• bir beş sene kadar oluyor, bir iş için new york eyaletinin kuzeyinden greyhound (abd'nin metro turizmidir) ile nyc'ye geliyordum. yol üç buçuk saat kadar sürüyor, ilk bir saat tıngır mıngır geçti. gidiyoruz. birden otobüste selda bağcan çalmaya başladı. lan dedim ne oluyor... sonra yaklaşık iki saat boyunca çalmaya devam etti. bizim otobüs bir anda erzincan-malatya otobüsüne dönüverdi. ben şaşkınlık içindeyim, bayağı da merak ettim mevzuyu. inerken şoföre sordum ne iş diye; owww selda is my favourite dedi. adam karışık mp3 yapmış yollarda hep çalıyormuş. diyeceğim o ki, bu kadını gerçekten bütün dünya dinliyor.
  • geçen sene aynı grupla ekşi fest'te sahne aldığında selda bağcan ne diye burun kıvıran sözlükçüler barcelona'da konser verince hayran kalıyor.

    hakikaten bi acaipsiniz.
  • kendisine bir özür borcu olduğumdur.

    12 eylül sonrası, köln'de bir konser salonu. selda ilk defa yurtdışına çıkabilmiş.

    şahane sesi ile şahane türküler söylüyor.
    ben ve benim gibi birkaç keskin genç,
    işkencenin ve hapsin
    ve sürgünün ve itilip kakılmanın,
    ve bir sanatçı için dışlanmanın, yok sayılmanın, sevenlerinden koparılmanın
    ne demek olduğunu bilmeyen,
    ve türkiye devrimci hareketine selda'nın tırnağı kadar faydası dokunmamış, kendini bişey zanneden birkaç zıpır,
    o şahane sesiyle söylediği her şahane türkü sonrası sırayla gidip "kızıldere"yi istiyoruz.
    o söylemedikçe biz ısrarla istiyoruz. türkü sonlarında tempo tutuyoruz "kızıldere, kızıldere" diye.

    üzülüyor, yüz ifadesinden anlıyorum bunu, morali bozuluyor,
    en sonunda duruyor, bizim olduğumuz tarafa bakıyor ve çok üzgün, kırgın bir ifadeyle

    "üzgünüm çocuklar, söyleyemem, hapse girmemimi istiyorsunuz yoksa??" diyor.

    ısrarı bırakıyoruz, nedense kendimizi daha iyi, daha devrimci, daha keskin hissediyoruz.

    yüzümüzde iğrenç bir "küçümseme, yenilmişsin işte, teslim olmuşsun" ifadesi, çıkıyoruz salondan.

    hatırladıkça kendimden utandığım anlardan biridir bu ve bu yüzden bir özür borcum var kendisine.

    bugün bu borcu ödeyeyim, umarım yerini bulur.
  • şu kadına bir şey olsa en çok üzülecek kişilerden biri annem, diğeri elijah wood.

    annemi, elijah wood ile ortak duygu paydasında buluşturan yüce selda, sen büyüksün.
  • tamamen sosyolojik bir vakaya meze olmuş yetenekli müzisyen.

    ki kendisi aynı zamanda, bizim sözde okumuş aydın kesimdeki kimilerinin de bir açıdan yobaz tayfadan farkı olmadığını ispatlamıştır. bizdeki bu önyargılar kırılmadığı ve batı övmediği müddetçe çoğu sanatçımıza burun kıvrılmaya devam edilecektir. çünkü bu durum, doğu toplumlarının aşağılık kompleksinin bir sonucudur.

    zamanında bunu ekşiye yazınca linç edilmiştim:
    (bkz: ingiltere'nin iyi müziğin memleketi olması/@kafkaesque)

    iyi sanat- kötü sanat kavramları tamamen batı merkezli sistem ve araçlar ölçeğinde değerlendiriliyor. bir sanatçının ya da sanat eserinin iyi ya da kötü olması, anglo-sakson dünyanın (ingiltere ve amerika) onayı gerçekleşmeden söz konusu değil. bu maalesef ki sadece sanatsal değil, aynı zamanda politik bir mevzu. resmen insanların algılarıyla oynuyorlar. ikinci dünya savaşından sonra, savaşın galipleri olan amerikan ve ingiliz medyasının dünyayı istediği gibi şekillendirdiği, kimi isterse onu meşhur ettiği bir gerçek. hatta bence en büyük başarıları, milletleri kendi öz kültürlerine yabancılaştırmalarıdır. yani bu durum türklere özel bir şey değil. polonya, romanya, rusya, çin, kore ve japonya'da medyanın etkisi arttıkça amerikalılaşma da artıyor. insanlar abuk sabuk kadınların (jlo, kardashianlar falan) giyimine özeniyor. biz geri kalan dünya ise büyük oranda sunulanı alıyoruz. bence gayet de sıradan bir şarkı olan yesterday'i, bize fazlasıyla sunulması neticesinde keyif aldığımız hissiyle dinliyoruz. oysa bu keyif değil, tanıdık hissi vermesinin yarattığı bir illüzyondan başka bir şey değil. elbette bu parçayı de seven vardır; ama gelmiş geçmiş en iyi 100 şarkı listesinde ilk sıralarda olması??? ya da yüz şarkının tamamının da ingilizce olması??? ingilizce dışında bir dilde güzel parça yok mu yani? artık klişe kaçtığının farkındayım ama bu bildiğin kültürel emperyalizmin ta kendisi.

    örneğin, nobel ödülleri isveç değil de amerika tekelinde olsaydı, dağıtımı oscar ödüllerinden çok mu farklı olurdu? bergman, fellini, tarkovski, kurosawa, antonioni ve bunuel gibi en önde gelen yönetmenlere bile sadece amerikalı olmadıkları için oscar vermeyen amerika, nobel ödülünü türk orhan pamuk, mısırlı necip mahfuz, çinli mo yan veya japon kawabata'ya verir miydi? peki ucuz bir hint ve yeşilçam melodramı kopyası olan slumdug milyoner'in 8 oscar alması başka neyle açıklanabilir?

    bakın, analoji yoluyla çok basit bir çıkarıma varabiliriz. her seferinde şener şen örneğini verdim, yine aynı örnekten hareket edeceğim. çünkü kendisi, hemen herkesin hemfikir olduğu bir kişilik. şener şen amerikalı olsa, en az bir tane de olsa muhakkak oscar alırdı demeyen var mı? peki bırakın oscar almasını, kendisini ülkenin 1 km ötesinde bile tanıyan var mı? neden kimse tanımıyor? işte aynı şey, müzik ve edebiyat konusunda da geçerli. emin olun şu müziği yapan adamın burada milletin taptığı çoğu amerikalı sanatçıdan iyi olduğu su götürmez. ya da şunun , şunun... hatta yurtdışında bir ev partisinde bu parçayı yabancılara dinletmiştim, çılgına dönmüşlerdi. kimisi duman'ın bağımlısı oldu. keza ben de kult veya hey diye şahane ötesi grupları onların sayesinde tanıdım. yurtdışında yaşayan türkler bu parçaları yabancı dostlarına bir dinletsinler de gelecek olumlu tepkileri görsünler. üstelik bu tepkilerin nezaketen değil, içtenlikle verildiğini de görecekler.

    keza yusuf atılgan gibi bir deha kaç tane var bu dünyada? ondaki mizah, teknik, dil ve tespit yeteneğini bir arada kaç yazar sunabilir? ya da oğuz atay? ahmet hamdi tanpınar?

    sözün özü, doğu milletleri olarak nadiren duyduğumuz bu selda bağcan tipi onaylanmalardan gereksiz bir haz duyuyoruz. oysa bu bildiğin acınası/patetik bir durum. bundan övünç duymak da tam bir tiksinti sebebi. hatta yılda milyon eurolar alacak yeni transfer olmuş adama, "türkiye hakkında ne düşünüyorsunuz" sorusu sorulması kadar trajikomik bir durum. hayır yani, adamın ne demesini bekliyorlar ki? "türklerden ve türkiye'den nefret ediyorum ama enayi gibi para yığıyorlar" mı diyecek? elbette nezaketli olup insanların duymak istediklerini söyleyecek!
  • topla tufekle kilicla bir ispanyola halay cektiremezsin...
    vergiye baglarsin, kazancina el koyarsin, topragini ele gecirirsin,
    erkeklerini oldurur kadinlarini tarlaya surersin ama,
    halay cektiremezsin... cikar iste sanatiyla bunu 20 sene devlet televizyonlarinda yasakladigin kadin yapar... reyis olmak icin erkek cinsel organina sahip olman gerekiyor mu? simdi otur sen dusun... gerci sanmiyorum ama, yine de bir denemeni isterim...
  • makedon asıllı bir babanın ve kırım asıllı bir annenin muğla doğumlu, ankara fen fakültesi fizik bölümü mezunu kızı, anadolu insanının yüreğine işleyen eşsiz güzellikteki sesin sahibi ve sesleri birbirinden güzel 3 yeğenin halası...(sonat bağcan, serenad bağcan, seda bağcan)

    35 yıl önce yaptığı müzik bugün dünyanın birçok yerinde rock festivallerinde çalınacak kadar da evrensel...
    türkçe değil de ingilizce konuşulan bir memlekette doğup, yine müzikle ilgilenebilse idi, bugün bu ses güzelliği ile dünyanın en çok bilinen ve en çok sevilen birkaç sanatçısından biri olurdu eminim. bu da dünyanın diğer halklarının şanssızlığı işte...
  • izmir korler derneginin 1993 yilinda duzenledigi konsere geliyor bu sarkici, ucret 130 milyon, henuz girisler bitmemis. "param hazir mi" diye soruyor, "hemen hemen, daha gelenler var, birazdan hepsi tamam" yanitini aliyor.toplananlari aliyor. sahneye cikip 2 sarki soyledikten sonra sahneden kulise gidiyor, herkes cebinde ne varsa bosaltmis paralar sayiliyor "125 milyon" , 125 milyonu alip gidiyor, konseri yarida birakiyor bes milyon icin. organizator ama arkadaslarin saga sola kosturmalari, yalpalamalari aklima geliyor. onca gorme engeline ragmen hayatlarinin en saskin, caresiz ve sakar anlarini yasiyorlardi.
    dert etmeyin arkadaslar dert etmeyin biz de gorememisiz, diyerek teselli ediliyorlardi.
  • ''babam mandolinle başlattı bizi, mandolin de gâvur sazı, italyan halk sazı. gittiğimiz her yerde babam çok popüler olurdu, orkestra falan kurardı, bizi de kaç defa sinemalarda sahneye çıkarmıştır mandolinle. üniversitede tanıştım türkülerle, 68'in heyecanıyla. abimlerin beethoven isminde bir gece kulübü vardı, çok nezihti. barış manço, cem karaca, esin afşar, ayla dikmen, fikret kızılok hepsi çalıştı orada. ben de 'kâtip arzuhalim'i falan söylüyordum.

    'mapushanelere güneş doğmuyor' plağımın satışının patladığı günlerde deniz gezmiş'ler hapisteydi. trt'de şarkı yayınlanınca, arkada hapishane görüntüleri var diye herkes türküyü onun için okuduğumu sandı. döndü dolaştı benim deniz ile nişanlandığıma kadar geldi iş. onu unutamadığım için hâlâ evlenmediğimi sananlar var. halbuki biz tanışmadık bile deniz'le.

    1990 yılında anadolu konserleri düzenledim, 1994'te koçero için yayın izni alabildik. ama öncesinde almanya'da çıkmıştı ve türkiye'ye korsanı gelmişti. düşündüm bu korsancılara karşı ne yapabilirim ve şu geldi aklıma. yeni şarkılar ekleyip kaseti o şekilde çıkarayım. işte o zaman kürtçe 'fadike' parçasını bir de birkaç tane daha kürtçe şarkıyı potbori halinde söyledim ve öyle çıkardık. şimdi herkes kürtçe şöyledir, böyledir diyor da ama yasal olarak ilk kürtçe şarkı söyleyen benim.

    68 kuşağındaki heyecanı şimdi gezi'deki gençlerde görüyorum. politik olarak olmayabilir ama müthiş bir heyecan var. düzene başkaldırıyorlar. politik değiller diye de küçümsemeyelim, herkes çok politik olmak zorunda değil ama yaşamı algılamışlar, bu iyi bir şey. nasıl yaşamak istediklerini biliyorlar ve çok büyük cesaret gösterdiler.'' (selda bağcan)
  • öldükten sonra müslüm gürses'i sahiplenen yurdum çakma entelleri, malum festivalden sonra, fan oldular, popi kasıyorlar.

    sikikler.

    çok yaşa selda abla.
hesabın var mı? giriş yap