristonun gerçek formları soyut değil maddidir. çünkü aristo doğayı tetkik etmiştir. doğada bir zeytin çekirdeğinin, toprağa ekildiğinde eksiksiz bir zeytin ağacı yaratıldığını, bir kiraz ağacı tohumu ektiğinde bütünüyle bir kiraz ağacı yaratıldığını görmüştür. bunun aksi yahut belli bir tohumdam belirsiz bir bitkinin yetiştiğine gözlemleriyle hiç tanıklık etmemiştir.
    o halde varlığın tözü, çekirdeği, nüvesi, eksik parçası, onda ta baştan beri data olarak bulunan maddi, sıkıştırılmış bilgi prosesidir. daha materyalist bir bakış.

    aristo'nun varlığa ve yaratılışa bakışı felsefe bilimsel/gözlemsel düzlemde, epigenesis, felsefi düzlemde ise preformasyonist bir bakıştı. aristo'nun bu varlık tasviri 17. yüzyıldan 19. yüzyıla değin geçerliliğini koruyan bir biyolojik kuram sayılmıştır bilim çevrelerinde. ve hatta 1850 li yıllara gelene değin, erkeğin penisinden, kadının rahmine akıtılan spermin, çocuğun yapmanın yegane yöntemi olduğu, dişinin ise yavru üretiminde döl yatağı olmaktan gayri bir işlevi olmadığı düşünülmüştür. ta ki dişi yumurtası keşfedilene kadar. inanması güç olsa da günümüzde, aramızda yaşayan çağdışı ilkel insanlar hala vardır ki, çocuğun yalnızca erkeğin sperminden üretildiğini zannediyorlar; "çocuuu goyduğhmu babbaa"

    evet, özet olarak ben insanın bunca kısıtlı bilgisinden ve insan olmaklığından kaynaklanan ve evrim tarafından gelişi güzel günlük ihtiyaçlara daha iyi çözümler üretsin diye şekillendirilen aklın tezahür ettiği beyninin yetersizliğinden evrene dair bütüncül bir gerçeği belki de hiçbir zaman tamamen bilemeyeceğini düşünüyorum.
    üstelik bu yazıda gördük ki maddi varlığın temel yapı taşları aynı olup sadece kombinasyonları farklıdır. bu da atomik düzeyde canlı ile cansız arasındaki varlık farkını tamamen kaldırır.
    bir benzeri de madde ile gayrı madde farkının önemsizliğinin yitirildiği parçacıklar alemidir. ışıma yapan bir enerji kaynağında evrenimizde parçacık saçılımı genelde sol atılımlıdır. oysa eşitlik denklemi ilkesine göre ne kadar sol saçılım varsa o kadar da sağ yönlü saçılım görmeliydik. ama çok az sağ yönlü saçılım görüyoruz. sol yönlü saçılan elektronlar maddeye dönüşürken, sağ yönlü göremediğimiz saçılımlar maddeye dönüşmüyor. bu durumda madde karşılığında madde olmayan bir şeylere de ihtiyaç duyuluyor. antimadde, karanlık madde gibi farazi açıklamalara ihtiyaç duyuyoruz.
    o zaman tıpkı atomik düzeyde canlı ile cansız varlığın anlamını yitirmesi gibi, kuantum düzeyinde de madde ve madde olmayan, soyut ile somut farkı anlamını yitiriyor.
    ayrıca biliyoruz ki, kütle enerji cinsinden ifade edilebiliyor. yani enerji kütleye dönüşebilir ya da kütle enerjiye.
    boş bir evrenin, hiçliğin bile bir potansiyeli olabilir. enerji maddeyi yaratıyorsa, hiçliğin potansiyeli de neden enerjiyi yaratamasın?

    evrenden şunu anlıyorum iki dinamizm var; birisi tutunmak enerji tasarrufu yapmak, diğeri ise bozunmak (entropi) enerji sarfiyatı yapmak.
    en nihayetinde evrenimiz soğuyacak. mutlak sıfır noktası olan -273 dereceye ulaşarak evrenin her yerinde, tek bir atomaltı parçacığın bile titreşemediği bir homojen termal denge haline geçecek. o vakte kadar bütün varlıklar huzursuzca titreşmeye devam edecekler. ve en nihayetinde evrenimiz sonsuz hareketsiz muhteşem dengedeki olgunluğa erişmiş tasasız ve tepkisiz okyanusa dönüşerek içindeki her şey ya da hiçbir şeyle huzura erecektir.

    yuhanna incili; "başlangıçta söz vardı. söz tanrı'yla birlikteydi ve söz tanrı'nın kendisiydi" cümleleri ile başlar.

    nietzsche, şen bilim ve böyle buyurdu zerdüşt'te; "gott ist tot" der.

    günümüzde çoğu bilim insanı ise belki de;
    "başlangıçta hidrojen vardı. hidrojen tanrı'yla birlikteydi ve hidrojen tanrı'nın kendisiydi" demektedir.

    edit: imlâ hataları düzeltilmeye çalışıldı.
  • yaratılış pekala matematiksel olarak ifade edilebilir:

    teist kişi, "f(x) = 'evreni kim yarattı?', 'evreni yaratanı kim yarattı?'... şeklinde giden bir dizi ve x = yaratıcı olmak üzere, x sonsuza yaklaşırken f(x)'in limiti nedir?" sorusuna 'allah' diye yanıt veren kişidir.

    ateistin düsturu görece çok daha basit olup "x = 0, evren = sonsuz" şeklinde formüle edilebilir. (bkz: immanuel kant)

    agnostik modelde ise temel çıkış noktası "sonsuz / sonsuz = belirsiz" eşitliğidir.

    yukarıdaki formülasyona dair birtakım notlar:
    1) bu formülasyonda yaratılış, alışılageldiği biçimde yalnızca insan türünün değil, tüm evrenin yaratılması olarak değerlendirilmiştir: böylelikle yaratıcı güce dair saptamalar evrilme-yaratılma konulu kısır tez ve antitezlerle sınırlı kalmamış; -sıfır hacimli bir noktanın patlamasını öne sürdüğü için- kozmolojik big bang modeli temelli, -bir oraya bir buraya hesapsızca savrulmakta olan atomaltı parçacıklarının ex nihilo varolup yokolduklarını tespit etmiş olduğu için- kuantum mekaniği katkılı, -fenomenin ötesinde bilinemez, kavranamaz gerçekliği varsaydığı için- ding an sich soslu, nereden baksan kürsüler arası paslaşmalı bir çalışma ortaya çıkmıştır ki, öyle böyle değildir.

    2) matematiğin sonsuzu kabul edip yoluna devam ettiği gibi felsefenin de insan havsalasını katbekat aşan kavramları -bu cümlede kavramaktan türemiş olan kavram sözcüğünün yetersizliği ilgi çekicidir ama gelin onu anlatım bozukluğu başlığı altında masaya yatıralım- algılamak için teoriler üretmek yerine bilinemezi varsayıp yoluna devam etmesinin insanlığın hayrına olduğu varsayılmıştır.

    3) tam bu noktada, darwin'in matematikçiler için sarfetmiş olduğu "matematikçi karanlık bir odada, aslında orada olmayan bir kara kediyi aramakta olan bir kör adamdır" sözünü hafızalardan silmek yerinde olacaktır. aksi halde ikinci varsayımımız amaçsızlaşmakta; ya da daha doğru bir ifadeyle gülünçleşmektedir.
  • iran; zerdüştlük'de yaratılış:
    ‘öncesiz zaman’ da nur’da duran hürmüz, o’nun altında zulumat’ta duran ehrimen vardır.

    ehrimen, kendisini hürmüz’den ayıran boşluk’a geçerek o’na saldırır. ehrimen’le mücadelesinin, sonlu ölçüler’le gerçekleştirilmediği sürece sonsuz’a değin süreceğini gören hürmüz, o’ nunla mücadelesi’nin süresini sınırlayan bir anlaşma yapar. en kutsal duayı okur. büyük korkuya kapılan ehrimen cehennem çukuru’na yuvarlanır.
    ehrimen uzuun süre cehennem’de kalır. bu dönemde hürmüz evren’i yaratmaya girişir. önce iyiliksever ölümsüzleri içeren ruhlar evreni’ni, ardından onun maddi karşılıkları olan gökyüzü, su, yeryüzü, bitkiler, ilk öküz ve ilk insan gayomart’ı yaratır. sonra da insan varoluş öncesi ruh'larına iki seçenek sunar. sonsuza değin doğum öncesi * durumlarında kalmak ya da bir beden’e bürünüp dünya’ya gelerek ehrimen’le mücadelesinde hürmüz’e yardım etmek. hürmüz’le birlikte mücadele’yi seçerler. bu arada ehrimen de 6 kötü cin ve hürmüz’ünkine karşıt yapıda bir maddi evren yaratır.

    ehrimen, ilk kadın ’in kışkırtmasıyla gökyüzü’ne saldırıp, hürmüz’ün yarattığı dünya’ya kötülüğü yayar. o’nun öldürdüğü gayomart’ın ceseti’nden insan soyu ile metaller, ilk öküz’ün ceseti’nden de hayvanlar’la bitkiler türer.
    ehrimen maddi dünya’ya egemen olursa da ondan kaçmayı başaramaz. o’nu bu tuzağa düşüren hürmüz’dür ve ehrimen, kendi yıkımını kendi elleriyle hazırlamıştır.

    gayomart’ın yalnızca varlığı bile yaratılış’ı engellemek isteyen ehrimen’i hareketsiz hale getirir. bunun üzerine ahura mazda (bilge rabb), gayomart’a beyaz, güneş gibi parıldayan insan biçiminde bir vucut verir. bütün yaratıklar arasında yalnızca gayomart’ın ve ilk öküz’in içine, kökeni ateş’ten gelen bir tohum koyar.

    *, gayomart’a, ehrimen’in saldırılarına karşı zaman kazandırmak için uyku nimetini sunar. ama 30 yıl süren şiddetli saldırılar’dan sonra ehrimen hileleriyle gayomart’ı yok eder. gayomart’ın bedeninden yeryüzündeki metaller ve mineraller oluşur. gayomart’ın tohumu altın’dır, bundan da insansoyu türer.

    (bkz: yaratılış)
    (bkz: tevrat)
    (bkz: zebur)
    (bkz: kuran)
    (bkz: incil)
    (bkz: altay)
    (bkz: toprak)
    (bkz: ateş)
    (bkz: ehrimen ile hürmüz)
  • hakkında, ünlü evrim bilimci jerry coyneun bilim ve gelecek nisan 2008 sayısındaki röportajında, en temizinden had bildirdiği konudur. konudur diyorum, iddia olmak öyle kolay değil.

    "evrimin reddedilmesi, bilimin ve genel olarak bilimsel yöntemlerin reddedilmesi anlamına gelir. yaratılışçılar doğaüstü güçlerin, bilimin bir parçası haline gelmesini istiyor. eğer biyoloji derslerimizde yaratılışçılığa yer verirsek, o zaman tıp derslerimize de ruhani tedavi yöntemlerini dahil etmeliyiz. aynı mantıkla astronomi ve psikoloji sınıflarında astroloji öğretmeye başlayabiliriz. bu şekilde, insanlar tarafından anlaşılamayan herhangi bir şey, bilimde geçerli bir konu olarak algılanmaya başlanacaktır. yaratılışçılığın yol açabileceği en büyük tehdit budur."
  • insanın kendi kaynağını düşlemesidir.

    "kutsal ateş senin içinde gizlidir" - thot'un kitabı

    "ey annem! adını vereceğin yaratık oldu, onun üzerine tanrılann görüntüsünü koy, dipsiz suyun çamurunu karıştır, kol ve bacakları meydana getir. ey annem! .yeni doğanın kaderini söyle!. işte o bir insan!" - sümer yazıtları

    "tanrı'nın krallığı sizin içinizde ve çevrenizdedir." - hz. isa

    "insanı kendi suretimizde, kendimize benzer yaratalım dedi " -tekvin 1:26

    "çünkü allah kendi suretinde adam'ı yaptı." - tekvin 9:6
  • yaradılışla karıştırılan sözcük.

    yaradılış
    1. bir kimsede doğuştan bulunan vücut ve ruh özelliklerinin tümü, mizaç, huy, tıynet, cibilliyet.

    2. bir şeyin yaratılırken kazanmış olduğu özellikler bakımından durumu, fıtrat, hilkat.

    yaratılış
    1. yaratılma işi.
    2. tanrı tarafından yoktan var edilme işi.
  • bilinçlerin yaratılışının ana hammaddeleri olan 4 elementin ezoterik anlamları şu şekildedir:
    toprak ve hava, bilincin karanlık ve aydınlık yanlarını temsil eder. ışık, toprakta var olamaz, havaya ihtiyaç duyar.
    ateş ve su ise bilincin eril ve dişil yanlarını temsil eder.
    bu iki çift elementler bilindiği üzere materyal alemde bir arada duramazlar.
    havanın üzerine toprak atılsa, toprağın üzerine hava püskürtülse, mutlaka birbirlerinden ayrışırlar.
    ateş ve su ise adeta birbirlerini yok etmeye meyillidir. su ateşi söndürmek isterken, ateş suyu buhar eder.
    bu şekilde zıt kutuplara ayrışmaları dualiteden kaynaklıdır.
    4 element, materyal düzlemde kutuplaşmış halde olsalar da, tanrısal katmanlarda birlik ve uyum içindedir. ne ateş ve su birbiri ile savaşır, ne de toprak ve hava birbirinden ayrışır.
    bu uyumu tarotta kader çarkı ve dünya kartlarında görürüz. kartların dört köşesinde dört elementi temsil eden figürler bulunur. birbirlerinden kaçmadan ve birbirleriyle savaşmadan bir arada huzurla var olurlar.
    buradan şu iki mesajı çıkartabiliyoruz;
    kader çarkı: kaderi değiştirmek dört elementin dördünün de uyum ve dengesini sağlamakla olur.
    dünya: ruhani tekamül yolculuğunu sonlandırmak dört elementin dördünün de uyum ve dengesini sağlamakla olur.
  • “bilim yaratılışın üzerindeki sır perdesini sanki hiç kaldıramayacakmış gibi görünüyor. mantığın gücüne inanan bilim adamı için öykü kâbus gibi bitiyor. bilgelik dağına tırmanmıştır. tam en yüksek zirveyi fethetmek üzere yolunun üzerindeki son kayayı aştığı sırada; yüzyıllardır orada oturan teologlar tarafından karşılanmıştır.” (robert jastrow, god and astronomer)
hesabın var mı? giriş yap