• sefa pezevenkliği falan değildir. epikuros, düşüncelerinin sefahat düşkünlüğü olarak yorumlanmasının hatalı olduğunu açıkça belirtir: sefahat sürdürülebilir değildir ve sonunda insanı acı ve ızdıraba sürükleyerek hazdan uzaklaştırır. hazzı maksimize edebilmenin yolu bilakis sefahatten uzak durmaktan, ufak ve zor şeylerden keyif almak için çaba göstermekten geçer. bu sebeple epikür savurgan değil, minimalist bir hayat standardını savunur. azıcık aşım, ağrısız başım der.

    düşünürseniz hiçbir felsefeci sefahati savunmaz çünkü sefahati savunsa niye filozof olsun? bilgi ve bilgelikten haz alabilecek seviyeye gelmek yoğun bir mental çaba gerektirir. sefa pezevengi kişi bilgiye ve bilgeliğe küçümseyerek bakar. pavyonda para ezmek varken kitap okumak, am üstünde fındık kırmak varken hayatın anlamı üzerine düşünmek sefahati savunan kişi için zavallıcadır.

    epikürcünün stoacından farkı, sefahat düşkününü "erdemsiz" değil "kafasız" bulmasında yatar. stoacı, bu kişinin yozlaştığından ve toplumu da yozlaştırdığından şikayet ederken epikürcü, bu kişinin her daim ulaşılması mümkün olmayan hazların peşinde koşarak her daim ulaşılabilir hazları kendisi için değersiz ve haliyle ulaşılmaz kıldığını hatırlatır.

    diyebilirim ki (ve katılmayabilirsiniz ki) esasında stoacılık ve hazcılık aynı kapıya çıkarlar. tek farkla ki stoacı erdeme vurgu yaparken hazcı, erdemli davranmanın getirdiği hazza vurgu yapar.

    edit: hazzı sefahatin, acıyı erdemin doğasına katarak tanrıların yozlaşmış şekilde davrandığı, bu yüzden yozlaşmayı ve yozlaşanları kötüleyerek tanrıların gözüne giremeyeceğimizi, yozlaşmış tanrıları bir kenara bırakıp sadece ve sadece kendi hazzımız için erdemli davranmayı seçmemiz gerektiği yönündeki fikirlerine de %100 katılıyorum epikürcüm <3

    stoacılara da kafam girsin. roma imparatoru olup erdem de erdem, insanlar yozlaştı azizim muhabbeti yapmak kolay. gel metrobüs kuyruğunda anlat bunları bakalım sesin çıkıyor mu? oh be.
  • materyalist ve tanrı tanımaz niteliği ile ayırt edilebilir. epikuros tanrıların dünya işlerine karıştığını reddediyor, maddenin sonsuz olduğunu ve özünün hareket olduğunu söylüyor, ruhun ölümsüzlüğünü reddediyordu.

    tanrılardan korkmaya, ölüm korkusunun doğmasına neden olan bilgisizliğe ve boş inançlara karşı tutum takındı.

    epiküros'a göre felsefenin amacı ve sonucu insanın mutluluğudur; bu da ön yargılardan kurtulmayı ve doğa kurallarının öğrenilmesini gerektirir. epiküros'un materyalist öğretisi kilisenin özel kinini ve zulmüne konu olmuştur.
  • epikürosçuluk, en basit tabiriyle yunan kültür dünyasının sınırları aşıp doğu'ya sirayet etmesi ve kozmopolit bir kültür biçeminin ortaya çıkmasına verilen bir ad olan helenistik dönemde kurulan okullardan bir tanesinin öğretisi olarak ön plana çıkar. (evet, bu üç okulu o kadar anlatasım yok ki kendime notlar olarak oluşturduğum bu dizide büyük bir boşluk yaratmamak için devam edicim.)

    epikürosçuluk denildiği an akla gelen ilk şey hazcılık oluyor esasında ancak bu hazcılık, tahmin ettiğimiz anlamda bir hazcılık mı yoksa farklı temellere mi dayanıyor, bu konuda biraz detaylı olmak gerekiyor. diğer yandan bir öğreti hazzı merkeze alıyorsa bilgi kuramı, ahlak kuramı, siyaset kuramı vs. dallara ayırdığı kuramlarda da bu merkezi devam ettirmesi beklenir. ki epikürosçulukta da benzer güzergaha rastlıyoruz. dolayısıyla bizim yapacağımız seçimlerde, hayatta izleyeceğimiz yolda duyularımıza güvenmemiz gerekiyor ki ancak bu duyular sayesinde hazzı bulabilir ya da acıdan kaçabiliriz. öyle ki epiküros, duyumların yanılmaz olduğunu iddia eder (bir miktar korkutucu bir iddia, evet). diğer yandan bizim epiküros, kendisine gelebilecek itirazların önüne geçmek için bir duyumun doğrudan nesnenin gerçekliğine ilişkin bir iddia öne sürmediğini, o nesnenin izlenimine ilişkin bir yargı dile getirdiğini söyler. bu noktada, eğer bir konu hakkında yargıda bulunmak için doğru an gelmemiş, ideal duyum sergilenecek ortam yaratılmamış ise epikürosçuların bekleyen doğrular kavramı gereği o konuda verilecek yargı askıya alınır ki yanlış bir yargıda bulunulmasın. (zorladıkça zorlamışlar sanki biraz da…)

    epikürosçuların ruha bakış açıları da seleflerinin bakış açılarından farklılık gösterir. nitekim onlara göre ruh, tamamen madde dışı bir kavram olmaktan uzaktır. hatta ruh, incecik ve hareketli bir yapıdan meydana gelir ve temelde duyum, düşünce ve duygu işlevlerini meydana getirir. hatta kişilerin karakterleri de ruhun meydana gelişinde yer alan farklı etmenlerin dağılımına bağlıdır. onlara göre beden ruhun bir kalıbıdır ve dolayısıyla beden zarar gördüğünde ruh da zarar görür (kalıp ve içerisindeki madde ilişkisi gibi düşünebiliriz).

    burada hızımızı yavaşlatmamız ve değinmemiz gereken bir kavram çifti var: anima ve animus. nitekim bu kavramlar, yalnızca epikürosçulukta kendilerine yer bulmakla kalmamış, günümüze değin sirayet etmiştir. peki nedir bu anima ve animus? öncelikle ruhu akıllı ve akıldışı kısımlar olarak ikiye ayırıyoruz. duyuları ve duyguları deneyimlediğimiz kısım tabii ki akıllı kısım oluyor ki buna animus diyoruz; canlılık faaliyetlerini yürüttüğümüz kısım ise akıl-dışı kısım oluyor ki buna da anima diyoruz.

    bu amcaların en sevdiğim yanları özgür iradeye inanıyor olmaları esasen. nitekim tanrıların işi gücü yok mu ne diye insanlarla uğraşıp dursunlar, gibi bir görüşten de beslendiklerini söylemek yanlış olmayacaktır. hatta bunu da atomcu bir yaklaşımla açıklarlar. onlara göre
    üç tür hareket vardır. birincisi atomların yukarıdan aşağı düşme hareketi ki bu kendiliğindendir. ikincisi atomların birbiriyle çarpışma hareketi ki bu zorakidir. üçüncüsü ise özgür iradeye bağlı hareketlerdir ki bu da atomların “sapma” devinimi sonucu ortaya çıkar. (heyecanlı kısım geliyooor) epiküros, yanlış ve ahlak dışı hareketlerin atomların hareketlerine bağlanmasından ziyade asıl nedenin karakterde/yapıda aranması gerektiğini söyler. bu noktada şunu da söylemek gerek: dış etkenler her ne kadar duygularımızı ve düşüncelerimizi yönetse de bir yargıya varma yolunda etkili tek etmen değillerdir. çünkü her ne kadar yukarıda belirttiğimiz şekilde ruh, atomların dağılımına bağlı olarak şekilleniyor olsa da karakterimizi ya da yapımızı değiştirmeye yetecek imkana sahip bir güce sahibiz: akıl.

    akıldan yola çıkmışken varacağımız durak haz ve acı olsun hadi :)) epiküros'un ve müritlerinin en dikkat çeken yanı ahlak kuramlarında hazcı bir yaklaşım sergilemeleri olabilir. onlara göre insan doğası gereği hazza çekilir ve acıdan kaçınır. dolayısıyla haz iyi olan, acı kötü olandır. eğer hazza ulaşamıyorsak en azından acısızlığa ulaşmayı deneyebiliriz (merhaba schopenhauer). burada önemli bir parantez açmak gerekir. epiküros, hazları da ikiye ayırır. ona göre bir statik, bir de hareketli hazlar vardır. tahmin edebileceğimiz üzere hareketli hazlar, ilk etapta aklımıza gelen dünyevi hazlardır. (burada aristoteles'in hazları ikiye ayırışına da selam çakabiliriz ama ne zaman bu ifadeyi kullansam kubrick'e selam çakan özcan deniz gelir aklıma neyse…) epiküros'a göre mühim olan, statik hazların peşinden gitmektir. peki nedir bu statik haz? tabii ki ruhsal hazdır. (yine kısa kesmeye çalıştıkça lafın uzadığı bir entry) çünkü epiküros'a göre bedensel hazlar tamamen şimdi ile ilgiliyken ruhsal hazlar, hem geçmişi hem de geleceği içine alır ve dolayısıyla daha kapsayıcı, daha yücedir.

    her arzunun bir şeyin eksikliğinden/bir şeye karşı geliştirilen gereksinim duygusundan kaynaklandığını ve o ihtiyaç giderilmedikçe meydana getirdiği arzudan kurtulunamayacağını iddia eden bu filozofa göre üç tür arzu vardır: 1- doğal ve zorunlu hazlar (yeme, içme, barınma gibi temel arzular), 2- doğal olan ancak zorunlu olmayan hazlar (daha lezzetli bir yemek yeme isteği, daha geniş bir evde oturma arzusu vs), 3- hem doğal hem de zorunlu olmayan arzular: şan, şöhret, para vs. burada en can alıcı nokta, bu arzuların insanın doğasından kaynaklı arzular olmak yerine insanın yanlış sanıları yüzünden bir türlü kurtulup atamadığı arzular olduğunu söylemesi olabilir. bu noktada insanın ölçülü olması gerekir çünkü ölçülülük ruhun huzuru için gereklidir ve arzu ettiğimiz/kaçındığımız şeyler noktasında dinlenmesi gereken en önemli etmen aklın sesidir. (ölçülü bir ben merkezcilik evet.)

    diğer yandan iyi ve kötü şeylerin gayeleri üzerine adlı kitabında cicero'nun da epikürosçuluk konusunda eleştirdiği mühim noktalardan bir tanesine de değinmek gerek bu da epikürosçulara göre acı kavramıdır. onlara göre şiddetli acılar ölümle sona erer, hafif acılar sürekli değildir. orta şiddetli acılar ise kontrol altında tutulabilecek cinstendir. ki bu da şiddetine dayanılamayan bir acıdan geçen kişilere yaşamlarını sona erdirme seçeneğinin işaret edildiği anlamına da gelebilir. ayrıca acının şiddetini nasıl ölçebiliriz ya da sürekliliğine ne şekilde doğru karar verebiliriz, gibi soruları da beraberinde getiriyor.

    siyaset felsefesine girmeyi canım hiç istemiyor ama unutmamak için şu basit noktayı iliştireceğim: adalet kendinde iyi ya da kötü olan olmaktan ziyade sonucuna göre değerlendirilmesi gereken bir etmendir. buradan da septiklere selam çakabilir miyiz acaba, biraz düşünceliyim. eğer bunu da sonucuna göre değerlendirecek olursak ve sonucun da yine subjektif olarak değerlendirileceğini düşünürsek çıkacağımız kapı yine ben merkezcilik olmayacak mıdır? bu kadar soru işareti içinde toplumu da içine alan kavramlara olan yaklaşımda nasıl bir yol izlenmesi gerekecektir? yüzlerce soru işareti evet. teşekkürler epiküros ve halefleri ama belli ki aradığım siz de değilsiniz.
  • stoacılık gibi, büyük iskender’in bilinen dünyanın hemen hepsini fethi sonrası, o zamana kadar kendi küçük şehir devletlerinde yaşayan ve bu devlette sosyal ve siyasal olarak söz sahibi olan insanların, tüm dünyayı kapsayan bir imparatorluk içerisinde önemsizleşmesi ve bu imparatorluk sayesinde doğu felsefelerinin batı felsefeleri ile iç içe geçmesi sonucu ortaya çıkmıştır. epikürosçular, platon ya da aristoteles gibi yönetim ile ilgili tavsiye vermezler. çünkü bu insanlar artık kendilerinden üstün bir varlık olarak tanrılar ile beraber güçlü bir devlete de sahipler. bu sebeple felsefede içe yönelim başlar ve felsefe bireyselleşir.

    epikürosçu düşüncenin temeli; insanı oluşturan atomların düzenli değil rastgele hareket etmeleri, bu sebeple insanın da kendi özgür seçimlerini yapabileceğidir. dolayısıyla bir üst belirleyici olarak ne tanrılara ne de devlete bağlı olmak gereklidir. kaldı ki tanrılar dünyayı umursamamaktadır. politika ise içine girenin mutluluğa erişemeyeceği bir alandır.

    epikürosçulara göre, insan bilgiyi duyularıyla algılar ve son olarak aklı ile değerlendirir. bu yönüyle epikürosçuşuk materyalist ve akılcı bir görünüm de sergiler. bu çizgileri doğrultusunda ahiret inancını da reddederler. bu sebeple ölümün insan hayatına hiçbir etkisi yoktur. epiküros’un ünlü sözü de bunu açıkça anlatmaktadır: “ölüm bize bir şey yapmaz; zira biz hayatta iken ölüm yok, ölüm geldiğinde ise artık biz yokuz.”

    kendini otoritenin etkisinden kurtaran epikürosçu düşünce, insanın özgür seçimlerinin belirleyicisi olarak hazzı merkeze koyar. ancak bu haz; klasik hedonist bir çizgide, zevki sefa içerisinde gününü gün etmek değil, tam tersidir. epikürosçular hazzı gereklilik ve ölçülülük çerçevesinde ele alır ve üç kategoriye ayırırlar. bunlardan ilki doğal ihtiyaçların karşılanması ile alınan hazdır ki bunlar açlığı gidermek için yemeyi, uykusuzluğu gidermek için uyumayı içerir. ikinci tür hazlarsa doğal olduğu halde gerekli olmayan; fazla yemek, fazla uyumak gibi hazlardır. diğer haz türüyse ne doğal ne de gerekli olan; açgözlülük, kibir gibi hazlardır ki mutlu olmak için bunlardan tamamen kurtulmak gerekir. epikürosçular için insanın en büyük hazzı, mutsuzluktan ve acıdan kaçınmaktır.

    epikürosçu düşünce; insanlar arasında ayrımcılık yapmaması ile diğer birçok antik yunan düşünce okullarından ayrılır. söz gelimi platon’un ünlü akademia’sı yalnızca hür erkeklere kapısını açarken epiküros; erkek, kadın, hür, köle ayırt etmeden tüm insanlara açık mekanlarda düşüncelerini paylaşmıştır.
  • temel olarak materyelisttirler. o, insan yaşamının sıkıntılarıyla ilgilenmiş, insanın bu dünyadaki mutsuzluğunun, tanrılarla, ölüm ve kaderle ilgili yanlış inançlardan kaynaklandığını, söz konusu yanlış inançların, ancak onların yanlışlığını ve temelsizliğini ortaya çıkaracak bir varlık görüşüyle ortadan kaldırılabileceğini düşünmüştür. başka bir deyişle, özgün katkısı etik alanında olan epiküros, bu amacına ulaşabilmek için belli bir bilgi ve varlık görüşü ortaya koymak durumunda kalmıştır. bu çerçeve içinde, felsefenin amacının, insana mutlu bir yaşam sürmesi için yardımcı olmak olduğunu düşünen epiküros, tıpkı sokrates gibi, özel bilimlerin bu amaca hiçbir katkı sağlamayacağı kanaatindeydi. ona göre, bizim temelde ve öncelikle, varlığa ilişkin doğru bilgiye ulaşırken sağlam bir bilgi ölçütüne sahip olabilmek amacıyla mantık bilgimiz ya da bir bilgi kuramımız olmalıdır. ikinci olarak da var olan şey ve olayların doğal nedenlerini, var olan her şeyin, doğaüstü değil de doğal nedenlerin eseri olduğunu anlayabilmemiz için fizik ya da varlık bilgimizin olması gerekir. işte bu bilgi, bizi tanrı, ölüm ve kader korkusundan kurtaracağı için gerçekten de yararlı olan bir bilgidir. son olarak da ne’den sakınıp neyin peşine düşmemiz, neyi arzu edip, ne’den uzak durmamız gerektiğini öğrenmek için insan doğasını tanıma ve bilme zorunluluğumuz vardır.
  • epikür'ün felsefesi. epikürcülük olarak da adlandırılır. amacı, tanrıların insanlara karşı yanlış tutumlarını irdeleyerek onları suçlamak ve bilinmeyen güçlere, tanrı figürlerine karşı duydukları boş korkudan insanları uzaklaştırmaktır. ne var ki epikurosçuluk da bir din formunda yayılarak oksimorona sebep olmuştur. epikür, "zihin rahatlığına (ataraksiya) kavuşmak istiyorsanız, eşyanın doğasını araştırın, üzerine düşünün" der. öbür dünyanın işkence yeri, hostel film seti olarak hayal edilmesine sebep olan korkunç efsaneleri kınar, ölümün huzurlu bir uyku olduğu konusunda insanlarda güven uyandırmayı amaçlar. ölümlü yaşamı, kendisi ölümsüz olan ölüm devraldığında, artık var olmayan beden ve ruhun korkacağı bir şey olamaz. bu sebeple anın tadını çıkarmak gerekir ve bu da gereksiz tutkuları abartmayı bırakarak acıların önünü almakla sağlanabilir. epikür "ihtiyaç duyduğumuz şey, ulaşılabilir olandır. ulaşamadığımıza esasen ihtiyacımız yoktur." der. bu yetinme bilincine göre en önemli olgu, o lahza içindeki hazdır. bilgeleşen birey otokontrollüdür, hazları ve erdemleri arasında dengeler kurar, cesaretsizlik sonucu edinemediği hazlar sebebiyle duyduğu acılara da sabırla katlanır, teslimiyet içindedir.
  • ahmet arslan'dan şöyle alıntılayayım:

    “o halde hazzın, erek ve amaç olduğunu söylerken; bazı kimselerin bilgisizlik sonucu, önyargıyla veya bilinçli olarak bizim görüşümüzü çarpıttıkları gibi, sefih insanların hazlarını veya duyusal hazları kastetmiyoruz. biz hazla bedende acının, ruhta ise kaygının yokluğunu kastediyoruz. zevkli bir hayatı meydana getiren şey, aralıksız içki sofraları ve alemler, cinsel hazlar, balıklar ve zengin sofraların verdiği zevkler değildir. seçilmesi ve kaçınılması gereken her şeyin nedenini araştıran, insan ruhunda en büyük karışıklıklara yol açan yanlış inançları kaldırıp atan sakin akıl yürütme, muhakemedir” (menoikeus'a mektup)
  • kurumsallaşmış ve sofistike bir tür sefa pezevenkliği olarak tanımlanabilecek düşünce akımı. hayatında hiç sekiz-beş mesai yapmamış kişiler tarafından icad edilmiştir. ah ulan antik yunanlar, ekmeğiniz zeus'tan şarabınız dionysos'tan takılmışsınız ne güzel zamanında. hayatın çilesini siz bir de bize sorun...
  • roma imparatorluğu'nun oluşturduğu bir din gibidir. helen uygarlığının yarattığı hikayelere dayalı mitolojileri latinler devralıp helen devletlerine son verdikten sonra savaş tanrısı mars, biricik babası jüpiter'i yenmiş, olimpos'un kapılarını sonsuza kadar insanlığa kapatmıştır. yani dinleri bitmiş bir uygarlıkta epikürcü bir düşüncenin var olması kaçınılmaz. aynı zamanda imparatorlar ve onların sevdikleri insanların tanrılaştırılması daha da kolaylaşmıştı. zira bu ileri dönemlerde hristiyan kültüründe martirlerin azizleştirilmesiyle başlayan süreci tetikleyecekti.

    roma'da en çok dua edilen tanrı mars'tı. hatırlarsınız ki helen uygarlığında baş tanrı zeus'un en büyük rakibi kardeşi poseidon'du. bunun sebebi sadece denizlerin değil aynı zamanda bereketin de tanrısı olmasıydı. insanlar rüzgar için kurban adıyordu, bereket için ona yalvarıyorlardı ve onun için at yarışları düzenliyorlardı. yani zeus kadar popüler bir tanrıydı. hatta türkiye'de bulunan zeus mağarası'nın hikayesi de poseidon'un öfkesinden saklanmak isteyen baş tanrı, kardeşinin öfkesi dinene kadar burada saklanıyormuş. tabi latin döneminde işler değişiyor. her bahar ayında sefere çıkan gururlu romalılar bütün öldürdükleri insanları mars'a adıyorlardı. her yıl savaş için dua eden bu medeniyet mars'ın gücüne güç katıyordu. gel zaman git zaman hem en büyük rakibi minerva'yı hem de biricik babası jüpiter'i yendiğinde mars, olimpos'un hükmünü sonlandırıyor ve insanları yapayalnız bırakıyorlardı. roma'nın atası mars, onları terk etmişti.

    epikür öğretilerinin felsefesi basittir. insan zevk aldığı şeyleri yaptıkça mutlu olur. acı ise insanı mutsuz eder. arkadaşlık, seks partnerliğinden daha çok mutluluk verir. iki tür zevk vardır: kinetik ve statik. kinetik zevk, acil olarak ihtiyaçların doyurulması, statik zevk ise acil bir ihtiyacın olmama durumunda edinilen zevktir. eğer kinetik zevki korursanız dolaylı yoldan statik zevki de korursunuz. basit zevkler her zaman sizi iyi bir hayata taşır. diğer zevkleri düşünmeyin görüşüdür bu.

    roma'da epikürcü öğreti özellikle lucretius carus'un şiirleriyle biliriz. bir nevi insanlık için kaynaktır. lucretius'un çalışmalarını ise derleyip toparlamış kişi ise benim antik dünyanın prensi olarak adlandırdığım cicero'dur. roma, epikürcü felsefenin hayat bulmuş haliydi. cinsellik bir tabu değildi ve insanlar tanrılara bağlı yaşamıyorlardı. evet tiber nehri gibi istisnalar var ve insanlar hala tanrılara bağlılar fakat onlardan korkmuyorlar. daha çok inanma içgüdüsünü doyurma gibi. dikkatli incelendiğinde bu bile epikürcü bir şey. insanlar tapınmaktan zevk alıyorlar. kendilerini tanrıların ellerine bırakmaktan haz duyuyorlar.

    aristokraside ensest skandalları çok fazlaydı. tecavüzler yaygındı ve seks, bir romalının hayatında normal bir eylemdi. grup seksler, çarpık ilişkiler, sınırsız yemek ve şarap, lucius licinius lucullus'un kirazlı partileri gibi günümüzde bile lüks sayılacak şeyler roma'da özellikle elit kesimin vazgeçilmezleriydi. bunu plastik sanatlarda özellikle pompei mozaiklerinde bile görüyoruz. bu böyle büyük konstantin'e kadar gidiyor. konstantin tabi güçlü bir imparator ve rüyasında isa'yı görmüş bir cengaver. onun sayesinde savaşı kazandığını düşünüyor ve roma toplumu birden hazcı zevkten yavaş yavaş uzaklaşıyor ve kendilerini ruhani bir dünyada bulutların üstünde çobanları isa'nın çevresinde dans eden kuzucuklar olarak buluyorlar.

    rönesans'a kadar kaybolan bu öğreti bir alman manastırında lucretius'un şiirlerinin tekrar ortaya çıkmasıyla yeşeriyor. rönesans'da ise montaigne'da özellikle izlerini görüyoruz.

    son olarak epikür çok yanlış anlaşılmış bir filozof. öğretileri çarpıtılmış ve yarattığı insan modeline hiç ulaşılamamış. özellikle hristiyan sanatında sürekli yiyip içen zevk içerisinde bir adam olarak tasvir edilir. işte budur epikür'ün öğretisinin hikayesi.
hesabın var mı? giriş yap