• çıkalı neredeyse bir ay oldu heritage, ama ben anca içine girebildim. opeth gibi grupların albümlerini asla, iyice hatmetmeden yorumlayamam. grubun onuncu albümü heritage için bu durumu fazlasıyla yaşadım. neyse, geçte olsa benimde başlık altında yorumum olacak madafaka!!!

    opeth, watershed'i yayınladıktan sonra şöyle bir yorum yapmıştım; mikael akerfeldt bu albümle ya klasik opeth müziğini bırakıp, progressive rock sularına kayacak ya da ghost reveries/watershed arası bir yapıda yoluna devam edecekti. subjektif görüşüm, progressive rock'a doğru kayacağı şeklindeydi. çok ileri görüşlüyümdür böyle gereksiz konularda, haklı çıktım. heritage ile ilgili gelen ilk haber albümün farklı bir tarzda olacağı, brutal vokal ve extreme metal etkileri içermeyeceği şeklindeydi. aslında bu değişim, watershed ile işlenen müzikal yapıdan belliydi. watershed'de brutal vokal azaltılmış, grubun extreme metal yanı rafine edilmişti. heir apparent ve the lotus eater, her ne kadar sert pasajlar içerselerde, albümün kalanında bir yumuşama söz konusuydu. heritage ile ilgili olarak, akerfeldt'in açıklamaları da fazlaca cesurdu. kendisi metal müzikten ve brutal vokalden sıkıldığını, hep heritage gibi bir albüm yapmak istediğini söylüyordu. tabii, "19 yaşımdan beri böyle bir iş yapmak istiyordum." lafları, mikael'in sözlükteki ben altı yaşımdan beri metal dinliyorum lan ekolüne saygısındandır ve tipik traş "bu albümümüz en iyi albümümüzdür." gazlamasıdır.

    akerfeldt'in '70ler sevgisinden, opeth başlığına yazdıklarımda bahsetmiştim. ne ara yaptı da, metal sahnesinden soğuyacak kadar içine daldı, bilinmez ama herif artık tamamen o dönemle ve bulduğu az bilinen gruplarla kafayı sıyırmış. dolayısıyla, heritage tamamen doğal bir sürecin sonucunu gösteriyor. gelecek albümde eski tarza dönüş olur mu, bilinmez ama şu an karşımızda bambaşka bir opeth bulunuyor. progresif müzikleri sevmeyenlerin bu albüme alışması çok zor. progressive rock'a pek yakın olmayan dinleyiciler için de uzun bir alışma süresi gerekebilir.

    akerfeldt'in albüm öncesinde verdiği bir röportajı izlemiştim. kayıtlar sırasında özellikle alice cooper'ı çok dinlediğini söylüyordu.bahsettiği albümler trash ve ya hey stoopid gibi bilinen popüler albümler değildi. pretties for you diyordu, '60lar sonunda yayınlanmış ilk alice cooper albümü yani. adamı meşhur eden işlerle alakasız, psychedelic rock soslu değişik bir albümdür. mikael bahsedince albüme biraz kulak verdim. herifin dediği gibi, heritage'de "ahanda burası tam alice cooper müziği!" dedirtecek birşey çarpmıyor kulaklara ama pretties for you'da yer alan fields of regret ve levity ball şarkılarındaki jam session havası, bana, bikael için bir çıkış noktası sunmuş gibi geldi. aynı kafa, heritage'de var çünkü. bu sebeple albümün ilk dinleyişlerde kopuk, ayrı motiflerin birbirine eklenmiş bir yapı üzerine kurulmuş gibi gelmesini şu an yadırgamıyorum. heritage, gerçekten de zor bir albüm ve derdini anlatmak için defalarca ve dikkatlice dinlenmeyi gerektiriyor. dolayısıyla grubun extreme progressive metal yanını sevenleri de, damnation opethçisini yakalaması da zor. damnation demişken, kağıt üstünde heritage ile benzeşiyor, evet, iki albümde yumuşak tonda, brutal vokal içermiyor ve progressive rock tarzına giriyorlar ama damnation, daha bildiğimiz opeth iken, heritage çok radikal ve farklı bir albüm olarak dikkat çekiyor. bu albüm, bence progressive rock ön bilgisi gerektiriyor, yani kulakların biraz king crimson, camel, magma, eloy, jethro tull gibi öncü gruplara aşina olması gerekiyor. (hava yapmıyorum, ben de prog-rock noob türündenim.) yoksa, nefret etmeniz olası. heritage kesinlikle metal müzik albümü değil, metal adına duyacağınız şeyler biraz deep purple, black sabbath ve rainbow tadında riffler ile sınırlı.

    albümün açılışını heritage adlı, piyanoyla icra edilmiş enstrümental yapıyor. akerfeldt'in dediği gibi direk jan johansson'a selam niteliğinde bir parça olmuş. ardından gelen the devil's orchard, albümün en "eski opeth" olan şarkısı, şeytani tonda hammond orgları, king crimson etkili gitarları ve dur-kalklı yapısıyla dikkat çekiyor. albümdeki en sert şarkı olarakta altını çizmek mümkün. i feel the dark, akustik gitar ve yoğun klavye melodileriyle başlıyor. klavyeler özellikle bu şarkıda fazlaca etkili diyebiliriz, mellotron sesleri özellikle dikkat çekiyor. şarkı, daha ezici ve sert bir yapı izleyem geçiş bölümlerinden sonra, başlangıçtaki akustik gitarları flüt ve piyano destekleriyle tekrar ederek bitiyor. slither, ronnie james dio anısına yazılmış bir parça olarak, kendisinin rainbow dönemine selam ediyor. kill the king'i fazlaca andıran rainbow/deep purple kırması gitar işçiliği ve yüksek temposuyla, albümün sert parçaları arasına giriyor ve şarkıyla aynı tonda ve duyguda bir akustik kısımla bitiyor. nepenthe, jazz fusion tadında sakin davullar ve minimal gitar nameleriyle başlayıp, ardından tempolu sololarla şaşırtıyor. arka planda işleyen klavyeler ve akerfeldt'in sakin vokalleri atmosferi tamamlıyor. oldukça deneysel bir şarkı ve martin axenrot özellikle öne çıkıyor. häxprocess albümdeki favori şarkım diyebilirim. oldukça karanlık, bir o kadar da dingin bir havası var. etkileyici akustik pasajlar ve arka planda şarkıya nitelik ekleyen bas ve klavyeler, temponun yükselmesiyle de aynı uyumda devam ediyorlar. albümdeki bas ve davul uyumunu en çok one çıkartan parçalardan birisi olmuş. son iki dakikadaki andrew latimer'i andıran bir tavırla çalınmış duygu dolu solo ise mükemmel...famine, alex acuna'nın perküsyon desteği sayesinde oldukça etnik tınılarla açılıyor. ardından giren klavyeler ile akerfeldt'in vokalleri, king crimson-vari bir gelişmeyle devam ediyor. dördüncü dakikada, akerfeldt'in bayağı farklı vokallerine tanıklık ediyoruz. şarkının atmosferi, beşinci dakikaya doğru kararıyor ve jethro tull tadında tekinsiz flütler ve klavyeler ile desteklenmiş ezici riffler, vintage piyano nameleri ile son buluyor. the lines in my hand, martin mendez'in bas solosuyla opeth adına bir ilke sahne oluyor ve axenrot'un groovy baterileriyle de dikkat çekiyor. yine melodik geçişlerle şarkının atmosferi değişiyor ve müzik sertleşiyor. şarkının son bir dakikasındaki yüksek tempo, albümün zirvelerinden diyebilirim. akerfeldt'in hoş vokalleri, axenrot'un coşuk baterileri ve sert rifflerle desteklenmiş ve leziz olmuş. folklore, sakin gitar nameleriyle açılıyor, akerfeldt'in vokallerini , black sabbath'ın planet caravan'ı gibi işlenmiş olması '70ler hissiyatına tekrar vurgu yapan elementlerden biri oluyor. yine şarkının havasının, kararan tonlarla değiştiği ve daha pesimistleştiğini görüyoruz ortalara doğru ve şarkı, sert riffler, yoğun baslar ve gotik klavye nameleriyle güzel bir son buluyor. son şarkı marrow of the earth ise, yine akıllara camel'i getiren sakin ve melankolik akustik gitarları ile albüme nokta koyuyor.

    albümde en çok öne çıkan nokta, detayların fazla oluşu. eski opeth müzikalitesine göre daha gösterişsiz gelen bu ses duvarı, dikkatli dinledikçe kendisini gösteriyor. eski opeth albümleri, sert ve yavaş arasında sürekli kontrast yakaladığından, aradaki farklari ve dolayısıyla fikirleri yakalamak daha kolaydı. heritage, kontrasta değil, kopuk görünen bir bütünlüğe dayandığından, dinleyiciyi zorluyor. şu noktada, benim dikkatimi çeken, opeth'in ilk defa martin mendez'i bu kadar etkin kullanmış olmasıdır. bas partisyonlarının miksajda yeterli tona ulaşmasının etkisiyle, mendez'in şarkılara verdiği yön vurgulanmış. martin axenrot'un ise, watershed'e oranla -güncel opeth müziğine bakarak söylüyorum- kendisini fazlaca geliştirmiş olması, baterilerini renklendirmiş ve şarkılara fazlaca nitelik katmış. albümdeki davul/bas uyumu bana le orme'un felona e sorona albümünü anımsattı. akerfeldt, albümden etkilenmiş midir, bilmem ama o albümde de korkunç bir bas/davul bütünlüğü vardı. heritage'de aynı tadı veriyor. per wiberg'in de gider ayak çok iyi bir iş çıkarttığını belirtmek gerek. hammond org, mellotron, piyano vs... derken birçok dokunmalı sesinden faydalanmış ve şarkılari süsleyecek geniş bir spektrum yakalamış. akerfeldt ve fredrik akesson, yine bütünlüğe oynayan çeşitli gitar kullanımlarıyla, albümün omurgasını oluşturmuşlar. fakat, dediğim gibi albümü taşıyan asıl üçlü bas, gitar ve bateri olmuş. akerfeldt, herhalde gitar temelli müziğini bu albümde daha bir dengeli sound içine oturtmak istemiş.

    sonuç itibariyle, heritage, watershed'den sonra yeni bir adımın temelini oluşturan bir albüm. geçiş albümü olduğu denemez, zira o evre, damnation'dan beri alıştıra alıştıra verildi. heritage, asıl gereken adımdı ve atıldı. akerfeldt, eski müziğine döner mi, bilemeyiz zira bu aralar o donemiyle ilgili pek hoş laflar etmiyor -ayıp ediyor-, heritage turnesinde şu ana kadar tek bir brutal vokalli şarkının çalınmaması da bu durumu destekliyor. bana büyük ihtimalle heritage ayarında devam edecek gibi geliyor. hayırlısı diyelim, bol bol progressive rock dinleyelim. beni sana puanım sehiz kanka.
  • progressive müzikle pek içli dışlı bir insan değilim. nu metal vb. saçmalıklar hariç metal müzikte pek tür ayırt etmem. elimden geldiğince yeni albümler,gruplar keşfetmeyi severim. neyse konumuza dönersek camel'ın rajaz albümü benim için ayrı bir yere sahiptir(döndüğüm konuya gel). heritage albümünü dinlerken sürekli aklıma camel geliyor gibi oldu. tabi bunda akerfeldt'in bir camel hayranı olmasının etkisi büyük.

    opeth en sevdiğim grupların başında geliyor belki de en tepesinde. bence farklı şeyler denemek güzeldir. ayrıca progressive tarzını da görmüş olduk opeth'in güzel de olmuş iyi ki yapmışlar.

    orchid albümü tarzında mı olsun istiyorsunuz açın orchid dinleyin. aynı şekilde morningrise. yüzlerce,binlerce kez dinlense sıkmayacak hatta yeni şeyler keşfedilecek albümler. böyle güzel şeyler yapan grupları belli bir kalıba sokmanın alemi yok. albümü sevmezsen bu grubun suçu değil. dinlemezsin olur biter.

    heritage çok çok iyi bir albüm olmuş ve sindirdikçe daha çok seveceğime inanıyorum.
  • albüm günlükleri;

    albüm boyunca yinelenen yegane şeyler kar ve soğuk kelimeleri, onlar dışında "neredeyse" her parça apayrı, hepsi bambaşka. albüm herhangi bir şeye bağlı değil, tamamen kendi sound'una hakim. janr barajına takılmamış ve tamamen özgür bir albüm olmuş. sırf bundan dolayı dahi tebrik edilesi. famine'deyim ve o kadar farklı atmosferlere, sound'lara yıkıldı ki albüm, takip edemiyorum. işbu giri sürekli güncellenme potansiyeli taşımaktadır.

    edit #1: cidden çok ilginç kafalar yaşatıyor, famine'in sonu itibarıyla. flütler, elektronik aranjmanlar, klavye, davullar derken, enstrüman sayısı da aldı başını gitti. steven wilson'ın dokunuşu bizzat hissedilebiliyor albümde. davul tonlarında, klavyenin kullanılışında, basların yoğunluğunda, parçanın arkasından yükselen ambient ışımalarından hissedilebiliyor. albüm çok fazla tartışma yaratacak, sevmeyeni çok fazla olacak, burası kesin. fakat, deneyselliği dahi her şeyden önce takdir edilesi. janrlara 9-11 halı saha maçı yaptırmış mikael, akabinde hepsini eve yollamış.

    her sanatçı son çıkaracağı albüme "bu en iyi albümümüz der" ve bunda genelde samimi olmaz, ama bu sefer bir istisna olmuş galiba. mikael'in diğer albümleri neden görmezden gelip, direkt olarak buna "en iyi albümümüz" demesini anlıyorum. insurgentes'in belgeselinde söylediği ve müziğin klişeye doğru yürüdüğü minvalinde verdiği demeçleri de göz önünde bulundurarak, bu albümün "neden" böyle olduğunu anlıyorum.

    edit #2: folklore'un sonundaki gitar solosu "beni mikael yazdı" diye ağlıyor. folklore bir bütün olarak epik bir parça olmuş. notlara eklensin.
  • bir şeyler zırvalamaya çalışacam bu albümle ilgili;

    daha önce de ifade ettim belki, heritage mikael akerfeldt'in "bu sefer farklı bir şeyler yaptık"larından farklı olarak, gerçekten "farklı" bir albüm.
    opeth'in tüm albümlerine bakarsanız ilk defa diğerlerinden farklı bir albümle karşı karşıya kaldığımızı görürsünüz. bu demek değil ki bu opeth değil.

    bu albümün gelmesinde mikael akerfeldt'in ilk defa bunu yapacak gücü kendinde bulması yatıyor belki de.
    kendisini biraz takip eden insanlar ne kadar death metal piyasasına uzak bir bünye olduğunu, 60'lar sonu 70'lerde yaşadığını ve tam bir plak koleksiyoncusu olduğunu bilir.
    bu "eski kafalı" kişi belki de ilk defa kendi istediğini yaptı bu albümde.

    mikael akerfeldt'in yaşlanması ile birlikte eskiden yaptığı kompleks müzikten gittikçe uzaklaştığını ve müziği basite indirgemeye çalıştığını görüyoruz. kendisi de eğer düzgün bir röportaj yakalarsa bunu ifade ediyor.
    bu arzu ettiği basit, ayakları yere basan ve sentetik olmayan müziği ancak geleneklerine, özüne dönerek yapacağını düşünmüş ki albümün ismi haritage ve jan johansson da esin kaynağı.kendisine saygılarını heritage parçasında iletmiş zaten.

    parçalar üzerine uzun uzun yazamayacağım çünkü hepsi birbirinden güzel ama haxprocess ve famine peş peşe çok ağır geliyor belirtmem lazım.

    şahıslar üzerine durmam gerekirse, şimdiye kadar hep mesafe ile yaklaştığım ve açıkca beğenmediğim martin axenrot'un "olduğu" albüm diyebilirim bu albüm için.
    martin lopez benim için her zaman çok özel bir davulcuydu ve yeri dolmayacağını düşünüyordum, mutlulukla söyleyebilirim ki yanılmışım.
    bunda da akerfeldt'in parmağı var. kendisi davullar konusuna baya kafa yoran birisi ve ne istediğini biliyor.

    martin mendez'in hep sakin ve arka planda duran birisi olduğunu biliyoruz ama bu sefer skerim diyerek yardırmış tek kelime ile.
    aynı şekilde klavyeler de mükemmel. zaten bu albümde en az önde olan şey gitardır sanırım.

    ve mikael akerfeldt'e ayrı parantez açmak lazım; vokal konusunda bu noktaya geleceğini düşünemezdim.
    eski opeth'i de seven birisi olarak şunu diyebilirim ki bir daha brutal vokal yapmasın kardeşim, gerçekten yazık ediyor sesine. zaten kendisi de artık brutal vokal'ini geliştiremediğini ve yapmak istemediğini belirtti. iyi yapar.

    son olarak umarım opeth şimdiye kadar yaptığı gibi inandığı yolda ve istediği müziği yapmaya devam eder. teşekkürler bu güzel albüm için.
  • daha once bu albumu yerden yere vurmustum. (bkz: #27417155). ancak uzerinden henuz bes ay gecmisken muptelasi oldum resmen. sabah aksam heritage dinliyorum. tamamdir mikael efendi sen kazandin. (bkz: haydi durma kutla bu zafer senin)

    edit: önceden yazdığım entry linki
  • mikael akerfeldt bu albüm için önce watershed sertliğinde iki şarkı yapar. (porcelain heart sertliğinde mi yoksa heir apparent sertliğinde mi bilemiyoruz tabi)

    heritage için yarattığı bu iki şarkının da güzel olduğunu kendisi özellikle belirtir.

    sonra bu iki şarkıyı martin mendez'e dinletir. mendez, "yapacağın işi sikeyim mikael'ciğim, eğer yeni albüm böyle olacaksa bu benim için gerçekten büyük bir hayal kırıklığı olacak" der. (akerfeldt bunu anlatırken harika bir mendez taklidi yapar) akerfeldt de cevap olarak: "siktir git çok biliyorsan kendin yap mına kodumun çocuğu" der.

    der ama mendez'den beklediği yanıt aslında tam olarak budur ve mendez'in bu yanıtı akerfeldt'i kendi isteği doğrultusunda hareket etmesi için cesaretlendirir ve hepimizin bildiği heritage ortaya çıkar.

    akerfeldt'in heritage için yarattığı o iki "sert" şarkıya ne mi oldu? tamamen silmiş disk'ten. ulan insan siler mi hiç? senin yerinde lars ulrich olsa, "beyond the watershed" diye piyasaya sürerdi.

    neyse olan olmuş ve sonuçta biz geleneksel anlamda olmasa da sert opeth şarkılarına kavuştuk. (haxprocess gibi folklore gibi)

    bu arada mikael bazı konserlerde bu grubun adı "martin mendez band" der ya pek de haksız değilmiş aslında.
  • mikael akerfeldt'in bir müzik dehası olduğunu ortaya koymuştur bu albüm. hiç bir tarza hiç bir kalıba sığdıramazsınız.
  • şimdilik bu senenin en çok beklenen albümü benim için.her opeth albümünde olduğu gibi..

    materyalleri arttırmak amacı ile parça listesini verelim:

    01. heritage
    02. the devil's orchard
    03. i feel the dark
    04. slither
    05. nepenthe
    06. haxprocess
    07. famine
    08. the lines in my hand
    09. folklore
    10. marrow of the earth

    parça sayısı güzel,isimler normal opeth tarzına göre basit görünüyor ama opeth bu kötü bir albüm yapacaklarına imkan vermiyorum.the devil’s orchard ilk video ve single olacakmış.

    bu arada mikael akerfeldt albüm ile ilgili şunları demiş:

    "it will be our 10th album/observation. i dig it; we all do. in fact, it feels like i've been building up to write for and participate on an album like this since i was 19."
    "it's quite intense at times in some 'old' murky way, and quite beautiful and stark at times, if i may say so myself. it's obvious i'm going to say nice things about it since i wrote basically the whole piece,
    but i guess it will raise a few eyebrows and it certainly is an acquired taste. i think you'll need a slightly deeper understanding of our music as a whole to be able to appreciate this record.
    i've realized my influences for this album are so diverse that i can't really say what it sounds like. if i can compare it to any other band, it would have to be opeth,
    but it's different from the stuff we've done before. i've listened a lot to alice cooper for the last year, yet i can't say it sounds like 'no more mr. nice guy.' i hope you'll like it once you hear it."
  • morningrise'ı sevenlerin pek hoşlaşmayacağı opeth albümü. zaten ben de en sevdiği opeth albümü morningrise, orchid olanı pek anlamam. tek kelimeyle kötüdür çünkü. mikael kendisi de çok kere söylemiş, hatta lamentations'da bu albümlerin bazı bölümlerine katlanamıyorum demiştir(suratındaki ifade görülmeye değer).

    pek tabi bu albümler opeth'in müziğinin temellerini oluştursa da yavandır, şarkıların matematiği problemlidir; kayıtlara girmiyorum bile. opeth death metal kısmında sounddan tutun da kompozisyonlara kadar tepe noktayı blackwater park'ta görmüştür zaten, parça parça da heritage'a doğru evrilmiştir.

    ilk birkaç sefer dinlemekte zorlansam da giderek hayranlığım arttı albüme. stockholm sendromu yoksa eğer, steven wilson etkisiyle çok iyi planlanmış bir albüm olduğu kanaatindeyim. bazı riffler başlarda zorlama gelmişti ama albümle biraz zaman geçirince her şey yerli yerine oturuyor. akustik partların sık tekrarı eleştirilmiş ama tekrar belki de en opethvari şeylerden biridir, aynı riff çok kez tekrarlanır. bu albümde en çok hoşuma giden şeylerden biri de vokaller. özellikle üzerine düşülmüş gibi. kadife sesli mikael'in vokalinin sınırlarını görmek açısından da başarılı bir iş çıkarılmış bana göre.

    ben çok beğendim albümü. en başta da death metal'den ziyade progresif müzik seven biri olmamdan kaynaklanıyor olabilir. camel, king crimson, rush, porcupine tree gibi grupları sevenlerin keyifle dinleyeceği bir albüm olmuş.

    pek fazla da takılmamak gerek; opeth kendi müziğini yapan orijinal gruplardan biriydi, bundan sonra da öyle olacaktır. mikael'in müzik zekasından şüphelenen taş olur taş.
  • herkes her şeyi beğenmek zorunda değildir, beğenmediği bir şeyi beğenmiş gibi görünmek de kişiliğe kalan bir şey. her neyse konuya tanım ile gireyim: opeth'i kronolojik anlamda ikiye ayıran albümdür: heritage öncesi ve heritage sonrası.

    grup, heritage öncesinde de kendi gidişatında bazı değişimler geçirdi, damnation gibi. watershed dinlerken bir morningrise, bir still life duyamıyorduk. ama yine bu opeth idi, hissetiriyordu. örneğin, ending credits ve demon of the fall veya the drapery falls ile face of melinda.bunların hepsini, birbirlerinden farklı da olsa opeth parçası olarak hissedersiniz. fakat heritage böyle değil.

    evet, progressive anlamda güzel bir albüm olabilir. ama açıkçası opeth'i hissettirmiyor. opeth'den uzak, eksik bir albüm. sanki çok şey kopmuş, gitmiş. yazılanlardan, konuşulanlardan dolayı farklı bir şeyler bekleniyordu ama bu kadarı da değil. mutasyon geçirmiş bir opeth albümü karşımızda. bildiğimiz opeth değil de sanki mikael akerfeldt'in egosunu tatmin edeceği deneysel başka bir çalışma. zaten de böyle.

    olayın zamanla buna dönüşeceğini damnation'dan belli ettiler, watershed'de biraz daha gösterdiler ama bu seferki aşama çok şiddetli olmuş. ne bir düşüş, ne bir yükseliş, olayı başka bir boyuta taşımışlar.

    opeth konserine tekrar gidecek olursam playlist'ten emin olmadan gitmem sanırım. konser albümü gibi değil, canlı canlı coşturacak, havaya sokacak bir unsur yok.

    şu 70'ler ayağı sözlerine bir şey demiyorum.

    mikael kendini bunlarla tatmin ede duracaksa ve grup bu şekilde devam edecekse fredrik akesson gruptan ayrılır. gerçi o da 40 yaşına geldi, olgun takılıcam ben bundan sonra diyor mu bilemeyiz. opeth hakkında bir gün böyle şeyler yazacağım aklımın ucundan dahi geçmezdi.
hesabın var mı? giriş yap