• "...a very curious thing has happened in the past two or three decades - the philosophy of mind has moved to the centre of philosophy. several other important branches of philosophy, such as epistemology, metaphysics, the philosophy of action and even the philosophy of language, are now treated as dependent on, and in some cases even as branches of, the philosophy of mind. whereas 50 years ago the philosophy of language was considered 'first philosophy', now it is the philosophy of mind. there are a number of reasons for this change, but two stand out.

    first, it has become more and more obvious to a lot of philosophers that our understanding of the issues in a lot of subjects - the nature of meaning, rationality and language in general - presupposes an understanding of the most fundamental mental processes. for example, the way language represents reality is dependent on the more biologically fundamental ways in which the mind represents reality and, indeed, linguistic representation is a vastly more powerful extension of the more basic mental representations such as belief, desires and intentions.

    second, the rise of the new discipline of cognitive science has opened to philosophy whole areas of research into human cognition in all its forms. cognitive science was invented by an interdisciplinary group, consisting of philosophers who objected to the persistence of behaviorism in psychology, together with like-minded cognitive psychologists, linguists, anthropologists and computer scientists. i believe the most active and fruitful general area of research today in philosophy is in the general cognitive science domain."

    john searle. 1999. the future of philosophy. philosophical transactions: biological sciences. 354 (1392) pp. 2069-2080.
  • berkeley'deki university of california'da felsefe profesörü. dil felsefesi ve zihin felsefesi alanlarındaki eserleriyle tanınır. aynı zamanda yapay zeka konusundaki eleştirileri de oldukça ses getirmiştir. "minds, brains, and science" adlı kitabı, "akıllar, beyinler ve bilim" adıyla türkçe'ye çevrilmiştir.
  • wittgenstein'a meraklı, bu konuda kripke'yle bir türlü anlaşamayan, söz edimleri* adlı kitabı son dönemde türkçede de basılmış filozof.

    siırl diye mi yoksa sörl diye mi okunduğu konusunda da herhangi bir uzlaşma yoktur.
  • yanlis anlasilmasin, searle amca'nin "yapay zeka'ya sonuna kadar karsi geldigi" filan yoktur. derdi genel olarak yapay zekadan ziyade strong ai, computationalism, turing test ve davranisciliktir (epey dertli yani, oey). hatta twenty-one years in the chinese room'da soyle der:
    (kaynak: views into the chinese room)

    (1) makinelerin dusunup dusunemeyecegi sorgulanamaz; zira insan ve hayvan beyni de birer makinedir

    (2) yapay bir makinenin, prensipte, dusunup dusunemeyecegi sorgulanamaz. yapay bir kalp uretebiliyorsak, yapay bir beyin de uretebiliriz..
    (devaminda biyolojik naturalizminden dem vuruyor, simulasyonun kopyalamayla bir olmadigini yineliyor. bilinci simule etmekten ziyade, bilinci ureten, bilince 'neden olacak' bir mekanizmanin gercek anlamda yapay bilinc olabilecegini anlatiyor.)

    (3) organik, karbon marbon bisiler...
    (ozetle "bilinci karbon tabanli olmayan mekanizmalarla yaratmak mumkun mudur? hmm. bir sey soyleyemiyoruz cunku bilgimiz kisitli. simdilik boyle." diyor. tabii organik yapinin bilinc icin gerekli olma ihtimalinden bahsetmeyi de unutmuyor.)

    john searle "simulasyon != kopyalama" ve "sentaks != semantik" diye isyan ediyor aslinda. bu acidan bakildiginda ve (1) + (2) goz onunde bulunduruldugunda, "aha da yapay zekanin tabutuna son civiyi de cakiyorum, caaaktiim!" degil, "aha da strong ai'in tabutuna son civiyi de cakiyorum, caaaktiim!" seklinde yaklasimlari oldugunu gormek mumkun. tabii bu yaklasimlar bircok strong ai'cinin tepesini feci attirmistir, o ayri.

    (du bakalim searle amca, doncem ben sana)
  • giriş

    searle, kitabın giriş kısmında hedeflerini şu şekilde belirtir: zihin araştırmalarında hem materyalist hem de dualist gelenekleri eleştirmek ve bilinci, zihinsel fenomen olarak ele alıp zihnin yeniden keşfinin umudunu meşrulaştırmak. yine değineceği ve karşısına alacağı bir diğer görüş ise hesaplamanın dünyanın içkin bir özelliği olduğu ve bilinç ile yönelimselliğin bir şekilde dışarıda tutulabileceğini varsayan görüştür. kendi sözleriyle söylersem “zihnin bir bilgisayar programı olduğunu kabul eden teorinin tabutuna son çiviyi çakmak istiyorum” der. hakim paradigmalara karşı yaptığı eleştirilerden sonra bilincin kendi anlayışına göre nasıl bir şey olduğunun tasvirine de girişecektir. bilinç tam olarak nedir ve bilinçli zihinsel fenomen, bilinç dışı olanla nasıl ilişki kurar? zihinsel fenomenler ve fiziksel fenomenler arasındaki nedensellik ilişkileri nelerdir? bu tarz felsefi sorulara bir yanıt verme girişiminde bulunacaktır.

    giriş kısmında bize kitap hakkında bir yol haritası sunar. ilk üç bölümde zihin felsefesinde hakim görüşleri eleştireceğini söyler; dördüncü ve sekizinci bölümler arasında bilince bir tanım getirme girişiminde bulunacağını, dokuzuncu bölümde kognitif bilimdeki hakim paradigmanın eleştirisi yapacağını ve son bölümde zihnin incelenmesi için yeni bir yöntem sunacağını söyler.

    birinci bölüm- zihnin felsefesinde yanlış olan nedir?
    zihin - beden probleminin çözümü ve neden birçoğunun bu problemi çözüme tercih ettiğinin nedeni

    searle’e göre bilimin ilerlemesiyle birlikte yaklaşık yüzyıldır bu problemin basit bir çözümü vardır, bu çözüm şu şekilde ifade edilir: zihinsel fenomenler beyindeki nörofizyolojik işlemlerin sonucudur ve bu işlemler bizatihi beynin özellikleridir. bu görüşü searle ‘biyolojik nitelikçilik’ olarak adlandırır. fakat bu görüş de beraberinde birçok soruyu getirir. nörofizyolojik süreçlerin karakteri tam olarak nedir? nöronlar, snaptik yarıklar vb. zihinsel fenomenleri tam olarak nasıl üretir? nörofizyoloji bizim hem bilinçli hem de bilinç dışı zihinsel fenomen alanını nasıl açıklar? bu soruların tamamı nörobiyolojik değildir: bazıları felsefidir, bazıları genel kognitif bilimin dalına aittir.

    searle, dualizmin bilimsel dünya görüşü ile uyumlu olmadığı düşünüldüğü için sorgulamaya gerek görmez. onun sonraki bölümlerde derdi materyalistlerledir.

    modern maddeciliğin temelleri

    searle’in izleyeceği yöntem bu görüşlerin çürütülmesi değil, bu görüşlerin bağlı olduğu geleneğin üzerinde durduğu temelleri sarsmaktır. ona göre modern materyalizmin yedi tane temeli vardır.

    1- zihnin bilimsel olarak incelenmesi dikkate alındığında bilinç ve bilincin temel özellikleri daha az öneme sahiptir.
    2- bilim gerçeklik kendinde nesnel olduğu için nesneldir.
    3- gerçeklik nesnel olduğu için, zihin incelemelerinde en iyi yöntem nesnelliği ya da üçüncü şahıs bakış açısını benimsemektir.
    4- üçüncü şahıs nesnel bakış açısından “başka bir sistemin zihinsel fenomenleri hakkında nasıl bilgi sahibi olabiliriz?” sorusuna ya da başka bir deyişle diğer zihinler problemine çözüm olarak ‘onun davranışlarını gözlemleyerek bilebiliriz’ yanıtını ortaya koyarlar.
    5- akıllı davranış ve akıllı davranışın nedensel ilişkileri bir bakıma zihnin özüdür. bu görüşte en aşırı uçta bulunanlara göre, davranış yeteneğine sahip olmanın ötesinde herhangi bir zihinsel duruma sahip olmak diye bir şey yoktur.
    6- evrendeki her gerçek ilke insan tarafından bilinebilir ve anlaşılabilirdir. gerçeklik fiziksel olduğu için ve bilim de fiziksel gerçekliği dikkate aldığı için (fiziksel gerçeklikle ilgili bilgimizin de sınırları olmadığı için) evrendeki bütün olgular bizim tarafımızdan bilinir ve anlaşılabilirdir.
    7- fiziksel olanın, zihinsel olanın karşıtı olarak geleneksel kavrayışında olduğu gibi sonuçta var olan tek şey fizikseldir.

    temelleri aşındırmak

    1- searle’e göre bilinç önemli bir meseledir: ona göre bilinci incelemeksizin zihinsel fenomenleri incelemenin herhangi bir yolu yoktur. bunun temel nedeni, gerçekte kendi bilinç fikrimizden başka herhangi bir zihinsel olanın fikrine sahip olmayışımızdır. searle yalnız bilinç dahilinde olan zihinsel durumları kabul etmez, aynı zamanda bir arkaplan misali bilinç dışı zihinsel durumların olduğunu da kabul eder. ancak bu iki durumdan kavramlaştırılabilir olan yalnız bilinçli zihinsel durumlardır.

    2- gerçekliğin tümü nesnel değildir, bir kısmı özneldir. searle şu iki şeyi ayırmayı önerir: gerçeğe ilişkin araştırma yaparken öznel ön yargılarımızı elimine etmeye çalışmak ile gerçek dünyanın öznel herhangi bir öge içermediği iddiasını ayırmak gerekir. bu karışıklığın sebebi öznel/nesnel ayrımının epistemelojik ve ontolojik anlamlarının birbirine karıştırılmasından kaynaklanır. ona göre epistemelojik olarak nesnellik ideali, elde edilemez bir hedef olsa da zahmete değer bir durum ifade eder. ancak ontolojik olarak bütün gerçekliğin nesnel olduğu iddiası nörobiyoloji bakımından yanlıştır. searle’e göre zihinsel durumlar öznel bir ontolojiye sahiptirler.

    3- zihinsel fenomenler esasen bilinçle bağlantılı olduğu ve de bilinç de esasta öznel olduğu için, bunun sonucunda, zihinsel olanın ontolojik anlamda esasen birinci şahıs ontolojisi olması gerekir çünkü zihinsel durumlar herhangi bir kişinin durumlarıdır. her zaman bu zihinsel durumlara sahip bir ‘birinci şahıs’, bir ‘ben’ vardır.

    4- sadece davranışlarını gözlemleyerek, başkalarında zihinsel fenomenlerin varlığını bildiğimizi zannetmek bir hatadır. ‘davranış’ sadece temel bir zihinsel gerçekliğin ifadesi veya gösterimi olarak anlam ifade eder.

    5- davranış veya davranışa ait nedensel ilişkiler zihinsel fenomenlerin varlığı için esaslı bir öge değildir. ona göre zihinsel durumların davranışla olan ilişkisi ihtimalli bir ilişkidir. davranış olmadan zihinsel durumlara, zihinsel durumlar olmadan davranışlara sahip olabiliriz.

    6- her şeyin tarafımızdan bilinebilir olduğunu varsaymak, evren ve evrendeki yerimiz hakkında gerçekte bildiğimiz şeyle çelişir.

    7- gerçekliğin fiziksel olduğu hakkındaki geleneksel kavrayışımızla alakalı iki yanlış şey vardır. birincisi, ‘fiziksel’ ve ‘zihinsel’ arasındaki yanlış bir karşıtlık etrafında dizayn edilir. ikincisi, eğer fizikseli kartezyen terimler bağlamında uzamlı madde olarak düşünürsek, fiziksel gerçekliğin fiziksel olduğunu zannetmek, modası geçmiş bir şeydir. izafiyet teorisinden beri, örneğin elektronları kütle/enerji’nin noktaları olarak düşünegelmişizdir. bu durumda ‘fiziksel’in kartezyen tanımına göre elektronlar fiziksel sayılamazlar.

    ikinci bölüm – maddeciliğin yakın tarihi: tekrar tekrar hep aynı hata

    maddeciliğin gizemi

    searle bu bölümün başında kendi fikrini bir kez daha söylüyor. ona göre bir kimse, hepimizin bilinçli olması ve bilinç durumlarımızın oldukça özel indirgenemez fenomenal niteliklere sahip olması gibi kendi tecrübelerimizle ilgili apaçık olguları reddetmeksizin, dünyanın güç alanlarında tamamen fiziksel parçacıklarından oluştuğu gibi fiziğin apaçık olgularını aynı zamanda kabul edebilir. burada hata bu iki tezin birbiriyle uyuşmayacağını farz etmektir ve bu hata geleneksel kelime hazinesinin arkasında yatan önkabulleri dikkate almaktan kaynaklanır. kendi görüşünün kesinlikle dualizmin formu olmadığını söyler. ancak aynı sebeplerden dolayı maddeciliği ve monizmi de tamamen reddeder. searle kabaca bahsettiği modern maddeci görüşleri açarak inceleyecek ve eleştirecektir.

    davranışçılık

    davranışçı anlayışa örnek vermek gerekirse, john’un yağmur yağacağına inandığını söylemek, sadece, ‘john’un pencereleri kapatma yeteneği olacak, bahçedeki aletleri toplayacak ve dışarı çıkar ise yanına bir şemsiye alacak’ demektir. kısacası davranışçı açıklamada, düşünme ve hissetmenin öznel deneyimine yer yoktur. sadece nesnel olarak gözlemlenebilen davranış kalıplarına yer vardır.

    mantıksal davranışçılığa karşı birkaç teknik itirazdan bahsetmek gerekirse: ilk olarak, davranışçılar ‘yetenek’ fikrini net olarak hiçbir zaman açıklayamamıştır.bir diğer teknik eleştiri ise bu anlayışın bir döngüsellik içermesidir: davranışa bağlı olarak inancın bir analizini yapmak isteyen için, isteğe gönderme yapmanın zorunlu olduğu görülmektedir. inancın analizi bizi isteğe, isteğin analizi ise bize inanca götürmektedir. üçüncü teknik itiraz da, zihinsel durumlarla davranışlar arasındaki nedensellik ilişkisini dışarıda bırakılması üzerinden yapılmıştır. örneğin, acının davranışlara neden olduğu gerçeğini göz ardı eder.

    üçüncü bölüm: etkiyi kırmak: silikon beyinler, bilinçli robotlar ve diğer zihinler
    dünyanın tamamıyla nesnel olduğu görüşü, deneyimlerimizin en aşikar gerçekleriyle tutarsız olmasına rağmen çok güçlü bir etkiye sahiptir. searle, bu etkiyi kırmak için bu bölümde düşünce deneyleri yapacaktır.

    silikon beyinler

    bu düşünce deneyinin amacı beyin işlemleri, zihin işlemleri ve dışarıdan gözlenebilir davranışlar arasındaki nedensel ilişkiyi resmetmektir.beyninizin, sizi yavaş yavaş körlüğe götürecek bir tarz da kötüleşmeye başladığını hayal edin. doktorlar da çare olarak görsel beyin kabuğuna silikon çipleri yerleştiriyor olsunlar. bu çipleri yerleştirdikten sonra görme duyunuz eski hale gelsin ancak sonrasında kötüleşmeye devam etsin. bu durumu düzeltmek için çipler takılmaya devam etsin ve öyle bir noktaya gelinsin ki beyniniz tamamen silikon çipler ile yer değiştirmiş olsun. bu durumda üç ihtimal çıkıyor.

    1. ihtimal: her çeşit düşünceye, deneyime, hatıraya sahip olmaya devam etmek, yani zihinsel hayatın etkilenmemesi. bu durumda silikon çipler, sadece girdi-çıktı işlevlerini kopyalama gücünü değil, aynı zamanda zihinsel fenomenleri, billinç ve benzer başka şeyleri de kopyalama gücüne sahiptirler. searle, bu durumun deneysel olarak mümkün olmadığını düşünüyor. nöronların nedensel güçlerininin silikon içinde kopyalanamayacağını söylüyor.

    2. ihtimal: giderek küçülen beyninize derece derece silikon yerleştirdikçe, bilinçli deney alanınızın büzüldüğünü görürsünüz, ancak bu dışsal davranışınız üzerinde hiçbir etki göstermez. örneğin, görmenizi test ederken doktorlar ‘size kırmızı bir nesne gösteriyoruz, lütfen ne gördüğünüzü söyleyin” dediklerini işitiyor ve ‘hiçbir şey göremiyorum, tamamen kör oluyorum’, diye haykırmak istiyorsunuz. ama kontrolünüzün tamamen dışında bir yolla ‘kırmızı bir nesne görüyorum’ diyen sesinizi işitiyorsunuz. kısacası dışa dönük davranışlarınız aynı kalırken, bilinçli deneyiminiz yavaş yavaş hiçliğe doğru evriliyor. bu durumda silikon çipleri yalnız beynin girdi-çıktı işlevlerini kopyaladılar, zihinsel durumları üreten beynin nedensel gücünü değil.

    3. ihtimal: bu durumda düşünceleriniz, duygularınız, deneyimleriniz, hatıralarınız bozulmadan kalırken, gözlemlenebilen dışsal davranışlarınız felce uğruyor. bunun kliniksel örneği, gullian-borre sendromundan acı çeken hastalardır.
    searle’a göre eleştirdiği birçok filozof ilk iki önermeyi kabul edecektir.

    1- beyinler bilinçli zihinsel fenomenlere neden olurlar.
    2- bilinçli zihinsel fenomenlerle dışsal davranışlar arasında bir tür kavramsal ve mantıksal bağlantı vardır.

    ancak bu düşünce deneyleriyle ortaya çıkan üçüncü bir önerme ortaya çıkar ve bu önermeyi ikinci önerme ile birlikte kabul etmek mümkün değildir.
    3- beynin bilince neden olan yetisi, kavramsal olarak onun motor davranışa neden olan kapasitesinden ayrıdır. bir sistem davranış olmaksızın bilince ve bilinç olmaksızın davranışa sahip olabilir.

    ona göre birinci ve üçüncü önerme doğrudur ve ikinci önermeden vazgeçmek zorundayız. sonuç olarak ‘bilinç ve davranışın bağımsızlığı ilkesi’ni çıkarabiliriz. bu düşünce deneyiminden çıkan diğer sonuçlar ise şunlardır:

    1- zihinsel olanın ontolojisi esasen birinci şahıs ontolojisidir. yani her bir zihinsel durum ‘bir kimsenin’ zihinsel durumu olmalıdır. zihinsel durumlar yalnızca öznel birinci şahıs fenomenler olarak var olurlar.
    2- epistemelojik olarak birinci şahıs bakış açısı, üçüncü şahıs bakış açısından oldukça farklıdır.ben bütünüyle bilinçli olduğum bir haldeyken bile, o kişi benim bilinçdışı olduğumu bile düşünebilir.

    deneycilik ve ‘diğer zihinler problemi’

    bazı durumlara öznelliklerinden ötürü belli deneysel olgulara eşit oranda erişime sahip olmasak da, genelde aynı deneysel olgulara ulaşacağımız dolaylı yöntemlerimiz vardır. yani erişebilirliğimiz doğrudan olmasa da dolaylı olarak mümkündür. örneğin, köpeğimin görsel deneyimlere, acı hisleri, susuzluk ve açlık, soğuk ve sıcak duyumları gibi bilinçli zihinsel durumlara sahip olduğuna tam olarak ikna oldum. peki neden buna bu kadar ikna oldum? davranışçıların cevabı şu olacaktır: köpeğin davranışından ötürü, onun da benimki gibi zihinsel durumlara sahip olduğu sonucunu çıkardım. searle bu yaklaşımın hatalı olduğunu düşünür çünkü bunun nedeni yalnızca davranışı değil, ayrıca fizyolojisindeki davranışın nedensel temelinin uygun biçimde benimki gibi olduğunu görebilmemdir. sonuç olarak iki olgunun birleşmesi gerekir: köpeğin davranışının uygun olduğunu görebilmem ve temelde yatan fizyolojide uygun nedenselliğe sahip olduğunu bilmem. örneğin; köpeğin köpeğin kulakları, derisi ve gözleri vardır; eğer derisini çimdiklerseniz, deri çimdiklemeye uygun davranışı alırsınız ya da kulağına bağırırsanız, kulağa bağırmaya uygun davranışı alırsınız.

    nedensellik ilkesinin ‘diğer’ zihinler problemi’ne getirdiği çözüm yeterli şartları sağlasa da, zorunlu şartları sağlayamaz. çünkü bilincin zorunlu şartlarını ayırt edebilmemiz için, hayal edebileceğimizden çok daha zengin bir nörobiyolojik bilinç teorisine ihtiyaç vardır. önümdeki masanın bilinçli olmadığına emin olsam da, kimse bunun bilinçdışı olduğunu kanıtlayamaz.

    dördüncü bölüm: bilinç ve doğadaki yeri

    bilinç ve ‘bilimsel’ dünya görüşü

    searle bilincin tanımını vermenin çok zor olduğunu belirtip, ‘bilinç’ kavramı ile neyi anlatmak istediğini örneklerle açıklayacağını söyler. şöyle bir betimleme yapar: “rüyasız bir uykudan uyandığımda bilinç durumuna girerim, uyanık olduğum sürece devam eden duruma. uykuya daldığımda, ya da genel anestezi altına alındığımda veya öldüğümde bilinçli durumum kesilip biter.” bilinç durumları sürekli olarak bir içeriğe sahiptir. hiçbir zaman sadece bilinçli olunmaz; başka bir deyişle bilincinde olunan şey olmadan saf bir bilinçlilikten bahsedemeyiz.

    searle, bu bölümün temel amacının bilinci, genel ‘bilimsel’ dünya kavrayışımızın içine yerleştirmek olduğunu söyler. ona göre zihnin açıklanmasını yaparken bilince vurgu yapılmalıdır çünkü yönelimsellik, öznellik, zihinsel nedensellik, zeka vb. diğer tüm zihinsel kavramların zihinsel olup olmadıkları, ancak bilinçle olan ilişkilerine bakılarak anlaşılabilir.

    searle bilincin dünya anlayışımızdaki yerini, iki teoriyle (atom ve evrim teorisi) ile ilişkilendirerek tespit etme girişiminde bulunacaktır.

    atom teorisine göre büyük sistemler küçük sistemlerden (daha da derine inersek parçacıklarından) oluşur. ayrıca bu teori, büyük sistemlerin birçok özelliğinin küçük sistemlerin davranışlarıyla nedensel olarak açıklanabileceği düşüncesini de getirir. bu teori birçok makro fenomeni, mikro fenomenlere bağlı olarak açıklanabilmesini mümkün, hatta gerekli kılmaktadır. yani en başta ontolojik olarak, sonra ise epistemelojik olarak mikronun, makroyu öncelediğini öne sürer.

    atom teorisinin temel fikirlerine evrimsel biyolojiin ilkelerini eklediğimiz şu sonuç çıkıyor: evrimsel sürecin ürünleri olan organizmalar, ‘hücreler’ denilen alt sistemlerden oluşur ve bu organizmalardan bazıları sinir hücrelerinin alt sistemlerini geliştirir. bazı aşırı karmaşık sinir sistemleri, bilinç durumlarına ve işleyişine neden olma ve onları sürdürme kapasitesine sahiptir. belirli büyük sinir hücresi koleksiyonları, yani beyinler, bilinç durumlarına ve işleyişine neden olmakta ve onları sürdürmektedir.

    searle bu bölümde bir kez daha bilinci nasıl ele aldığını açıkça söyler. “bilinç, insanların ve belli hayvanların beyinlerinin biyolojik bir özelliğidir. nörobiyolojik süreçlerin sonucunda ortaya çıkar ve en azından fotosentez, sindirim veya mitoz gibi biyolojik özellikler kadar doğal biyolojik düzenin bir parçasıdır.” kendisinin bilinci doğallaştırma gibi bir probleminin olmadığını söyler çünkü ona göre bilinç zaten tamamen doğal bir şeydir.

    öznellik

    bilinçli zihin durumları ve süreçleri, diğer doğal fenomenlerin sahip olmadığı özgün bir niteliğe, yani öznelliğe sahiptir. burada bilincin öznel olarak değerlendirilmesi, yargılara ‘öznel’ ya da ‘nesnel’ derken kullanılan anlamda değildir. buradaki öznellik ontolojik bir kategoriye gönderme yapar. örneğin ‘şu an belimde bir ağrı var’ ifadesinde fenomenin kendisi, yani bizzat var olan ağrı, öznel bir varlık tarzına sahiptir ve searle’ün bilincin öznel olduğunu söylerken kastettiği anlam da budur.
    ağrının öznelliğinin bir sonucu olarak her gözlemciye eşit şekilde erişilebilir olmadığını kabul etmek gerekir. ağrının varlığının, birinci şahıs varlığı olduğunu söyleyebiliriz. ağrının bir ağrı olması için birisinin ağrısı olması gerekir. aynı şekilde, her bilinç durumu daima birisinin bilinç durumudur. kendi bilinç durumlarımla olan ilişkim ile başkalarının bilinç durumuyla olan ilişkimin farklı olmasının sebebi bilinç durumlarının öznelliğidir.

    bilinç ve zihin-beden problemi

    zihin-beden ilişkisini anlayamamamızın sebebi, zihinsel alan ile fiziksel alanın birbirinden ayrı olduklarına yönelik bilgisizliğimizdir. yeterli bir beyin bilimine, bütün formları ve çeşitleriyle bilince yönelik nedensel açıklamalar getirebilen bir beyin açıklamasına sahip olsaydık, ortada bir beden-zihin problemi olmazdı.

    searle bu kısımda nitelikçi dualist olan mcginn’in üç varsayımını ortaya koyduktan sonra, bunlara karşı çıkarak kendi varsayımlarını ortaya koyar

    mcginn’in üç varsayımı:
    1- bilinç bir tür ‘madde’dir.
    2- bu madde ‘iç gözlem yeteneği/gücü’ ile bilinir. nasıl ki fiziksel dünya algı yeteneğinin nesnesi ise, bilinç de iç gözlem yeteneğinin nesnesidir.
    3- zihin- beden ilişkilerini anlamamız için, bilinç ile beyin arasındaki ‘bağ’ı anlamak zorundayız.

    mcginn böyle bir bağın olduğundan emin olsa da, bu bağı anlamamızın ilke olarak imkansız olduğuna inanıyor. bu yüzden de zihin-beden ilişkilerini anlamak imkansız bir hale geliyor.

    searle’ün üç karşı varsayımı:
    1. bilinç bir ‘madde’ değildir, bilinç beynin bir özelliği ya da niteliğidir.
    2. bilinç, dünyadaki nesnelerin algı ile bilinmesi tarzına benzer bir biçimde, iç gözlem ile bilinemez. kısacası, bilinç iç gözlem ‘nesne’si olan bir madde değildir ancak uzamsaldır ve beyinde yer almaktadır. bilinç beynimizin neresindedir sorusuna hala bir cevap bulmuş değiliz.
    3. bilinç ile beyin arasında, suyun sıvılığı ile h2o molekülleri arasındaki ‘bağ’dan daha fala bir ‘bağ’ yoktur. burada demek istediği şey h2o molekülleri fiziksel bir olgu olarak suyun sıvılığına zemin sağlıyorsa, beyin de bilince aynı şekilde zemin sağlıyor.

    beşinci bölüm: indirgemecilik ve bilincin indirgenemezliği

    bilinci, beyin süreçlerine nedensel olarak indirgeyebilsek de, ontolojik indirgeme mümkün değildir. searle bu duruma örnek olarak; öznel, bilinçli, birinci şahıs acı duyumunu, nesnel üçüncü şahıs sinir yanmaları kalıplarına indirgemeye çalıştığımızı düşünelim. yani, acının gerçekten sinir yanmaları örüntülerinden ‘başka hiçbir şey’ olmadığını farz edelim. böyle bir ontolojik indirgeme yapmaya çalışsaydık acının temel özellikleri göz ardı edilirdi. çok açıktır ki benim acı içinde olduğuma yönelik bilgim, sizin acı içinde olduğunuza yönelik bilgimden farklı bir tür temele sahiptir. bu temelin farklılığının kaynağı epistemolojik değil, ontolojiktir.

    ısıyı ontolojik olarak moleküllerin kinetik enerjisine indirgeyip tekrar tanımlayabildiğimiz halde bunu neden bilince uygulayamıyoruz? çünkü ısıyla ilgili indirgeme yaparken öznel görünüş ile altta yatan fiziksel gerçeklik arasında bir ayrım yapabiliyoruz. ancak bu tür görünüş-gerçeklik ayrımını bilinç için yapamayız, çünkü bilinç görünüşün kendisinde oluşur. dolayısıyla, bilincin gerçekliği görünüşün kendisidir.

    searle’e göre bu indirgenemezliğin bilime uymayan bir neticesi yoktur. ona göre bilinç, standart indirgeme kalıplarına göre indirgenemez. ona göre büyün bir entelektüel devrim yaratacak yeni bir indirgeme kavramının bulunmasının a priori ihtimali reddedilemez.

    altıncı bölüm: bilincin yapısı giriş

    birlik

    patolojik olmayan bilinç durumlarının, birleşmiş bir ardışıklığın bir parçası olarak algılanması onların bir özelliğidir. searle uzamsal metaforları kullanarak birliğin ‘yatay’ ve ‘dikey’ olmak üzere iki boyutta gerçekleştiğini savunur. yatay birlik, kısa süreli bilinç deneyimlerinin düzenlenmesidir. örneğin, uzun da olsa bir cümleyi söylediğimde ya da düşündüğümde, o cümlenin başındaki farkındalığım, o bölüm artık düşünülmüyor veya söylenmiyor olduğu anda da devam eder. dikey birlik ise dışarıyla ilgili bilinç durumunun farklı tüm özelliklerinin eşzamanlı farkındalığıyla ilgilidir.

    yönelimsellik

    hepsi olmasa da çoğu bilinçli durum yönelimseldir. bilinç deneyiminin perspektive bağlı niteliğini vurgulamak için searle, bütün yönelimsellik türlerinin yönsel (görünüşsel) olduğunu bize hatırlatır. bütün temsilller kendi nesnelerini yönlerine göre temsil ederler. her yönelimsel durumun yönsel bir şekli vardır.

    merkez ve çevre

    bilincin bu yapısal özelliğinden özellikle bilinçli/bilinç dışı ayrımı ile merkez/çevre ayrımını birbirinden ayırmak için bahseder. bilinç alanı içinde, dikkatimizin merkezinde ve çevresinde bulunan şeyler arasında ayrım yapmak zorundayız. dikkat etmediğimiz ve ilgimizi odaklamadığımız çok sayıda şeyin bilincindeyiz. searle örnek olarak kendisinin şu ana kadar bilinci tanımlamanın felsefi problemine odaklandığını ve bunları yazarken arkasında bir sandalye olduğu duygusuna ya da ayakkabılarının ayağını sıktığına dikkat etmediğini söyler. ama bütün bu fenomenler onun bilinçli farkındalığının bir parçasıdır.

    yedinci bölüm: bilinçışı ve bilinçle ilişkisi

    bilinç ile bilinçdışı ilişkisine girmeden önce, searle’ün yaptığı bir ayrımdan bahsetmek istiyorum. ‘bilinçli olmayan’ (nonconscious) ve ‘bilinçdışı’ (unconscious) ayrımı. örneğin, merkezi sinir sistemindeki sinir ucu uzantılarının miyelinleşmesi, her ne kadar zihinsel durumların üretiminde temel bir görev alsa da, bu eylemin kendisi bir zihinsel durum değildir ve bu anlamda bilinçli olmayan bir fenomendir. ancak eyfel kulesinin paris’te olduğuna dair inancım, çoğu zaman bilinçte olmasa da(yani çoğu zaman onu düşünmesem de) zihinsel bir durumdur ve onu düşünmediğimde bilinçdışı bir zihinsel fenomendir.

    searle’ün iddiası şu: “bir bilinçdışı zihinsel durum kavramı, bilince erişebilirliği gösterir”. yani, bilinçli olma potansiyeli olmayan bir bilinçdışı kavramı yoktur. peki bu ‘bilinçdışı zihinsel durum’ ne anlama gelmektedir? bu bölümde bu olguyu açıklamaya çalışacak.

    searle’ün bilinçdışı kavramı için iki önemli olgusu var. ilki “bilinçdışı bir yönelimsel durumdur, ayrıca içsel olarak zihinsel olmalıdır”, ikincisi ise “ bu durumun belli bir yönsel biçime sahip olması zorunludur”.

    1. içsel yönelimsellik ile ‘mış gibi’ (yani mecazi anlamda) yönelimsellik arasında bir ayrım vardır. örneğin, yokuş aşağı akan su yönelimselliğe sahipmiş gibi tasvir edilebilir: akarken bilgi işlem yapıp, kayaların büyüklüğünü, eğim açısını ve yerçekimini hesap ettiğini hayal edebiliriz.ancak bu anlamda su zihinselse her şey zihinseldir.

    2. bilinçdışı yönelimsel durumlar gerçektir. trump’ın abd başkanı olduğuna inanan uykudaki birinden bahsederken gerçek anlamda konuşmuş oluruz, mecazi anlamda değil.

    3. içsel yönelimsel durumlar, ister bilinçli ister bilinçdışı olsun,daime bir yönsel biçime sahiptirler. ne zaman bir şeyi algılasak ya da düşünsek, bunu birtakım yönleri ile yaparız, bunların dışındaki yönleri ile değil. örneğin, bir adam bir bardak h2o içmeyi istemeksizin, bir bardak su içmeyi isteyebilir. bir bardak suyun sayısız tasviri vardır. fakat içlerinden birine sadece belli yönleri ile inanılır veya istenilir. dolayısıyla, her yönelimsel fenomen bir yönsel biçime sahiptir.

    şu ana kadar anlattığım bilinçli durumlar için yönelimsellikti, peki bu bilinçdışı için nasıl işlemektedir? örnek üzerinden gidersek, trump’ın abd başkanı olduğuna inanan bir adam tamamen bilinçsizken onda varolabilecek olgular nelerdir? searle’e göre bunlar yalnızca nörofizyolojik olgulardır. onun bilinçsiz beyninde olup biten şeyler, yalnızca sinirsel yapılarda gerçekleşen nörofizyolojik olayların neticeleridir. burada şöyle bir çelişki açıyor çıkıyor. bilinçdışı yönelimselliğin ontolojisini nöronlar ve sinapslar düzeyinde ele aldığımızda (yani üçüncü şahıs ontolojisi olarak), yönelimselliği kaybetmiş gibi oluyoruz.

    searle çözüm olarak başta belirttiğim fikrini sunar: bilinçdışı bir yönelimsel durum fikri, mümkün bir düşünce veya deneyim fikri demek olan bir durumdur. yani, bazı nörofizyolojik durumlar ve işleyişler doğru şartlar altında bilinçli durumlar oluşturabilme yeteneğine sahiptirler. sonuç olarak, searle bilinçdışı zihinsel durumları, potansiyel olarak bilinçli zihin durumları olarak görmektedir. ancak bu mümkünlüğün içinde yönsel bir yön mümkün olabilir.

    sonuç

    searle son bölümde zihnin yeniden keşfi için bazı tavsiyeler verir. ilk olarak, bir şeylerin açıkça yanlış olduğunu söylemeyi bırakmalıyız. ikinci olarak, kesin olarak bildiğimizi kendimize hatırlatmayı sürdürmek zorundayız. örneğin kesinlikle biliyoruz ki kafatasımızın içinde beynimiz var, beyin bazen bilinçlidir ve beyin işlemleri bütün biçimlerinde bilince sebep olur. üçüncü olarak, dünyada hangi fiili olguların zihnimizle ilgili iddialarımıza tekabül ettiğini kendimize sormaya devam etmeliyiz. dördüncü olarak, zihnin sosyal karakterini yeniden keşfetmeye ihtiyacımız vardır.
    searle’ün kitap boyunca vurguladığı tez şudur: zihinsel fenomenler beyindeki nörofizyolojik işlemlerin sonucudur ve bu işlemler bizatihi beynin özellikleridir. beyin, bilinç durumlarına ve işleyişine neden olmakta ve onları sürdürmektedir. bilinç, insanların ve belli hayvanların beyinlerinin biyolojik bir özelliğidir. zihinsel fenomenler her zaman ‘ben’in fenomenleridir, dolayısıyla zihinsel olanın ontolojisi birinci şahıs ontolojisidir. epistemelojik olarak birinci şahıs bakış açısı, üçüncü şahıs bakış açısından oldukça farklıdır.ben bütünüyle bilinçli olduğum bir haldeyken bile, o kişi benim bilinçdışı olduğumu bile düşünebilir. bilincin ontolojik olarak indirgenemezliği bilim insanlarını ürkütür ve bu korku bilincin reddedilmesine kadar uzanan sonuçlar doğurur. ancak ontolojik olarak bilincin birinci şahış olması ve bunun tesis edilmesi bilim yapmaya engel değildir.
  • minds, brains and science'i say yayinlari cevirmis (akillar, beyinler ve bilim). 4 tl'ye e-kitap formati da var.
  • isminin "sörl" şeklindeki telaffuzundan gayrı bir tellaffuzunu henüz amerikalılardan bile hiç işitmediğim insan. chinese room düşünce deneyinin yaratıcısı. analitik felsefe tarzında kendine has büyük bir projesi ve sistemi olan ender filozoflardan biri.
  • minds, brains, and science isimli kitabında argümanlarının açıkça doğru olduğunu söyleyerek açıklama yapma gereği hissetmeyen ilginç bilim insanı. "no need to prove, it is obvious"lar havada uçuşmaya başlayınca kitap komik bir hal alır.
  • indirgemecilik karşıtı olarak bilinen searle, meşhur çin odası deneyinde indirgemecilik yapmaktadır. onun bu konudaki argümanları;

    a1. oda içerisindeki kişi her dili çevirebilir.
    b1. oda içerisindeki kişi çince anlamaz.
    ---------------------------------------------------------------
    s1. o halde (çeviri yapmak mümkündür fakat) hiçbir dilde anlama olmaz.

    searle a1 i önceden varsaymaktaydı. b1 ise onun temel iddiasını oluşturmaktadır. varsayımı ve temel iddiası ilişkisi ile ulaştığı sonuç s1 dir. a1, b1 ve s1 ilişkisini yeniden gözden geçirelim: a1 yani her dilde çevirinin yapılabilmesi mümkündür ve bu durum kelimelerin sentaks bakımından (sözdizimsel olarak) sıralanması ile ilgilidir. o halde a1, weak(basit, güçsüz) yapay zeka ile ilgilidir. b1, çince anlamanın mümkün olmadığı çıkarımı ise kelimelerin semantik (anlam) yönü ile ilgilidir. bu çıkarımlar sonrasında searl’ün ulaştığı s1 sonucu; bilinçli bir anlamanın mümkün olmayacağı ile ilgilidir. o halde s1 strong(iddialı, güçlü) yapay zeka ile ilgilidir. burada weak yapay zeka görüşünden hareketle strong yapay zekanın olamayacağı iddiası vardır. searle bu iddia ile strong yapay zekayı weak yapay zekaya indirgemektedir.

    yapay zekanın kara şövalyelerinden biri olarak anılan ne anti-redüksiyonist(indirgemecilik karşıtı) olarak bilinen searle, kendi kazdığı kuyuya düşerken görülmüştür.
  • “her türlü görme "gibi görme"den ibarettir.”
hesabın var mı? giriş yap