• modernitenin ve açık toplumun stresinden, bunaltısından, mutsuzluğundan, mânâsızlığından (daha doğrusu mânâ üretmedeki yetersizliğinden) bunalıp da çareyi modern öncesinde ve kapalı toplumda arayan romantik muhafazakârlara "bunu istediğinizden emin misiniz arkadaşlar?" sorusunu soran filmdir.
  • izlemekten çok keyif aldım, uzun süresine rağmen vakit kaybı olarak görmüyorum ve çevremde 2-3 kişi hariç kimseye izlemesini tavsiye etmeyeceğim. ha kesinlikle "bu aşmış filmi vasat insanlar anlamaz" gibi bir sebep yüzünden değil, bazı insanlar tavsiye üzerine bir şey izlemeyi/okumayı, tavsiye üzerine şırnak'ta 12 ay askerlik yapmış gibi yansıtıyorlar ve bu filmi herkesin seveceğini asla zannetmiyorum, başınızı ağrıtır.
    neyse gerisi çok ağır spoiler.

    --- spoiler ---

    "tarikatler, cemaatler nasıl kurban seçip o kurbanı siz anlamadan löp diye mideye indiriyor" konulu, sarışın ve daha kalabalık palu ailesi ekseninde dönen bir bireycilik eleştirisi. karakter ve olaylar üzerinden tek tek gidelim.

    dani: çok yalnız ve küçük bir kız. yalnız ve küçük kızların sık sık yaptığı bir hataya düşerek gülünç derecede sıradan, pragmatist ve orta zekalı bir erkeği kişisel romeo'su belleyip başından geçen her şeyi kafasını skene dek ona anlatıyor ve asla tatminkar bir karşılık bulamıyor. adamın içindeki cevheri kaza kaza çıkaracağına inanıp mızmızlanma dozunu sürekli artırıyor ama adamın içinde öyle incelikli asıl adam filan yok. dümdüz. çok fazla anlam yüklediği christian sıradan bir beyaz götten fazlası değil ama olsa bile gerçekten sırf sevgilisi diye bir kızın her gözyaşının sebebini kendi derdi gibi benimsemek zorunda da değil. bu konuda hem kapasitesiz hem de haklı. dani bu durumun farkında, herifi çok boğuyorum galiba ya bıktı artık her b*ku ona yetiştirmemden diyor fakat bu esnada, "sen her şeyin en iyisine layıksın cnm kankammm" kızlarından biri olan yakın arkadaşı kızı sürekli "aaa tabi ki her zırıltını dinleyecek!! o senin sefkilin!! günde kaç kere sıçtığını bile dinlemeye mecbur tmm mı!" diyerek gazlıyor salak salak. dani'de aslında kapasite vardı ama çok bunalım bir anında christian'la tam aşırı boğucu üniversite 1. sınıf aşkı yaşarken bir de ailesi öldürülünce iyice salak kız konumuna düştü. üzüldüm. ailesi öldürülünce dedim, buna değineceğim.

    christian: faydacı white ass. hakaret olarak söylemiyorum, salağın da teki. ne sevgilisine, ne arkadaşlarına, ne akademik kariyerine hiçbir bağlılığı yok. tam bir hazcı. "sevgilim var ama offf, kapızlanacak da çok kız var"(hepsi de kapındaydı), "hem tez fikrini çalarım hem de her şeyin ilk sahibi beyaz adam olarak seninle işbirliği yaparım, işte böyle yardımsever bir götüm ^^". son raddede gerçekçi bir karakter. başka bir çiftin nişanlandığını duyunca, ne zamandır birlikte olduklarını bile bilmediği sevgilisine karşı mahcubiyet ve "kesin bu da benden yüzük bekliyor ama ben daha dünyaya mal olması gereken bir adamın yha bağlanamam :(" egosu dolu tavırları çok bilindik. sonunda harga köylüsü bir çirkine damızlık olarak sürülmesini mark'ın "isveç'te hamile bırakacağın kızları düşün" sözüyle birlikte düşününce gülerken gözümden yaş geldi. hey gidinin, oysa mr. worldwide christian'ın dani belasından kurtulup kollarına koşmasını bekleyen ne çok kadın vardı di mi asdfdsdf.

    mark: dümdüz badaktı rahmetli, bulunmaz hint kumaşı christian'ı dani'den ayrılmalısın ve interrail'le avrupa'da geze geze yepyeni hatunlarla düşüp kalkmalıyız adamım diye gazlıyordu. sana yakışan bir son oldu, denecek bir şey yok.

    josh: siyahi olması sebebiyle kendini ispatlamanın peşine aşırı düşmüş tipleri başarılı yansıtan bir karakter. güzel kardeşim, anladın ki bir bokluk dönüyor, 15 iq'lu ensest mahsüllerine boyama kitabı çiziktirip bunu kutsal kitap diye oturup yorumlayan kafa gidik bir topluluğun arasına düşmüşsünüz, mark sabahtan beri ortada yok, ivedilikle kıçını kurtarmak yerine tez konunun üzerine boylu boyunca yatan beyaz göte son bir çalım atmak için sktirik boyama kitabının fotoğrafını çekmeye koşman? hırsından gebermek bazen iyidir ama sarışın palu ailesi'nin köyü bunun için uygun ortam değildi.

    pelle: "kuzey avrupalı erasmus arkadaşlarınızın masum yüzüne kanmayın" virali. ama kendisi kuzey avrupalı olmayabilir çünkü ailesinin bir yangında öldüğünü ve harga tarafından büyütüldüğünü öğreniyoruz. kim bilir nereden çalınmış bir çocuk olabilir, aslen hargalı değil yani. dani'nin ailesinin ölümünden başlayıp her şeyi planlayan bu. ana karakterler bittiğine göre pelle üzerinden olaylara giriş yapabiliriz:

    - değineceğim demiştim, dani'nin ailesini kesinlikle pelle öldürdü. kurban seçimi yapılırken yaşlı adam pelle'yi önsezileriyle yeni mayıs kraliçesini bulup getirdiği için tebrik ediyor. filmin başında aynı ihtiyarın dediği gibi kutsal görev yani kurban aramak için gitmişti, ortamlarına girdi, dani'nin yalnızlığını, dani - christian ilişkisininin sefilliğini, mark'ın amsalaklığını, josh'ın hırsını gördü. christian'ı dani'den kurtulması için gazlayanlara katılıp kızın ailesini de öldürerek dani'yi yutulmaya hazır bir kurban haline getirdi, kendine eş olarak seçti. zaten filmin her aşamasında kıza inceden yazıyor ve ortalara doğru "senin bir aileye ihtiyacın var gel kollarımıza" diyerek manipule ediyor. nitekim amacına ulaştı.

    - dani'nin tutamadığı yası. olayların gelişmesinde en büyük etken olduğunu filmin sonundaki toplu ağlama seansında net görüyoruz. harga zaten gülenle gülen, ağlayanla ağlayan, orgazm olanla orgazm olan bir vücut. komik gelebilir ama dani duvara boş boş bakmak ve yaralı parmağa işemeyen christian'dan medet ummak yerine ailesinin arkasından 7 gün mevlit okutup eşiyle dostuyla doya doya, bağrına vura vura ağlasaydı bi rahatlardı. harga'ya bu kadar kolay yem olmazdı. tabi eşi dostu yoktu, fuck amerikan bireyselliği.

    - harga'ya yaklaşırken görüş açısının 180 derece dönmesi, bilindik hıristiyan dünyanın dinamiklerinden çıkılması ve her şeyin ters yüz olmasını simgeliyor. karakterlerde bir atalet var, 2. gün 2 kişi uçurumdan atlıyor, biri dövülerek öldürülüyor, turtadan kasık kılı çıkıyor, ingiliz çift kayboluyor ama bunlar verilen her şeyi sorgusuz sualsiz yemeye içmeye devam ediyorlar. bunun 2 sebebi var: hem dönen bokluğun büyüklüğünü anlamayacakları kadar hızlı akıp giden zamana hakim değiller hem de harga halkını hafiften küçümsüyorlar. öyle ya, komik beyaz elbiselerle dolanıp duran bu cahil pagan köylüler amerika'dan gelmiş hıristiyan üstünlere en fazla ne yapabilirler? al işte ebenizi ...ler. harga içindeki bireylerin tüm aklını bir edip eritmiş ama zekasını kaybetmemiş bir topluluk. yabancı dil öğreniyorlar, kurban ve yeni katılımcı seçmesi için dışarıya ajan gönderiyolar, kontrollerini çok az kaybediyorlar (mark ağaca işediğinde deliren dayı, sonunda kurbanlar yakılırken herkesin kendinden geçip deli deli hareketler yapması vs.)

    - filmin konusunda the lottery'den, christian'ın şanslı damızlık olarak seçilip şarkılı türkülü seks seansından sonra kurbanlığa doğru evrilen yolunda ise jitterbug parfume'de alobar'ın fasülye kralı olduğu pagan kutlamasından esinlenme var ya da ben uyduruyorum ama var.

    - yatakhanede sürekli ağlayan ve ortak bakılan bebek yeni kutsal kitap yazarı bence. engelli, bir sıkıntısı var belli, ondan sürekli ağlıyor ve üstüne titreniyor.

    - pelle'nin salak abisi ve diğer elemanın büyük bir huşuyla kurban olmayı seçmelerine, kulübede yakılmak için otururken hafiften sıkıntılı kıpırdanmalara başlamalarına, yangın başladığında "hasiktir, biz ne bok yedik? bu ne biçim inanç laaan" diye bakışarak bağıra bağıra ölmelerine ve christian'a dölletilen çirkin kıza çiftleşmeden sonra köy gelini gibi pasparlak kırmızı ruj sürülmesine aşırı güldüm.

    - florence pugh'ı dani rolünde çok çok başarılı buldum. küçük, yalnız, tutunacak bir dal arayan kıza güzel bürünmüş. dans yarışması ve sonrasındaki çiçekli taçlı kıyafetiyle çok şirindi.

    - sonunda dani'nin bedeninde sanılanın ve yönetmenin diğer filminde olanın aksine bir tanrı filan bedenlenmedi. kız aldığı halüsinatiflerin ve yaşadıklarının toplamı sonucu dümdüz delirdi, işte böyle delirdi ve yeni ailesi olan harga halkı da ona "dani sen çok tatlı bir kızsın" dedi. bu kadar.
    --- spoiler ---
  • beni kanser etmiş filmdir.

    kurgu ve karakterler korkunç başarısız. "aa ne güzel manzara!", "oh yes gönderme var!" diye izlerseniz tatmin ediyor ama bir adım öteye geçip kurguda mantık aramaya başlayınca çatır çatır dökülüyor. iş bu sebeple, ailenin sanat sepet bilmeyen-anlamayan adamı oldum ona yanıyorum.

    geniş bir zamanda uzun uzun ve spoilerlı gömeceğim.

    zaman içinde gelen edit: döndüm döndüm baktım, yazması zor geldi ama gene de içimde kalmasın.

    filmi bir sanat eseri olarak izleyeceksek diyecek pek bir şey kalmıyor. çekimler müthiş, müzikler şahane, öyle ince çalışılmış, burada gönderme yapılmış falan fıstık derken olay bitiyor zaten, bunları diyen insana diyecek bir şey kalmıyor.

    gel gelelim beni rahatsız eden şeylere.

    --- spoiler ---

    tüm film kapalı bir evrende geçiyor. onca insan topluca dağ başında bir yere gitmiş, ölüp geri dönmüyorlar, hiçbirisinin bir tane bunun peşine düşecek ailesi yok. köyde telefon çekmiyor okay, ama oraya gelene kadar da hiç mi birisi "biz şu taraflara gidiyoruz" diye kimseye demedi. dünyadaki tüm insan varlığı sadece oraya gelen - orada olan insanlarla mı sınırlı.

    tüm karakterler senaryoya razı oluyor. intihar-infaz sahnesindeki tepkiler koca filmde biraz olsun gerçekçi bulduğum tek kısımdı, ondan geri kalan herşey "yazar böyle demiş, böyle olsun" tadında. mesela:
    * "sevgilin seni bırakıp gitti, sana haber vermedi, sen şimdi onu boşver biz seni götürelim." tepki: ok.
    * köyün en azından civarlarına arabayla gelinmiştir, köyün içinde arada gözümüze sokulan bir adet araç vardır, kimse kaçmaya çalışmaz.
    * arkadaş grubuyla o kadar saçma sapan bir yere gidilmiş, gözünün önünde iki tane insan uçurumdan atlayıp ölmüş ve tüm yerel halk bunu normal sayıyor, yanından arkadaşların teker teker eksiliyor. tepki: ok. bütün köyün beraber yemek yediği sahnede, senin oraya birlikte geldiğin arkadaşın masada yok, bir tarafının ucuna takmadan hayatına devam ediyorsun.
    * herkesin önündeki içecekler sarı, senin önünde niyeyse pembe bir şey var. tabii ki niye diye sormuyorsun.
    * ablanın biri sana kafayı takmış, belli ki istediğini almadan bırakmayacak. o ortamda "o gönderdi" diye senin eline zorla içecek tutuşturuyorlar, sen tabii ki afiyetle içiyorsun. o sahnede cidden artık otlara döksün beklemiştim.
    * gözünün önünde insanlar ölüyor, herkes manyak, neye uğradığınızı şaşırmışsınız. bi sahnede "noluyo lan burada manyak mısınız siz" modundayken öbüründe "ay burası çok ilginçmiş, tezimi burada yazacağım mıhıhıhıhı" moduna giriyorsun.
    * gözünün önünde insanların öldüğü, arkadaşlarının birebir ortadan kaybolduğu bir ortamda dans renk çiçekler falan görünce herşeyi unutup bir anda yerel kültürü deneyimlemek isteyen gamsız turist moduna giriyorsun. niye? çünkü senaryo öyle buyuruyor, siz kurguda mantık olması gerektiğini mi sanıyordunuz. dans ederken birden sihirli şekilde gelen "ay ben senin dilini nasıl anlıyorum, çünkü dans bizim ortak dilimiz" saçmalığı iyice bitirdi o sahneyi.
    * aranız kötü de olsa, ayrılmak üzere de olsanız, sevgilinle beraber gelmişsin. seni alıyorlar, binbir aktivitenin ortasına sokuyorlar -hadi diyelim zorla soktular yani, kurgunun mantıklı gittiğini varsayıyoruz- sevgilin olacak abi ortada kafası güzel leyla leyla dolaşırken noldu sana canısı diye sorulmuyor, konuşulmuyor, bi anda o insan alelade bir yabancıya dönüşüyor.
    * aile neden öldü, kim öldürdü, kabus mu hayal mi cin mi çıkacak yoksa dedirten sahneler bir yere bağlandı mı? tabii ki hayır. filmi okumak konusunda fazlaca zorlarsak "kurbanların önce ailesini öldürüyorlar" gibi bir çıkarıma varmak mümkün, ama "senaryoda herşey yerli yerinde, anlamıyorsam ben salağım, o zaman kesin bir mantık vardır sadece yeterince derine bakmıyorumdur" kafasına gerek var mı? hiç yok. ha o kız o geziye gelmeseydi de orada hayatta kalan tek kişi olmasaydı kurban sayısında bir değişiklik olacak mıydı, hayır. ama senaryo böyle buyuruyor, olaylar böyle gelişiyor.

    uzar gider.
    --- spoiler ---

    demem o ki, film bir kurgu izletmiyor. arka arkaya toplanmış über sanatsal kısa filmler gibi izlemek, kişinin kendi sabır selameti ve arkadaş ortamlarında "sanattan anlamayan adam" olmaması için, tavsiye edilir.

    ha bu "filmin sonunu aslında ilk sahnede gösterdi, duvarda bilmemne vardı" olayı da beni zerre çekmiyor. vardı evet, noldu? yani kaçınılmaz bir lanet mi gerçek oldu? karakterler kendi sonlarını mı getirdi? o en başta gösterdiğin duvardaki resimler bir şeyi tetikledi de o sayede yine başladığımız yere mi döndük? filmin sonundan bir screenshot alıp en başa monte etmekten ne farkı var? benzer bir olay, kasık kılı - adet kanı muhabbetinde de var. resimlerle gösteriyor ki anla, bak bunları bunları yapacak, bu olacak, amaç bu. "ben hikaye anlatmayı beceremiyorum, alın size grafik, siz anlayın." derste anlattığı şeyi açıklamak yerine slaytla geçen hocaya binbir küfür edilir, filmde aynısı yapılınca adı sanat oluyor.

    güzel yanlara odaklanılamaz mı peki? neden olmasın. ama ben yapamıyorum. izlediğim - okuduğum - tükettiğim kurgularda bir mantık, bir akış, bir bütünlük bekliyorum ve bunu bulamayınca gerisinin benim için önemi kalmıyor.

    o kör göze parmak gore sahne olsun diye ezilmiş kafaların çat diye ekrana girdiği ucuz jumpscare seviyesindeki sahneyi es geçerek - ki orada da midem bulanırken bile "anca bunu mu yapabilmiş" diye düşündüm,

    koca filmde tek gerçekten etkilendiğim nokta, bağnazlığın gerçekliği oldu. yani sen şehre git, insan arasına karış, o köyden çıkıp nasıl üniversiteye gittin diye de sormuyoruz hani, medeniyeti gör, parçası ol, ama gene tut arkadaşlarını kollarından sürükle öldürmeye götür. kurguyu karakterleri falan es geçiyorum, içinde yaşadığımız coğrafyada da bu bağnazlık muhteşem derecede acı bir gerçek. filmin bana dokunan noktası o oldu.

    sevgiler sözlük.

    yıllar sonra gelen edit: filmi hala sevmiyorum ve pek çok açıdan tembel buluyorum, ama galiba benim bu gönderiyi yazdığım dönemde adını koyabildiğim bir şeyden nefret etmeye ihtiyacım varmış.
  • filmi bugün izleme şansım oldu. şiir gibi olmuş, çok beğendim. "aydınlıkta korku" bence bu film için kullanılmaması gereken bir tabir, çünkü aydınlık aslında korku unsurlarını kesmiş. filmden önce "aydınlıkta korku filmi bee süper fikir" diyordum ama izleyince aydınlığın korkuyu bastırdığını gördüm.

    korkuyu bastırıyor bastırmasına ama gerilim hiç ama hiç azalmıyor. filmin çoğu yerinde gözlerim ve ağzım açık şekilde donakaldım. ari aster kalıpların dışında çok güzel bir şey yapmış, florence pugh da i-n-a-n-ı-l-m-a-z oynamış inanılmaz. oscar adayı, hatta favorilerinden biri oldu diyebiliriz bu performansıyla. önünde parlak bir yol var gibi duruyor.

    şimdi gelelim ülkemiz insanına şikayetlerime;

    --- spoiler ---

    christian'ın kadınlarla olan seks sahnesi bence çok etkileyici bir sahneydi. sahne başladıktan yaklaşık bir dakika sonra salondaki 10'a yakın kişi (çoğu çift olarak gelmişti) salonu terk ettiler. giderken "cık cık cık bu ne ya" diyenler falan vardı. seks ülkemizde öyle bir tabu haline gelmiş ki, ezilen kafaları hiçbir şey söylemeden izleyebilen insanlar garip ve garip olma mecburiyetinde olan bir seks sahnesinde salonu söylene söylene terk ediyorlar. diyecek hiçbir şey yok gerçekten. bu ülkeye cinsel eğitim verilmesi şart.

    --- spoiler ---

    tl;dr: 8/10'luk bir ari aster gerilimi. aydınlıkta anlatılan karanlık bir masal.
  • yönetmeni ari aster'in korku filminden ziyade bir ayrılık hikayesi olarak tanımladığı film. bir başka röpörtajında ise yetişkinler için bir peri masalı olarak tanımlıyor. kendisine öncelikle hassiktir ordan diyor, dün gece kaçan uykumun hesabını soruyor, ama aynı zamanda filmin güzelliği sebebiyle ellerinden de öpüyorum.

    --- detaylar, övgüler, sövgüler, ve tabi ki spoilerlar ---
    - her şeyden önce apaydınlık bir ortamda izleyiciyi bu kadar germeyi başarmak her baba yiğidin harcı değil. korku filmlerinin klasikleşmiş jumpscare sahneleri olmadan gerilim filmi yaptığı için ari aster'i ayakta alkışlıyorum.

    - film tam bir görsel şölendi. gelen misafirlerin 6'sından 5'i hakkın rahmetine kavuşmasa insanın ilk uçak biletiyle harga'ya gidesi geliyor.

    - foreshadowing, foreshadowing, foreshadowing. bunu güzel yapan filmlerin yeri bende ayrı. öncelikle filmde ne olacağı baştan sona filmin başında gösterilen resimde ayan beyan gözümüze sokuluyor. ilk kare dani'nin anne, baba, ve kardeşinin ölümü; ikinci kare dani ve christian'ın aralarının giderek açılması ve üstte sinsice dani’yi çizen pelle; üçüncü kare dani, christian, josh, mark, ve pelle’nin harga’ya gidişi; dördüncü karede intihar eden köy yaşlıları, ayı, ve midsommar şölenleri; son kare ise dans yarışması. ayrıca intihar eden iki yaşlıyı da hesaba kattığımızda resimde toplam 9 iskelet/ölü olduğunu görüyoruz.

    - christian'ın başına gelecekler de bir hayli gözümüze sokuluyor aslında. dani'nin odasında tacı olan kız ve ayı resmi. cristian'ın beklediği yerde duvardaki yanan ayı resmi. kasık kılı ve regl kanı ile erkeği bağlama ve hamile kalma büyüsünün anlatıldığı duvar resmi**. (dikkat ederseniz şölende christian'ın içeceği diğerlerinden daha kırmzımsı bir renkte. üstüne zaten yemeğinden kıl çıkıyor.) izleyiciler eşliğinde seks sahnesini tasvir eden duvar resmi.

    - filmin başlarında mark pelle'ye kızları gösterip "ne oynuyorlar?" diye soruyor. pelle "skin the fool"* diye cevap veriyor. bunun üzerine mark "o ne?" diye soruyor. çooook sahneler sonra aynı kız mark'ı "gel sana göstericem" diyerek masadan kaldırıyor ve derisini yüzmeye götürüyor. daha sonra mark'ın yüzülmüş derisi önce maske işlevi görüyor, sonra da soytarı kılığında korkuluğun yüzü olarak tapınağa bırakılıyor.

    - filmin en başında dani'nin annesiyle babasının odasında sarı çiçekten bir taç olduğu söyleniyor. ben bunu internette bulamadım, filmi izlerken de dikkatimi çekmedi. yine film malum ortamlara düşünce sonradan ss'ini eklerim. bu sahneden ötürü dani'nin ailesinin ölümünde pelle'nin parmağının olduğu ve dani'nin aslında çok önceden harga'ya gelmek için pelle tarafından seçildiği teorisi dolaşıyor. pelle'nin ailesinin de bir yangında ölmüş olması aile katliamının tarikata üye alımında standart bir prosedür olabileceğine işaret ediyor.

    - dani'nin doğumgünü yılın en uzun gününde ve dani 27 yaşına giriyor. pelle kültürlerinde yaşların mevsimlerle özdeşleştiğini açıklıyor ve yaz mevsiminin 18-36 yaşlarını kapsadığını söylüyor. dani tamı tamına midsommar yani.

    - çok hoşuma giden bir diğer detay: son derece istekli bir şekilde kurban olmak için gönüllü olan ingemar ve diğer elemanin son huzurlu bakışmaları sonrası alevlerle temas ediş anları oldu. bu ikili son ana kadar kendilerinden ve inançlarından çok eminlerdi. tapinak aleve verilmeden hemen once yedirildeki ağaç özü, inançları gereği korku ve acılarını yok etmeliydi. ancak iş gerçeğe bindiğinde o kendilerinden ve inançlarından emin tavırdan eser kalmadan, acı ve panik içerisinde öldüler.

    - hoşuma gitmeyen en büyük detay, christian'ın josh'un tek bir ayağını gömülü olarak görmesi, (filmdeki tek siyah tenli kişinin josh olduğunu ve josh'un bu sahneden az önce öldürülmüş olduğunu düşünürsek ayak josh'un olsa gerek) ancak josh'un cesedi tapınağa konulurken her iki ayağının da tastamam yerinde olması.

    - beni rahatsız eden diğer bir şey bu ritüelin her 90 yılda olmasına rağmen son 10-15 festivalin kraliçesinin nasıl fotoğrafının olduğuydu - ama buna sonradan mantıklı bir açıklama buldum. midsommar festivali her yıl yapılmasına rağmen 9 ruhun kurban edildiği büyük festival 90 yılda bir oluyormuş.

    - aklıma takılan ufak bir soru: eğer bu manyaklık 90 yılda bir oluyorsa bir sonraki 90. yıla gelene kadar 72 yaşına gelen köyün yaşlılarını yine öldürüyorlar mı? yoksa 72 yaşına bu festival esnasında denk gelen neneler ve dedeler mi ipsiz bungee jumping yapıyor?

    - pelle karakterini oynayan vilhelm blomgren'in oyunculuğunu donuk buldum.

    - oyunculuk demişken: daniciğim, florence pughçuğum sen nasıl güzel bir ilahsın? bu nasıl güzel rol yapmak, bu nasıl güzel ağlamak? sen böğürdükçe benim ciğerim parçalandı. dilerim bu sene çok ödüller toplarsın.

    - son olarak, dünden beri uykuya dalmakta sıkıntı çekiyorum ari aster. rüyanda seni eski sevgilin kovalasın e mi?
    --- detaylar, övgüler, sövgüler, ve tabi ki spoilerlar ---

    edit: mike beni andı, mike kim? mike'lar mark olacak. düzeltme için destroy everything'e teşekkürler.
  • --- spoiler ---

    malum dölleme ayininden sonra christian'ın çıplak ve çaresiz vaziyette sağa sola koşturması -her ne kadar uyuşturucu etkisinin geçmesi sebebiyle olsa da- pagan komünite'nin karakteri hakkında bir fikir veriyor aslında. pek çok pagan benzeri gibi herge de anaerkil bir topluluk. yöneten, düşünen, organize eden, nesilden nesle aktaran, öğreten hep kadınlar. erkeğin görevi kas gücü gerektiren işler, bir de neslin devamı için döllemeyi sağlama ekseninde. e dölleme işi bitince de gereksizliği ortaya çıkıyor. yaşlı kadınlar ayin sonrası "gelin"in etrafını sararken erkek çemberin ve odanın dışında, elbisesiz ve çaresiz bir şekilde koşturuyor. çünkü görevi bitti, artık işe yaramıyor.

    --- spoiler ---
  • ilk filmleri ses getiren yönetmenlerin ikinci filmleri genelde lanetli olur. artık bütün gözler onların üzerindedir ve ne yapacakları herkesin merak konusudur. hele de korku türünde film çekiyorlarsa vay hallerine. ari aster, tam da bahsettiğim kategoriye giren bir yönetmen. ilk filmi hereditary, korku janrı adına son yıllarda yapılagelmiş en iyi şeydi. baştan sona korku türünün tüm klişelerini çok iyi kullanıyor, bunları filme büyük bir beceri ve olgunlukla yediriyor, kendinden bir şeyler katmayı da ihmal etmiyordu. hele o efsaneleşen son yirmi dakikası ile biz korku severleri resmen mest etmişti. hereditary, korkunç, merak uyandırıcı ve zekiceydi. peki bunları ikinci filmi midsommar için söylemek mümkün mü? kısmen evet.

    filmin en büyük eksikliği korkutucu olmaması. hatta bence tam anlamıyla bir korku filmi yoktu karşımızda. korku filmlerinin olmazsa olmazı "cult" ve "pagan" öğelerini merkezine almış psikolojik bir gerilim filmi ve daha çok da dramatik bir film izledik. bu filmden korkacak olanlar türe daha yeni yeni alışmaya başlayan kişiler olabilir. korku türüne hakim biri için başından sonuna filmde neler yaşanacağı apaçık ortadaydı. şimdi gelelim filmin artılarına ve eksilerine.

    -spoiler-

    filmin anlattığı mesele artık korkunç gelmiyor bize. ne bileyim film belki 1600'lü yıllarda geçse beni ciddi anlamda gerebilirdi. ama gelin görün ki günümüzde, isveç'in göbeğinde, ikisi ingiliz üçü amerikan vatandaşı gencin bu denli pervasızca öldürülebiliyor olmasını kimse bana inandıramaz. her korku filminde olan "aa burada telefonlarımız çekmiyor" geyiğini bile yapmadınız utanın be. en azından o klişeyi yapsaydınız da biraz akıllı hissetseydik kendimizi. yıllardır varlığından haberdar olunan bir pagan grup, isveç'in dağlarında cayır cayır amerikalı yakacak ve biz de buna inanacağız. filmin en büyük eksiği buydu bana göre. çok büyük bir eksiklik, sanki hiç yokmuşçasına izleyiciye yutturulmaya çalışılmış.

    ikincisi, filmin bir odak noktası yok. hereditary filmini iyi yapan şey, sabit ve sağlam bir konuyu baz alarak yolundan hiç sapmadan ilerliyor oluşuydu. bu filmde odak noktası dağılıp duruyor. ana tema ne burada? yalnız bırakılan bir kadının vahşi birine dönüşmesi mi, pagan kültünün acımasızlığı mı, akademisyenlerin anlamsız hırsları mı, birbirini anlamayan çiftlerin doğru düzgün iletişim kuramayışları mı? film, bir türlü kendine özgü bir yol bulamıyor. bu sebeple, filmin sonundaki o rahatsız edici sırıtış havada kalıyor. tamam kızımız, onunla ilgilenmeyen erkek arkadaşını yaktı. bu mu bizi korkutmalı?

    ne kadar eleştirsem de şunu da söylemeliyim ki mutlaka izlenmesi gereken bir film. hele de korku tutkunları kaçırmamalı. sonuçta çok iyi bir korku sever olup bu filmden inanılmaz derecede hoşlanan birileri mutlaka olacaktır.

    filmin en büyük artısı atmosferi. ilk defa bir korku filminde bu denli aydınlık ve renkli bir atmosfere denk geldim. genelde korku janrı karanlığı ve loş ortamları sever. bu film ise inadına aydınlık inadına apaçık. güneşin altında insanları gerebilmek büyük bir beceri ister. film bunda başarılı olmuş. ayrıca, muhteşem kamera açılarının ve harikulade müziklerin etkisi de hiç yadsınamaz.

    bu arada filmdeki seks ritüelinin çoğu kişiyi rahatsız etmiş olabileceğini tahmin ediyor olsam da bence filmin en etkileyici sahnesiydi. amerika gibi muhafazakar bir sinema anlayışına sahip bir ülke için böylesine cesur ve cüretkar sahnelerin çekilebilmesi takdire şayan.

    filmin en çok hoşuma giden yanı ise bireysel olarak hissedilen acı ve haz duygularının komün hayat içerisinde topluca özümsenerek yaşanmasıydı. özellikle, baş roldeki kızımızın ağladığı ve köydeki diğer kadınların da onla birlikte acısına ortak oldukları sahne muazzamdı. o ufacık sahnede acı nedir ve acıya nasıl ortak olunmalıdır sorularına kaba ama kesin bir cevap vermiş yönetmen.

    -spoiler-

    son olarak bu türün bana göre en iyi filmi hala 1973 yapımı the wicker man filmidir. meraklılar mutlaka bu filmi de izlemeli ve klişelerin nasıl zekice ters düz edilebileceğini açık açık görmelidir.
  • filmin sonunda us airforce mekanı bombalayıp hepsini öldürse tatmin olunacak bir film yapmışlar. filmin tek eksiği bu olmuş.
  • hereditary'yi sevmiştim (bkz: #96079004), midsommar' a aşık oldum. artık resmi olarak bir ari aster hayranıyım. bunlar nasıl psikolojik çözümlemelerdir? bunlar nasıl insan ilişkileri tespitleridir? bu ne muhteşem bir din felsefesidir? bu adam böyle giderse kült yönetmenler arasında yerini alacak.

    --- spoiler ---

    öncelikle bir gerilim filmi yapmak için neredeyse hiç gece olmayan, 1-2 saatliğine belli belirsiz havanın karardığı bir yer seçmek... hem karanlıkta korkutan tipik gerilim filmleriyle taşşak geçip hem de bu aydınlığı mükemmel bir görselliğe çevirmek... film değil şiir izledim resmen. onlar nasıl renkler, nasıl kamera açıları, nasıl müzikler. yıllardır bir filmin görselliğine bu kadar aşık olmamıştım sanırım. hereditary'den daha çok sevmemin sebebi bu olabilir.

    bu filmde, janra hakim olanlar için herhangi bir gizem ya da sürpriz olmaması, bence bir eksiklik değil. çünkü filmin derdi şaşırtmak değil; felsefe yapmak. sayfalarca analiz çıkar bu filmden. hem din eleştirisi hem toplumsal eleştiri bakımından.

    ara not: ailenin ölümü aslında bir toplu intihar değil. anne baba uyurken kız kardeş kapının altına boruyu bantlamış ve diğer boruyu da kendine bağlamış. ve dani'nin bu kaybı nasıl gerçekleşirse gerçekleşsin filmin devamı için çok kritik bir öneme sahip.

    dinlerin, tarikatlarin, özellikle kendini boşlukta, yalnız veya eksik hisseden kişileri hedef alması ve onlardan ateşli taraftarlar yaratması da dani'de vücut buluyor ve aslında filmin ana teması diyebiliriz. onun boşluğunu doldurmaya yetmeyen, onu koruyamayan, sevemeyen christian'ı (hıristiyanlık veya herhangi bir din diyebiliriz kendisine) yakarak yok ediyor ve ne kadar akıl mantık dışı olsa da istediklerini ona veren, onunla ağlayan onunla gülen bu topluluğa gönüllü olarak dahil oluyor. aidiyet duygusu tamamlandığında ve beklediği değeri nihayet bulduğunda, sorgulamayı da bırakıyor.

    halbuki başından beri dani'nin sorgulayan biri olduğunu görüyoruz. christian'la ilgili hiçbir zaman emin değil, hep şüphe içinde. christian da alabildiğine bencil, çıkarcı, dani'nin sevgisini kaybetmek istemeyen ama bununla da yetinemeyen biri. hıristiyanlık, hatta yozlaşmış herhangi bir dini temsil ediyor diyebiliriz. o kadar yozlaşmış ki ona inananları tatmin edemeyecek duruma gelmiş.

    bu toplulukta kutsal kitabı engelli, zeka geriliği olan çocuklar yazıyor (daha doğrusu saçma sapan çizimler yapıyor) ve yaşlılar da bu çizimleri "yorumlayarak" kitabı geliştiriyor. tüm dini kitapların deli saçması şeyler olduğuna ve kendini alim olarak tanımlayan kişilerin bu saçmalıklardan ciltlerce açıklamalar çıkarmasına gönderme değil de nedir bu?

    ha bu arada "bari telefonlar çekmiyor muhabbeti yapılsaydı da inansaydık" diye bir yorum gördüm. öyle bir sahne vardı zaten, anlayana tabii. köye ilk geldiklerinde ertesi günkü törenden bahsediyorlar ve christian telefonda o törenin adını aratıyor. ama internet servisinin olmadığı uyarısını görüyoruz. ve ben o pagan toplumundan herkesin haberi olduğunu da düşünmüyorum. dışarıya hiçbir şekilde bilgi sızdırmıyorlar ve oraya gelen yabancılar sağ çıkamıyordur. o yüzden benim için inandırıcıydı.

    edit: biraz da toplumsal eleştiri yönüne değinmek istiyorum.

    film bize abartılı bir bireycilik ve abartılı bir toplumculuk göstererek bu kavramları sorgulamamızı istiyor.

    filmin başında yalnız yaşayan, ailesini seven ama onlardan kopuk, sorunlarını tek başına çözmesi gereken, en yakını olarak gördüğü sevgilisini bile sorunlarıyla boğduğunu düşünen bir dani görüyoruz. bağımsız, özgür ama çok yalnız. o kadar yalnız ki ailesi öldükten sonra artık elinde kalan tek kişi olan christian tarafından terk edilmekten deli gibi korkuyor. amerikan toplumundaki yalnızlaşmanın güzel bir betimlemesi. dani'nin yalnız kalma korkusunun, sırf terk edilmemek için haklı olduğu bir konuda bile özür dileyip oturup konuşalım diye adeta yalvarmasının, metropol insanlarına acı bir şekilde tanıdık gelmesi tam da bu yüzden. ari aster mükemmel bir gözlemci.

    hagar'da gördüğümüz ise bunun taban taban zıttı. asla yalnız kalamadığınız, seks sırasında bile sizinle beraber orgazm çığlıkları atan bir düzine çıplak kadının olduğu, hayatınızdaki her şeyin (ne zaman öleceğinizin dahi) kurallara bağlandığı bir toplum. birey olarak o kadar önemsizsiniz ki tanrı'ya adak olarak seçilmek bile umrunuzda değil, rahatlıkla karşılıyorsunuz. 72 yaşında planlanmış intiharınızdan önce oturup güzelce yemeğinizi yiyorsunuz. yüksek seviye aidiyet duygusunun, hayatın asla belirsiz olmamasının verdiği rahatlığın yanında, özgür iradenin neredeyse tamamen ölmüş olduğunu görüyoruz.

    bu tarz ayinler yapmasalar da, tam olarak bu bağımlılıkta yaşayan toplumlar var. örneğin türk toplumu. evet, yanlış duymadınız. evlenmeden ayrı eve çıkmanın hala büyük bir kitle tarafından garip karşılandığı, evlenen kadına kırmızı kurdele takıp erkeği gerdeğe yollarken omuzlarda taşıyıp sırtına falan vuran (insanların sevişmesine karışmak için soyunup gerdek odasında şarkı söylemek gerekmiyor illa), "kaç yaşına gelirse gelsin o benim bebeğim" diyen anne babaların olduğu, üniversite-iş bulma-evlilik-1. çocuk-2. çocuk-emeklilik-torun bakma şeklindeki toplum tarafından belirlenen hayat planının olduğu, birbirini sevme ve koruma adı altında bireyselliğe her yönden saldırılan bir toplum. daha da düşünsem sayarım. tabii ki bu tarz çok fazla toplum var. uzak doğu ve orta asyada daha yaygın. aslında türk toplumu bu konuda ikiye bölünmüş durumda diyebiliriz. daha geleneksel yaşayan taraf bu toplumculuğu devam ettirirken metropollerde yaşayan insanlarda ise amerikanvari yalnızlaşmayı görebiliyoruz.

    düşünmeliyiz ve seçmeliyiz. özgürlük ve yalnızlık mı, aidiyet ve boyun eğme mi? yoksa bir şekilde ikisinin ortasını bulmak mümkün mü?

    edit2: bu tarz, sakinliğiyle geren filmlerden hoşlanıyorsanız: (bkz: kynodontas) (inceleme entrym: #64178808) (bkz: funny games) (almanca versiyon)

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap