• kadın erkek ilişkilerini bir belgesel tadında anlatan film. bergman'ın sinematografisinde önemli yer tutan yakın yüz ve el planlar bu filmde de kendini gösterir. çünkü berman'a göre insan duygularını en iyi bakışlar ve eller anlatır. film bir oda sineması örneğidir. bu açıdan mizansen ve dialogları çok güçlüdür. sahnelerde yer alan objeler en ufak ayrıntısına kadar düşünülmüştür. bir yönetmen için zorlu bir sınavdır oda sineması. bergman'ın oda sinemasındaki gücü bugüne kadar yazdığı ve sahnelediği 100lerce tiyatro oyunundan gelmektedir. film boyunca; ayrıntılardan hızlı zoom out'lar ile açılmalar, sert pan ve tilt hareketleri vardır. bu kamera hareketleriyle oda sinemasının durağan ve dialoglarla yoğun atmosferinde gevşeyen izleyiciyi hayata geri döndürür. bergman iyi bir hikaye anlatıcısıdır. bu özelliğini de annesinden aldığını söyler. duyguları, değişik ruh hallerini çok farklı ve kendi üslubuyla betimler.

    film baştan sona yukarda da yazdığımız gibi bir belgesel tadında ilerler. bu açıdan izleyiciyi içine daha çabuk alır. iki karakterin hayatları ve kişilikleri üzerinden evlilik, umut, yaşam, aşk gibi temel kavramlara sorular aranır. bu kavramların anlatımında yönetmen hala belgesel üslubunu sürdürür ve konuya tarafsız yaklaşır. iki karakterin de bu kavramlara ilişkin görüşlerini tarafsızca verir. karakterlerin gel gitleri, kararsızlıkları ve geçmişleri filmin ilerleyen sahnelerinde (özellikle marianne'nin) aktarılır. anlattığı iki karakterin dışındaki insanların sahnelere ve sekanslara girmesine izin vermez yönetmen. bu; filmdeki karakterlere daha fazla odaklanılmasını sağlar. filmde yer alan plan sekanslar ile izleyicinin başka düşüncelere odaklanması engellenir. aslında filmde bergman izleyicinin sabit planlar, yakın yüz planlar, çok az sayıdaki ayrıntı plan ile karakterlere(yani kendisine) odaklanılmasını istemiştir. iyi bir anlatıcı olan bergman yine anlatacak çok şeyim var. burda oturun, bi yere kaybolmayın der gibidir.
  • ingmar bergman, bu film için "3 ayda yazdım, 4 ayda çektim, ama bütün bir ömrün deneyimini kullandım" demiştir.
  • liv ullman'ın canlandırdığı marianne'in gençlik fotoğrafları eşliğinde kendi hayatını sorguladığı sahneler ne güzeldir. bu filmde gerçekten bir kadının gözleriyle muhakeme yapılmıştır.
  • ingmar bergman, bu filmi izleyince tekrar fark ettim ki, kadını en iyi anlayan ve en iyi anlatan yönetmenlerin başında geliyor.
    seneler ve seneler boyu, kadını, o kadar tek boyutlu izledik ki, aşk filmlerindeki birbirini tekrar eden birkaç kıvılcım haricinde, kadın neredeyse iki boyutlu bir karton gibidir. genellikle erkekler tarafından anlatılan kadın, sadece aşık olmak ve aşık olunmak içindi. pardon bir de annelik için. varoluş bunalımı çeken bir kadın, kabul edelim ki, modern sinemada yeni yeni filizlenen akıma kadar, pek sık rastladığımız bir karakter değildi.
    o ise, yetmişlerin başında, kadına et ve kemik vermiş, içine ruh veya adına her ne diyorsanız onu üflemiş.
    açıkçası bunu çok şaşırtıcı buluyorum. özel hayatında eşlerini çoğunlukla aldatmış, bir ilişki içindeyken hep romantizmin, genç ve güzel kadınların peşinde olmuş bir adam için kadınları bu kadar "içeriden" tanımak, nasıl bir merakın ürünüydü acaba?
    belki de otobiyografisinde bahsettiği suçluluğundur. şu hayatta bizi yüce amaçların, tutkuların, arzuların ve aşkın güdülediğine, veya en güçlü onların güdüleyeceğine inanırız hep. bazen düşünüyorum da hep gölgede bıraktığımız suçluluk, utanç, kıskançlık ve hatta can sıkıntısı gibi pek de popüler olmayan duygular, yukarıda saydıklarımdan daha güçlü güdüleyici olabiliyorlar. en azından bergman için benim kendimce bulduğum yanıt bu, suçluluk.
    sebebi her ne olursa olsun, on seneye yayılmış bir dönemde, bir kadının kendini buluşunu izliyoruz. kendiyle bu buluşma, ona mutluluğu getirmeyecekti elbette ki.
    hoş zaten amacı mutluluk da değildi, insanın kendinden kaçamayışıydı.
    filmde tek ama tek eksik bulduğum, çocuklarla ilgili derinlikti. yani kadın için de erkek için de çocuklar, yatağın başındaki saatten bile daha az önemli birer figürdü. evet arada tartışmalarına konu oluyorlardı. varlıklarını bir şekilde biliyorduk ama duygu, sorumluluk, kadın ve erkek adına anlamlı olan bir unsur değildi çocuklar. bunu da yine bergman'ın gerçek hayatında birçok ilişkisinden doğan bir sürü çocuğuna karşı ilgisiz bir baba olmasına bağlıyorum. belli ki kadınlarına karşı duyduğu suçluluğu, çocuklarına karşı duymamış ve onlara özel bir derinlik / merak geliştirmemişti.

    bu belki de bir evlilik çözümlemesiydi. ama ben bunu, kendini var edememiş, kim olduğunu bilememiş bir kadının, kendini biten evliliği sonrasında keşfedişinin hikayesi olarak izledim. bu bir evlilik olmayabilirdi, aslında adam da hiç olmayabilirdi. bence güzel filmleri güzel yapan da bu, her izleyene başka bir boyutunu gösterebilmesi.

    --- spoiler ---

    yatağın başındaki saat film boyunca çok dikkatimi çekti. saatin adamın yanıbaşında olması, saatin kaça kurulacağına hep adamın karar vermesi, kadının saate ihtiyaç duymaması ama saati kuranın da hep kadın olması. sebebi neydi ki? pekala adam saati kendi de kurabilirdi. bu klasik, evdeki tüm işleri kadın yapar'dan başka bir anlam taşıyordu bence. ilişkilerdeki, evlilikler dahil, anlamsız kurguları temsil ediyordu belki de. yani adam kendini saat üzerinden kadına bağlar, kadın ise aslında kendine hiç ihtiyaç duyulmayan bir şey için sorumlu hisseder. zaten adamın kadını terk ettikleri gece de saat bir şekilde eskimiş, artık değişme vakti gelmiştir. saat bence evlilikleriydi.

    filmde en dokunaklı sahne, bence adamın kadını terk ettiği gecenin sabahında kadının uyanıp bir an için herseyin rüya olduğunu sandığı ve sonra olanları hatırladığı saniyelerdi. her insan yaşamıştır. hayatınızın en zor gününü yaşadığınızın ertesi sabahında, gözlerinizi açtığınızda bir an için hepsi rüyaymış gibi gelir. gerçek olduğunu fark ettiğiniz o birkaç saniye ise... kabus.

    filmde en çok şaşırdığım bölüm ise herhalde kadının dayak yediği bölüm oldu. adam kadını terk ederken saçma sapan bir şekilde onu durdurabileceğini sanan kadının yerine, bu sefer güç dengesi yer değiştirdiğinde adam geçmişti. ve o şiddet, o acımasızlık. sanki bana göstermediğin şefkatin acısını böyle çekeceksin der gibi vuruyordu kadına. o olaydan sonra ben zaten biraz koptum sanırım filmden. kadının ise aradan uzun zaman geçse de adamla hala görüşüp konuşabilmesine hiç anlam veremedim. umarım böyle bir şeye anlam verebileceğim bir tecrübem olmaz hiç. gerçekten tüyleri diken diken eden sahnelerdi.

    --- spoiler ---
  • gerçek bir başyapıt.
    üç saat bir çırpıda geçiverdi izlerken ama artık "izlemeden önceki ben" olmadığım kesin

    --- spoiler ---

    izlediğimiz filmlerin, okuduğumuz kitapların, dahil olduğumuz sohbetlerin hatta yaşadığımız her türden ilişkinin özünde ne kadar anlamsız ve sahte olduğu gerçeğini bergman ciddiyeti ve dürüstlüğü ile önümüze getiren bir film. her ne kadar bir yandan da , "dünyanın herhangi bir yerinde, karanlık bir odada birbirine sarılan iki kişi" olmanın ne kadar kendi anlamını oluşturan bir durum olduğunu söylese de, filmin geneline yayılan karamsarlıktan sıyrılmanız için yeterli olmuyor.
    tipik sayılabilecek bir evliliği sorgulamakla başlayan film bir süre sonra aile kurumu denen ucubeden bahsediyor. isteklerinden, gerçek kimliğinden habersiz olarak büyüyen insanın, yalanlarından sıyrılma, özgürleşme ve kendi çirkinlikleriyle karşılaşmasını izlerken rahatsızlık hissediyor, kendinizi, yalanlarınızı, varoluşunuzun nedenini sorgulamaya başlıyorsunuz.
    iki insanın "gerçek sevgi"ye en yakın oldukları an, birbirlerine karşı en dürüst oldukları andır diyor bergman. final sahnesinde marianna'nın, "aslında seni hiç sevmedim. ben bugüne kadar hiç kimseyi sevmediğimi düşünüyorum ve kimsenin de beni sevmediğini" dediği an gerçekten birbirlerine sarılabildikleri tek andı belki de. o anın anlamı, sadece o andan ibaretti.

    filmin en can alıcı diyaloglarından biri, marianne ile kocasından boşanmak için ona gelmiş olan müvekkili arasında geçiyordu.

    marianne- 20 yıldır evlisiniz. neden boşanmak istiyorsunuz?
    kadın- çünkü evliliğimizde aşk yok.
    marianne-peki kocanıza bunu soylediniz mi?
    kadın- evet söyledim. o da boşanmak istiyor.
    marianne- ne zaman konuştunuz?
    kadın- onbeş yıl önce söyledim. çocukların büyümesini beklememizi istedi.

    --- spoiler ---

    .
  • johan:
    "bayağı gelse de bir şey söyleyeceğim. biz duygusal açıdan çok cahiliz. bize anatomi, pretoria'daki tarım, hipotenüsün karesinin dik kenarların karelerinin toplamına eşit olduğu gibi her tür boku öğrettiler. ama insan ruhuna ilişkin tek bir şey öğrenmedik. kendimiz ve başkaları hakkında kara cahiliz."

    [johan bunları söylerken marianne esniyordu ve dinlemiyordu...]

    marianne:
    "ve hiçbir zaman ben ne istiyorum diye düşünmedim.

    önceleri inandığımın aksine, bu bencil olmamak değil. bu sadece korkaklık.

    ve bu korkaklık kim olduğumu bilmememden kaynaklanıyor. hiçbir zaman kim olduğumu bilmedim. sadece başkalarının isteklerine göre yaşadım. kendi isteklerimi hiç önemsemedim. hatamız ailelerimizin boyunduruğundan kurtulamamak. kendi koşullarımızla anlamlı bir şeyler yaratamamak oldu. her zaman aynı hatayı yaptık. ailelerimiz için yaşadık."

    [marianne bunları söylerken ise johan uyuya kalmıştı...]
  • dvdsi oldukça güzel olan filmdir. ingmar bergman'ın bütün filmlerinin listesini ayrıca türkçe dil seçeneğini içinde barındırır.

    --- spoiler ---
    film aşk acısı çeken iki kişinin birbirine sığınmaları sonucu arkadaşlıkla başlayan ilişkilerinin aşk ve sonunda evlilik ile sonuçlanması bölümünü es geçiyor(genelde romantik filmler aşık olma safasını anlatmayı yeğler) bunu yerine evliliklerinin on küsürüncü yılında sancılı ayrılma sürecini soğuk bir gerçeklik ile anlatıyor. bu ayrılma sürecinde çift kendi hayatlarını, ortak kurdukları hayatı, toplumun onlardan beklentilerini, aşkı, evliliği, erkek ve kadını sorgulamaya başlıyor. aslında birbirine aşık çiftlerinde ayrılabildiklerini , insanları aslında birarada tutan şeyin evlilik veya toplum olmadığı gerçeğini yüzünüze vuruyor. aşkın ve sevginin bir çok çeşidi ve bunların algılanış boyutu da irdeleniyor. aşk evlilik sex ve boşanma,marianne ((bkz: liv ullman)) ve johan ((bkz: erland josephson)) örnekleri ile masaya yatırılıyor. erkeğin duygusal anlamda ne kadar zayıflaşırsa şiddete o kadar yöneldiği açıkça gözler önüne koyuluyor. can alıcı bir kaç sahne

    marianne ve joseph eşlerinden kaçıp gizlice berber olduklarında,
    marianne:aslında hiç sevildiğimi düşünmedim ne senin ne de başkası tarafından belki de hiç sevilmedim.
    johan: benim tarafımden belki bencilce egoistce de olsa seviliyorsun. herkesin bir sevme tarzı vardır.

    bir diğeri johan pauliden kaçıp marianne'e sığındığında

    marianne: hayatım boyunca hep benden yapılması bekleneni yaptım. karşımdaki benden nasıl davranmamı bekliyorsa öyle davrandım. önceleri bunun düşünceli olduğumdan karşımdakini düşündüğümden yaptığımı sanıyordum oysaki asıl gerçek diğer olasılıklar beni korkutuyordu. yani korkaklığımdan dolayı böyle davrandım.

    marianne joseph'e boşanma kağıtlarını getirir. önce sevişir sonra kavga ederler.

    marianne: müşterilerime her zaman boşandıkları eşleri ile yalnız kalmamaları gerektiğini söylerim oysa kendim bu en basit kuralı uygulayamadım

    --- spoiler ---

    şimdiye kadar izlediğim kadın erkek ilişkisini en iyi anlatan film. woody allen'in (bkz: husbands and wives) ' ını da oldukça beğenmiştim ama o sadece bu filmin bir gölgesi. izlemeyenlerin gerçekten izlemesi gereken bir şaheser. bence bergman'ın en iyi filmi.
  • şu ana kadar izlediğim (ve inanıyorum ki*) izleyeceğim en iyi, en kaliteli, en başarılı, ve belki de en karmaşık ikili ilişki çözümlemelerini içeren film. başucu filmi. daha da yazacak bir şey bulamıyorum, deli bir şey işte.
  • --- spoiler ---

    sen ve ben birbirimizi çok şımartmıştık, hava geçirmez bir varoluşun içindeydik. her şey kusursuzdu, tek çatlak yoktu. oksijensizlikten öldük.

    --- spoiler ---
  • sadeliğin içindeki derinlik. işte bergman'ın özeti. bugüne dek yapılmış filmler içinde başka hiçbir filme benzemiyor; bütün büyük filmler gibi sadece kendisine benziyor.

    modernist romancıların dünyasından kopup gelen temalar:

    marianne: senin cehenneme inandığını bilmiyordum.
    johan: cehennem artık hiç kimsenin, hiçbir çözüm olduğuna inanmadığı yerdir.
    (...)

    kaderine sahip çıkış, farkındalık, yaşamı yine de kabulleniş ile alman felsefesine (nietzsche) duyulan yakınlık:

    marianne: sen yalnızlıktan söz ediyordun, insanın yalnız olduğunu kabul etmesi gerektiğinden. ben buna inanmıyorum. bence bu bir güçsüzlük belirtisi.

    ötekine ulaşamamanın hazin bulantısı.
hesabın var mı? giriş yap