• bundan ayrı olarak bazıları da bilinen tüm fizik kanunlarını bir araya getirip 768000 çekirdekli 1 petabyte ramli bir süperbilgisayar'da evrenin simülasyonunu oluşturmaya çalışıyormuş: http://www.gizmodo.com.au/…uses-an-entire-universe/

    haberin altına yapılan bir yorum ise yarmıştır:

    "question is........

    can it run crysis at full spec?"
  • epeydir uzerinde dusunuyorum ve cevabi buldum: rosebud adamin annesine ve cocukluguna duydugu ozlemi sembolize ediyor.

    neyse gelelim bu konuya; simulation argument diye aratinca cikan ilk on sayfayi tum html tagleriyle beraber hatmettiginizi varsayiyorum (sinavda hepsi cikacak): bir simulasyonda oldugumuza yuzde doksan kani olmus durumdayim.

    bonn universitesinde yapilmis olan deneyin sonuclari, simulasyonlarda olmasi beklenen ust enerji sinirlarina isaret eder sekilde cikmasaydi dahi simulasyon isini gercekci goruyor olurdum, zira onemli bir cikmazi cevaplamis oluyor: niye uzaylilar tarafindan ziyaret edilmiyoruz.

    yani evren cok buyuk ve zeki canlilarin ortaya cikmasi gerekir, drakes equation hadisesi. bu zeki uygarliklar bizden sadece 100 bin yil once benzer bir evrime baslamis olsalar, simdiye kurzweilin deyimiyle singularity uygarliklari olurlardi, e o zaman neredeler?

    bunun baska cevaplari da var tabii (algilanmamayi tercih ediyorlar, dusuk uygarliklari iplemiyorlar, vs) ama en guzeli onlarin bizi zaten bir simulasyonda yaratmis olmalari ihtimali.

    bu seviyedeki bir uygarlik icin hesap isleri cok basit olacaktir; simulation argument tezinin yazarinin hesabina gore gezegen buyuklugundeki bir super-bilgisayarin islem gucu (simdinin dandik nanoteknoloji sinirlarini baz alirsak dahi) tum insanlik tarihinin mental simulasyonunu saniyenin milyonda birinde bitirebilecek. bu korkunc bir kapasite. kaldi ki bir singularity uygarligi icin bu islem gucu bir abakuse denk geliyor olabilir. bu uygarligin herhangi bir bilincli uyesinin, her saniye bizimki gibi milyarlarca evreni simule edebilecek kapasitesi olabilir.

    bu kadar buyuk sayilar dusunuldugu zaman, bizim su anki bilincimizin sansina simule edilmemis bir evrende yasaniyor olmasi astronomik derecede dusuk bir ihtimal. yani bir kere bilincin simule edilebilecegini kabul ederseniz -ki etmek icin asiri dindarlik disinda hicbir engel yok- , drake's equation dusunuldugunde neredeyse kesin simulasyonuz denilebilir.

    hatta bizim de yakin zamanda (birkac on yil ya da birkac yuzyil, kozmik olcekte goz acip kapayincaya kadar) bilinc simulasyonlari veya evren simulasyonlari yapabilecegimiz dusunulurse, biz de pekala simule edilmis uygarliklarin simulasyonlari olabiliriz. bu hiyerarsi milyarlarca dereceye kadar inebilir, sonucta singularity uygarliginin hesap gucu sonsuza yakin. ve biz bu isin dogasini hic bilemeyebiliriz; ne kadar ilerlesek de ilerleyelim, platonun magarasindan, ic ice gecmis sayisiz matruska magarasindan cikamayacagiz.

    daha da acayip bir dusunce, bu simulasyonda yalniz olma ihtimalimiz. yani mesela bir evren simulasyonuna tikilmis 7 milyar insan bilinci degiliz de, tek bizim bilincimizin simulasyonuyuz, kalan hersey bilincimizin yaratimi. mesela benim bu yazimin arkasinda bir bilinc olup olmadigini bilemezsiniz (bkz: descartes). olabilecek en feci yanlizlik bu. ugruna evrenin yaratilmis oldugu tek insan hz muhammed olmayabilir yani, ho ho ho.

    "olumden" sonra yasam da mumkun elbette. bilincimiz baska simulasyonlara transfer edilebilir veya sil bastan kodumuz baska evrenlerde yeni bilincler edinebilir (bkz: reenkarnasyon).

    daha acayipi (surekli acayiplesiyor efendim, durduramiyoruz) hic yasamiyor olusumuz. bu sefer abarttim biraz ama bakiniz: paralel evrenler. belki simulasyon her kuantum olasiligini hesaplayip her "kirilma" aninda ayri evrenler yaratiyor (bir milisaniyede sonsuz evren versiyonu olur, bu kadar da exponential bir hesap artisini gezegen degil, galaksi seviyesindeki super-bilgisayarlar dahi kaldiramayabilir gerci) dolayisiyla bizler dahil her maddenin devamliligi olmadigindan * her kirilma aninda olup tekrar yaratiliyoruz. ben artik bu cumleye baslayan ben degilim, o zaman yasayan ne? (bu soruyu sormak icin gerci bir simulasyonda olmamiza gerek yok)

    belki de simulasyon icinde simulasyon yarattigimiz zaman, kaos teorisi dogrultusunda ustumuzdeki uygarligin hesap gucunu asmis olacak simulasyon ve buna izin vermemek icin fisimizi cekecekler. "virtual machine suspended" tusuna basilacak.

    peki simulasyonun amaci ne olabilir? surekli bir ancestor-simulation'dan bahsediliyor, yani singularity uygarligi gecmisini (bizleri) simule ediyor. oysa o hesap gucune sahip birileri, dedigimiz gibi tum evrenleri simule edebileceginden bizler onceden dizayn edilmis degil, bu iterasyonda ortaya cikmis bilincleriz. belki yan simulasyonda hic yokuz, belki milyarlarcasinda hic olmadik, baskalari oldu veya hic bilinc gelismedi. belki bu acidan bakildiginda, yine umdugumuz kadar ozeliz. onca simulasyon icindeki en heyecanlisi bizimkisi, uzerimizde bahisler oynuyorlar, daha once neden merak edebildigini merak eden bilinclerin organik bicimde yeserdigi baska simulasyon olmamisti, yaraticilarimiz merakla izliyor ve eglencenin sezon sonuna kadar surebilmesi icin dua ediyorlar: sakin intihar edip eglenceyi erkenden bitirmeyin.
  • kesinlikle microsoft lisanslı bir yazılımdır yoksa bu kadar çok hata olamazdı.
  • herkes hayal ürünüyse o eski adana valisi'nin kılığı nedir? öyle hayal ürünü olmaz. kabul etmiyorum.
  • evet gene fizik altyapısı edinmeden, simülasyon agrümanı nedir bilinmeden felsefeye dalınmış, idealar evrenine girip çıkılmış, modern fizik materyalist değil idealist eksene kaydırılmış. millet de uzun ve karışık görülen yazıları anlamasa bile sevdiği için entry debeye girmiş.

    bütün bunların kaynağı ise 3. sınıf bir belgesel. kafalar muhteşem. yazan yazdığı konuların ifade ettiği şeyleri de bilmez, matematik altyapısın anlamaz, fakat felsefi ve derin görülen sözlerden dolayı benimser. oysa huşu içinde bu belgeseli izleyip özetleyen sözlük yazarı biraz matematik ve fizik bilseydi, belgeselde olan temel hataları şakkadanak bulabilecekti.

    new-age saçmalıkları gittikçe tehlikeli bir hal alıyor. okuyanlar safsataların doğruluğunu yanlışlığını anlayacak düzeyde olmadıkları için süslü sözlere kanıyorlar, entelektuel birikim elde ettiklerini sanıyorlar. bu kafalar işte korona virüsü çıktığında oytun erbaş'ın da peşine takıldılar sırf konuşurken etkiliyor diye. görünüşün kurbanı oluyorsunuz işte böyle.

    anlaması güç, üst düzey soyut kavramlar olsa bile kuantum fiziği idealist eksene kayan bir şey değildir. hatta debe'ye giren yazıdaki gibi bu kadar net biçimde idealist damgası vurmak zırcahilliğin dibi olmakta. bilmeyenler bilmeyenlere bilmedikleri şeyleri öğretmeye kalktığında böyle olması normal elbette.

    ingilizcesi olup doğru bilgi merak edenler için saçmalıklardan arındırılmış, net anlatımlı 1.sınıf kısa belgeseller ekleyeyim. anlatıcı adam new york üniversitesinde astrofizikçi, yani işinin ehli. konuyu bilmek istiyorsanız bu tarz insanları dikkate almanız gerekiyor 3.snııf belgeselleri değil.

    üç belgesel de birbiriyle bağlı ve ufuk açıcıdır.

    simülasyon evren nasıl olur
    https://www.youtube.com/watch?v=0glgzvtcbaa

    evrende ne kadar bilgi depolayabilirsin
    https://www.youtube.com/watch?v=xxvlgafx7va

    holografik evren nedir?
    https://www.youtube.com/watch?v=klpdhn8vix8

    edit:

    yine bunlarla alakalı bir konu olan kuantum yerçekimi üzerine araştırmalar yapan frankfurt enstitüsünden fizikçi sabine hossenfelder'ın çektiği bazı videolar da izlenebilir.

    foton dalga mı parçacık mı?
    https://www.youtube.com/watch?v=1vxicoi5jdq

    dalga fonksiyonu çökmesi ve çoklu evren (bu biraz karışık gelebillir)
    https://www.youtube.com/watch?v=kf6usb2i1iu

    holografik evren ve simülasyon
    https://www.youtube.com/watch?v=dmdklcaawo0
  • simülasyon argümanı tüm maddi evrenin bir simülasyon olduğu ve bir süperbilgisayar tarafından yönetildiği fikrine dayanır. ama gelin önce evrene dair görüşlerin çatallanmaya başladığı ilk zamanlara, antik yunana bakalım. platon ve demokritos evrenin yapıtaşlarının ne olduğuna dair iki ayrı görüşü temsil ederler ve aslında düşünce tarihindeki belli bir çatallanma ta o zamandan başlar: idealizm ve materyalizm.

    platon'a göre evren soyut idealardan müteşekkil olup, ona ancak zihin yoluyla erişebiliriz. demokritos'a göre ise, evrenin yapı taşları atomlardır. yani antik yunan zaten bir atom fikrine sahipti. çağlar boyu bu şekilde bir düşünme biçiminden etkilenen oldukça fazla düşünür ve bilim insanı olmuştur. newton, darwin, einstein gibi bilim insanlarının bu yolu izledikleri söylenebilir. platon'un açıklamaları ise daha ziyade, evreni matematik diliyle ifade edilebilecek soyut idealar bütünü olarak görme doğrultusundadır. evreni sıradan anlamdaki fiziksel nesneler bütünü olarak değil, mental nesneler bütünü olarak açıklamaya çalışır. bu anlamda, platon zihni, demokritos ise maddeyi ön plana alır. platon'da zihin maddeden önce gelir ve ona yol açar. demokritos'ta ise madde zihinden önce gelir ve ona yol açar. evreni de o doğrultuda açıklarlar.

    günümüzde materyalist ve idealist kampa baktığımızda durumu şu terimlerle açıklayabiliriz. materyalizme göre evren tamamen fizikseldir ve kendi içinde gerçekliği bulunur. onu dışarıdan açıklayan (bilinç, zihin, tanrı vs.) gibi bir şey yoktur. idealizme göre ise, günümüz terimleriyle bilgi işleme zaman ve mekânın dışında bir kaynak tarafından gerçekleştirilir.

    belgesel, bilimsel sonuçlara göre platon'un haklı çıktığını, demokritos'un haksız çıktığını, niels bohr'un haklı çıktığını albert einstein'ın haksız çıktığını, idealizm vs materyalizm müsabakasını idealizmin kazandığını iddia ediyor. yazının bundan sonraki kısmında, bilimin idealizm kampını haklı çıkardığı iddiasından belgeseldeki örnekleri takip ederek bahsedeceğim.

    1) big-bang ancak idealizm sınırları içerisinde makul bir olaydır.

    big bang bir olaydır, evet. ilk olaydır. uzay-zaman bu olay sayesinde var olmuştur. peki bir şey hiçbir şeyden bir şey nasıl doğar? materyalist kişi için bu soru problem yaratır. oysa evren virtüel (sanal) bir inşa olarak gözükürse, big bang modeli müthiş bir şekilde işler. virtüel dünya her zaman bir sıfır noktasından itibaren oluşan bir bilgi akışı sayesinde başlayabilir. bilgisayar oyunu ne zaman başlasa bu bir big bang olabilir. bu virtüel gerçekliğin içinde her şeyin hiçbir şeyden doğması bir anlam ifade eder artık çünkü bilgisayar açılmadan önce zaten hiçbir zaman ve mekân yoktur. bilgisayar açıldıktan sonra zaman ve mekân vardır.

    2) ışık hızının geçilemezliği idealist tezi makul hale getirir.

    evet, ışık hızının geçilemezliğini ve evrene bir limit teşkil ettiğini, hayatının son 30 senesi boyunca materyalizme uyumlu bir tezi kanıtlamaya çalışan einstein bulmuştur. fakat onun bu buluşu idealist bir spekülasyonu daha makul hale getirir. çünkü, simülasyon argümanına göre, sonlu işlemci ile sınırlı oldukları için virtüel bir evrende ilerleme de sonsuz bir hızda değil, sonlu bir maksimum hızda olur. oyunun kuralları aşılamaz. çok yüksek hızlarda zamanın genişlemesi (bkz: time dilation) ve büyük nesneler tarafından uzay-zamanın kıvrılması (bkz: space time curvature) tıpkı yüksek işlemci taleplerinin bilgisayarı yavaşlatmasındaki gibi evrende çok yüksek bir bilgi işleme talebi gerektirir ve onun işleyişini yavaşlatır.

    3) atomlar, quantum modelleri vs. tüm evrende aynı tipte nesneler karşımıza çıkarır. fizik kurallarının gözlemlenebilen evrendeki bu genellenebilirliği simülasyon argümanını ve buna imkân veren idealist tezi doğrular niteliktedir.

    bilgisayar dilinde nesneler genel bir sınıfın (class) örnekleridir (instances). tıpkı bilgisayar dilinde olduğu gibi, kuantum nesneleri de her sınıfta aynıdır ve bu yüzden dijital eşdeğeri ile ilişkilidir. buna göre, evren kuantum bitlerinden müteşekkildir ve her şey hesaplanabilirdir. nesnelerin quantum modelleri aynı kalıptan çıkar. çünkü tüm bitler aynı program tarafından üretilmiştir. evrende yapıtaşların tamamen değiştiği adacıklar yoktur.

    4) kuantum yerbilmezliği (kuantum non-locality) deneysel olarak kanıtlanmış bir olaydır. bu ise, materyalist tezin temel argümanıyla çakışır. çünkü materyalist bir teze göre birbiriyle ilişkiye girecek nesneler bir uzaklık-yakınlık ilişkisine tabi olmalıdır.

    werner heisenberg adında bir fizikçi atomların aktüel, fiziksel nesneler değil, matematik matrisler olduğunu ortaya atmıştır. denklemler çalışır fakat einstein'a göre doğru deneysel araçlarla, daha iyi bir teori bulunduğunda bu teori artık kabul edilmez hâle gelecektir. erwin schrodingerise heisenberg'in çalışmasına daha olumlu bir şekilde yaklaşır, yalnız onun oluşturduğu matrix mekaniğini dalga mekaniği ile değiştirmeyi önerir. buna dayalı olarak kuantum dolaşıklık ilkesini öne sürer. buna göre evrende birbirinden milyarlarca ışık yılı uzakta olmalarına rağmen birbirine dolaşık iki parçacık arasında tuhaf bir ilişki bulunur. biri ile en ufak bir gözlem ilişkisi kurmak diğerini de etkiler. ne kadar uzakta olursa olsun... bu sayede yerbilmezlik (non-locality) bir açıklamaya kavuşuyordu. einstein bu durumu spooky action at a distance olarak açıklar. yani, uzak bir mesafedeki tuhaf aksiyon. bu tuhaf aksiyonun bilimin gelişmesiyle yanlışlanacağına ve fiziğin temel mantığı içerisinde, locality, proximity gibi temel varsayımlara uygun olarak açıklanacağına inanıyordu.

    yerbilmezlik, nesnelerin büyük mesafelerle (potansiyel olarak milyarlarca ışık yılı bile) ayrılmış olsa bile, neredeyse evrenin parçacıklarını hemen gelecekteki olayların beklentisiyle düzenlediği gibi, birbirlerinin durumu hakkında anında bilme kabiliyetini açıklar. böylece, kuantum dünyasında, einstein'ın ışığın evrendeki herhangi bir şey için maksimum hız olduğu konusunda söylediklerine rağmen, anlık eylem veya bilgi aktarımı mümkün görünmektedir. oysa, "yerellik ilkesi"ne (principle of locality) göre, uzak nesneler birbirini doğrudan etkileyemez ve bir nesne yalnızca yakınından başlayarak uzağı etkileyebilir. fiziksel dünyada bir süreklilik bulunur. yerbilmezlik, evrenin aslında onu anlayışımızdan çok farklı olduğunu ve evrenin "ayrı" bölümlerinin aslında potansiyel olarak bir şekilde bağlı olduğunu göstermektedir. einstein unified field theory olarak geçen teorisi ile bu probleme bir çözüm getirmeye hayatının son 30 yılını adamıştır. tabi bu sırada göğün neden mavi olduğundan tut, güneş ışığını neyin oluşturduğuna, uzayda ivmelenmenin zamanı nasıl yavaşlattığından newton'un yerçekimi teorisinin neden tüm nesneler için geçerli olmadığına kadar bir çok soruya cevaplar bulmuştur. ama şu yerbilmezlik meselesini bir türlü çözememiştir. aslında, einstein yerbilmezlik hakkındaki sonuçlar yüzünden o kadar hayal kırıklığı yaşamıştır ki, kuantum teorisinin tamamının yanlış olması gerektiğini dahi ilan etmiştir ve ölümüne kadar yerbilmezlik fikrini asla kabul etmemiştir.

    bohr ise bu sonuçları kabul eder ve aralarında geçen uzun sohbetlerin konusunun bu yerbilmezlik meselesi olduğu söylenir. bohr ve einstein arasındaki bu tartışma yaşamları içinde çözüme kavuşmamıştır. einstein 1955 yılında, bohr ise 1962 yılında hayata gözlerini yumar. bohr'un ölümünden iki yıl sonra, 1964'te irlandalı bir fizikçi john bell, sonrasında bell teoremi diye anılan matematik temelli bir deneysel test prosedürü geliştirdi. ve bunun bir teori olarak kabul görmesi için gereken deneysel düzenek ancak 18 yıl sonrasının teknolojisi ile alain aspect ve ekibi tarafından kurulabildi ve 1982'de einstein - bohr tartışmasının sonucundaki kazanan belli oldu. kazanan bohr'du.

    bu deneyle ilgili olarak, alain aspect, philip grangier ve gerard roger tarafından yazılan makalenin adı şuydu: experimental realization of einstein -podolsky-rosen-bohm gedankenexperiment: a new violation of bell's ınequalities.

    abstract'ın son cümlesi şuydu: "mevcut sonuçlar, kuantum mekanik tahminlerle mükemmel bir uyum içerisinde, şimdiye kadar elde edilen genel bell eşitsizliklerinin en büyük ihlaline yol açmaktadır."

    sonuçlara göre, yerbilmezlik evrenin temel özelliğiydi. limitsiz bir uzaklıkla ayrılmış iki parçacık arasında anlık bir ilişki mevcuttur.

    virtüel bir evren spekülasyonu, bulunan bu sonuçlar ile çok daha makul gözükmektedir. zira virtüel bir evrende her nokta kaynağa göre eş mesafededir. yani işlemci, evrenin her noktasına eş mesafededir. yerbilmezliğin de sebebi ancak bu olabilir.

    5) çift yarık deneylerinin uzun yıllar boyunca ortaya çıkan sonuçları bize idealist tezin geçerli, materyalist tezin ise geçersiz olduğunu gösterir.

    önümüze bir levha koyalım ve ortasından tek bir yarık açalım. bir alet yardımıyla ise bu levhaya doğru çok ufak bilyeler atalım. bu levhanın arkasında da bir duvar olsun. levhadaki yarıktan geçebilen bilyeler arkadaki duvarda belli izler oluşturur. buna yığın örüntüsü diyelim. gündelik dünyadaki tüm fiziksel nesneler belli yerlerde bu şekilde bir yığın örüntüsü oluşturabilirler. şimdi aynı levhayı alalım ve yanına bir yarık daha ekleyelim. bu sefer, arkadaki duvarda iki ayrı yığın örüntüsünün oluştuğunu görürüz.

    şimdi yine tek yarıklı bir levha alalım ve ona doğru bir su dalgası verelim. arkadaki duvarda yine bir yığın örüntüsü çıkacak ve bir yer aydınlanacaktır. aynı olayı çift yarıkla yaptığımızda ise, girişim denilen hadise gerçekleşir ve tüm maddelerde gördüğümüz yığın örüntüsü değil, yeni bir örüntü, dalga örüntüsü oluşur. buna göre bir dalganın üst kısmı diğerinin alt kısmıyla örtüştüğünde ikisi birbirini yok eder. dolayısıyla duvarda bir girişim deseni görünce deriz ki, su dalgası burada yığın örüntüsü değil, girişim örüntüsü oluşturur.

    bir de bu deneyi elektron yollayan bir alet ile gerçekleştirirler. elektron bir dalga değil, parçacıktır. yani aynı prosedür elektronların yollanması olarak gerçekleştiğinde duvarda yığın örüntüsü oluşmasını bekleriz. fakat yapılan deneydeki yarıkların ardındaki duvarda elektronların dalga gibi davranıp bir girişim örüntüsü oluşturduğu gözlenmiştir.

    bu tuhaflığı daha iyi anlayabilmek ve aslında sorunu çözebilmesi umuduyla 1961'de tubingen üniversitesi'nde bir fizik profesörü olan claus jönsson deneyi elektronları beraberce değil, tek tek ve araya zaman koyarak göndererek gerçekleştirmiştir. amacı, normalde zaten parçacık olan elektronların tek tek ve aralıklı bir şekilde yollandığında yarıkların arkasındaki duvarda bir yığın örüntüsü oluşturabileceğini göstermektir. zira toplu olarak gönderilen elektronlar gözlemde bir yanılgıya sebep olabilir. çünkü apaçık bir parçacık olan elektronun dalga davranışı göstermesini ancak dalgaların birbirleri üzerine geldiğinde birbirlerini iptal etmesindeki gibi elektronların birbirlerinin görünmesine izin vermemesi ile açıklayabilirdik. daha doğrusu, açıklayabilir miydik? bu deney gerçekleşir ve sonuç ne mi dersiniz? elektronlar tek tek gönderilmesine rağmen, deneyin sonunda duvarda bir dalga örüntüsü çıkmıştır.

    bitmedi. bunun üzerine gerçekleşen bir deneyde artık her parçayı aldığı yolu izlerken takip eden bir ölçüm cihazı koyarlar. bu aktif gözlem, elektronların çift yarıktan değil, tek yarıktan geçiyormuş gibi gözükmesini sağlar. çünkü her elektronun izlediği bir yol ve geçtiği tek bir yarık vardır. her bir elektronun aktif olarak özel bir kamera sayesinde gözlendiği bu deneyde, sonuç ne mi çıkar? duvarda artık girişim örüntüsü gözükmez, yığın örüntüsü gözükür. haydaa! elektronlar teker teker izlenince duvarda başka bir örüntü çıkmıştır, en başından sahip olmak istedikleri örüntü, bir yığın örüntüsü. bilinç fiziksel olayı mı değiştirdi? bu nasıl mümkün olabilir? elektronların gidişatını izlediğimizde, bu gidişat bilincimizde olup duvara baktığımızda farklı bir şey, elektronların gidişatı bilincimizde olmadığında ve onları gözlemeyip duvara baktığımızda başka bir şey gördük. izleyince parçacık gibi davranan, izlemeyince dalga gibi davranan bir şey gördük.

    1978'e kadar gelindi. john archibald wheeleradındaki bir fizikçi yeni ve kurnaz bir çalışma önerdi. bunu delayed choice experimentolarak nitelendirdi. kurnazlığı gözlem kararını ertelemek oldu. yani en başından itibaren elektronu izleyen bir ölçüm cihazı devreye sokulmadı da, elektronlar yarığı geçtikten sonra ve henüz duvara çarpmadan ölçüm kararı verildi ve ölçüm cihazı çalıştırıldı. yani wheeler, deneyi gözlemleme kararını erteledi. peki ne oldu? gözlemlenmeye başlandığı anda dalga parçacık oldu. deneyi yürütme kararı verilmesi dalganın parçacık olarak hareket etmesine sebep oldu. asıl şok edici noktayı henüz söylemedim! üstüne ne oldu biliyor musunuz?

    bu nedensel güç zamanda geriye doğru da gitti ve elektronun kayıtlarını dalga olarak değil parçacık olarak gösterdi! hangi deneyi yapacağımıza dair seçeneğimiz elektronun önceki, yanlış duymadınız, önceki durumunu belirledi!

    üstelik bu çalışma astrofizik alanına da genişletilebilirdi. bu, tam şu anda nasıl bir davranış sergilediğimize dair kararımızın, milyonlarca yıl önceki fotonun davranışını değiştireceği anlamına geliyor. evet nedensellik genel kanının çok aksine bir şekilde işliyor. bilincin nedensellik üzerinde etki sahibi olduğu görülüyor. böyle bir durum materyalist düşüncede mümkün olmaz. bu ancak her parça kaynağa göre eş mesafedeyse makul hale gelir. bir video oyunundaki, ya da bir rüyadaki gibi…

    6) potansiyel dalgaları ve olasılıksal modellemeler bize materyalist tezden ziyade idealist tezin doğru olduğunu düşündürür.

    wheeler'ın ertelenmiş seçim deneyinde ele alınan kavramları içeren başka bir deney delayed choice quantum eraseradındaki bir deney, 1999 yılında gerçekleştirildi. bu deney, çift yarık deneyinin tuhaf sonuçlarını ve kuantum dolanıklığının (quantum entanglement) sonuçlarını beraberce araştırmak için tasarlanmıştır. deney biraz karışık olduğu için sadece sözle anlatmak uygun olmaz. o yüzden önce aşağıdaki resmi bir süre inceleyip sonrasında okumaya devam etmenizi öneririm.

    https://imgur.com/fgaaxu0

    çift yarığın ardında bir bariyer var bu bariyer fotonu dolanık çift (entangled pair) haline getiriyor, yani ikiye bölüyor gibi düşünün. bu ikiye bölünen parçacıklardan birini lens alıyor. d0'ya getiriyor. diğerinin gittiği yolun önüne de bir prizma koyuyorlar ve o prizma da yeşil renkte yarı gümüş bir aynaya yansıtıyor. yarı gümüş bu aynaya çarpması demek yarısının geçmesi yarısının da geçmemesi ve yansıması anlamına geliyor. yansıyan yarısı d4'e koyuluyor. diğeri bu yarı gümüş aynadan geçiyor. yani bu "diğeri" dediğim sırasıyla, birinci yarıktan geçen elektronun bariyerde bölünen parçasının prizmadan geçmesi sonucu yarı gümüş aynadan yansıyan değil de onun içinden geçen parçacık. bu parçacık tam bir aynadan yansır ve sonra yine yarı gümüş bir aynadan geçer. bu d1 fotonudur. bu son geçtiği yarı gümüş aynadan yansıyan ise d2 fotonudur. şimdi en başa geri dönelim. birinci yarıktan geçip bariyerde ikiye bölünen foton vardı, bir de ikinci yarıktan geçip bariyerde ikiye bölünen foton var. bu ikiye böloünenlerden biri yine birinci yarıktan geçip bariyerde ikiye bölünen parçaların birinin gittiği gibi lense gider. diğeri ise prizmadan geçer, ve karşısına yarı gümüş ayna çıkar. bu yarı gümüş aynadan yansıyan yarısı da d3 detektörünne gelir. yarım gümüş aynadan geçen foton ise, tam aynadan bütün olarak yansır ve diğer bir yarı gümüş aynaya gelir. bu yarı gümüş aynadan yine yarısı geçer. bu geçen yarısı ilk yarıktan çıkıp da ulaşanın yaptığı gibi d2'ye gelmiştir. yansıyan yarısı ise, d1 detektörüne gelmiştir.

    sonuç olarak, ilk yarıktan gelenler sadece d1 d2 ve d4 detektörüne gelmiştir. 2. yarıktan gelen ise d1, d2, d3'e gelmiş ve d4'e gelmemiştir. yani d4'e gelen her foton ilk yarıktan çıkmış olmalı, d3'e gelen her foton ise ikinci yarıktan çıkmış olmalıdır. d1 ve d2'ye gelen fotonların ise hangi yarıktan geldiğini belirlemek mümkün değildir. ikisinden de gelmiş olabilir.

    d0 detektörü ise lensin hemen arkasına koyulmuştur ve en kısa yol her zaman d0'a gelendir. bariyerden çıkıp ikiye bölünen fotonlardan biri önce d0'a gelir sonra diğerkilere gelmelidir. dolayısıyla d0 bizim için bir sayaç görevi görür. bir parçası d0'a gelen fotonun diğer parçası belli bir erteleme ile d1, d2, d3 ve d4'e gelir. peki sonuçlar ne çıktı?

    d1 ve d2'ye gelen fotonlar girişim örüntüsü göstermişlerdir. çünkü fotonun hangi yarıktan geldiğini belirlemek imkânsızdır! fakat d3 ve d4 parçacık yığını örüntüsü göstermiştir. çünkü onların hangi yarıktan geldiğini biliyoruzdur! aradaki tek fark budur.

    ışığın kendisini parçacık veya dalga olarak göstermeyi nasıl seçtiği, onun hakkında ne bildiğimize bağlıdır!!!

    böyle bir sonuca materyalist bir açıklama getirebilmek epey zor olurdu. oysa idealist bir temel tüm bu olayları makul hale getirir. ama, daha bitmedi. durun! gerçi buraya kadar okuyabilen gerisini de okur zaten. :)

    işin asıl beyin yakan kısmı geliyor.

    foton daha önceden hangi detektöre geleceğini biliyordu! peki biz bunu nasıl mı biliyoruz? d0 detektörü sayesinde. d0 en kısa yol olduğu için, bu yarıklardan geçen parçacık çiftlerinden biri önceden d0'da kaydolur. d0'a kaydolan görüntü, her zaman diğer eşinin nerede bittiği ile ilişkili çıkar. eş eğer d3 veya d4'e, yani hangisinden geldiğinin belli olduğu detektörlere gelirse d0'a gelen eşi yığın (parçacık) örüntüsü gösterir. oysa, eşi d1 ve d2'ye, yani hangi yarıktan geldiğinin belli olmadığı detektörlere gelirse d0 dalga örüntüsü gösterir. e yani... parçacık geleceği mi gördü? neler oluyor?

    yoksa olan şey şu muydu? uzay-zaman, bir simülasyonun kaynağında tüm zaman dilimlerinin eş mesafeli olarak bulunabildiğini yukarıda gösterdiğimiz gibi aynı zamanda eşzamanlı olarak da kullanılabildiği virtüel bir yapı mıdır?

    modern fizik görünen o ki, plato tarafındadır. maddenin en küçük birimleri sıradan anlamda fiziksel nesneler değildir. onlar, potansiyel formlardır. ya da sadece matematik diliyle tasvir edilebilecek soyut idealardır. uzay-zaman doğada kendinde fiziksel nesneler olarak bulunmaz. onlar da bir ideadır. bilim kararı vermiştir. materyalizm doğru bir yol değildir. birçok fizikçi parçacıkların gözlem olmadığında parçacık olarak değil, dalga olarak var olduğunu kabul eder. bir şey ancak ve ancak onu ölçtüğümüzde parçacık çıkar. ölçmediğimiz her şey ise bir olasılık bulutu, potansiyel bir alandır.

    “atomlar veya temel parçacıkların kendileri gerçek değildir, şeylerden veya gerçeklerden birinden ziyade bir potansiyeller veya olasılıklar dünyası oluştururlar.” w. heisenberg. (fizikçi olan, kimyacı değil...)

    video oyunu sana gereken gerçekliği sadece oraya baktığında verir. video oyunu, oraya bakarken ihtiyacın olan çerçeveyi verir. etrafta gezinip başka bir şeye baktığındaysa, o çerçeveyi oluşturur çıktı olarak gösterir. işin garibi, evren aynı şekilde davranıyor!!!

    materyalizmi kurtarmaya çalışan bir görüş der ki, quantum evreni farklı kuralar kümesinde işler. algıladığımız görünen evrende, yani makro düzeyde bu sonuçlar geçerli değildir. bu görüşemakrorealizm denir. ama bir çok çalışma göstermiştir ki makro gerçeklik yani algıladığımız gerçeklik quantum gerçeklikten türemiştir. quantum gerçekliğin makro gerçeklikte de işlediğini gösteren deneyler olmuştur. belgesel bize küçük elmas parçılarında, gözle görülür büyüklükteki alüminyum parçaları arasında bile ortaya konduğu çalışmaları gösterir.

    *

    evet, belgesel bitti. yılların materyalizm savunucusu olarak bu satırları yazmak benim için zihin açıcıydı. fakat tüm bu sonuçlara rağmen hâlâ einstein'ın haklı olabileceğine, bilimde bir bilinç ve gözlem krizi bulunabileceğine dair düşüncelerim var. benim belgesel boyunca ilgimi çeken husus, felsefedeki idealizm tezinin simülasyon argümanları ile ne kadar örtüştüğüydü. bilimin modern dönemdeki zaferi veya zafer yorumuyla, tanrı veya metafizik bir temelin ortadan kalkmasının yarattığı boşluğa bu simülasyon argümanlarını bir tetris çubuğu gibi yerleştirebilmesiydi. bu başlıkta çokça yazılan, nick bostromun simulation argument diyerek öne sürdüğü argüman ise, bu argümanlardan yalnızca biri idi.
  • bazı insanların bug olduğunu gösterir, böylece hayattaki bu götleklere bir açıklama gelmiş, gerizekalılıklar anlam kazanmış olur.
  • south park'ın bir bölümünü akla getirmiş, akademik çevrelerce araştırılan bir konuymuş.
    dizide de dünyanın uzaylılar için üretilmiş bir televizyon programı olduğu ve reytingleri düşen bu programın kaldırılması, dünyanın patlatılıp yok edilmesi söz konusuydu. *
  • su 3 onermeden en azından birinin (aslında mantıksal olarak sadece biri dogru olabilir gibi) dogru oldugunu varsayarak su anda bir simulasyonda yasıyor olmamızın buyuk bir olasılık oldugunu soyleyen argüman.
    1-) evrende bizim gelisme duzeyimizdeki bir turun tamamen yokolmadan once teknolojide ust duzeylere* ulasma olasılıgı cok kucuktur.
    2-) teknolojik olarak ust duzeylere ulasmıs turlerden neredeyse hicbiri bizim zihin yapımızı simule etmekle ilgilenmemektedir.
    3-) neredeyse kesinlikle bir simulasyon icinde yasıyoruz.
    http://www.simulation-argument.com/simulation.html ve http://www.simulation-argument.com/matrix.html adreslerinden daha ayrıntılı bilgi alınabilir.
    bu onermeyi multiverse teorisi* ile birlestirip de simulasyonda yasıyor olmamız olasılıgını guclendiren baska bir dusunce de vardır. evrenin su an cok bio-friendly olmasının,yasamın ortaya cıkması icin gereken seylerin cok hassas ayarlanmıs,yani cubukla durtulmus gibi olması durumunu tanrı kelimesini kullanmadan acıklamaya calısan bazı bilimciler, eger cok* sayıda evren varsa -hepsi kendi kanunlarıyla- bunların sartların uygun oldugu bir kısmında yasamın ortaya cıkıp da evrenlerinin ne kadar bio-friendly oldugu konusunda supheye dusmesinin oldukca makul oldugunu dusunuyorlar. iste bu noktada "ya eger yasam simulasyonu yapabilecek teknoloji ve istekteki yasam formları oncelikle belirtilmis kanunlarla bir simulasyon degil de bizim su an yaptıgımız gibi cok sayıda simulasyon (yani simulasyonda yasayanlar icin cok sayıda evren) yapmıslarsa..." diyen bir grup insan cıkmıstır.
    bokunu cıkarmanın geregi yok,ama eger simulasyonda yasayan,daha dogrusu simule edilen canlılar da kendi simulasyonlarını gelistirirlerse 13th floor misali birsey olur,hos olur.
  • bir bilgisayar programı içinde yaşıyor olabilir miyiz?

    fiziksel gerçeklik temel olarak uzay-zaman deneyimimizin ortaya çıktığı bilgi parçalarından oluşur. sıcaklık atomların toplu hareketinden ortaya çıkar. tek bir atomun temelde sıcaklığı yoktur. bu, tüm evrenimizin aslında bir bilgisayar simülasyonu olabileceği gibi olağanüstü bir olasılığa yol açar.

    1989'da fizikçi john archibald wheeler, evren'in temelde matematiksel olduğunu ve bilgiden doğuyormuş gibi görülebileceğini öne sürdü. 2003 yılında ingiltere'deki oxford üniversitesi'nden filozof nick bostrom simülasyon hipotezini formüle etti. bu, aslında bir simülasyonda yaşıyor olmamızın oldukça muhtemel olduğunu savunuyor.

    bunun nedeni, gelişmiş bir uygarlığın, simülasyonların gerçeklikten ayırt edilemeyecek kadar karmaşık bir teknolojiye sahip olduğu ve katılımcıların bir simülasyon içinde olduklarının farkında olmayacağı bir noktaya ulaşması gerektiğidir.

    abd'deki massachusetts ınstitute of technology'den fizikçi seth lloyd, tüm evrenin dev bir kuantum bilgisayarı olabileceğini öne sürerek simülasyon hipotezini bir sonraki aşamaya taşıdı.

    fiziksel gerçekliğimizin, gözlemciden bağımsız olarak var olan nesnel bir dünyadan ziyade simüle edilmiş bir sanal gerçeklik olabileceğini öne süren bazı kanıtlar var.

    herhangi bir sanal gerçeklik dünyası, bilgi işlemeye dayalı olacaktır. bu, her şeyin nihai olarak sayısallaştırıldığı veya daha fazla alt bölümlere ayrılamayan minimum bir boyuta kadar pikselleştirildiği anlamına gelir.

    bu, atomların ve parçacıkların dünyasını yöneten kuantum mekaniği teorisine göre bizim gerçekliğimizi taklit ediyor gibi görünüyor. en küçük, ayrık bir enerji, uzunluk ve zaman birimi olduğunu belirtir.

    benzer şekilde, evrendeki tüm görünür maddeyi oluşturan temel parçacıklar , maddenin en küçük birimleridir. basitçe söylemek gerekirse, evren piksellidir.

    evrendeki her şeyi yöneten fizik yasaları, programın yürütülmesinde bir simülasyonun izleyeceği bilgisayar kod satırlarına da benzer. dahası, matematiksel denklemler, sayılar ve geometrik modeller her yerde mevcuttur.

    fizikte simülasyon hipotezini destekleyen bir başka konuda, evrenimizdeki maksimum hız sınırı olan ışık hızıdır. sanal bir gerçeklikte bu sınır, işlemcinin hız sınırına veya işlem gücü sınırına karşılık gelir.

    aşırı yüklenmiş bir işlemcinin bir simülasyonda bilgisayar işlemeyi yavaşlattığını biliyoruz. benzer şekilde, albert einstein'ın genel görelilik kuramı, bir kara deliğin yakınında zamanın yavaşladığını gösteriyor.

    simülasyon hipotezinin belki de en destekleyici kanıtı kuantum mekaniğinden geliyor. bu, doğanın "gerçek" olmadığını gösteriyor. belirli konumlardaki parçacıklar, siz onları gerçekten gözlemlemediğiniz veya ölçmediğiniz sürece var gibi görünmüyor. bunun yerine, aynı anda farklı durumların bir karışımı içindedirler. benzer şekilde, sanal gerçeklik, olayların gerçekleşmesi için bir gözlemciye veya programcıya ihtiyaç duyar.

    kuantum " dolaşıklık " aynı zamanda iki parçacığın ürkütücü bir şekilde birbirine bağlanmasına izin verir, böylece birini manipüle ederseniz, ne kadar uzakta olurlarsa olsunlar diğerini de otomatik olarak ve anında manipüle edersiniz, ki bu da ışık hızından daha hızlıdır.

    ancak bu, bir sanal gerçeklik kodu içinde, tüm "konumların" (noktaların) merkezi bir işlemciden kabaca eşit uzaklıkta olması gerektiği gerçeğiyle de açıklanabilir. yani iki parçacığın birbirinden milyonlarca ışıkyılı uzaklıkta olduğunu düşünebiliriz, ancak bir simülasyonda yaratılmış olsalardı öyle olmazlardı.

    evrenin gerçekten bir simülasyon olduğunu varsayarsak, bunu kanıtlamak için simülasyon içinden ne tür deneyler uygulayabiliriz?

    simüle edilmiş bir evrenin, etrafımızdaki her yerde çok sayıda bilgi biti içereceğini varsaymak mantıklıdır. bu bilgi bitleri kodun kendisini temsil eder. dolayısıyla, bu bilgi bitlerinin saptanması simülasyon hipotezini kanıtlayacaktır.

    yakın zamanda önerilen kütle-enerji-bilgisi (m/e/ı) denklik ilkesi (kütlenin enerji veya bilgi olarak ifade edilebileceğini ya da tersinin önerildiğini öne sürer) bilgi bitlerinin küçük bir kütleye sahip olması gerektiğini belirtir.

    portsmouth üniversitesi’nde fizikte kıdemli öğretim görevlisi melvin m. vopson, “bilginin aslında evrendeki maddenin beşinci formu olduğunu öne sürdüm. temel parçacık başına beklenen bilgi içeriğini bile hesapladım. bu çalışmalar, 2022'de bu tahminleri test etmek için deneysel bir protokolün yayınlanmasına yol açtı.” dedi.

    deney, temel parçacıkların içinde bulunan bilgilerin, onların ve antiparçacıklarının (tüm parçacıklar kendilerinin aynı olan ancak zıt yüke sahip "karşı" versiyonlarına sahiptir) bir enerji parlamasında "fotonlar" veya hafif parçacıklar yayarak yok olmasına izin vererek silinmeyi içerir.

    “ortaya çıkan fotonların beklenen frekanslarının tam aralığını bilgi fiziğine dayanarak tahmin ettim. deney, mevcut araçlarımızla son derece başarılabilir.”

    başka yaklaşımlar da var. fizikçi john barrow, bir simülasyonun, programcının devam etmesi için düzeltmesi gereken küçük hesaplama hataları oluşturacağını savundu.

    doğanın sabitlerinin değişmesi gibi aniden ortaya çıkan çelişkili deneysel sonuçlar bu tür sabitlemeler yaşayabileceğimizi öne sürdü. dolayısıyla bu sabitlerin değerlerini izlemek başka bir seçenektir.

    gerçekliğimizin doğası, oradaki en büyük gizemlerden biridir. simülasyon hipotezini ne kadar ciddiye alırsak, bir gün onu kanıtlama veya çürütme şansımız o kadar artar.

    kaynak: https://www.sciencealert.com/…n-a-computer-program.
hesabın var mı? giriş yap