• ferit edgü'nün o adlı romanın daha bilindik ismi. tabi bu da ilgili kitaptan uyarlanan filmin başarısının bir sonucu. zira "o" başlığına baktım, sadece tek bir entry var romanla ilgili. bu nedenle ben de roman hakkındaki görüşlerimi bu başlığa yazmaya karar verdim.

    şöyle özetleyebilirim, okuduğum en sıradışı romanlardan biri. nedenleri:

    -toplumsal gerçekçilik etkisinde çok roman okuduk: kuyucaklı yusuf (sabahttin ali), ince memed (yaşar kemal), dağın öte yüzü üçlemesi (yaşar kemal)

    -büyülü gerçekçi : yüzyıllık yalnızlık (gabriel garcia marquez), pedro paramo (juan rulfo), sevgili arsız ölüm (latife tekin)

    -aşırı gerçekçi (naturalist) : germinal (emile zola), gazap üzümleri (john steinbeck), vahşetin çağrısı (jack london)

    ama şiirsel gerçekçi tek bir roman bile okuduğumu hatırlamıyorum. hatta böyle bir tanımlama edebiyatta var mı emin bile değilim. sinemada var biliyoruz, mesela marcel carnenin cennetin çocukları adlı 1945 yapımı filmi. ama şiirsel gerçekçi bir romana hiç denk gelmemiştim. bu ilk oldu. ne güzel oldu.

    tabi roman sadece bu yönüyle değil, kullandığı deneysel yöntemler ile de beni çok etkiledi. arada bir değişen anlatıcı pozisyonu; yerinde ve ölçüsünde flashbackler; zaman kipleri açısından zenginlik; öykü, şiir, mektup, dilekçe gibi türler üstü başarılı bir kolaj; ustaca kurgulanmış metafiction gibi daha birçok yönüyle oldukça etkileyici bir roman.
    romandan uyarlanan erden kıral filmini ise kitabını henüz bitirdiğimden izleyememiştim. onu da izledikten sonra film hakkında gerekirse ekstra yorum yapılabilir. romanda hoşuma giden birkaç cümleyle bitirelim:

    - "o an bir bomba olup patlamak istedim"

    - " ey yolcu, bir gün yolunu yitirirsen eğer, artık eski yolunu bulmaya çalışma. yeni bir yol bul kendine"

    - "mutluluk soruların bittiği yerde olmalı"

    - "ey ölüm, sen yaşamın bir parçasısın, kabul. ama son parçası!"

    - " kırık bir aynayım artık
    görüntünü nereye sakladın"
  • abidin dino'nun ferit edgü'ye 7.1.77 tarihli mektubundan:

    ferit can,

    mektubunu okuyunca istanbul'un şavkı vurdu içime! hasretlerimi ayaklandırdın, sevindirdin.

    mektubunu aldım, evet. labirentten çıkmış değiliz daha, pek yakın günlerde, ak koyun kara koyun bel'olur.
    labirent dedim de kitabını anımsadım. onunla uzun arkadaşlık ettim, azar azar okudum, okudukça sevdim. bir zamanlar -mecitözü sürgününde kış kıyamet depremlerinde, yitikliğinde- tattığım duyguları ansıdım yeniden.
    alabildiğine toprak ve kaya boyutları içinde, denizle ilgili imgelerin kitap boyunca sürdürdüğün çağrışımlar, çift yaşam yöntemin bana hiç yanancı gelmedi. karaya vurmuş yalı çocuğu sayılırız sen de ben de. ömrümüzün bir parçası ile aynı şeyleri yaşadık az çok. bir bakıma kitabın bir anti-makal ya da daha doğrusu makal-ötesi. gurbeti ister istemez kentli aydınlar olarak yaşadık fakat yakup kadri'nin yaban'ı gibi değil. peşin biliyorduk -az çok biliyorduk- nereye gittiğimizi, nerden gittiğimizi, neyin nasıl değişebileceğini. ne var ki bilgi ile duygu ya da deney arasındaki ayrıcalık, başkalık yaşanmaya değer.
    bürokrasi, az gelişmişlik, ölüm, dostluk, insanın bulunduğu yöre...bunun tadına varmak lâzımdı yeni baştan, kitabın bana bunu sağladı, acımtırak.

    belki kitabın en ilginç yönü -benim için- halit'le yazarın ilişkisi, gerilimli acayip arkadaşlığı. beni saran ve sarsan sürü ile parça var, bölüm var, örneğin ayışığında yazılan bir mektup yani gerçeğin alışılmadık bir fotoğrafı. hiç sezdirmeden canına okuyorsun insanın.

    yaşar kemal geçenlerde paris'ten geçti, ona kitabından parçalar okudum, benim kadar tadına vardı, belki de biraz şaşırdı,gerçekten çok sevdi. aslında hepimiz birden, anlatılması neredeyse olanaksız o anadolu gerçeği karşısında apışıp kalıyoruz. ne sözcük ne renk ne biçim ne ses yetiyor, ne idüğü belirsiz bir varlık karşısındayız, cıvadan beter kaygan.

    çekimser olduğum bir nokta, kitabı şiir dizelerine benzer bir istif içinde yazmış olman. kimi sözcükleri, tümceleri birbirinden ayırmak, uzaklaştırmak gerekiyordu besbelli. gerçi birkaç kez okuduğum kitabına olduğu gibi alıştım gayrı. dil enfes. düzyazımızda eksik olan bir boyut. sürü ile sorun var konuşulacak, kitabından yola çıkarak.
    (...)

    hasretle.
  • sayfa 12'den alıntı yapmak gerekirse;

    kafka, karabasanlarında gördü belki seni, ama adlandıramadı
    (ya da girmedin onun düşlerine)
    bilseydi, senin gibi bir yer var yeryüzünde
    en korkunç kitabın konusu sen olurdun.
    tolstoy bilseydi seni
    soyluluğundan bin beter utanırdı.
    ve kimbilir belki yazarlığında
    -şimdi benim utandığım gibi-
    avvakum bilseydi yakınında senin gibi bir kent olduğunu,
    kafkasları aşıp çile çekmeye sana gelir,
    senin mağaralarında yaşardı.
    dostoyevski sürülseydi sana
    yer üstünden notlar'ı yazardı
    ya da suç ve suç'u...
  • kac yilinde almanyada video kaset olarak piyasaya surulmustur, toplam kac tane üretilmistir, bunlarin kac tanesi satilmistir, alanlardan hangisi elindekini dijital ortama aktarmayi düsünmüstür, kim bunu google videoya yuklemeyi akil etmistir ve son olarak kac kisi google videoda filmi aratmayi dusunmustur bilinmez ama türk sinemasinin en degerli kutsal kaselerinden biri olan bu film su linkten izlenebilmektedir.

    http://video.google.com/…docid=-7555713975640165009
  • '' (...)

    8. tanri'ya olan inancini yitirdinse insanlara inan. tanri'ya güvenin yoksa, insanlara güven.
    (kendime de güveneyim mi?)

    9. basina ne gelirse gelsin, nerde olursan ol yasamini sürdürmeyi bil.
    (aslolan yalnizca bu mu?)

    10. gereksiz sorular sorma.
    (mutluluk sorularin bittigi yerde basliyor öyle mi?)*
    .
    .
    .
    - biz çildirirsak burdakiler ne yapsin?
    - biz dedigin kim? burda yalnizsin.
    .
    .
    .
    - .. ve bir gün, bir baska sabah, düzlükte bulacaksin kendini, hadi.
    - ama ben kendimi bir düzlükte bulmak istemiyorum ki!
    - bagirma. bagirma! bir düzlükte bulmayacaksin kendini, bir büzükte bulacaksin.
    .
    .
    .
    sende, gurbette duymustum kendimi, kentim hak.
    senden uzakta yasadim gerçek gurbeti.
    .
    .
    .
    yazdin bakanliga, yazdin valiye
    ne yazar?
    .
    .
    .
    ölüleri de asilayacak misiniz?
    .
    .
    .
    tanri'ya inansa, sabahtan aksama, aksamdan sabaha oturup yakaracak : ölmesin bebeler... koru onlari tanrim!
    tanri'ya inanmadigina, inanamadigina yakiniyor.
    .
    .
    .
    tanrim, varolmayan tanrim, kime yakaracagim?
    .
    .
    .
    alaaddin geliyor. gece.

    hoca benim kardes hasta, diyor.
    nesi var? diyorum.
    atesi var çok, diyor. ölecek.
    ilaç vereyim mi? diyorum.
    hayir portakal ver, diyor.
    portakal yememistir hiç.
    .
    .
    .
    hadi çocuklar,dersimiz oyun. disari çikalim. hep birlikte bir kardan adam yapalim. burnuna koyacagimiz havuç yok, ama bir tezek parçasi koyariz. göz olarak koyacagimiz kara zeytinlerimiz yok, ne yapalim biz de gözlerini oyariz. eline verecegimiz süpürge yok, ama bir çifte veririz. dergilerdeki kardan adamlara benzemeyecek ama aldirmayin, bizim kardan adamimiz da böyle olur, deriz soranlara. soran olursa.''
  • kopkoyu.. hayatının erken dönemlerinden birinde askerlik yerine sayılan bir öğretmenlik hayatını hakkari de geçirmiş olan ferit edgü nün yaşadıklarını, yabancılaşmayı ve hakkari sevgisini anlatan başyapıtı..

    hakkari ye nasıl ve ne zamanda geldiğinin bile farkında olmayan bir öğretmen hikayesi.. dilini bilmediği yoksul çocuklara farklı bir dilde ilim öğretme çabası..yanlızlık..kar..çamur..yokluk..otlu peynir.. kopkoyu bir köy hayatı.. aslında yalnız ca kelimelerle anlatılması gereken bir eserdir bu kutsal kitap..süryani sahafın ferit edgü nün eline tutuşturduğu on kitabın bir özetidir bu kutsal kitap.. ama anlamaya çalışmak ne kadar geçerli bir çabadır bilinmez..

    edgü nün dediği gibi: bu kitapta yazılı olanları anlamakta güçlük çekebilirsin..çünkü anlamak ortak bir dil gerektirir..ortak dil ise ortak yaşam/ortak bilgi/ortak birikim/ortak düş kimi yerde, ortak düşüş demektir..ama diyebilirsin ki bana yabancı olanı arıyorum ben..öyleyse yolun açık olsun..ama gene de bu kitabı okuken elinin altında, büyük gezginlerin sözlükleri, andaçları bulunsun derim..
  • kimi eleştirmenler, filmi yarı belgesel türüne yakın görse de, doğa-insan-kültür, işte artık başa musallat ne varsa, arasındaki ilişkileri anlatan gerçekçi bir dramdır da keza..

    ferit edgü'nün o adlı romanından uyarlanıp, erden kıral tarafından çekilen filmde; fransız tedrisatından geçmiş bir entelektüel olan genco erkal; askerliğini öğretmen olarak hakkari'nin bir kazasında ifa etmek durumunda kalınca, hiç bilmediği kimi gerçeklerle yüzyüze gelir..

    eh malum, gelsin çatışma, gitsin kafaya inen balyozdur bundan sonrası da.. ayrıca, genco bey pek sağlam oturmuş filme, demeden edemedim..
  • bu şiir gibi filmi izledikten sonra kitabı edinip bir an önce okuma isteği ile yanıp tutuşmak normal heralde...
    öğretmen batıdan gelendir ama medeniyet getirmemeyi tercih edendir, oranin gerçekliğini kabul edendir...giderayak yaptığı konuşma da şahanedir..

    --- spoiler ---

    öğrettiklerimi unutun
    dünya dönüyor evet ama bu dağ başında dönmemesini bilmek daha doğrudur
    size hayat bilgisi dersleri verdim ama siz hayatın gerçek bilgisini kendiniz burda bu dağ başındaki köyünüzde
    sonra uzak kentlerdeki askerliğinizde, mahpusluklarınızda oğreneceksiniz
    benim için doğru olan sizin için doğru değildir
    benim için gerçek olan sizin için gerçek değildir
    öğrettiklerimin çoğu böyleyse bağışlayın beni
    çünkü ben başka bir yerden geliyorum
    karların erimesiyle de gidiyorum işte

    --- spoiler ---
  • "yolcu, bir gün yolunu yitirirsen, artık eski yolunu bulmaya çalışma, yeni bir yol ara kendine."

    cümlesiyle yeniden sorular sorduran roman.
  • o/hakkâri’de bir mevsim bugün yazılabilir miydi? ya da yazılsa nasıl olurdu?

    "hayır, yazılamazdı. çok insan, başta yazarı çok acı çekerdi. çünkü, hakkari’de bir mevsim’i yazmak için orada olmak gerekirdi. bugünkü koşullarda, benim de, bir başka yazarın da orada olması söz konusu olmazdı. olsa bile, yaşayacakları, sanırım benim yaşadıklarımla karşılaştırılamayacak derecede acı, dramatik olurdu."

    "bizim kuşağın anadolu ile yakın bir ilişkisi yoktu. bizim ilişkimiz dünya ve türkiye ileydi. sosyalist ya da kapitalist ülkelerdeki yalnız sanat, edebiyat oluşumları değil, aynı zamanda politik yaşamları da bizim ilgi odağımızı oluşturuyordu. cezayir’in bağımsızlık savaşı, vietnam savaşı, üçüncü dünya savaşının sorunları ve tabii ki türkiye. anadolu, bizler için, içinde yaşamadığımız türkiye gerçeğiydi. bu konudaki boşluğu, köy enstitülü yazarlar, yaşar kemal, orhan kemal, samim kocagöz vb. dolduruyordu. tip’in kurulması, birçoğumuzun tip’in içinde yer almamız, bu durumu biraz değiştirdi. yedek subay öğretmenlik benim gibi birçoğumuzu ilk kez “anadolu gerçeği”yle karşı karşıya getirdi. ama ne kadar? çoğu kez anadolu’yu bir bütün olarak gördük. oysa anadolu’da onlarca anadolu var. karadeniz’in insanlarının, orta anadolu’nun insanlarıyla ne kadar ortak noktası var? dahası, doğu, güneydoğu anadolu’nun, marmara, ege, trakya ile? kısaca söylemem gerekirse, ben ulusal bir edebiyatımızın varolduğu kanısında da değilim."
hesabın var mı? giriş yap