• sahip olmak üzerine kurulmuş bencilce evlilikleri ve aile sanılan kavramı bir paragrafla eksiksiz şekilde anlatabilmiş dahi.

    "iki taraf da sevgiye değer olmaya, sevgiyi canlandırmaya çaba göstermemeye başlayınca, her şey can sıkıcı olur ve güzellikler yitirilir. hayal kırıklığına uğrayan eşler çaresizdirler. kendilerine "başlangıçta bir hata mı yapmıştık? yoksa karşımızdakini tanıyamamış mıydık? veya ben mi değiştim?" gibi sorular soran eşler, genellikle karşı tarafı suçlu bulup, kendilerini aldatılmış hissederler. anlayamadıkları şey, artık ilk zamanlardaki gibi birbirlerini seven insanlar olmadıklarıdır. sevgiye sahip olabileceklerini sanma hataları, onların birbirlerini sevmelerine engel olup, sevgiyi yok etmiştir. işte bir kez bu düzeye gelince, çiftler yeniden sevebilmeyi denemek yerine, sahip oldukları ortak şeylere yönelirler. para, toplumsal yer, ev, çocuklar gibi konular sevginin yerini alır ve sevgi ile başlayan bir evlilik böylece çoğu kez, "dostane bir mülkiyet ortaklığı"na dönüşür. içine kapalı, bencil ve birbirinden kopuk iki kişinin bu beraberliğine de "aile" denir, yanlış bir tanımla."
  • erich fromm ‘sevme sanatı’ adlı kitabında der ki
    “bir insan başka birine ne verir?
    kendisinden verir; sahip olduğu en değerli şeyden, ‘yaşamından’ verir. bu, o kişinin yaşamını diğer insan için feda ettiği anlamına gelmez aksine kendi içinde yaşattıklarından veriyordur; sevinçlerinden, ilgi duyduğu şeylerden, anlayışından, bilgisinden, mizahından, üzüntüsünden, içinde canlı olan her şeyden. bazen bir şeyler vermek için bir bakış bile yetebilir.”
  • "çelişik gibi görünse de yalnız kalabilme yeteneği sevebilme yeteneğinin tek koşuludur."

    erich fromm | sevme sanatı
  • erich fromm on dört-on beş yaşlarında nasıl bir şekilde bulaştıysam çokça okuduğum, bayağı da zevk aldığım bir insandı. lakin son derece cahilce, bağlamından soyutlanmuş bir şekilde okuduğumu şimdi anlıyorum. bir kitabında kırmızı başlıklı kız aslında menstrüasyonu temsil ediyor gibi bir fikrini okumuş ve sonra da hafiften saçmaladığını düşünmeye başlamış, kendisinden soğumuştum hatta. şimdi yeniden baktığımda ise söyleyeceğim bütünü olmasa da bir kısmı hakikaten de manalı, başarılı fikirlere sahip, freud'un ve psikanalitik divanın çok ötesine geçebilmiş bir insan olduğudur. psikanalistliğinin dışında aynı zamanda tarihçi, antropolog, sosyolog ve felsefeci kimliklerini bünyesinde eritmiş, disiplinleri kaynaştırmanın zevkini yaşamış ve yaşatmıştır.
    temel fikirlerinin başında insanların tarih boyunca özgürleşip doğadan ve yoğun grup yaşayışından uzaklaşmalarının onları yabancılaştırdığı, yalnızlaştırdığı, güvenlik ve aidiyet hislerine ket vurduğu gelir. bu yüzden de özgürlükten kaçma arzusunda olan insanlar aşırı otoriter, yıkıcı ya da aşırı boyun eğici olma gibi mekanizmaları seçerler. bana çok mantıklı gelen bir şekilde tüm bu ilişki biçimlerinin arkasında aslında güvenlik arayışı yatmaktadır.
    kitaplarının arkasındaki hiç değişmeyen resminden gördüğümüz kadarıyla inanılmaz sempatik görünümlü, sıcak gülüşlü bir insanmış fromm. hayatına gelirsek, almanya'da bir musevi ailesinin çocuğu olarak doğmuş ve din adamı olma hayalleriyle büyümüş, fakat sonra ateizme kayıvermiş (bakın aynı şekilde darwin de din adamı olma arzusundadır genç yaşlarında, sonra neler neler etmiştir dine).
    aile hayatı pek de mutlu değilmiş fromm'un. babası huysuz, soğuk, sert mizaçlı bir adam; annesi ise ciddi bir kronik depresyon vakasıymış. onu çok etkileyen bir olayı on bir-on iki yaşlarında yaşamış: yirmi beş yaşında ve ahbapları olan bir kadın ressam, resmi bırakıp hayatını bütünüyle dul babasına adamaya karar vermiş. babasının ölmesinden bir süre sonra da intihar edip "beni babamla aynı tabuta gömün" gibi bir not bırakmış. o dönemler çok kafasını karıştırmış olan bu fenomene fromm hayatının ilerki yıllarında ancak oedipus kompleksinin çerçevesinden bakınca mana verebilecek, kendini freud'a yakın bulmakta gecikmeyecektir.
    felsefe, psikoloji, sosyoloji gibi bir sürü şey okuduktan sonra psikanalist olur fromm. psikanalist olmanın koşullarından biri de kendinizin psikanalizden geçmenizdir, işte fromm da ilk psikanalisti olan ve kendinden on yaş büyük bir kadınla evlenir (psikanalistler ve hastaları arasında, ki bu "hasta" lafı da hoş kaçmaz klinik alemlerde, çoktur böyle yasak aşk hikayeleri, irvin yalom yaza yaza bitirememiştir mesela).
    hitler'in başa geçmesinin hemen ardından amerika'ya iltica eder fromm. ve orda karen horney'la tanışır (lütfen hornay diye telaffuz edin adını, bana anlatıldığına göre bir on beş-yirmi yıl kadar önce horni şeklinde söylenirmiş, ama amerikan argosundaki gelişmelere paralel olarak hornay'a dönüşmüş bu söyleyiş). ilk eşini boşar fromm, kendinden bu sefer on beş yaş büyük olan horney'la uzun bir ilişkiye başlar, fikirlerinden de çok etkilenir onun. ilişkileri biter gerçi sonra, iki kere daha evlenir adamımız, bu sefer kendinden genç ve psikanalist olmayan kadınlarla ama..
    meslektaşlarından çok halk için yazmıştır. ben özellikle özgürlükten kaçış, bir de sahip olmak ya da olmak'ı önerebilirim kitaplarından. bunun dışında siyasete de bulaşmış, barış için mücadele vermiş, insanların iyiliği için kendini parçalamış bir adamdır erich'im. 1980 yılında öldüğünde ardında gözü yaşlı bir lacrima bırakmıştır.
  • şöyle de bir şeyler söylemiş ;
    her insan mutlu olamaz
    çünkü; gereğinden fazla özler dünü,
    hak ettiğinden fazla düşünür yarını
    ve hiç hak etmediği kadar bilinçsizce yaşar bugünü

    her insan mutlu olamaz...
    çünkü; gereğinden fazla özler hayatından çıkanları
    hak ettiğinden daha büyük umutla bekler hayatına girecekleri
    ve asla göremez yanı başındakileri
    ......
    ne kadar haklı olduğunu bilemem
  • erich fromm'a göre yetişkin bir birey kendisinin hem annesi hem de babası olmayı başarmış kişidir. başarılı bir birey, annenin, "seni, benim sevgimden, mutlu bir yaşam dileğimden yoksun bırakacak hiçbir kötülük, hiç bir günah yoktur" ; babanın, " yanlış yaptın, yanlışının belli sonuçlarından kaçınamazsın herşeyden öte, eğer seni sevmemi istiyorsan tutumunu değiştirmelisin." güdülerinden kurtulmuş ama onları içte yeniden oluşturmuştur. eğer birey, kendinde sadece babalık güdüsünü barındırırsa, şefkatsiz ve haşin; (sadece) annelik güdüsünü barındırırsa yargılama gücünden yoksun kalmış olur.

    ayrıca bu güdü yönelimleri anneden babaya doğru bir gelişme seyri izler. bu sıra bozulursa kişide nevrozlar ortaya çıkar. mesela, bir erkek çocuk onu çok seven aşırı yumuşak ya da hükmedici bir anneye ve zayıf, ilgisiz bir babaya sahip olursa; anneye bağlı olunan ilk evrede takılı kalır: çaresizlik hisseder, sürekli olarak bakıma ihtiyaç duyan, koruma isteyen alıcı bir birey olur. disiplin, bağımsızlık, kendi yaşamına hakim olabilme gibi babalık niteliklerinden yoksun kalır. hayatında daima kendine bir "anne" bulmaya çalışır. bu anne bazen başka bir kadın bazen güçlü, otoriter bir erkek olur. benzer şekilde anne soğuk, ilgisiz ve hükmedici birisiyse; çocuk bir anneye sığınma gereksinimini ya babaya ya da baba yerine koyabileceği kişilere yöneltir. bu durumda tek yanlı baba eğilimli birisi olur: yasalara, otoriteye, düzene uyan bir kişilik geliştirir.

    ileri araştırmalar saplantı nevrozunun tek yanlı baba bağlılığından; histeri, alkolizm, kendini kabul ettirememe, yaşamın gereksinimlerini karşılayamama, ruhsal çöküntü nevrozlarının anne yönelimli olmaktan kaynaklandığını göstermektedir.

    erich fromm/sevme sanatı
    edit:imla
  • "kendine karsi sevgi,
    baskalarini sevebilme yetisine sahip olanlarda gorulur."

    demis. ne de dogru soylemis...
  • fromm, insanın "bireyselleşmesi" üzerine sürekli vurgu yapar. fromm'a göre; her insan kendi olmak, birey olmak ister. insan dış dünyadan ve diğerlerinden koptuğunda, kendini yalnız ve soyutlanmış hisseder. birey olmak için uzaklaşılan bu dış dünya, güven ve ait olma duygusunu içerir. bireyselleşmeye doğru atılan her adımda insan, bu dünyadan uzaklaştığı için de güvensizlikle karşı karşıya kalır. o'na göre; özgürlüğün bedeli yalnızlaşmaktır. özgürlükten kaçış ise, yalnızlıktan kaçınarak çemberin dışına çıkmamaktır.

    fromm'a göre; sağlıklı olmanın ölçütü, insanların bireyleşmeyi göze alması, üretken bir çalışma ve içten sevgi ilişkileri yoluyla mutlu olarak çevreye uyum sağlamasıdır.

    "ortak yaşamın aksine, olgun sevgi insanın kendi bütünlüğünü ve bireyselliğini koruduğu bir birleşmedir. sevgi insanda dinamik bir güçtür. insanı çevresindeki insanlardan ayıran, duvarları yıkan, insanı diğer insanlarla birleştiren bir güç. sevgi, insanın ayrılık ve yalnızlık duygusundan kurtulmasına yardım eder ve yine de kendisi olarak kalmasına, bütünlüğünü korumasına olanak tanır. sevgide iki ayrı varlığın bir olması, yine de iki ayrı varlık olarak kalabilmeleri karşıtlığı vardır."

    der ve şöyle devam eder;
    "gelişmemiş sevgi şu ilkeyi benimser, 'sevildiğim için seviyorum.', olgun sevgi ise şu ilkeyi benimser 'sevdiğim için seviliyorum.', olgunlaşmamış sevgi şunu der, 'seni, sana ihtiyacım olduğu için seviyorum.', olgun sevgi ise, ' seni sevdiğim için sana ihtiyacım var' der.
  • sevgi, iki insanin birbirine varliklarinin özünden baglanmasi, dolayisiyla
    herbirinin de kendisini varliginin özünden tanimasi durumunda dogabilir ancak.
    insan gercekligi de, canliligi da, sevginin temeli de iste bu ”özden tanima” yasantisinda yatar.
    böyle yasanan sevgi sürekli bir meydan okumadir;
    bir dinlenme yeri degil, tersine, birlikte olusma,büyüme ve calismadir;
    uyum ya da calisma, nese ya da üzüntü olup olmamasi bile önemsizdir artik.
    temel gercek sudur:
    iki insan birbirlerini varliklarinin özünden tanirlar, kendilerinden kacmak söyle dursun, kendilerini bulduklari icin bir olurlar.
    sevginin var olduguna bir tek kanit
    vardir ancak; bagliligin derinligi, seven kimsenin canliligi ve güclülügü,
    budur sevginin bulundugunu gösteren meyve.

    boyle buyurmus ustat.
  • "insanın asli görevi kendini doğurmaktır."
    erich fromm
hesabın var mı? giriş yap