• stresin metabolizma üzerindeki etkilerini ispatlamak amacıyla stanford üniversitesi'nde robert sapolsky tarafından yapılmış bir çalışmayı bildiriyorum (belgesel değil, yeni de değil). insana en yakın tür olduğundan çalışmada baboon türü maymunlar doğal ortamlarında izlenmişler. çalışma kan analizleri yapılmak suretiyle bilimsel bir temele oturtulmuş (gözlem değil). ilk tespit düşük kilolu baboonların, yüksek kilolu olanlarına nazaran daha yüksek ldl, daha düşük hdl ve daha düşük glukokortikoid seviyelerine sahip olmalarının görülmesi (takip edilen bir iki tane daha hormon var). yani kabilede zayıf olan üyeler sürekli dayak yeme stresi çektiklerinden her an kalp krizi geçirme riskine sahipler ve bu korku onların bağışıklık sistemini de zayıflatarak yaralarının daha uzun sürede iyileşmesine neden oluyor, dolayısıyla gerek kalp krizinden, gerek enfeksiyon nedeniyle ölüme daha yakınlar. güçlü olan üyeler ise gayet normal kan seviyelerine sahipler, çünkü tuzları kuru.

    kabilenin liderini alıp, başka bir kabileye götürüp bırakıyorlar. bir süre sonra kan analizi yenileniyor ve görülüyorki bizim güçlü maymunun metabolizması alt üst olmuş. çünkü lider olmak ve yeni kabileye gücünü göstermek zorunda. bu stres aynı şekilde ldl'nin yükselmesine, hdl'nin düşmesine ve bağışıklık sisteminin zayıflamasına neden oluyor. gücünü ispatlamak durumunda, attığından daha fazla dayak yerse yenilecek, panik başlıyor, bu onun için sonun başlangıcı olabilir. bu arada yeni katılan bu iri kıyım baboon, kabilenin liderinin de sistemini alt üst etmektedir. o da koltuğunu kaptırma tehlikesi karşısında stresi yoğun hissetmeye başladı, bu savaş onu ikincil pozisyona düşürebilir.

    liderlerin kavgası süregiderken grubun diğer üyelerinin en kokmaz/bulaşmazların bile kan analizleri bozuluyor, çünkü ortamda kaos var ve bu zayıf üyeler kimden yana olacaklarını bilemez haldeler. bu savaş neticelenmeden rahat yüzü görmeleri mümkün değil, her an tetikteler, tokatın kimden geleceği belli değil, filler tepişirken çimlerin ezilmesi kaçınılmaz.

    bir diğer tespit edilen nokta, ortamdan ve güçten bağımsız olarak bazı baboonların hep kötü tablolar sergilemesi, çünkü allah onları öyle yaratmış, onlar hep gergin, lüzumsuz korkuları var ve kan değerleri çok kötü. uzun bir kuyrukta veya sıkışan trafikte bazı insanlar gündüz rüyası görürken ve hayallare dalmak için fırsat bulmuşken, bazılarının sinirden kudurması ve kendi kendilerini yemeleri olarak açıklanabilir. aynı etkiye farklı tepkiler...

    bir sürü detay var, onlara hiç girmeden neticeyi özetleyelim.

    1. güçsüzlük, zayıflık
    2. her türlü değişiklik
    3. kaos, yüksek risk ortamı
    4. genetik özellikler, genel düşünce yapısı

    bu nedenlerden dolayı insanlar strese giriyorlar ve metabolizmaları doğrudan ve olumsuz etkileniyor. kalp damar ve enfeksiyon hastalıklarının adayı oluyorlar. en küçük bir operasyonda dahi yaraları çok geç iyileşiyor ya da hiç iyileşmiyor ve bütün komplikasyonlar, ilaç yan etkileri onları buluyor.

    bir diğer sonuç stresin hayati ama olumlu etkisi üzerine. eğer stresin metabolizma üzerinde hiç etkisi olmasaydı canımızı tehdit eden bir tehlike karşısında ateşleyici turbo güçten mahrum kalacaktık. deprem olduğunda kimse can havliyle kendini dışarı atmayacak, sakin sakin evde oturup geçmesini bekleyecekti. eğer zebra, kaplanı gördüğü anda hayatının en hızlı koşusunu yapamayacak olsaydı zebra diye bir tür olmayacaktı. stres canlıların canlı kalmalarını sağlayan tetikleyici bir ön uyarı sistemi. ancak, tehlike yokken de alert vaziyette dolaşmak gereksiz olduğu gibi çok kıymetli olan enerjinin boşa harcanması demek hatta bir nevi kendini zehirleme.
  • zihnin geçmişe dair pişmanlıklar ve geleceğe yönelik kaygılar arasındaki salınımı en önemli yaratıcısıdır.
  • stres, günümüzde tüm insanların karşılaştığı bir sorun. sağlığımızı ve yaşam kalitemizi olumsuz yönde etkileyen, zamanımızın en büyük düşmanlarından biri. uzun süreli ve yoğun yaşanan stres kişide kaygıya ve bunalıma, yani depresyona yol açabilir. latince “estrictia” sözcüğünden gelen “stres” felaket, bela, dert, keder anlamlarını taşır. bu kavram 18. ve 19. yüzyıllarda, zorluk veya baskının etkisiyle bir nesnede veya kişide meydana gelen biçimsel bozulmaya karşı gelişen direnç anlamında kullanılmıştır. 20. yüzyılın ortalarında stres “vücuda yüklenen herhangi bir göreve karşı, vücudun tepkisi” olarak tanımlanmıştır. diğer bir deyişle stres, kişinin uyum gerektiren yeni bir duruma veya kendisini etkileyen çevresel bir uyarana karşı verdiği bir tepkidir. stres tepkisinin ortaya çıkmasına yol açan uyaranlara ise stres etkeni (stresör) denir. herhangi bir uyaranın strese yol açması için, belli bir duyu organının alışık olduğu rahatlık eşiğini aşıp sistemin dengesini bozması gerekir.

    stres oluşması için ilk olarak, bir kişinin hayatında meydana gelen değişimlerin o kişiyi etkilemesi gerekir. bir olayın kişide stres yaratması olayın yapısına ve kişinin bu olayla baş etme gücüne bağlıdır. algılama ve düşünme yeteneği egonun kapsam alanına girer. insan egosu, iç dürtülerle dış olaylar arasındaki dengeyi kurar. egosu sağlıklı çalışan bir kişide, dış ve iç dünyalar arasında bir denge vardır. eğer ego bu dengeleme işlevini yerine getiremezse ve dengesizlik uzun sürerse anksiyete yani endişe oluşur. kişi stresle karşılaştığında bir uyum süreci başlatır. uyum sürecinin ilki “alarm aşaması”dır. bu aşamada sempatik sinir sistemi aktif hale geçer. vücuttaki adrenalin ve steroid benzeri stres hormonlarının salgılanmasına bağlı olarak kalp atımları hızlanır, kan basıncı yükselir, solunum hızlanır, ellerde terleme ve ağız kuruluğu olur. kısaca vücut alarm durumuna geçer. bu değişimler sonucunda kişi stresle yüzleşmeye veya stresten kaçmaya hazır hale gelir. uzun süreli stres sindirim sistemi, böbrek üstü bezler, kalp ve damar sistemi üzerinde de olumsuz etkiler yaratır. ikinci aşama “direnme” (ya da uyum) evresidir. strese giren sistem, eski dengesine dönmek için mücadele etmeye başlar. işte bu noktada sistem zorlanır. zorlanma, dengeye dönme sürecinde sistemin harcadığı enerjidir. beyindeki sinir hücrelerinin (nöronlar) birbiriyle oluşturduğu bağlantıların yapısı ve sayısı, vücudun ihtiyacına göre değişebilir. nöroplastisite denilen ve beynin kendini yeniden şekillendirdiği bu mekanizma sayesinde, kişi dış veya iç uyaranlara karşı uyum sağlar. direnme aşamasında stresle mücadele kazanılırsa kişi kaybettiği enerjiyi tekrar kazanmaya başlar ve vücuttaki strese bağlı değişimler yok olur. ancak direnme aşamasında, stres kaynağının yoğunluğunun artması ve uyum mekanizmalarının yetersiz kalması durumunda kişinin gayreti kırılır ve umutsuzluk başlar. tükenme aşaması denilen bu evrede, kişinin psikolojik durumunda olumsuz değişiklikler, endişe ve önemli davranış bozuklukları görülebilir.

    stresle başa çıkmak - stres yönetimi

    stresle başa çıkmak, yani stresin insan ruhuna ve vücuduna verebileceği zararı en aza indirmek için izlenmesi gereken stratejilere stres yönetimi denir. kişilerde stres yaratabilecek çevre veya iş koşullarının değiştirilmesi örgütsel stratejilerdir. örgütsel stratejiler arasında iş yeri koşullarının iyileştirilmesi, çalışma şartlarının düzeltilmesi, çevrenin güzelleştirilmesi sayılabilir. bunlar genellikle bireyin kişisel çabasıyla değil, yönetsel düzenlemelerle yapılabilen değişikliklerdir. bireyin kişisel olarak stresle mücadele etmesiyse yaşam tarzı yönetimidir. bu bireysel stratejide ilk adım, kişinin mümkünse içinde bulunduğu olumsuz durumu değiştirmesidir. sadece bu adım sayesinde stres tamamen yok edilebilir. kontrol edilemeyecek bir durumla karşılaşıldığındaysa, öfkelenmek yerine durumu kabul etmek ve çözüm bulmaya çalışmak yani pozitif bir yaklaşım benimsemek önemli bir adımdır. eğer durumu değiştiremiyor veya kontrol edemiyorsak, saplantılı olarak olayın üzerine gitmek yerine “boş vermek”, zihinsel ve duygusal açıdan rahatlamayı sağlayacak etkili bir yoldur.

    yaşam tarzını ve davranış biçimini değiştirmek, stresle mücadelede hayli önemlidir. bu aynı zamanda, gelecekte stres oluşturabilecek unsurlarla karşılaşmayı da engeller. kişiler davranış özelliklerine göre kabaca a tipi ve b tipi olmak üzere iki gruba ayrılır. hızlı konuşmak, acelecilik, sabırsızlık, karşısındakini dinleyememek, sırada beklemekten nefret etmek, zamanın elverdiğinden daha fazla etkinlik yapmaya çalışmak, aynı anda bir çok şeyi yapma gayretinde olmak, dostluk veya zevk verici şeyler için çok az zaman ayırmak a tipi davranış özellikleridir. toplumsal örgütlenme içinde a tipi kişiler daha fazla ödüllendirmekte, bu nedenle bu tür davranış özellikleri, özellikle iş hayatında daha fazla benimsenmektedir. b tipi davranış özelliği gösteren insanlar genellikle esnek, zamanı sorun etmeyen, rahat, sabırlı kişilerdir. hırslı değildirler, insanlarla yarışa girmez, kolay sinirlenmez ve aşırı endişe duymazlar. bu kişiler kendilerinden emindir, konuşmaları bile rahat ve sakindir. insan davranışları genellikle a ve b tipinin karması şeklindedir. yani insanlar genellikle her iki gruptaki davranış özelliklerinden bazılarını gösterir. burada önemli olan nokta, stresle başa çıkmak için b tipi davranış özelliklerinin ön plana çıkarılması gerektiğinin bilinmesidir.

    stresle mücadelede, düşünce tarzımızı değiştirip hayata daha olumlu bakmanın yanı sıra başka yardımcı yollar da vardır. düzenli fiziksel aktivite kas gerginliğini azaltarak kişinin kendini daha enerjik ve iyi hissetmesini sağlar. aileden ve arkadaşlardan destek almak sorunlarla baş etmede hayli önemlidir. kişinin, güven duyduğu ortamlarda kendini ifade etmesi ve sorunlarını paylaşması sıkıntılarını hafifletir. seyahat ve uzun tatiller vücudun dinlenmesini sağlar, olumlu düşünmeyi kolaylaştırır. kişinin yeni beceriler geliştirmesi, ilgi alanlarına yönelik hobiler bulması enerjisini olumlu yönde boşaltmasına yardımcı olur ve stresi azaltır. strese yol açan unsurların tespit edilmesinde ve bunlarla etkin mücadelede uzman yardımı almak da önemli bir seçenektir.

    endişe

    çok şiddetli veya uzamış stresle mücadelece yetersiz kalmak endişeye yol açar. endişe nedeni bilinmeyen korku olarak tanımlanır. korku, kişinin güvenliğini tehdit eden nesnel bir tehlikeye karşı yaşanan bir duygudur. endişenin de temeli korku ve tedirginliktir. ancak burada farklı olan kişinin korkusunun kaynağını gösterememesidir. kişide, kötü bir şey olacak hissi ve bir sıkıntı vardır. endişe, belirli bir düzeye kadar olağan ve normal bir duygu olarak kabul edilebilir. belirli sınırlar içindeyse kişiyi uyarır, korur ve zorlukları daha kolay atlatmasına yardımcı olur. strese yol açan uyaranın şiddetiyle uyumsuz olan ve kas gerginliği, uykusuzluk gibi fiziksel sıkıntılarla birlikte görülen endişe ise normal kabul edilmez. kişinin katlanma gücünü aşan, toplumsal uyumunu ve mesleki başarısını düşüren, kişiyi bağımlılık yapan maddelere örneğin alkole iten endişe “yaygın anksiyete bozukluğu” olarak tanımlanır. hayat boyunca bir kişide bu tablonun görülme riski % 4-7 arasındadır. konsantrasyon bozukluğu, sorunların gerçekçi olmayan şekilde değerlendirilmesi ve sorunlarla baş etme stratejisinde yetersizlik, yaygın anksiyete bozukluğunun önde gelen belirtileridir. kişi her an aşırı bir fiziksel uyarılmışlık durumundadır. aşırı sinirlilik, uykusuzluk ve sürekli yorgunluk gözlenir. bu belirtilerin 6 aydan fazla devam etmesi endişe tanısı koydurur ve artık tedavi gerektiğini gösterir. tedavinin ilk basamağı kişinin kafein, nikotin ve alkol gibi maddeleri bırakmasıdır. kişinin günlük hayatını etkileyen endişe durumlarında benzodiazepin grubu ilaçlar kullanılır.

    stresin ve endişenin beyin üzerindeki etkileri

    uzun süreli ve yoğun yaşanan stres, sadece kişinin ruh sağlığına zarar vermekle kalmayıp vücutta, özellikle beyin üzerinde olumsuz etkiler yaratır. stres, beyinde haberleşmeyi ve bilgi akışını sağlayan iletici molekülleri (nörotransmitter) etkiler. beyinde sinir iletimini baskılayan gaba, vücudu uyarıp performansı artıran noradrenalin, histamin, glutamat ve endişeyi azaltan serotonin, adenozin ve opiatlar stresle doğrudan bağlantılı hormonlardır. stres, bu hormonların düzeylerini veya algılayıcılarını değiştirerek etkisini gösterir. hormonların etkisinin artması veya azalması, kişinin strese karşı verdiği mücadeleyi doğrudan etkiler.

    stres ve endişe durumlarında beyindeki gaba molekülünün hayli etkili olduğu biliniyor. gaba, sinir hücrelerinin gelen sinyallere cevap verme gücünü azaltır. gaba algılayıcıları (reseptörleri) baskılanırsa stres artar, uyarılırsa azalır. gaba algılayıcılarıyla bağlantılı diğer bir molekül grubu benzodiazepinlerdir. örneğin diazepam içeren sakinleştirici ilaçlarla beyindeki benzodiazepin algılayıcılarının uyarılması, gaba’nın işlevini etkileyerek rahatlama sağlar. uyarıcı bir hormon olan noradrenalinin dikkat, uyanıklık, öğrenme ve duygusal tepkilerle bağlantısı vardır. noradrenalin sistemi, vücudun tehdit edici uyarana cevabı sırasında oluşan korku ve uyanıklıkta önemli bir rol oynar. beyinde noradrenalin salgılanan bölge (lokus seruleus) stres durumunda derhal uyarılır ve buna bağlı olarak kişinin dikkati artar, kişi daha aktif olur ve savunma konumuna geçer. ancak uzayan stres durumunda, bu bölgenin aşırı uyarılması giderek performansı düşürür, kişinin sorunlarla başa çıkma gücünü azaltır ve panik atağa sebep olur. serotonin iştah, hayat enerjisi, duygu durumu, uyku ve dürtü kontrolünden sorumludur. serotonin algılayıcılarının baskılanması kişide mutsuzluğa ve kaygıya yol açar. stresle salgılanımı artan bir hormon da dopamindir. dopaminin motivasyonu ve stresle başa çıkma gücünü artırdığı düşünülüyor. dopamin algılayıcılarını baskılayan ilaçlar stresi ve kaygıyı da azaltıyor. adenozin sakinleştirici etkileri olan bir iletici moleküldür. adenozin algılayıcılarının, kafein molekülü gibi bir molekülle baskılanması durumunda kişi kolay uyarılabilir hale gelir ve endişesi artar. histamin kendi algılayıcılarına bağlanarak beyni uyaran bir hormondur. stres, beyinde histamin düzeyini artıran bir unsurdur. histaminin etkisini baskılayan antihistaminik ilaçlar kişiyi sakinleştirir ve endişeyi azaltır. beyinden salgılanan morfin benzeri moleküllere opiat denir. endorfin, enkefalin ve dinorfinlerden oluşan bu hormonlar endişeyi azaltır ve kişiyi rahatlatır.

    stres durumunda glukokortikoid ve glutamat düzeyleri yükselir. bu hormonlar, beynin duygulardan sorumlu merkezi olarak kabul edilen hipokampus üzerinde etkilidir. glutamat stresle bağlantılı olan ve uyarıcı rol oynayan bir hormondur. hafıza kaydında, şartlanmış duygusal tepkilerin ve korku cevabının
    edinilmesinde görev alır. bu hormonun algılayıcılarının baskılanması, korku tepkisi edinilmesini engeller. melanokortinler olarak adlandırılan bir dizi hormonun da stresle yakın ilişkili olduğu gösterilmiştir. yapılan araştırmalarda, bu hormon grubundan olan acth ve mc4r’nin arttığı durumlarda stres davranışlarında da artış gözlenmiştir. mc4r baskılandığında stres azalmakta ve buna bağlı vücutsal değişimler kaybolmaktadır. hayvan deneylerinde uzun süreli stresin, beyin hücrelerinde genetik değişikliklere sebep olduğu gösterilmiştir. stresin etkisiyle, hücre bölünmesinde rol oynayan bir dizi genin (protoonkojen genler) dna diziliminde değişim meydana gelmektedir.

    kaynaklar
    vaillant, g. e., “ınvoluntary coping mechanisms:
    a psychodynamic perspective”, dialogues in clinical
    neurosciences, cilt 13, sayı 3, s. 366-370, eylül 2011.
    lucas-thompson, r. g., goldberg, w. a., “family
    relationships and children’s stress responses”, advances
    in child development and behavior, sayı 40, s. 243-299, 2011.
    nash, m., mcdermott, j., “mental health and
    long-term conditions 2: managing depression”, nursing times,
    cilt 107, sayı 26, s. 21-23, temmuz 2011.
    soleimani, l., lapidus, k. a., ıosifescu, d. v.,
    “diagnosis and treatment of major depressive disorder”,
    neurologic clinics, cilt 29, sayı 1, s. 177-193, şubat 2011.
    güçlü, n., “stres yönetimi”, g.ü. gazi eğitim fakültesi dergisi,
    cilt 21, sayı 1, s. 91-109, 2011.
    eşel, e., “genelleşmiş anksiyete bozukluğunun nörobiyolojisi”,
    klinik psikofarmakoloji bülteni, sayı 13, s. 78-87, 2003.
    ersoy, f., edirne, t., oğuz, t. f., “birinci basamakta anksiyete
    bozuklukları”, sted, cilt 12, sayı 9, s. 326-327, 2003.

    -doç. dr. ferda şenel / mfsenel@yahoo.com.tr
  • stres; tehlike varken seni yaşatır, yokken seni öldürür!
  • batı avrupa'da gündeme gelmeyen rahatsızlık.şöyleki batı avrupa ülkelerinde bireyde stress oluşumuna neden olacak genel unsurlar yoktur.en basit örneği almanya;işsizmi kaldın,paranmı yok,al sana iş bulana kadar para.hemde işini biz buluyoruz,ha beyenmedinmi buldumuz işi,tekrar ararız taki sen memnun kalana kadar.verdımız işsizlik maaşıyla çoluk çocugun okul masrafınımı karşılıyamıyosun,ver biz okuturuz çocukları.hamilelik izninemi çıkıyosun,buyur 2 sene izin sana.hemde maaşın sen gelip çalısıyormuş gibi ödenicek.bunların yanı sıra iş sonrası halkın yuzde 98'ine hitab sosyal aktiviteler sayesınde,iş saatlerınde oluşan stressten bi nebze olsada kurtulmak mümkün.daha güncel bir örnek vermek gerekirse;adamlar aylık 20 euro ya evlerine 4mbit adsl bağlantısı sağlayabiliyorlar,hemde bir telefonla.e şimdi bu kadar rahatlık içinde yaşayan bir batı avrupalı'nın stressten şikayet etmesi pek mümkün gözükmüyor.bahsedenin de ağzının ortasına odunla vururlar.
  • saç döker, göz seyirtir, mide kasıltır, kusturur, kramp sokar, halsizlik yaratır, karıncalanma yapar, el kol uyuşur, tansiyon düşürür, çıkartır, duvar yumruklatır, adam yumruklatır, amuda kaldırır, felç eder**
  • bu konuda domuzlar üzerinde yapılan bir testi paylaşacağım. yavru bir domuz çapı 4-5 metre olan bir havuza konur. havuz domuzun kendi kendine dışına çıkamayacak şekilde tasarlanmıştır. ancak bir yerde destek alıp çıkabileceği bir yükseklik konulmuştur. su içerisine konulan yavru domuz panik içerisinde dolanmaktadır. fakat bir türlü tümseği bulup dışarı çıkamamaktadır. daha sonra insan desteği ile tümseğe basar ve çıkar. aynı domuz birkaç saat sonra tekrar aynı havuza atılır fakat domuz yine panik içerisinde amaçsızca dolanmaya başlar, tümseği bulamaz. bu durum birkaç kez daha tekrarlanır ve sonuç aynı olur.
    neyse efendim. buradan anlaşılan şudur: domuz gibi oldukça zeki bir hayvanın normal şartlarda öğrenebilmesi gereken bu durum aşırı stres altındaki denek domuz tarafından defalarca tekrarlanmasına karşın öğrenilemez.
    sonuç: stres beyne ve hafızaya ciddi derecede zararlıdır.
  • ruhta; herhangi bir dış etkenin, korku, endişe, heyecan, üzüntü doğurması sonucu oluşan, temelinde yatan duygunun, mevcut durumun istenmeyen bir şekle dönmesi ve mevcut halin yok olması korkusunun olduğu durum.

    kişinin serinkanlılığına, uyum içinde yönlendirebilme gücü ve becerisine bağlı olarak psikolojik etkileri değişir. kurtulmak, gerekli güven duygusuna kavuşmakla mümkündür. kişi bağlandığı değerlerin maruz kaldığı tehlike karşısında güvensizlik duygusuna ve herşeyin sona erdiği kaygısına kapılır; bir kurtarıcıya ihtiyaç duyar. bu kurtarıcılar da genellikle, ana - baba, dost, kimi zaman ise mevki ve para olabilir, ama şu gerçektir ki, hepsi geçicidir...

    kişi, sürekli güven duygusuna sahip olmadıkça, stresten kurtulamaz.
  • gunumuzde psikologlarin anlami uzerinde dahi anlasamadiklari bir kavramdir. bugun stres hakkinda herhangi bir psikolog tarafindan herhangi bir journal'de yazilan bir makaleye bakinca kavramin taniminin makaleden makaleye degisim gosterdigini gormek mumkundur.

    bir donem arastirmacilar stresi "iyi stres" ve "kotu stres" olarak ikiye ayirdiysa da gunumuzde bu daha az yapiliyor. kotu stresin, insanin basina gelen kotu olaylar veya insanin basina gelebilecegini dusundugu kotu olaylarin neticesinde ortaya ciktigi dusunulur. ornegin isten atilan veya isten atilma korkusu duyan, okulda dusuk not alan veya dusuk not alma korkusu duyan, sevgilisi tarafindan terk edilen veya bu korkuyu yasayan insanlarin kotu stres duydugu soylenir. bununla beraber isyerinde terfi alan, master icin basvurdugu okuldan kabul alan, evlilik hazirligi icinde olan birinin yasadigi strese de iyi stres denir. genelde bu kisilerin duydugu stres iki turludur, 1) yeni seyler yasayacak olmanin verdigi heyecanla karisik stres, 2) ya bir sey ters giderse diye duyulan stres.

    son arastirmalarin isiginde sunu soyleyebiliriz ki iyi stres ile kotu stres arasinda bicim olarak fark bulunmamaktadir. iyi stresle kotu stresin insan psikolojisine ve fizyolojisine yaptigi etkiler birbirine cok yakindir. ornegin iki turlu stres de insanlarda uykusuzluk, istahsizlik, sabirsizlik, yurgunluk gibi sonuclar dogurabiliyor. bu arada istah konusuna ayri bir parantez acmak gerekiyor. insanlar bazen stres altindayken normalden daha fazla yediklerini ve kilo aldiklarini iddia ederken bazen de yine stres altindayken yemeden icmeden kesilip kilo verdiklerini iddia ediyorlar. peki bu nasil oluyor? stres ayni anda nasil hem cok yeyip kilo almaya hem de az yeyip kilo vermeye sebep olabiliyor?

    en basta arastirmacilar bunun kisilik farklarindan olustugunu, stresin bazi insanlarda oburluk bazilarinda istahsizlik yarattigini dusunuyorlardi. son yapilan arastirmalar stresin etkisinin hissedilen stresin miktarina bagli oldugunu gosteriyor. buna gore dusuk yogunluktaki bir stres atagi oburluk yaratirken yuksek yogunlukta bir stres atagi istahsizliga sebep olabiliyor. ornegin haftaya sinavi oldugu icin stres yapan bir ogrencinin stresi dusuk yogunluktadir ve buyuk ihtimalle bu ogrencinin abur cubur yiyerek kilo almasina sebep olacaktir. bununla beraber sevdigi biri vefat eden veya bosanmakta olan birinin yasadigi yuksek yogunluktaki stres bu kisinin istahini ortadan kaldirip kilo vermesine sebep olacaktir.

    aslinda stresin en kabul goren tanimlarindan biri "vucudun fizyolojik dengesini bozan olay ve nedenler" seklindedir. normal sartlar altinda hicbir kaygi ve stresi olmayan bir insanin huzur ve sakinlik duymasi, kan basincinin ve kalp atisinin normal sekilde seyretmesi, vucudundaki hormonlarin normal bir sekilde salgilanmasi beklenir. stres altindaki biri ise ozellikle kortizol hormonunun salgilanmasi sayesinde vucudunda bir cok degisiklikler gorecektir. bir insanin sakin ve stressiz bir anini bir su birikintisine benzetebiliriz. su birikintisi en basta hareketsiz ve durgundur. daha sonra bu su birikintisine bir tas veya agir bir cisim firlatinca burada gorulen dalgalanmalar strese benzer. bu baglamda stres de iyi veya kotu demeden vucudun dengesinin genelde gecici bazen de kalici olmak uzere kismi veya buyuk olcude bozulmasini saglar.

    bu durumda iyi stres de kotu stres de basta uykusuzluk olmak uzere bir cok benzer sonuca yol acar. peki bu stresin tamamen kotu oldugu anlamina mi gelir? tabi ki hayir. tamamen stressiz bir hayat da tamamen saglikli degildir. ilk olarak stres insana motivasyon verir. "iyi stres" denen stres cesidi insana belli bir amac icin calisma ve mucadele etme azmi verirken "kotu stres" denen stres cesidi de kotu durumlardan kurtulmak icin motivasyon saglar. bunun disinda stressiz bir yasam kalbin surekli yavas attigi, metabolizmanin yavasladigi ve fizyolojik olarak da sagliksiz bir yasamdir. ornegin gectigimiz senelerde yapilan bir arastirmada butun gun evde oturup tv izleyen insanlarda diyetten bagimsiz olarak kalp hastaligi ve obezite gibi saglik sorunlari calisanlara gore daha yuksek oranda ortaya cikti.

    benzeri arastirmalarda hep stressiz yasayan insanlarin surekli stres yasayanlar gibi saglik sorunlari yasadigi ortaya cikti. buna gore hayatta ne cok stres ne de hic stressiz yasamamak lazim. saglikli oranda stresin zarardan cok faydasi olacagi muhakkaktir.
  • geçen gün kardeşimle muhabbet ediyorduk, o kendi vizeleri için strese giriyor ve uykuları kaçıyordu. ben de ona raad ol kızım, diyordum. sonra baktı baktı, abi, dedi, bu gamsızlık nedir sendeki, ya bizim ailede, aileyi geçtim sülalede bu kadar gamsız adam yok, stres bizde genetiktir, her şeyi kendimize dert ederiz. annemlerin tarafta yok, babamların tarafta yok senin gibisi. bence sende de stres var ama, gizli stres, dedi. gizli şeker gibi mi yani, dedim, evet, dedi, aynı onun gibi.

    benim işte o saniye ufkum açıldı, aklım ilk defa çalıştığını hissetti. midemin bu kadar kötü durumda olması, geceleri sıçrayarak uyanmam, dişlerimi kırılıncaya kadar sıkmam, takıntılarım ve en önemlisi acil durumlarda sıkça başvurduğum vurdumduymazlığın sebebinin gizli stres olduğunu anladım.

    şöyle bir durdum düşündüm, nefes alacak yerler/yerlerimiz her geçen gün azalıyor. öyle oluyor ki bazen o küçük yerlere bile varamıyorsun, üzerimde yıllardır yakama yapışan okul, iş, işsizlik, saçma sapan tartışamalara harcadığım vakit, bir şeyler üretememe, sevgilimle dahi yaşadığımız gerilimlerin birikmesi sanırım buna neden oluyor. hiç öyle bırakıp gitmek istemedim bir şeyleri, şimdi de istemiyorum, ama zorlanıyorum lan. derdimi de kimselere anlatamıyorum. herkesin derdi de aynı benimki gibi öncelikli.

    gülten annem söylemiş vakti zamanında;
    "ah, kimselerin vakti yok
    durup ince şeyleri anlamaya"
    ne de kimseleri dinlemeye, anlamaya.
hesabın var mı? giriş yap