• türkiye'nin bugünlere gelmesine yol açmış, liberalizm adı altında dış güçlerin türkiye'yi sömürmesine öncü olmuş partidir.

    ikinci dünya savaşından sonrasında chp içinde zıt sesler yükselmeye başlar. chp içerisinden bir grup artık mecliste chp'nin yaptığı herşeye red oyu vermeye başlar. bunda ismet paşa'nın muhalefeti zorunlu görmesinden doğan ılımlı yaklaşımının da etkisi büyüktür. çünkü avrupa ile ilşkileri kuvvetlendirmek için tek partili otoriter sistemden kurtulup, çok partili tam demokrat bir sisteme ihtiyaç vardır.
    bunun sonucunda ismet inönü, celal bayer ve adnan menderes'e parti içinde bu kadar muhalefet olamayacağından, başka bir parti kurmalarını söyler. işte bunun üzerine demokrat parti kurulur.
    hükümetin imkanlarının yetersizliğinden kaynaklanan sorunlar ile muhalefet yapan demokrat parti en sonunda 1950 seçimlerinde iktidara gelir.
    dp iktidar olduktan sonra chp'den öc alma dönemi başlar.
    -halkevleri kapatılır. halkevleri yerine vatan cephesiadlı bir kurum kurulur ve burada dp yanlısı gençler yetiştirilir. ve vatan cephesine giren herkesin ismi radyoda yayınlanır. saaatlerce isim okunur radyolarda.
    -dp chp'nin tüm taşınamaz mallarına el koyar.
    -chp'nin türkiye gezisinde bayar "köprüden inönü'yü geçirmeyin" diye askere emir verir. inönü köprüye doğru yürür ve "bana ateş mi açacaksınız" der. asker de selam durur ve "size karşı boynumuz kıldan ince paşam" der.
    -zamanında eleştirdikleri basın kısıtlamasının kat be kat fazlasını yapar dp. chp ile ilgili hiç bir haber yayınlanmaz. gazeteler haber verme haklarından yoksun bırakılmak amacıyla sayfa sayfa resmi ilanlar basmak zorunda bırakılır.
    -seçimlerde chp'nin kazandığı iller, ilçe olur veya ikiye bölünür. (ör: kırşehir ilçe olur. malatya ikiye bölünür: malatya ve adıyaman)
    -dp kendisi adına mevlütler okutur radyolarda.
    -ezan arapça'ya çevrilir yine.
    -celal bayar " ince demokrasiye, muhalefetli demokrasiye paydos" der
    -menderes "halk istedikten sonra, hilafeti bile getirir" ve "ben bu odunu aday göstersem, seçtiririm" der
    -dp'li bir ajan atatürk'ün evinin bombalandığı masalını uydurur ve 6-7 eylül olayları patlak verir. türkiye'deki azınlıklar büyük saldırılara uğrar, malları yağma edilir.
    -bayar "üniversite öğrencileri"nin üzerine ateş açma emri verir. ama asker, öğrencilerce omuzlar üzerinde alınır.
    -amerika'dan marshall yardımları alınır. ekonomi belli bir süre büyür. sonra kısa bir süre içerisinde tl, dolar önünde 3 kat değer kaybeder.
    vs. vs.
    -son olarak mecliste olağanüste yetkilere sahip bir tahkikat komisyonu oluşturulur. ve bu komisyon chp'yi kapatma, meclisi fesh etme gibi yetkilere sahiptir.
    ismet paşa bu sırada " artık sizi ben bile kurtaramam" demiştir.
    1 ay sonra darbe olur ve bilindik olaylar cereyan eder.
    ve sonunda idamları durdurmak için en çok ismet paşa çalışır. ama başarılı olamaz. hatta adnan menderes'in eşi ve oğlu aydın menderes idamları durdurması için ismet paşa'ya başvururlar. ama sonuç aynıdır.

    sonuçta demokrat parti hükümetinden ders alınması gerekirken, tam tersi bir çok insan onun yoluna girmiş durumda. bir kaç sene sonra bu idamların intikamı gencecik üniversite öğrencilerinden alınacaktır. ve türkiye hızla bokun içine yuvarlanacaktır.
  • ismet inönü’nün devletin başındaki tek adam olduğu, ülkenin ikinci dünya savaşı’nın etkilerini hala hissettiği bir bunalım havasında kurulan parti. türkiye’nin en kritik dönemlerinden birinde muazzam bir güce ulaşmış ve etkisi çok sonradan bile hissedilecek bir sürecin başrolü olmuştur.

    öncelikle itiraf etmem gerekir ki yassıada’daki bitkin menderes*’i görmek, sağ siyasetle en ufak bir yakınlığı olmayan beni bile üzüyor. onun o yorgun haliyle kameralara poz vermek zorunda bırakılmasını, odalardaki dinleme cihazlarını, aileleriyle az görüştürülen tutukluları görünce siyasi düşüncelerinizden falan uzaklaşıyor; olaya sadece insan sıfatıyla baktığınızda üzülüyorsunuz. hiçbir darbenin*** yeri olmayan demokratik düzenlerde –haklı sebeplerle olsa bile- ülkenin en tepesindeki kişilerin, en yetkili hukuki makamlarca yargılanırken seçilen çözüm yolunun şiddet ve ölüm olması berbat bir şey.
    dp’lilerin yassıada’daki zor günleri, mahkemenin itiraz kabul etmeyen otoritesi, verilen cezaların ağır olması, darağaçlarının idam kararından 1 ay önce hazır edilmesi.. kabul. bunlar faşizan uygulamalar. ama bunlar maalesef dp’nin ülkeyi dış güçlere, büyük sermaye sahiplerine sunduğu* ve çok büyük ekonomik sorunlar yarattığı gerçeğini değiştirmiyor. bu yüzden bilip bilmeden konuşmamak ve taraf tutma sevdasıyla gerçekleri yok etmemek lazım. dp bünyesindekiler adalet önünde asılacak kadar büyük cürüm işlememiştir ve mbk’nin otoriter tavrına kurban gitmişlerdir. fakat yine aynı dp’liler, egemenliğini kaybeden ve tekrar yarı bağımlı hale gelen türkiye halkı önünde suçludur. hem de büyük suçlu.

    demokrat parti, üzerine yorum yapılmadan önce dikkatlice incelenmesi gereken bir dönemde varlığını sürdürmüştür. türkiye’de ve dünyada o dönemin karışık geçmesi, dp’ye duyulan hayranlık/nefret, ve kaynakların kısıtlılığı nedeniyle 1946-1961 yılları hakkında (hele ki internetten) tarafsız bilgi bulmak oldukça zordur. bu yüzden o yılların en göze çarpan oluşumları*** hakkında bol keseden sallamamak ya da methiyeler düzmemek için gerçekten vakit ayırmak, tarafsız olmaya çalışmak gerekir. olayların içinde yer alan kişiler sığ ve intikamcı bir mantıkla kesin bir şekilde damgalanmamalı, mümkün olduğunca fazla boyutta incelenmelidir.

    giderek kutuplaşan dünyanın kargaşasında ortada kalmaya mecbur olan türkiye, daha önce** yaşadığı tatsızlıkları unutarak yine çok partili demokrasiye geçmek istiyordu. çağdaş ülkelerle ilişkilerin rahat halledilmesi, yeni kurulan cumhuriyetin varlığını iyiden iyiye meşrulaştırması ve özellikle batı dünyasında iyi anılmak için gerçek demokrasi şarttı. fakat bu ancak olgunlaşmış şartlarla olabilirdi ve iyi planlanmalıydı. osmanlı döneminde dahi büyük ölçüde ganimetlere bağlı olan ekonomi, fetihçi yapının zayıflaması ile uzun süre önce zayıf düşmüş ve giderek kapitülasyonlara boyun eğmişti. işte böyle bir enkaz ortamında bir de ulusal kurtuluş mücadelesini* veren türkiye, tam anlamıyla yıpranmıştı. ülkenin ne eğitimi, ne ekonomisi, ne de demokrasisi tam anlamda oturmuştu. inönü*, aslında şartların hazır olmadığını elbette biliyordu fakat “ilk zamanlarda birbirimize hücum dahi edebiliriz ama zamanla alışacağız” diyordu. siyasal durum gerçekten de böyle olaylara açıktı. ismi “halk partisi” olmasına rağmen cumhuriyetin ilk yıllarındaki oluşumunu genelde okumuş ve nüfuz sahibi kişilerden oluşturmak zorunda olan chp, ideolojik olarak tam anlamıyla bir bütün değildi. kanımca chp o yıllarda, benzer fikirlerle bir ideale yürüyen kişilerin ortak adresi değil; ülkede siyasetle uğraşacak başka insan olmadığı için sorumluluğu üzerine almak durumunda kalan farklı kişilerin tek adresiydi. ne siyaset yapacak okumuş ve sorgulayan bir halk vardı, ne de farklı görüşleri temsil eden başka kuruluşlar. böyle bir düzende atatürk*’ün silah arkadaşı olarak yükselen inönü, yıllarca “milli şef” olarak en tepede bulunmasını anımsatarak kendisini uyaran ve çok partili düzende yıpratılacağını söyleyenlere o esprili üslubuyla “işte bunun için sağlığımda, sabrımla bu işe girmek istiyorum” diyordu.

    gerçek bağımsızlığın büyük emeklerle kazanıldığı atatürk döneminde de –gazi mustafa kemal’in isteği üzerine- yapılması düşünülen toprak reformu hala gerçekleştirilememişti. mustafa kemal’in sağlığında tamamlayamadığı bu proje 1945’te yine meclis gündemindeydi. halkın büyük çoğunluğunun kırsal kesimde olması düşünülerek daha adil ve insaflı bir toprak dağılımı düşünülüyor, bazı alanların kamulaştırılması planlanıyordu. demokrat parti’nin beyin takımı, o günlerde öne çıkmaya başladı. genelde kendi halinde, sessiz sakin bir mebus olarak bilinen aydın’lı toprak ağası menderes söz alıyor ve atatürk’ün ideallerinden biri olan toprak reformunu faşist olmakla suçluyordu. bu yöntemin nazi’leri andırdığından bahsedip diğer toprak ağalarından, mülk sahiplerinden alkış alan menderes böylelikle dörtlü takrir’in önünü açmış oldu. meclisin denetim altında olmasını, cumhurbaşkanının parti başkanı olmamasını, parti çalışmalarının tekrar tanzim edilmesini ve siyasal özgürlük haklarının tanınmasını talep eden bu önergenin altında celal bayar, adnan menderes, fuat köprülü ve refik koraltan’ın imzaları bulunuyordu. kanımca önergenin reddedilmesinden ziyade, menderes ve köprülü’nün partiden ihraç edilmesi önemliydi çünkü bu günümüzde dahi süren parti içi demokrasi yoksunluğuna benziyordu. kim oldukları ya da ne önerdikleri ayrı bir mesele ama ihraç etmek, demokrasiye yakışan bir hareket değil. neyse.. bunun üzerine inönü parti içi değil, ayrı bir muhalefet hareketinin başına bayar’ı istedi çünkü onun başbakanlık tecrübesine güveniyordu ve bayar öncülüğünde bir gruptan laikliğe aykırı bir hareket geleceğini düşünmüyordu. böylece bayar da chp’den istifa etti. inönü’ye yeni partide irticai hareket yapılmayacağı, köy enstitülerine ve ilkokul seferberliğine muhalefet edilmeyeceği*, dış politikada ayrılık yaratılmayacağı konusunda teminat veren bayar onayı aldı.

    ilk basın toplantılarında kendini “chp’ye nazaran daha demokrat ve iki parmak solda*” olarak tanımlayan dp’liler aslında ekonomide liberalizmi hedefliyorlardı. bu ortamda, daha modern ve demokrasi yanlısı uygulamaların olumlu sonuç vereceğini düşünen inönü sosyal anlamda biraz daha özgürlükçü kararlar aldı. kendi isteği ile chp’deki “değişmez genel başkan” sıfatı kaldırıldı, işçilere sigorta hakkı tanındı, öğrenciler örgütlenme imkanına sahip oldu, üniversiteler özerk statüye eriştiler, basın daha rahat hareket edebildi, köylünün vergileri hafifletildi. fakat inönü, bunca olumlu harekete rağmen eleştiriye açık bir karar almıştı: seçimlerin tarihi biraz geriye çekildi. bu zaten az zamanı olan dp’nin vakitten biraz daha kaybetmesi anlamına geliyordu. önce yerel, sonra genel seçimlere gidildi. seçimlerin hileli olduğu söylentisi dp’yi oldukça kızdırdı fakat menderes kütahya’dan mebus seçilmeyi başardı. gerçi seçimler tertemiz olsa bile bu kadar genç bir partinin şansı yoktu fakat dp’nin bu konuda duyduğu şüphe, ilerleyen yıllarda büyük bir chp nefretine dönüştü.

    dp kurultaylarında mikrofon, partiden olmayanlara bile veriliyordu. vaatleri her zaman demokrasi ve özgürlüktü. acemiliğin de etkisiyle, ilerde merkez sağın en büyük öncüsü olacak dp, mehmet ali aybar’a bile mebusluk teklif etti çünkü onun basında estirdiği özgürlük rüzgarının değişik kitleleri de peşine takabileceğini düşünüyordu. aybar reddetti. tam da bu ortamda cumhurbaşkanı inönü bir beyanname ile tarafsız olduğunu, partilere eşit uzaklıkta bulunduğunu belirtti.

    kabul etmek gerekir ki, 1950 öncesinde chp bile amerika'nın içişlerimize ve ekonomimize burun sokmasına çok sivri bir muhalefet yapamıyordu. hatta savaş sırasında ve sonrasında hissedilen uzun durgunluktan sonra, ekonomide biraz olsun canlılık sağlayabilmek için dışarıdan gelecek özel teşebbüse bile karşı çıkmayacaklardı. fakat bu ortamda dp, (seçim beyannamesinde de görüleceği üzere) tüm ehemmiyeti tarıma vereceğini, devlet teşebbüslerini özel teşebbüse devredeceğini belirtmişti. bu maalesef amerika’nın yayılmacı politikasına cevap veren bir durum yarattı.

    tarihi boyunca haddi olmayan yerlere burnunu sokmaktan çekinmemiş olan amerika, türkiye’de var olan ağır ve milli bir sanayi istemiyordu. onlara göre millileşip kuvvet kazanan sanayi, amerikan ihracatına gölge düşürecek ve pazarı daraltacaktı. yani artık amerika, türkiye’ye sattığı bazı ürünleri satamayacaktı çünkü aynı ürünleri türkiye de üretebilecekti. amerika sermaye konusunda yatırım yapacağı ülkelerin sanayisisin geri kalmış olmasını, yani amerikan endüstri ürünlerini pazarlayabileceği ülkeler olmasını tercih ediyordu. ucuz işgücü, yer altı kaynakları ve tabii olanaklar da göz önünde bulundurulan faktörlerdi*. savaştan yıkık çıkan ve oldukça yorgun olan devletlerin yeniden yapılanma sürecinde, sağlam bir gıda ve hammadde stoku lazım olacaktı.

    içte ve dışta böyle bir ortamda girilen 1950 seçimleri ülke tarihine muazzam bir etki yaptı. 1946’dan bu yana eksiklerini kapatan ve her duvarı afişlerle kaplayan, gezilere çıkıp mikrofona halkı davet eden dp çok sempati toplamıştı. atatürk’ten sonra avrupa’da yükselen savaşın kötü etkilerini hisseden, çok yıpranan, güçsüz türkiye ve halkı belki de umudu değişiklikte görmüştü. böyle bir hevesle oyların %53’ü dp’ye gitti. inönü, oğlu erdal*’a bunu “niçin kaybettik? en başta geleni değişiklik arzusudur, bu da milletlerin hem masum hem de tabii bir arzusudur.” diye yazmıştı. chp genel sekreteri kasım gülek ise başarısız olmalarını yeterince “halkın partisi olamamak”ta arıyordu.

    uzun süredir inönü’yle rekabet halinde olan ve hiç iyi geçinemediği rivayet edilen bayar, onu andıran tüm reis-i cumhurluk uygulamalarından sakındı. başvekil menderes ise daha ilk günlerden “millete mal olmuş inkılâplar mahpus tutulacaktır” diyerek, atatürk’ün getirdiği yeniliklere alışmakta zorluk çeken kitleleri de kucaklayacağının sinyalini veriyordu.

    dp hakkında tartışılması gereken en önemli hususlardan olan tutarsızlıkların örnekleri verilmeye başlanmıştı. chp’ye dörtlü takrir sunup cumhurbaşkanının tarafsızlığını talep eden dp’liler, inönü’nün bu talebi yerine getirmesine rağmen bunu kendileri devam ettirmediler. faşistlikle suçladıkları tek parti yönetiminde bile tarafsızlık beyanı yapan cumhurbaşkanı* gitmiş, yerine dp armalı (arma demek az kaçar. üstünde kocaman dp harfleri olan) baston taşıyan, dp’nin her toplantısına başkanlık eden bir cumhurbaşkanı, yani kendi kurucuları bayar gelmişti. ilk icraatlardan biri olarak atatürk’ün getirdiği ezanın türkçe okunması zorunluluğu kaldırıldı. tekrar arapçaya dönüldü. menderes, bunu ramazan’a denk getirerek muhafazakar-dindar kesimin epey desteğini kazandı.

    önceleri mütevazı kişiliğiyle bilinen ve hiç hesapta yokken başbakan olan (onun başvekilliği değil, köprülü’nünki düşünülüyordu) menderes, artık katı bir inönü eleştirmeniydi. onun yaşına gönderme yaparak evde oturması gerektiğini söylüyor, inönü’nün muhalefette olmasından duyduğu rahatsızlığı dile getiriyordu. inönü ana muhalefet liderliğinden ayrılmayınca da onu unutturmak isteyen birkaç karar aldı. çok tartışma yaratan inönü resimli paralar tedavülden kalktı, ismet inönü'nün devlet konser locasındaki kulaklığı kaldırıldı, onunla özdeşleşen beyaz tren halka açıldı. vesaire..

    dp iktidarının tam da başında onların iç ve dış politikalarına uzunca değinmek gerekir.
    nato’ya konumu*, etnik yapısı * ve gelişmişlik düzeyi* bahane edilerek alınmayan türkiye; kore savaşı konusunda çok aceleci davrandı. bu konuda meclis’e ve büyüklere danışmayı “tecrübemiz kıt zannederler” diyerek reddeden menderes, konuyu meclise dahi getirmeden 4500 eri kore’ye uğurladı. bu sıcaklık karşısında nato, türkiye’yi kırmadı ve 1952’de üyeliğimiz kabul edildi.

    içeride ise dp’nin tarıma endeksli politikaları ve marshall yardımı çerçevesince amerika’dan traktörler, greyderler, biçerdöverler geldi ve tarım kredileri alındı. fakat tarıma ve sadece tarıma verilen bu önem elbette ki yokluk çeken türkiye’ye gökten inen türk liralarıyla değil, amerika’dan alınan para ile yapılıyordu. bu paranın tümüyle milli olmaması ve önemli kısmının borç alınması; dp’nin tarım projelerinin maalesef kısa ve orta vadeli sonuç vermesine sebep olmuştur. tarih ve istatistikler gösterir ki 1950’den sonraki 2-3 senelik dönemde türkiye dünya buğday üretiminde ilk 5’e girmiş; tarımda iyi mahsul almış; mahsulü taşımak için kırsal kesime yollar yapılmış; halkı da bu durumu sevinçle karşılamıştır. bunlar kabul edilmesi gerekilen ve çabuk gelen olumlu sonuçlardır. benzer bir politikayla, sulamanın artması için truman* amca’nın aracılığıyla 25 milyon dolarlık amerikan kredisi alınmış ve seyhan’da bir baraj çalışmasına başlanmıştır. projenin başına ise sonradan dp’nin mirasına sıkı sıkı sarılacak kim getirilse beğenirsiniz?* kısa vadede umut veren ve ekonomiyi biraz hareketlendiren bu uygulamalar, halkı doğru tercih yaptığına inandırmıştır. ama yapılan bu atılımların büyük oranda plansız-programsız* yapılması, başarının uzun vadeye yayılıp istikrarlı olmasını engellemiştir. en ufak makineleşmeye bile ihtiyaç duyan türkiye tarımı, gelen yabancı yardımın etkisiyle ekim alanını genişletmiştir genişletmesine; ama daha fazla tarım alanı bulmakta güçlük çekildiği an* sorunlar başlamıştır. ekilecek alanların bir süre sonra daralması toprak ağalarının ormanlık arazileri tahrip etmesine neden olmuştur. tarım kredilerinin özellikle belli başlı büyük ellere teslim edilmesi ve diğer olası yolsuzluklar da tartışma konusudur.

    türkiye’yi uzun vadede çok zora sokacak olan iki yasa da, dp iktidarının ilk dönemlerinde yürürlüğe girer. birincisi yabancı sermayeyi teşvik kanunu’dur. ikincisi ise petrol kanunu. yabancı sermayeye kapıları sonuna kadar açan bu yasalar dönemin büyükelçisi george mcghee ile kurulan irtibatla hazırlanmıştır. mcghee, atatürk orman çiftliği'nde ağırlandığı bir günü “they told me then that they’ve decided to denationalize the exploration of oil and invite the oil companies to come in” diye anlatır. yani dp iktidarının petrol kuyularının hakkını dışarıdan gelen çok uluslu şirketlere bırakmak istediğini söyler. muhalefet temkinlidir. inönü bu kararları adeta kaldırmakta büyük çaba sarf ettikleri kapitülasyonların güncel hali gibi görür:

    “siz bir devlete diğer devletlerden ayrı fazla bir hak tanıdınız mı, diğer devletler karşılıklı olarak bu haklardan istifade hakkı isterler. çünkü hiçbir devlet diğer devletlerden eksik bir durumu kabul etmez…tarihte yabancılar, kapitülasyon himayesi ile türkiye’yi istismar ettiler. yeni devirlerde yerli vatandaş hakikat dışı ve emniyetsiz usullerle ıstırap çekecek ve yabancı sermaye hususi kanunların himayesinde yaşayacaksa kendi elimizle yerli sermayeyi yabancı olmaya zorlamış oluruz. asırlardır tecrübe edilmiş mahsurlu usullerin yeni bir marifetmiş gibi yeniden getirtilmesine teşebbüs edileceğini asla tahmin etmezdik. bunlar bizde eskiden de vardı. zorla çıkarttık memleketten”

    gerçekten de tarih, ismet inönü’yü haklı çıkaracaktır. yabancı sermayeye tanınan imtiyazların ve ağır sanayiye geçilmek istenmemesinin sonucunda sadece tarım yapmaya mahkum kalan türkiye'nin 1950’deki ticaret açığı, 1952’de 3.7 katına çıkmıştır. zamanla borçlanan türkiye’de 1957’ye kadar olan dönemde alınan dış yardımlar, yerli sermaye yatırımlarıyla eş hale gelmiştir. sanayiye de yatırım yapmak yerine sadece tarımın seçilmesine rağmen, o bile daha önce dediğim üzere maalesef kısa ve orta vadede kalmıştır. ilk 1-2 senelik dönemde sevinen çiftçi, yaşanan kuraklıktan sonra 1955’te amerika’dan tarım ürünü alacak vaziyete düşmüştür. hem de onların dayattığı katı, çıkar peşinde koşan kurallarla. hem de onların tarım ürünleri fazlasını. kendi kullanmadıkları malları. ülke ekonomisinin güvenebileceği sabit bir sanayi gücü yok. doğa şartları elverirse tarım yapılabilir. ama kuraklıkla beraber mal darlığı ve döviz yokluğu baş gösterdi. esnaf tedirgindi ve peyniri olsa bile teneke bulamadığı için satamadığını söylüyordu. ülke sanayisi, bu denli acizdi. eskiden uçak fabrikaları dahi bulunan bir ülke, bu fabrikaları ya satmış ya da nato standartlarına uygun bulmadığı için kapamıştı. bu yüzden ufak bir krizde karaborsanın, gümrükte malları özellikle bekletip fiyat yükselten tekelcilerin eline düşmüştü.

    1952 yılında dp, -belki de hala 1946’nın kiniyle- chp’nin tüm mallarının haksız kazanıldığını iddia etti ve onlara devlet adına el koyma girişimi başlattı. tüm malların hazineye devri isteniyordu. dp inönü’yü unutturma politikaları, chp’nin mallarına el koymak gibi otoriter tavırların yanına bu kez bir de millet partisi’ni gericilik suçuyla kapattırmayı ekledi. eskiden fazla ön plana çıkmayı sevmeyen menderes artık mecliste inönü’den “yaşlı bir zat” olarak bahsedebilir olmuştu. daha önce bahsettiğim ve siyasal kurumların en büyük sorunlarından biri olarak gördüğüm tutarsızlık yine kendini göstermişti: önceleri chp’yi fazla otoriter olmakla suçlayan ve özgürlük talep eden bir parti artık halk desteğinin meşruluğuna inanarak muhalefetin mallarına el koyuyor, parti kapattırıyordu. 1954’teki seçimlerde adeta zafer sarhoşluğu yaratacak bir sonuç çıktı: %56. meclisteki sandalyelerin %93’ü dp’lilerin elindeydi.

    önce bayar, sonra menderes amerika’yı ziyaret etti ve oldukça sıcak ilişkiler olduğu bildirildi. menderes amerika’da bulunduğu günlerde sovyetleri* eleştirerek popülizmini orda da sürdürüyordu. dünya bankası yetkilileri türkiye ekonomisindeki ticari açığı işaret etmesine rağmen menderes yine de 300m dolar yardım talep etti. tarımda uzun vadeye yayılamayan uygulamalar, ürünlerin fiyatını arttırmış; enflasyon konuşulur olmuştu. yurda döndükten sonra millet partisi’nden osman bölükbaşı’nı meclise sokan kırşehir ilçe statüsüne düşürüldü. inönü’nün memleketi malatya ikiye bölündü ve adıyaman oluştu. artık baskı da kendini gösteriyordu. radyo siyasal partilere kapatıldı ve memurların siyasal hakları kısıtlandı. bu otoriter rejim eleştirildiği anda da gazetecilere hapis cezası verildi. 80 yaşındaki gazeteciler* bile, özgürlük vaadiyle başa gelen partinin politikalarını eleştirilince hapse yollanabiliyordu*. tam da bu baskı ortamında kışlalarda ilk kez müdahale ihtimali konuşuldu.

    laikliği sahiplenen ordu, ezanın arapçalaşmasından beri tepkiliydi. bir de eski garp cephesi komutanına* mecliste “gözüme bak paşa!” diye bağıran menderes’ten rahatsız oluyorlardı. tek rahatsızlıkları bu değildi. marshall planı ve nato’ya adaptasyon süreci zarfında türk askeri, kendi rütbesinden çok düşük rütbeli olsa dahi amerikan subayları tarafından eğitilmeye mecbur bırakılmıştı.
    toker*’in çalışma arkadaşı cüneyt arcayürek başbakana hakaret suçundan içeri atılırken menderes mecliste inönü’nün damadı metin toker’i kastederek “çok yüce bir şahsın damadı da olsa, kulağından tutarlar sıçan deliğine tıkarlar” diye gözdağı verdi. “resmi şahıslar hakkında kötü düşünce” yasaktı. hukuk, böyle kaygan ve istendiği gibi oraya buraya çekilebilecek terminolojilere emanetti.

    bunun ardından meclis, 11 üyenin verdiği bir önergeyi konuşur oldu. mevcut yasa, bir bakan hakkında yolsuzluk iddiasında bulunan basın mensuplarına duruşmada kanıt gösterme hakkı tanımıyordu. bu 11 üye ise bir yolsuzluk varsa bu belgelensin istiyorlardı ve dokunulmazlıkları eleştiriyorlardı. menderes, “bu hak tanınırsa iftiralar sonlanmaz” diyerek önergenin altında imzası bulunanları ihraç etti. kendi partisinden dokunulmazlıkları eleştiren çıktığında ihraç eden menderes, sevmediği osman bölükbaşı’nın dokunulmazlığını kaldırarak onu hakaretten tutuklattı. fuat köprülü dahi “artık kurduğum partiyi tanıyamıyorum” diyordu ve menderes aleyhine konuşuyordu.

    1957, seçim kampanyasına sahne oldu. ismet inönü’nün “iktidar hastası” olduğunu söyleyen menderes, “eğer dp’nin şansı varsa benim sağlığımda çekilir. onları ilerde müdafaa edecek tek adam ben olacağım.” cevabını aldı. seçim bitmeden sonuç yayınlamak kanunen yasaktı ama dp, kazandığı illeri radyoda bir bir açıklamakta sorun görmüyordu. oylar düşmüştü: %48. chp ise hemen yakınlarınday:%41. eskiden devalüasyondan çekinen menderes, bu dönemde cumhuriyet tarihinin en büyük devalüasyonlarından birini yaptı ve dolar 3 katına çıktı. kendi savunma bakanları* bile bir darbenin artık yavaş yavaş meşrulaştığını ima edince, dp tarafından istifaya zorlandı.

    sonra da vatan cephesi olayı geldi. sonradan yassıada’da halkın bir kesimini diğer bir kesim üzerinde etkili hale getirmekle itham edilecek olan bu uygulama, dp sempatizanlarının isimlerini saatlerce radyodan okutuyordu. dp sempatizanlığı “vatan cephesine katılan aziz vatandaşlar” anonsu ile açıkça övülüyordu.

    1959 şubatında o meşhur uçak kazasından sağ kurtulan menderes yurda dönünce iyi bir kalabalık tarafından karşılandı. tüm tatsızlıklara rağmen inönü de onu ziyaret etti. çevresinden gelen tüm önerilere rağmen menderes, bir iade-i ziyaret yapmadı ve o soğuk havayı kırabilecek hamleyi gerçekleştirmedi. bunun üstüne chp’nin yurt gezisinde dp’li bir gencin ismet inönü’nün kafasına taş atması olayı gerçekleşti. dp, chp’nin artan oylarına rağmen ancak seçim dışı yollarla iktidara gelebileceğini iddia ederek 15 adet dp’liden oluşan ve normal bir kurumdan çok daha üstün yetkilere sahip bir tahkikat komisyonu kurdu. olağanüstü dönemlerdeki güçler birliği uygulamasını andıran bu komisyonun kurulması üzerine inönü o meşhur uyarısını yaptı “arkadaşlar, şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilal** meşru bir haktır. bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam”. bu lafın üzerine muhalefet polis eşliğinde meclisten çıkarıldı ve öğrenciler “kahrolsun diktatör, hürriyet isteriz” sloganları ile sokağa döküldüler. gösteri yapanlar tutuklandı, üniversite basıldı, öğrencilere ateş açıldı, can kaybı ve sakatlıklar yaşandı. 555k gerçekleşti. ordu, uzun süredir süren bu gösterileri ve halk hareketlerini olumlu karşılıyordu. bayar, hükümetin bu gerginliği azaltmak için istifa edip chp ile ortak hükümet kurması gerektiğini söyleyen ali fuat başgil’i reddetti*.

    menderes baskıyı ve elleriyle yarattığı canavarı biraz olsun sezebilmişti ve bu yüzden darbeden sadece birkaç saat önce olmasına rağmen tahkikat komisyonu'nun görevini tamamladığını ve tez vakitte seçime gidileceğini söyledi. öğrencileri etkileyebilecek üniversite hocalarına ithafen “kara cübbeliler“lafını kullandı ve derhal bu lafa yayın yasağı getirdi.

    darbe halktan destek almasına ve bazı kesimler tarafından kurtarıcı olarak beklenmesine rağmen neredeyse amatörce bir işti çünkü uzun uzun düşünülmüş bir planı, harekat düzeni yoktu. hatta genel kurmaydan çıkıp, kuvvet komutanlıklarına uzanarak tepeden aşağı yayılacak bir hiyerarşik düzen taşımıyordu. emir komuta zincirinde değildi. aksine alparslan türkeş, cemal madanoğlu, suphi karaman gibi tabandan gelen daha düşük rütbeli isimlerin yarattığı ve harbiyeli gençleri arkalarına aldığı bir hareketi temsil ediyordu. türkeş’in radyoda okuduğu metin bile son anda hazırlanmıştı. cemal gürsel zannedilenin aksine darbeciliğinin getirdiği iktidar hırsıyla hareketin başını çekmemiş, hatta hareketten bir süre önce izmir’deki evinde bahçe işleriyle uğraşmak isteğiyle emekliliğini bile talep etmişti. son anda hareketin başına rütbeli bir insan getirilmesi için ikna edildi. darbe sonrası balkonlarda bayraklar, sokaklarda insanlar vardı. asker omuzlarda taşınıyordu. fakat elbette ki dp yanlısı bir kesim de üzgündü. madanoğlu bu ortamda aceleyle kurulacak yeni hükümette yer almak isteyen subaylara “hanginiz maliyeden, iktisattan, siyasetten anlarsınız? menderes de böyle yaptığı için bu hale düştü” diye çıkışıyordu. o iktidarı bir süre sonra sivillere teslim etmeyi düşünse de, alparslan türkeş kesinlikle gücü orduda tutmak istiyordu. inönü ise, günümüzde nazlı ılıcak gibi fanatik dp sempatizanlarının darbecilik suçlamalarına maruz kalmasına rağmen o günlerde aslında “yazık. çok çalıştım, önleyemedim. kendilerine anlatamadım. daha mı iyi oldu şimdi?” diyordu. hep hareketin içinde olduğu, darbeyi kışkırttığı için suçlanan inönü’ye hareketin başına getirilen cemal gürsel “size karşı kusurluyuz: size haber vermedik. ama verseydik bizi vazgeçirmek isterdiniz” diyordu. inönü de madanoğlu gibi çok geçmeden seçime gidilmesine sıcak bakardı fakat türkeş, seçime kesinlikle karşıydı. iktidarın orduda kalmasını istemesinin yanında, çok erken bir seçimin idaresi hemen chp’ye teslim etmek olacağını düşünüyordu –türkeş’le, onun milliyetçilik anlayışıyla, politikasıyla falan en ufak bir alakam yoktur ama en azından bu hususta itiraf etmeliyim ki adam haklı beyler-.

    yassıada. türk demokrasi tarihine büyük etki yapan yer. davada menderes’in aşırı nazik, çekingenliğe varan üslubu dikkat çekiyordu. menderes’in avukatları**, savcıları kuvvetler ayrılığına uymamakla eleştirdiler. işte burada tekrar o dilimden düşüremediğim tutarsızlıkları hatırlatmalıyım: tahkikat komisyonu’nu kuran bir kesim şimdi kuvvetler ayrılığından bahsediyordu.

    dava bilindiği üzere uzun sürecekti. sonlara doğru tartışılacak olan esas davaların** araştırmalarını tamamlayabilmek için epey vakit gerekiyordu. bu yüzden mahkemede görülen ilk dava halk arasında “köpek davası” olarak anılan davaydı. bayar, en fazla 1500 lira edecek bir köpeği atatürk orman çiftliği’nin parasıyla 20000 liraya almak ve köyüne çeşme yaptırmakla 4 yıl 2 aya mahkum edildi. evet suçtu da bence bile abartılı bir cezaydı. yazık yani köpek yüzünden 4 sene. hemen ardından bebek davası geldi. menderes bundan aklandı. anayasayı ihlal, örtülü ödenek, 6-7 eylül gibi ağır davaların daha hazır olmaması sebebiyle önce işlenen bu basit davalar basitti basit olmasına ama günümüzde bile sağ basın tarafından “işte faşist mahkemeler demokrasi şehitlerimizi böyle ucuz psikolojik oyunlarla yıpratmak istediler. o yüzden önce bebek-köpek davalarıyla onurları kırıldı” diye propaganda malzemesi yapılmaktadır. halbuki işin aslı, diğer davaların daha hazır olmamasından kaynaklanır. sallamamak lazım tabii.

    menderes örtülü ödenekten büyük miktarda parayı kendi keyfine göre harcayıp zimmetine geçirmekten, vatan cephesi ile baskı oluşturmaktan, yabancı firmalara** türkiye bankalarında kredi çıkartmaktan, halkın malını para vermeden istimlak edip yol yapmaktan, devlet radyosu ile ağır propaganda yapmaktan, kendisine oy vermeyen illeri ilçe yapmaktan, chp’nin mallarına el koymaktan, anayasası ihlalden, öğrencilere ateş açtırmaktan, 6-7 eylül olaylarını önlememekten, muhalefet edenlere ağır baskı uygulamaktan, tahkikat komisyonu’na fazla yetki vermekten suçlu bulunmuştur.

    bunlar mahkeme önünde konuşulan suçlardır. ne olursa olsun, -kimseye yapılmaması gerektiği gibi- idamla cezalandırılmamalıdır.

    fakat menderes’in ve dp’nin beyin takımının asıl suçları kanımca

    atılım yapması gereken ve tarımdan sonra sanayileşmeye ihtiyaç duyan bir ülkeyi yanlış politikalarla sadece tarıma mahkum kılıp onu avrupa’nın gıda ambarı yapmak,
    devletçilik politikalarıyla denetlendiği günlerde bile zor ayakta duran bir ekonomik düzeni ziyadesiyle hızlı bir şekilde liberalizme götürmeye çalışmak,
    millileşip güç toplaması gereken türkiye sermayesini kalkındırmaktansa ülkeyi yabancılara cennet hale getirmek,
    kapitülasyonları anımsatan kanunları ve ikili anlaşmaları yapmak,
    zaten zorluklarla boğuşan ülkenin askerini amerika ve nato’ya yaranmak uğruna hiç tanımadığı ve husumetinin bulunmadığı bir ülkeye tereddüt etmeden yollamak,
    halkı demokrasi ve özgürlükle kandırırken aslında toprak reformuna bile karşı çıkan bir toprak ağası olarak siyasal ve sosyal baskı yaratmak,
    inönü’yü faşist diktatörlükle eleştirip kendi iktidarında içeri tıkılmayan adam, yapılmayan otoriterlik, kapatılmayan gazete bırakmamak,
    halkı dini temalarla kendi tarafına çekmesine rağmen, gayrı meşru ilişkiden çocuk sahibi olup kasasında kadın külotu saklayacak kadar tutarsız olmak -isteyen istediğiyle sevişir, bana ne. ama sevişen din üzerinden oy toplarsa biraz tutarsız oluyor sanki-,
    uzun vadede ülkenin geleceğini ve halkını kurtarabilecek tarihi bir proje olan köy enstitüleri'nin yalandan bir komünistlik suçlaması ile bir feodal komploya kurban gitmesine destek olmak,
    kısacası karşı çıktığı her şeyi aynen devam ettirip, vaatlerini tutmamaktır.

    evet menderes fazlasıyla seviliyor, batı basınında bile takdir ediliyordu*. evet, menderes’i görünce kendi oğlunu ona kurban edecek kadar seveni vardı*. ve lanet olsun ki seçimle değil, darbe gibi tatsız bir yolla gitti, canlara kıyıldı. keşke kıyılmasaydı..

    ama intikam almaya çalışmak yerine gerçekçi olabilmek lazım: türkiye hala bu dönemin acılarını çekiyor.
  • bugunlerin ekonomik cokuntusunun temellerini atan parti
  • celal bayar, adnan menderes, fuat kopruluve refik koraltan'ın 1946'da chp'de verdiği dörtlü takrir ile temelleri atılan, celal bayar dışındakilerin partiden uzaklaştırılması, celal bayar'ın da içeriden desteğiyle kurulan partidir.

    kurulduğu yılki seçimlerde halkın büyük ilgisine rağmen, diğer il ve ilçelerde örgütlenememek gibi teknik nedenlerden ötürü (demokrat partililer hile yapıldığını da savunmuştur) seçimlerde başarılı olamamıştır. (chp %85 , dp %13) ancak tek parti iktidarının getirdiği bezginlikten ötürü, memleketteki tüm tersliklerin iktidara maledildiği dönemde kırat şaha kalkmış, 1950 seçimlerinde %53 oy ile, %40 oy alan chp'yi geçmiş ve iktidara oturmuştur. bu oy oranlarına rağmen 487 milletvekilinden 408'ini alarak esasında meclisin %83'üne sahip olmuştur.

    dört yıllık iktidardan sonra 1954 seçimlerinde oy oranını 3-4 puan arttırarak %57'ye çıkarmış (chp %35) ancak mevcut seçim kanunu münasebetiyle gene meclisteki ezici üstünlüğü ele geçirmiş, 1950 seçimlerinde 69 milletvekili çıkaran chp'nin milletvekili sayısını (chp'nin oy oranı artmasına rağmen) 31 milletvekiline indirmeyi başarmıştır. (541 milletvekilinden 502'sini alarak meclisin %92'sini elde etmişlerdir) üç sene sonra yapılan 1957 seçimlerinde de %47 ile iktidarı kazanmasına rağmen oy oranı düşüş trendine girmiştir.

    ve beklenen son gerçekleşmiş (son bekleniyordu zira 1960 yılında sokaktaki çocuklar bile asker'in ihtilal yapacağından bahseder olmuşlardı) 27 mayıs 1960 darbesiyle (buna beyaz ihtilal diyenler de mevcuttur, anayasa değişikliğinden ötürü ihtilal niteliğini kazanır kimilerince, başka bir zevat ise 50 seçimlerindeki demokrat parti zaferini beyaz ihtilal olarak görür*) yöneticiler yassıada'ya, demokrat parti de, tarih kitaplarındaki yerine gönderilmiştir. ancak zihniyeti hala devam eder.

    ilginç olan ve bu sondaki önemli etkenlerden biri, hikayenin başında, dörtlü takrir verilirken söylenen, demokrat partinin kuruluş sebebi olan, "tek parti iktidarının getirdiği antidemokratik ortamı bitirmek, tek parti yasalarını değiştirmek, yüzünü halka çevirmek" vaatleri, iktidara gelir gelmez unutulmuş, iktidarın, gücün verdiği cesaret ve sarhoşluk bünyeye yayılmış, başta söylenenlerin tam tersine tek parti iktidarını güçlendirici yasalarla antidemokratik ortam semirtilmiştir. bir iki kişinin kaderindeki meclisin bile haberi olmayan anlaşmalar (ki bu anlaşmaların bazılarında amerika'ya gayet muğlak ifadelerle türkiye'deki bir karışıklıkta müdahale etme hakkı veriyor ve sadece dışişleri bakanı fatin rüşti zorlu'nun bir imzasıyla yürürlüğe giriyordu) demokrat parti'nin bu sonundaki en önemli etkenler olmuştur.
  • çok partili hayata geçişle beraber hemen akla gelen parti. bu demokrasi denemesindeki birçok acemilikten fazlasıyla nasibini almış ve sonunda partinin 3 önde gelen isminin asılmasıyla sonuçlanan sürecin sembolü olmuştur.

    inönü nün demokrat parti kurulurken hedeflediği sadık ve çok iddialı olmayan bir muhalefet partisi idi.bundan dolayı chp deki muhalif seslere “neden ayrılıp yeni bir parti kurmadıklarını” bizzat sormuştu.
    ancak gündelik hayatın birçok vazgeçilmezini değiştiren devrimlerden (halkın yaşamında önemli bir yer tutan tekke ve zaviyelerin kapatılması, şapka kanunu, latin alfabesine geçiş , vs…) ve bitmek tükenmek bilmeyen fakirlikten bıkan halk chp den artık bıkıp demokrat partiye dört elle sarılınca; inönü nün planları alt üst oldu.

    o zamanki mevcut seçim sistemi rezaletti; ve bu sistem sayesinde dp 1950 seçimlerinde %54 oyla meclisin %84 ünü ele geçirmişti. 1954 seçimlerinde de değişen bir şey olmadı; %58 e çıkan dp oyları mecliste 503 sandalye anlamına geliyordu; buna karşın chp %35 oyla sadece ve sadece 31 sandalye kazanmıştı.
    yalnız hiç kimse kusura bakmasın; bu tamamen chp nin kendi tuzağına kendisinin düşmesi demekti.çünkü bu seçim kanunu chp döneminden mirastı; kendileri az oy alacak zayıf muhalefet partilerine bu şekilde fark atmayı düşünüp bu seçim kanununu çıkarmışlardı.dp liler meclisin çoğunluğunu ele geçirmelerini sağlayan bu yasayı iktidara geldiklerinden sonra da olgunluk gösterip değiştirmemişlerdi.

    yalnız burada inönü nün hakkının teslim edilmesi gerekir. zira inönü her ne kadar 1946 seçimlerine hile karıştırılmasına göz yummuş veya mevcut seçim kanunuyla dp nin önünü kesmeye kalkmış olsa da yine aynı inönü 1950 seçimlerinin objektif yapılmasını sağlamış; seçimlerde yenilgi alınca da iktidarı sessiz sedasız demokrat partiye teslim etmiştir.
    bu aslında çok büyük bir başarıdır, zira yeni kurulmuş devletlerde devletin tek hakimi olan tek parti iktidarının demokratik bir şekilde başka bir partiye devredilmesi dünyada sık rastlanılır bir durum değildir.çünkü yeni kurulmuş bir devlette eğer tek parti iktidarı mevcutsa bu devletin mekanizmalarının partiyle iç içe geçtiği anlamına gelir ki bu durumda parti kendisini devletle özdeşleştirdiğinden başka bir partinin iktidara gelmesi çok zorlaşır ve iktidar devri iç savaşa varan huzursuzlukları ateşler. türkiye ise inönü nün sayesinde böyle bir gerginlikle karşılaşmadan iktidar devrini gerçekleştirip bu önemli sınavdan büte kalmadan geçmiştir.

    chp nin demokrat parti kurulur kurulmaz daha parti örgütlenmesini tamamlayamadan seçimleri 1 sene erkene alıp hileli bir seçime imza atmaları (1946 seçimleri) da yine o saçma seçim kanununu çıkaran aynı sakat anlayışın ürünüydü.malesef bu sakat anlayış sonunda 1950 seçimlerinde demokrat partiye hak etmediği bir temsil hakkı verdi; sonrasında adnan menderes kendisini dev aynasında görüp o meşhur laflarını etti ve sonunda ordunun ve ülkenin elitinin desteğini yitiren, kendine aşırı güven neticesinde totaliter eğilimler gösteren adnan menderes 27 mayıs ta devrildi.

    bundan sonrası gerçekten türkiye nin bir ayıbıdır; sonuçta türkiyede 3 tane devlet adamı idam edilmiştir.aslında ilk elden çok daha kalabalık bir demokrat partili grubu idam edilecekken (15 kişi) dünyadan gelen tepkiler sebebiyle 12 kişinin idam cezası infaz edilmedi.ancak kalan 3 kişinin idamlarına ingiltere kraliçesi elizabeth, abd başkanı kennedy, fransız devlet başkanı de gaulle dahi engel olamadı.

    üzücü bir nokta; 1972 idam edilen deniz gezmiş ve arkadaşlarından katledildi diye bahseden birçok kişi adnan menderes, hasan polatkan ve fatin rüştü zorlu nun idamları mevzuabahis olduğunda “boşuna idam ettiler bunları başımıza kahraman yaptılar” şeklinde yorum yapmaktadır. sonuçta deniz gezmişin idamı da bir demokrasi ayıbıdır, adnan menderes in ki de. ancak neden birisi bizim görüşümüze daha yakın olduğu için “kahraman” diğeri de “öldü gitti işte” oluyor anlamıyorum.
  • okullarda gençlere anlatılan efsanelerdeki kadar öcü olmayan parti. elbette bir sürü hata/yanlış yapmış, lideri ve önemli iki bakanı asılarak idam edilmiştir.

    evet türkiye nato'ya adnan menderes iktidardayken katılmıştır fakat katılma başvurusu 1948'de ismet inönü tarafından yapılmıştır.

    menderes'e atfedilen, ağır sanayiden tarım temelli sanayiye geçiş türü ekonomi poltikalarındaki büyük değişimlerin başlangıcı, 1946-1950 arasında türkiye'ye gelen dünya bankası temsilcilerinin tavsiyelerini hayata geçiren inönü hükümeti dönemindedir. devlet eliyle kalkınmacılıktan özel sermaye girişimciliğine geçişi gösteren bu değişimler 1947 chp kongresinde ve kasım 1948'de istanbul'da gerçekleştirilen ikinci ekonomik kongre'de onaylanmıştır.(*)

    ***
    evet, 'sağcı' menderes yönetimi, işçiye ücretli pazar tatili getiriyor, solcu nadir bey buna karşı çıkıyor!

    demek dp iktidara geldiğinde 'karşı devrim' başlamış, bazı arkadaşlar öyle diyorlar.

    gene o yazının yayınlandığı yıl, 1951 yılı, adnan menderes bir de 'atatürk'ü koruma kanunu' çıkarıyor ve karşı devrim başlıyor...

    cumhuriyet gazetesi savaş yıllarında almanya'yı destekliyor ve bu devrimcilik oluyor.

    chp yönetimi gene aynı dönemde varlık vergisi salıyor, yahudi vatandaşların belini kırıyor ve bu devrimcilik oluyor.

    grev hakkı yok, örgütlenmek yasak, bu devrimcilik. türk-iş konfederasyonu ancak 1952 yılında, menderes devrinde kuruluyor, o karşı devrim.
    chp yönetimi sosyalist partileri kapatıyor, bu devrim. iki kere hem de, yirmi yıl arayla, devrimin iki aşaması.

    savaştan sonra ilk kez bir amerikan gemisi, missouri zırhlısı istanbul'a geliyor, abanoz sokağı genelevleri amerikalı denizcilerin yararlanmaları için baştan aşağı badana ediliyor, bu da devrim.

    1946 seçimleri 'gizli oy, açık tasnif' ilkesine göre değil, tam tersine 'açık oy, gizli tasnif' ilkesine göre yapılıyor, oy verme işlemi sırasında seçim sandıklarının başında üniformalı jandarma bekliyor, devrim.

    nazım hikmet ve kemal tahir, işlemedikleri bir suçtan dolayı on iki yıl hapis yatıyorlar, devrim.

    onları bağışlayan, salıveren adnan menderes oluyor, karşı devrim.

    1968 yılında 'milli bakiye seçim sistemi' demirel'le anlaşmalı olarak kaldırılıp türkiye işçi partisi'nin bir daha meclise girebilmesi önleniyor, devrim.

    12 mart döneminin faşist dikta yönetimlerine bakan, hatta başbakan verilerek destek olunuyor, devrim.(**)

    (*) resmi tarih tartışmaları-1 özgür üniversite
    (**) engin ardıç; http://www.aksam.com.tr/yazar.asp?a=34382,10,2
    (bkz: öğreten adam ve oğlu)
  • türkiyede, yanılmıyorsam 1934 ten itibaren, türkçe okunan ezanı; 1949 yılında tekrar arapçaya çeviren, ve bize ölüyü dirilterek bu sorunu * bırakan siyasi parti.
  • seçim araçları sokaklarda dolaşan bir parti. aracın üzerinde "belediye başkan adayı" yazıyordu. yani muhtemelen bir önceki seçimde kullanılan araç ile üzerindeki hiçbir yazıya dokunmadan -belediye başkan adayının ismini sökmüşlerdi- propaganda yapıyorlardı. o an içimi derin bir hüzün kapladı. bunu tüm samimiyetimle söylüyorum. üzülerek ülkemizin özetinin bu olduğunu düşündüm: kısır bir döngü içinde hep aynı şeyleri yaşayan, sürekli olarak kötü şeyler yaşamak zorunda olan insanların ülkesi.

    tansu çiller'in parlattığı, sağı toparlayacak kişi olarak lanse edilen süleyman soylu, sümeyye erdoğan'ın bahsettiği bir trol ordusunu (!) kontrol edip, twitter'da hashtag açar olmuş, iddialar bu yönde. yani düşünün bu adam bir parti lideriydi, çeşitli konuşmalar yapıyordu yapan, haberlere çıkan, insanlar üzerinde etki bırakan biriydi.

    numan kurtulmuş vardı. necmettin erbakan misali milli politika ürettiğini beyan eden biriydi. dindar olup dinden geçinmeyen bir politik çizgisi vardı. en azından o imajla hareket ediyordu hep. firavun olmakla suçladığı bir liderin gölgesinde şimdi.

    ileride akp iktidarı'na zarar verebilecek iki tane partinin içinin boşaltılması manidar değil mi? iktidar yolun karşısında olan adamı ne kadar da cezbediyormuş meğer.

    bunlar bizim hala hatırladıklarımız. peki ya hatırlayamadıklarımız? mesela mecliste sürekli uyuyan bir amcamız vardı, atilla koç. şimdilerde turkcell yönetim kurulu üyesi. hilmi güler'i de hatırladınız sanırım, petrol istasyonu karşılığında borç sildiği iddia edilen eski enerji bakanımız, o da turkcell'de.

    işte hayat böyle garip, içi boşaltılmış bir siyasi hareketin seçim aracı insana yaşadığı yeri bir kez daha hatırlatıyor: içi boşaltılmış hayatlar yaşayan mutsuz insanlar ülkesi...
  • ilki, abd yardımları, demiryollarının asfalta peşkeşi, köy enstitüleri ve halkevlerinin ağalara peşkeşi, "küçük amerika" rüyaları(!), arabaların sol tekerleğinin patladığı filmlerin yasak edilişleri ile anılan, "söz milletin" denilip bugünkü "devletten geçinme" modasının ilk temellerinin atıldığı, sözün ilelebet egemen sınıfa maledildiği bir garip hizmet oluşumu.
  • isin en aci yani ise 1940larda chp'den ceken kimi aydinlarimizin! bu partiye verdikleri destektir, celal bayar'in "dp, chp'nin alti parmak solundadir" sozlerine safca inanarak...
hesabın var mı? giriş yap