• qualia latince 'quale' kelimesinden gelip, 'kisisel tecrübenin özelligi' * olarak tanimlanabilir... bilinçalti üzerindeki çalismalarda anahtar bir kelimedir... hatta "quality is an under-product of the quantity" söylemindeki anlama bkz. vermek isterim...

    bu konuda joseph levine isimli filozofun 'materyalizm ve qualia: açiklayici uçurum' adindaki makalesi incelenmeye deger...

    levine 'taze ögütülmüs kahvede ve yeni kesilmis ananasda qualia vardir' der...

    bu kokulari algilamada ve baska kavramlara baglamada (çocukluk hatirasi, gidilmis bir yer, edinilmis tecrübe olabilir) kisisel olgularin *önemi büyüktür...

    yasam hakkindaki algilamalarimizin temelinde qualia yatar... tecrübenin subjektif olmasi... sözlükte kurdugumuz anlam iliskilerinin; verdigimiz bkz.larin altinda bile bu vardir...

    aslinda iletisimin esansi qualia'nin paylasilir olmasidir... ama qualia nasil aktarilir? kavram baglarinin sekillenmesinde iletisimin ve tecrübenin önemi nedir?

    bu anlamda eksi sözlükte yazdigimiz ve bilinçaltimizi kustugumuz yazilar bizi ne kadar yansitir?

    problemi tersten sunarsak, okudugumuz birinci tekil sahis yazilardaki qualiayi ne derece algilayabiliriz?

    mesela bilim, üçüncü tekil sahsin dilidir... bilimsel bir dokümanda birinci tekil sahsa hiçbir zaman rastlanilmaz... positivist çerçevede bilim, objektifligin yansitilmasidir...

    öte yandan edebiyat, qualianin hür oldugu bir alandir.. bundan dolayi onu degisik katmanlarda bulabiliriz...

    en uç nokta olarak üçüncü tekil sahis yazilar, çizilen karakterin qualiasini en az yansitirlar (emma kalkti ve hüznü onu pencereden bos bos bakmaya itti, kar yagiyordu...= burada qualia minimumda, biz karakterle ancak üzüntü ve karin yagmasi olgularinda empati kurabiliriz..)
    ancak bu noktada yazarin objektif olarak üçüncü bir sahsin subjektif tecrübesini yansitabilmesiyle sinirliyizdir...

    qualianin maksimumda oldugu birinci tekil sahis yazida bile arada bir görünmez duvar vardir... (emma=ben kabul edersek: "kalktim ve hüznüm beni pencereden bos bos bakmaya itti"). lakin bu noktada hala yazarin çizdigi karakterin qualiasi içerisinde hapisdeyizdir...

    qualinin nec plus ultrasinin canli diyalog esnasinda oldugu düsünülebilir... karsimizdaki insan bize kisisel tecrübesini özelligine çeper çekmeden anlatmaya kalkissa dahi, bilinçaltimizda "acaba yalan söylüyor mu?" cümlesi vardir... psikanalizdeki trans deneylerinin altinda ve freudün analizinin altinda yatan da budur... salt bilince ulasmak...

    ian mcewan 11 eylül olaylari hakkinda, 'o uçaklardaki pilotlar kendilerini ölümlerine sebep verecekleri insanlarin yerine koyabilselerdi, devam etmeleri imkansiz olurdu' demis... insanligimizin, sempati ve empati duygularimizin altinda yatandir qualia...
  • qualia materyalizme darbe falan vurmaz.

    şöyle ki; sen hayatını siyah beyaz odada geçiren, kırmızıyı hiç görmemiş mary'ye kırmızıyı göstermeden, kırmızıyla ilgili ne anlatırsan anlat; kimyayı, nörobiyolojiyi hatmettir. ışığın farklı dalga boylarını, göze nasıl geldiğini, her nörondan tek tek nasıl geçtiğini, renklerin nasıl görülebildiğini bilsin... yine de sen ona kırmızıyı gösterdiğinde beyne gidecek olan bilgiyi verememiş olacağından dolayı mary kırmızının nasıl birşey olduğunu idrak edemez. çünkü "eksiksiz bilgi" rengin kendisinin de görülmesini içerir. teorinin öğrenilmesi* ile durumun anlaşılamamasını dualizme yormak yanlış bir çıkarım olur. neden?

    bilginin tek bir çeşidi yoktur. teorik bilgiyi okuyarak öğrenebilirsin fakat pratik bilgi için pratik yapmak gerekmektedir, çünkü ikisi aynı şey değildir. beynin doğası gereği pratik bilgi birinci elden edinilmek zorundadır ve bu onun fiziksel bilgi olduğu gerçeğini de değiştirmez. hissiyatı pratik bilgi ile canlandırırsın.

    örneğin pain asymbolia denilen durumda hasta acı qualia'sını kaybetmiştir. ve ilgili sinir bağlantıları kesildiğinde de aynı sonuca varılabildiğine göre (çok acı duyan bir hastaya bu işlem uygulanabiliyor) qualia'nın da fiziksel bilgi olduğu yadsınamaz.

    ayrıca bkz.sinestezi (genetiktir)

    hangi girdi hangi qualia'ya nasıl bağlanıyor bilemiyoruz tabiki fakat qualia fiziksel bilgi olmasaydı, bunların hiçbirinin bu kadar bile açıklanamaması gerekirdi. ki karşısındaki dualizm zaten hiçbir açıklama getiremiyor.

    ruh ayrı beyinden yaa... bambaşka bir şey o. inanmıyorum ama bir güç var...

    tabi.
  • hiç acı hissetmemiş bir varlığa acıyı anlatma durumu. acının nasıl iletildiği, hangi sinirlerden geçtiği, beynin hangi bölümüne gittiği gibi teknik bilgilerin hepsini öğrenebilir ama hiç bir zaman nasıl bir şey olduğunu hissedemez.
    aynı şekilde doğuştan kör olan birine dünyayı, renkleri anlatmak gibi.

    bu boş hissetme durumuna qualia deniyor işte.

    vsauce'dan öğrendim tabii ki: http://www.youtube.com/watch?v=evqsofqju08&
  • algilanan ozneye ait olmayan, algilayana ait olan ozellik

    ornegin elmanin kirmizisi elmadadir ama kirmizi gorme hissi onu gorendedir. herkesin qualia si kendindedir. anlatilamaz.

    bu haliyle anti-materyalist bir felsefi terimdir.
  • materyalistlere vurulan darbedir. bir bilginin edinilmesi icin varolan fiziksel tanim ve kavramlarin yetersiz kaldigi noktada ( misal, renkler ve tatlar) deneyim yoluyla ednilen bilgidir. frank jackson konuyla ilgili makalesinde ( what mary didn't know) kabaca, siyah beyaz bir odada, siyah beyaz televizyondan aktarilan bilgiye dayanarak, siyah beyaz bir hayat yasayan mary'nin, kirmiziyi anlayamayacagini, bunun ancak kirmizi rengi gordugunde anlam kazanacagini soyler. iste mary'nin kirmiziyi gorup edindigi bilgi de qualia dir.
  • insan retinasında üç farklı tip renge duyarlı hücre bulunur ve bunların her biri ışığın farklı bir dalga boyuna duyarlıdır. renkli görme karmaşık bir konu ancak basit bir şekilde üç farklı koni hücresi (kırmızıya, yeşile ve maviye duyarlı) arasında üretilen etkinlik düzeyleri örüntüsü olacaktır. burada renkli görme kodlama vektörünün üç öğesi var diyebiliriz.

    3 boyutlu bir renk durum uzayı gibi düşünün.

    renk benzerlikleri de bu durum uzayı içindeki konumların yakınlığı üzerinden kodlama vektörlerine yansır. turuncunun bir biçimde kırmızı ve sarı arasında olduğuna dair o sezgisel düşüncenin uzamsal karşılığı olduğunu görebiliriz beyinde. örneğin (k,y,m)=(0.5,0.2,0.1) gibi.

    bu uzamsal kodlama görüşü aynı zamanda renk körlüğünü de açıklar. bu rahatsızlığa sahip beyinlerde bir tip koni hücresi bulunmaz. bu da bu kişilerin renk uzayının üç yerine iki boyutlu olduğu anlamına gelir. yani bu kişilerin renkleri ayırt edebilme becerisi azalmıştır.

    renkli görme için yaptığımız durum uzayı örneklendirmesini koku ve tat için de yapabiliriz.

    görünüşe göre koku alma sistemi altı veya yedi farklı alıcı çeşidini içermektedir. bu da kokuların en azından yedi farklı öğeden oluşan bir sinyal frekansı vektörü ile kodlandığını gösterir. bu da büyük miktarda farklı frekans ve dolayısıyla koku duyumu kombinasyonuna neden olur. örneğin bir köpeğin yedi tip koku alıcı hücresi ve her alıcı tipi için otuz farklı uyarım düzeyini ayırt edebildiğini düşünelim (insanlarda bu uyarım düzeyi daha düşüktür). buna göre köpeğin koku uzayı, 30^7 yani 22 milyar konumu içerir.

    bir insan dili üzerinde dört değişik tür alıcı hücre bulunur. her hücre türü onlarla temas eden maddelere kendine özgü bir yolla tepki verir. örneğin bir şeftali, hücre türlerinden birincisi üzerinde yüksek oranda etkide bulunurken; ikinci de orta, üçüncü de daha az ve dördüncüde hiç etkide bulunmayacak ve neticede ortaya çıkan durum uzayının vektörel örüntüsü yalnızca şeftalilere özgü bir tür sinirsel parmak izi olacaktır.

    vektörel durum uzayı örneklerini benzer şekilde insan yüzü tanıma ve kodlama için de yapabiliriz.

    buraya kadar anlattıklarım “dışsal uyaranların deneyimleri” üzerineydi. bir de “içsel uyaranların deneyimleri” vardır. kişinin bedenine ait uyaranların, hislerin haritalandığı duygular. tüm bu nöral harita, korteks ve limbik sistemlerle birlikte temsili bir bedensel farkındalık ve “benlik” dediğimiz bir bedensel hisler farkındalığı “yığını” oluşturur.

    nasıl ki ışık için gözlerle doğrudan bir erişim, ses için kulaklarla doğrudan bir erişim yapıyorsak acı için de içebakışla doğrudan erişim sağlayabiliriz. içsel ve dışsal olması dışında hiçbir “fark yoktur”.

    bu anlamda iç algı ve dış algı vardır. algı ise beynin bilgiyi yorumlamasıdır. bir proses işlemidir. ışık normalde bir elektromanyetik dalgadır. onu farklı renklerde gören beyindir.

    kırmızının “öznel” olarak nitelenen qualiası yani deneyimi aslında v4 görme bölgesindeki hücrelerin uygun dalga boyuna etkinleşip bir “etkinlik örüntüsü” oluşturmasıdır. bunun bir nöron popülasyonuna çarpan bir çalgı teli gibi düşünebiliriz. v4'te notalar var ve belirli bir vektörel uzamsal örüntü kırmızıyı kodlar. bir başkası ise yeşili. öznel nitelce veya qualia dediğimiz şey budur. görülür ki “öznel” olan bir nitelce veya deneyim veya qualia yoktur. aynı beyin yapısına sahip iki kişi aynı deneyimi yaşar.

    ölmekte olan bir kişinin ölüm deneyimi ile beyninde oluşan örüntüyü bir sanal gerçeklik eklentisi ile deneyimleyebilirsiniz.

    deneyimin nesnelliğini dış uyaranlar için kabullenmek daha kolay iken iç uyaranlar için daha zordur. çünkü galileo'dan beri süre gelen insanın “özel”liğinin son kalesidir.

    çünkü size acı deneyimi yaşatacak herhangi bir psikolojik durum, size özeldir. halbuki bu sizinle aynı beyin yapısına sahip kişi ile zaman içinde ne kadar farklılaştığınıza bağlıdır. çevre ve başka şartlar sizi farklı psikolojide insanlar kılar. aynı olabilseydiniz deneyim tamamıyla “aynı” olurdu. beyinde etkinleşen bölgeler aynıdır. bedene ait hislerin beyinsel örüntüsü aynıdır.

    gerek dış dünyaya ait bir qualia gerekse bedene ve iç dünyaya ait bir qualia, “öznel” bir deneyim değildir. evet qualianın oluşması için “deneyim” gerekir. deneyim için uyaranlar veya hisler beyne ulaşmalıdır. ancak bu “nesnel” olamayacağı anlamına gelmez.

    dolayısıyla elektromanyetik dalgalar ışığa neden olmuyor ya da ışık ile bağlantılı değiller. işık elektromanyetik dalgaların ta kendisidir. ya da do sesi 263 hz'deki basınç dalgası ile bağıntılı bir nitelce değil; 263 hz'deki basınç dalgasının ta kendisidir. kahve bardağının sıcaklığını hissetmek moleküler kinetik enerji ortalamasıyla bağıntılı değil onun ta kendisidir.

    o halde renk dediğimiz nitelce de v4 bölgesindeki ışığa duyarlı hücrelerin belirli bir örüntüyü (vektörel uzay) kodlamasıdır. tıpkı piyanoda çalınan bir sesin örneğin c7nin c,e, g ve bemol notalarına aynı anda basılması ile ortaya çıkması gibi. c7 notası bir dörtlü, a minör ise bir başka dörtlü. o sana “güzel” gelen sesler aslında farklı bileşenlerden meydana gelmiş nota gruplarıdır.

    acı da aynısıdır. farklı kodlama vektörlerinin nosiseptif uyarılma uzayıyla eşleşmesidir. farkı dışsal değil içsel bir algı olmasıdır. üzerine eklediğimiz duygular limbik sistemin ekstra eklentileri ve kortekste yapılan tanımlamalardır (acının kötü bir his olması gibi). iki tür algı da hayatta kalmak için gereklidir ve evrilmiştir.

    her bir his veya dışsal uyarana karşılık bir nöral etkinlik oluşur. bu etkinlik bilinçli seviyeye çıkarsa karşılığında qualia deneyimi meydana gelir. diğer türlü bilinçdışı bilgi olarak kalmaya mahkumdur.

    bu yüzden gördüğümüz şeyin farkında olmalıyızdır. görme bu yüzden bilinçli görme şeklinde evrilmiştir. renkleri deneyim haline getiren de zaten budur. bilinçli görme bölgesi hasar alan insanlar bilinçdışı görmeye devam ederler fakat gördüğünün farkında değildirler. dolayısıyla bir renk deneyimleri yoktur. gördüklerinin farkında olmadıkları için günlük hayatlarını devam ettirmekte zorlanırlar. nörolojik olarak insanlarda fuziform girus bölgesini hasara uğratırsak bilinçli görme yok olur. haliyle deneyim de.

    qualianın nesnelliği üzerinden devam edersem; aynı beyin yapısına sahip her canlı aynı şekilde görecektir. evet bilinçli her bir canlı özeldir. ama özel olması birey özelinde bir öznellik olmasını gerektirmez. buradaki tek öznellik beynin ilgili hücreleri farklı çalışan patolojik hastaların veya “farklı” insanların hissettiği öznelliktir. bu da adı geçen farklılık veya hasar sizin beyninize yapıldığında aynı şeyi hissedeceğiniz anlamına gelir.

    qualia tartışması aynı zamanda knowledge argument olarak bilinen ayrı bir tartışmayı da körükler. argüman, renkli görmeden yoksun sinirbilimci mary'nin görme hakkında nöral tüm bağıntıları bilirse yine de birgün renkli gördüğünde deneyimi farklı olacaktır üzerine dayalıdır. burada unutulan şey ise bilinçli görmenin zaman içinde “öğrenildiği”dir. insanlar doğduktan yaklaşık dört ay sonra renkli görmeyi öğrenirler. dolayısıyla mary kızımız birgün renkli görecek şekilde ameliyat olur ve etrafına bakarsa ilk etapta anlamlı hiçbir şey deneyimleyemeyecektir. ancak bildikleri kendisini ilerletmesine faydalı olacaktır. qualia yapısı gereği deneyimlenmelidir. beyin tarafından “ulaşılabilir” olmalıdır ki nöral etkinlik ve dolayısıyla renkler oluşabilsin.

    bilincin kolay sorun olarak nitelenen asıl zor sorunu ise nöral bir takım örüntülerin nasıl fenomenal bir renk imgeleri oluşturduğudur. bu konuda bilim her geçen gün ilerlemektedir. birgün bunun da yolu açılacaktır. açıldığında her bir renk veya içsel deneyimin aslında nesnel olarak ifade edilebildiği ortaya çıkacaktır.

    yüz tanıma sistemi veya renk kodlama sisteminin herhangi bir deep learning uygulamasından farkı ise deneyimin öznel olması değil insanların aynı zamanda deneyimini tanımlayabilmesi, bir farkındalık ve benliğe sahip olabilmesidir. bunun da sebebi açıkça insanların kendilik bedenine sahip olmasıdır. dış dünyadan topladığı bilgilerden haberdar olmasıdır. iç dış ayrımını yapabilmesidir. özfarkındalık, korteks ile limbik sistemin ortak çalışması sonucu bedensel farkındalık ile ortaya çıkar. primatlar ve yunus ile fil gibi bazı görece korteksi gelişmiş hayvanlar dışındaki diğer memeli hayvanlar vücudundan gelen uyaranları hisler olarak algılayabilir, bedeninin iç ve dış farklılığına sahip olabilir. ancak benlik inşası ve bedensel “farkındalığın farkında olma” hali için korteks ile limbik sistem arasında nöral ilişki kurulmalıdır.

    şunu da belirtmek gerekir ki benlik bir homunkulus değildir yani beynin içinde oturan küçük bir insan veya özne yoktur. bedeninin verdiği hisleri duygular olarak tanımlayan “etkinlik yığını” vardır. bu özne değişkendir. 30 yaşındaki sen ile 15 yaşındaki bambaşka senin zaman içindeki bu değişkenliğini bir bütün olarak algılayabilmek için otobiyografik belleğe ihtiyaç vardır.

    tüm bedenden toplanan duygu ve hatta kortekse özel düşüncelerin birarada olmasıdır benlik farkındalığı. bilinç ise tüm bu bilgilerin dinamik bir şekilde kendini gösterebilmesidir.

    dış dünyaya ait bilgiler duyular ile algılanır. iç dünyaya ait içgözlemsel algı da içgözlemsel bilinci oluşturur demiştim. bu, örneğin kişinin kendi gözleriyle kendi ayağını algılaması değildir; kendi içsel durumlarını bizim içgözlem yetisi denilebilen bir araçla algılanmasıdır ki iki tür algılama da beyinde yorumlanır. “bu yorumlanmış algı, hangi ayırt etme ve kavrama alanlarının derinlemesine işlenmiş olacağına bağlı olduğu için kişiye göre değişir. öznel değildir. beynin nöral örüntülerine başka başka örüntüler katıldığı için farklılaşmıştır.

    not: entrynin bazı bölümleri aynı fikirde olduğum nörofilozof paul churchland'ın bir röportajından alıntılanmıştır.
  • su soruyu sormak gerekli;

    bir kisinin dusuncelerini cesitli yollardan goruntuye cevirdigimizde gordugumuz sey kisinin qualiasi midir? ve veya en azindan kisinin qualia si ile iliskilimidir?

    bilinc konusunda iki temel problemden soz edilir genel olarak

    easy problem ( kolay sorun) ve hard problem (zor sorun)

    kolay sorun kisinin deneyimmi yasarken beyninde olan bitenler nelerdir sorusu ile ilgilidir.
    zor sorun ise bu olup bitenlerin kisinin bilinci icin anlami nedir sorusudur.

    kimileri kolay problem cozuldugunde zor problemin ortadan kalkacagini savunur, kimileri de aksini.

    bu noktada yularidaki soru, elde edilen goruntunun hangi problemle iliskili oldugu sorusuna bagli olarak anlam kazanir.

    kisinin beyninden elde ettigimiz goruntu kisinin o kavrami algilayis bicimi ile alakali midir?

    kaynakca

    kolay ve zor problemler uzerine bir yazi
    http://www.newscientist.com/…usness-comes-from.html

    bu da beynin videosunu cekmek ile ilgili yazinin haberi
    http://www.timesonline.co.uk/…ng/article6898177.ece
    http://www.newscientist.com/…re-thinking-about.html

    bu da kisinin beyninden bir fotografi yeniden olusturma cabasinin makalesi
    http://journalofvision.org/9/8/667/

    bu da konu ile ilgili bir diger yazi
    http://www.newscientist.com/…t-the-eye-can-see.html
  • "thrown into causal gap, a quale will simply fall through it." ivan fox
  • (bkz: hard problem of consciousness)

    mental yapının, en azından bizdeki tezahüründe, iki önemli unsuru vardır;

    yönelimsellik ve kalitatiflik. yani nitelik. paradigmatik yönelimsel mental içerikler inançlar, istekler örneğiyle basitleştirilerek anlatılır. bütün bu mental aktiviteler bir şeye yöneliktir. mental aktivitenin yönelik olduğu o şey olmadan bir inanç ya da istekten bahsedemezsiniz. zihnin nasıl böyle bir yönelimsellik içinde çalıştığı sorusu david chalmers adındaki pek hazzetmediğim, pek de iyi bir düşünür olduğunu düşünmediğim bir adamın popülist ayrımından nasibini alarak "easy problem of consciousness" şeklinde tanımlanmıştır. buradaki kolay sizi yanıltmasın, bu soru da aslında oldukça zor ve zihnin gerek algısal gerek bilişsel yönelimsellikleri açıklanması inanılmaz çaba ve uğraş gerektiren mental durumlar. fakat elimizde duyu organlarını inceleyen bilimimiz var. algıladığımız şeylerin nasıl olup zihinde yeniden yaratıldığını anlamamıza yardımcı olacak beyin bilimlerimiz var. kısacası anlaması çok zor da olsa, bir yolumuz var genel resmin içine uyumlu bir şekilde var olan. yönelimsellik, bu açıdan, en azından çalışılabilir bir olgu.

    qualia, diğer taraftan, öyle subjektif ve nitelik "öz"lü ki, bilim onu inceleyemez. st.augustine'in ruh'un varlığını şöyle ispatlar; "milano şehrini düşün; orayı gezdiğin zaman kocaman binalar, yollar, ağaçlar; koca şehir, kafanın içinde var oluyorlar. bu vücudundan katbekat büyük şeyler eğer materiyal vücuttan ibaret olsan nasıl içine sığsınlar." demek ki, der augustine, ancak bedenin içindeki ruhun bunu sağlayabilir. popülist chalmers'ın da yaptığı eski köye yeni terim sokup ekmeğini yemek, para ve mevki kazanmaktan başka bir şey değildir. gerçekten de, qualia, yani subjektif içkin nitel deneyim var olmasa, koca milano'nun insanın kafasında bulunması mümkün değil. e peki bu subjektif nitel hırgür neden var? dahası ilk etapta onunla hiç alakası olmayan fiziksel bir hırgürden oluşan insanda nasıl ortaya çıkabiliyor?

    ilkece, eğer fiziksel en temelde mental barındırmıyorsa, bir şekilde mental fizikselin herhangi bir aranjmanından ortaya çıkabilir mi? çıkamaz. geleneksel rasyonel hırgür, eğer bu ayrım esansiyel ise, çıkamayacağını söyler. söylemek zorundadır. insanın düşünme dinamikleri, insana bunu verebilir. eğer bir yerde a yoksa, oradan daha sonra a çıkamaz.

    (bkz: emergentism)

    emergentism tersini iddia eder ama. dinamik bir hırgür der, ve bir o kadar kompleks, içinde mental barındırmayan fiziksel bir tanzim olsa dahi, onun içinden mental ortaya çıkabilir. çünkü artık mental olabildiğince değişik, eşi benzeri görülmemiş delilikte yineleyen süreçler içinde hareket eder. ve ortaya çıkan mental başka bir şeydir artık. madde ötesidir. teknik terim; (ara: over and above)

    chalmers ise artık nötral monism mi dersiniz, property dualism mi bilemem ki kendisi property dualism der; spinoza'nın yüzyıllar önceki pozisyonunu çağdaş analitik felsefe terminolojisi yedirip yeniden insanların önüne koyar. fizikselin içinde, bir şekilde, mental ihtiva edilmek zorunda. çünkü der, ilkece, insanlar hiçbir subjektif deneyime sahip olmayan ama tamamen aynı şekilde davranıp, aynı şekilde var olabilen entiteler olabilirlerdi. yani kafanıza bir tane esaslı patlattığımda "ah, uh, napıyosun abi, manyak mısın?" deyip, arka planda hiçbir "subjektif ve nitel" acı duygusu deneyimlemeyebilirdiniz.

    bu ilkece dahi mümkün mü değil mi onun tartışmasına ve yorumlara girmeyeceğim ama içe-bakış dediğimiz nane açıkça gösteriyor ki, hakikaten de yeni çekilmiş kahvenin havaya karışan atomik partikülleri koku organımız ve ertesi süreçlerle etkileşime girdiğinde bizde nitel bir tezahürü gerçekleşiyor. ya da kafanıza patlattığımdaki o garabet nitel deneyim neden var ve neden o şekilde gerçekleşiyor?

    levine'in explanatory gap makalesinde değinmek istediği bir nokta da buydu? leibniz'i zamanında delirten bir nokta. acı, ya da türkçe literatürdeki ebleh çevirisi ile ağrı,* bütün sinirsel iletimlerin sonunda en sonunda beyindeki c-fiber'leri ateşlendiğinde hissediliyor. korelasyon vs. nedensellik muhabbeti sayfalarca açıklama ve tartışma gerektirir ama bu konu hakkında septik olan da korelasyonun varlığına, hem de açıklanması gereken sabit bir korelasyonun varlığına itiraz edemez. c-fiber ateşlenmesi, acı şeklinde tezahürünü bulur insan zihninde. neden? neden özellikle c-fiber ateşlendiğinde acı hissediyoruz da, diğer herhangi bir tür fiber ateşlenince hissetmiyoruz?

    bu sorunun cevaplanmasında arada var olan boşluğun sebebi subjektif ile objektif arasındaki yadsınamaz boşluktur. her zihin kapalı, penceresiz bir oda gibidir. birinden, bir diğerine ulaşma şansı yoktur. bu üçüncü kişiye kapalılık da nitel deneyimin incelenebilirliğini, izinin sürülebilirliğini ortadan kaldırır.

    (bkz: wittgenstein's beetle)

    nihai soru şudur; yaptığımız bu ayrımın metafiziksel bir önemi var mıdır? qualia ve yönelimsellik arasında herhangi bir birbirini önceleme durumu mevcut mudur?

    alanın önde gelen isimlerinden bir tanesi olan galen strawson için böyle bir durum tabi ki, mevcuttur. eğer deneyimleyen bir varlık yoksa en baştan, yönelimsellik mevcut olamaz diye düşünür. ben hiç japonca bilmeyen bir adamım mesela. ama sen biliyorsun; birlikte tokyo'ya gittiğimizde bizi karşılayan bir tip ikimizin de duyacağı şekilde 3-4 cümlelik bir şeyler söylüyor. ben de aynı şeyi duyuyorum, sen de, işitsel algılarımızın beyinlerimizdeki karşılığının farklı olduğunu düşünmemiz için hiçbir sebebimiz yok. ama ne var ki senin deneyimin benimkinden alabildiğine farklılaşıyor işitsel input'un hemen ardından. senin beynindeki dil merkezi hemen networkler kurmaya başlıyor cümlelerin semantik karşılıkları çeşitli paradigmatik yönelimsel durumlar oluşturmak üzere işleyişe sokuluyor.

    benim beynim sığır beyni gibi duruyor ama. bu farklılık, deneyimdeki subjektif nitel fark olmasa, olamaz şeklinde bir iddiada bulunuyor strawson. babasının oğlu. literatürde daha da ilerlerseniz, yönelimsellik ve qualia'nın içiçe olduğunu iddia eden tienson ve horgan adındaki bir ikili de mevcut. biraz daha zorlarsanız, geniş ve dar içerik meselesine girip muhtemelen çıkamazsınız o yüzden burada durmakta fayda var.

    burada beni takip eden amatör felsefecilere ciddi bir soru; sizce bu geleneksel uçların dışında bir çıkış yolu var mı?
hesabın var mı? giriş yap