• otuzlu yillarda fransiz siirsel gerceklik akiminin bir parcasi olan yonetmen.
  • 20. uluslararası istanbul film festivalinde bir çok filmini görme şansına sahip olduğumuz yönetmen.
  • 1909 paris doğumludur. neo-realizm denen akımın yönetmenleri üzerinde etkili olan karanlık ve şiirsel bir sinema stilinin yaratıcısı. les enfants du paradis adlı filmi carne'nin başyapıtı sayılmaktadır.

    bir marangozun oğlu olarak doğdu, yönetmenliğe geçmeden önce sigorta acenteliği ve film teknisyenliği gibi işlerde çalıştı. ilk filmini henüz yirmi yaşındayken ödünç olarak aldığı bir kamerayla çekti (bu ilk filmi bir kısa metrajdı). yedi senelik çabaları sonucunda 1936'da ilk uzun metrajını çekmeyi başardı ve bu macera 1977'de çektiği 'la bible'a dek sürdü. yaklaşık elli senelik sinema kariyerinin ardından inzivaya çekilen marcel, 1996'da vefat etti. elimdeki kitapta üç kelimeyle şöyle özetlemişler carne'yi: ''şiirsel realizmin öncüsü''.
  • fransız sinema tarihinde ortaya çıkan birçok harekete destek vermiş, filmografisi birbirinin benzeri olmayan filmlerle dolu büyük yönetmen.

    özellikle tüm dünya sinemacıları yeni dalgacılara sırt dönerken, marcel carne sahip çıkmıştır

    (bkz: le quai des brumes)
  • sinemaya jacques feyder ve rene clair'in asistanlığını yaparak başlamış ve sonrasında edebiyatçı jacques prevert ile birlikte yaptığı çalışmalarla şairane gerçekçilik akımının önemli iki filmine imza atmıştır.

    (bkz: le quai des brumes) ve (bkz: le jour se lève)
  • "filmin* alman işgali sırasında paris'te çekildiğini de bilmiyordu, arletty'nin bir alman subayıyla aşk yaşadığı için savaşın sonunda başının derde girdiğini de bilmiyordu, yazar jacques prevert ile yönetmen marcel carne'nin 1930'larda ve 40'larda birkaç filmde birlikte çalıştıklarını da, eleştirmenlerin şiirsel gerçekçilik diye adlandırdığı şeyin onların buluşu olduğunu da bilmiyordu." paul auster - 4 3 2 1
  • fransız yönetmen. aynı zamanda fransız şiirsel gerçekçilik sinema akımı için "toplumsal fantastik" tanımını kullanmıştır. sisler rıhtımı filmi ise bu akımın en ünlü filmidir.
  • fransız sineması üzerinde derin bir etki bırakan carne'nin en iyi filmleri ikinci dünya savaşı'nın hemen öncesi ve bitimine kadar geçen süreci kapsar ki paris işgal altındayken dahi sinemanın ve sanatın gücüne olan inancını hiç kaybetmemiştir:

    "savaşmak film çekmeye devam etmekti. silahlarla kaybettiğini ruhla yeniden kazanmaktı."

    marcel carne / otobiyografisi la vie a belles dents
  • şiirsel gerçekçiliğin doğrudan kurucusu olmasa da en kökten temsilcisi olarak kabul edilen ve fransız sinema tarihinin en etkileyici filmlerinden kimilerini biz fanilerin dünyasına kazandırmış olan yönetmen.

    bir filmde ya da eserde şiirsel/şairane bir dilin hâkim olduğundan bahsettiğimizde söz konusu yapımın salt romantizmden oluştuğu gibi bir yanılgıya düşme eğilimi de gösteriyoruz. marcel carné ise bu konuda ne kadar yanıldığımızı gözler önüne serebilen bir yönetmen. nitekim onun filmlerindeki romantizm, mutlu bir romantizm değil; aksine gerçeğin kendisiyle bezeli bir romantizm oluyor. dolayısıyla onun yapımlarında kötümser bir hava/yazgısal bir çizgiye rastlamak kaçınılmaz olduğu gibi (her ne kadar en sevdiğim yönetmenlerden birisi olan çağdaşı jean cocteau'dan bu yönden ayrılsa da) filmlerinin büyücülüğüne en büyük katkıyı da bu yaklaşımı yapıyor.

    marcel carné'nin filmlerinin etkileyiciliğinden bahsetmişken jacques prévert'ten bahsetmemek çok büyük bir haksızlık olurdu. nitekim yönetmenin beyaz perdede yaratmak istediği o karamsal ama şairane havaya en büyük katkıyı edebi kimliğinden aldığı güçle yazdığı senaryolar sayesinde jacques prévert yapıyor. öyle ki carne'ye yabancı olup da bir fikir edinmek isteyene en güzel kılavuzu da prevert'in şiirleri yapabilir.

    minik bir örnek iliştirelim şu köşeye:

    "korkmazdı kimseden
    ya da hiçbir şeyden
    fakat bir sabah güzel bir sabah
    bir şey gördüğüne inandı
    ama bir şey yok dedi
    ve haklıydı
    hiç şüphe duymadığı mantığıyla
    bir şey yoktu
    fakat sabah aynı sabah
    birisini duyduğuna inandı
    ve açtı kapıyı
    ve kapattı kimse yok diyerek
    ve haklıydı
    hiç şüphe duymadığı mantığıyla
    kimse yoktu
    aniden bir korkuya kapıldı
    ve anladı ki yalnızdı
    ama yapayalnız da değil
    yaşıyordu beraberce
    karşısındaki hiç kimseyle"

    kısacası şairane film/sinematik şiir denildiğinde (tabii araya bir de gerçekçiliği eklediğimizde) jacques prévert'i ve marcel carné'yi düşünmemek elde olmuyor. yönetmenin en etkileyici filmleri de zaten bu işbirliğinin meyvesi olan filmler oluyor. bunlardan ilki quai des brumes ki kendisinin ilginç bir hikayesi de vardır. başlayalım bakalım...

    ---

    ressam: yaşamı seviyor musun?
    jean: anlamadım?
    ressam: yaşamı diyorum, seviyor musun?
    jean: eh, bazı güzel yanları var işte.

    quai des brumes (port of shadows/sisler rıhtımı), 1938 yılında çekilir. dönemi itibarıyla da oldukça ses getirir/eleştirilir. film, bir asker kaçağının kaçışı sırasında rastladığı karakterleri, aşık oluşunu, her şeyi geride bırakıp sevdiği kadınla mutlu olma umudunu anlatıyor diyebiliriz kısacası. başlar başlamaz yönetmenin üslubunun hissedildiği film, gelişme aşamasında sunduğu yoğun şiirsellik ve sonuç aşamasında sunduğu yoğun gerçekçilik ile carné-prevert ikilisinin işi olduğunu belli eder. film, yalnızca karakterlerin kişiselliğini/bireyselliğini ya da bizzat varoluşun kendisini yorumlayış biçimlerine değinmekle kalmaz; bunları karakterlerin içerisinde bulunduğu dönemin getirdiği toplumsal gelişmeler/değişmeler ışığında sunar. (buradan ressam karakterine sevgilerimi gönderiyorum... iletilmesi temennisi ile.)

    toplumsallık kavramını kullandığımız anda aslında bahsedilen yapımların geçtiği dönemin şartlarını da şöyle bir düşünmek/bilmek gerekiyor tabii. bu noktada quai des brumes, ilginç bir hikayeyle çıkıyor karşımıza. film, tabiatı gereği çekildiği dönemin sıkıntı ve bunalımını çok güzel yansıtır. bunun yansımalarını baş kahramanımızdan başlayarak yan karakterlerde dahi görebiliriz. öyle ki nazi yanlısı olmakla bilinen vichy hükümeti, savaşı quai des brumes yüzünden kaybettiklerini iddia eder. çünkü filmdeki karamsarlık, bunalmışlık ve yılgınlık halk üzerinde olumsuz bir etkiye sebep olmuştur (iddiaya göre). carné ise bu suçlamaları, sanatçının bir barometre misali gözlemler yaptığı ve çıkan fırtınadan sorumlu tutulamayacağı iddiası ile yanıtlar. tabii bu filmin yasaklanmasına engel olmaz...

    ---
    garance: şu salonu bir dinlesene. bir zamanlar ben de böyle gülerdim. tıpkı böyle; hiç düşünmeden, çatlayana kadar. ama artık...
    frederick: mahzunsun.
    garance: hayır. ama neşeli de değilim. müzik kutusundaki bir yay kırıldı. nağme aynı ama farklı bir tonda.

    yönetmenin prevert ile işbirliğinin ikinci ve (sanırım) en çok bilinen meyvesi les enfants du paradis (children of paradise) olur. (heyecan yükseliyor. uzunca bir süre iki saatten uzun filmler izleyemedikten sonra tam üç saat on dakikamı ayırdığım bir film olması kişisel hayatım için de bir başarı örneği oldu açıkçası...)

    film öncelikle bir perde görüntüsüyle açılır. daha ilk saniyede yönetmen seyircilere teatral bir film izleteceğinin haberini verir adeta. zaten filmin (suçlar bulvarı ve beyazlı adam olmak üzere) iki (perdeden) kısımdan oluştuğunu da bu bölümler arası geçişlerle öğreniriz. film, başlangıçta üç saat oluşuyla göz korkutabilir ve "beyaz perde" ürünü olduğu gerçeğinden yola çıktığımızda bazı sahnelerin gereksiz olduğunu düşündürtebilir. fakat yönetmenin üslubunu ve filmin tıpkı konusu itibarıyla da yer verdiği tiyatro sahnesi gibi teatral bir havada geçtiğini göz önünde bulundurursak bu detayların filmin biricikliğine katkı sağladığını fark edebiliriz. olayların gidişatı, karakterler arasında gerçekleşen konuşmalarda alıcının kullanılma şekli gibi detaylar da bu teatral havayı destekler zaten. yönetmenin ve senaristin kendine has üslubunun yansımaları bu filmde de görülür tabii. bunları tekrar etmeye gerek görmüyorum. ancak filmin en çok dikkatimi çeken yanı karakterlerin müthiş bir derinlikle işlenmiş oluşu olabilir. nitekim filmi izlerken her bir karakterin psikolojik anlamda ayrı ayrı değerlendirilse ne kadar müthiş bir iş çıkabileceği üzerine çılgınca bir fikre kapıldım. (keşke yapan olsa da okusak). birkaç örnek iliştirebiliriz buraya.

    **
    lacenaire: ne muhteşem bir kader böylesi! kimseyi sevmemek, yalnız olabilmek! kimse tarafından sevilmemek. özgür olabilmek!
    **
    garance: titriyorsun. üşüdün mü yoksa?
    baptiste: mutluluktan titriyorum. mutluyum çünkü buradasın, yanımdasın. seni seviyorum. garance, sen de beni seviyor musun?
    garance: çocuk gibi konuşuyorsun. insanlar, ancak kitaplarda ya da hayallerde sevebilir böyle. gerçek hayatta değil.
    baptiste: hayaller. hayat. ikisi de aynı şey olmalı. yoksa hayat, nasıl yaşanmaya değer olurdu?
    **
    frederick: hayır, böyle bir şey olamaz. çok saçma!
    garance: ne oluyor?
    frederick: sanırım bu kıskançlık. bilmiyorum. daha önce hiç böyle bir şey hissetmemiştim. çok sinsi, çok nahoş. sanki insanın yüreğini zehirliyor. akıl yürütüyorsun, mantığını kullanıyorsun. ama mantığın sanki seni yarı yolda bırakıveriyor.
    **

    kısacası les enfants du paradis, iyisiyle kötüsüyle, masumuyla suçlusuyla her bir karakterin kendi hisleriyle, kendi duygularıyla capcanlı ve bizden biri olduğunu gösteren harika bir yapım. üstelik pantomim gösterileriyle filme eğlenceli ve hüzünlü bir hava kazandıran j. l. barrault'u (namıdiğer baptiste) selamlayarak bu entryi bitiriyorum.

    ekleme: les enfants du paradis filminin adı fransadaki tiyatrolarda fakir sınıfın oturduğu alandan alıyormuş adını. hatta imdb'ye göre bu bölüme ingiliz tiyatrolarında “the gods” adı veriliyormuş. fransızca versiyonunun işaret ettiği anlam ile pek benzer olmak üzere zaten.

    ekleme 2: film, karnaval kalabalığını yarıp garance'e yetişmek isteyen baptiste'in görüntüsü ile biter. ancak duyduğumuz şey, garance'in adını seslenmesi değildir, “beni yalnız bırakın!” nidalarıdır. burada akıllara yalnızlığı öven lacenaire gelir. belki bir zamanlar o da sevmiştir… (buradan yeşilçam'a bağlamayalım şimdi neyse.)

    edit: ise'den önce virgül koymuşum. hep heyecandan bunlar hep.
hesabın var mı? giriş yap