• sabah akşam sosyal medyada savaş güzellemesi yapıp profiline "savaş türk'ün düğünüdür" yazan, yanında çatapat patlasa korkusundan babasının yağlı ihalelerden kaptığı lüks aracıyla soluğu kapıkule sınır kapasında alacak olan dar paçalı çember sakallı nargile kafe müdavimi sahte vatanperverlere sabah öğle akşam günde üç tekrar olacak şekilde izletilmesi gereken savaş filmidir.
    harp okulunda askerliğimi yaparken bir dönem kütüphanede görevlendirilmiştim. boş vakitlerimde arşivlerdeki 1.dünya savaşıyla ilgili dokümanları, tezleri ve dergileri okurdum. çanakkale cephesiyle beraber beni en çok etkileyen metinler western front olarak tabir edilen bölgede yaşananları anlatan metinlerdi. okuduktan sonra bir süre kendime gelemediğim yazılar vardı. çoğu zaman verdun, somme ve passchendaele muharebelerinde askerlerin hatıratlarını okurken psikolojim bozuluyordu. özellikle ingilizlerin 1 günde 60.000 askerin üzerinde kayıp verdiği somme muhaberebesindeki anılarını anlatan alman bir subayın, sadece 1 saat içinde makineli tüfeğiyle yaylım ateşi açarak 400'ün üzerinde hucüma kalkan ingiliz askerini öldürdükten sonra silahını bırakıp siperden öne atılarak "tanrı aşkına durdurun şu saçmalığı yeter gelmeyin artık " şeklindeki anısı hiç aklımdan çıkmıyor. bu ve bunun gibi onlarca anıyı okuduktan sonra savaşın ve ölümün ne kadar kötü bir şey olduğunu iliklerine kadar hissediyor insan.
    uzun zamandır savaş filmi izlemiyordum, film bittikten sonra uzun bir süre ekrana boş boş baktım. beni derinden etkiledi ve aklımdan çıkmıyor. bu vahşi savaşın gerçekten yaşanmış olması da ayrı bir etki yaratıyor insan üzerinde.
    özetle süper kahraman saçmalıklarından sıkıldıysanız gerçek hayatın acımasız gerçeklerini ve insanların ellerine fırsat geçtiğinde ya da ölüm korkusuyla yüzleştiğinde ne kadar gözünün dönebileceğini gayet güzel anlatan bir film. merakı olanlara şiddetle tavsiye ederim.
  • batı cephesi 800 kilometre uzunluğunda bir cepheymiş, birçok noktasında da tek bir mermi atılmadan aylar geçermiş. national geographic'in birinci dünya savaşı serisine göre ingiliz general lord edward gleichen şöyle anlatmış:

    "siperleri dolaşırken bir askere 'hiç alman vurma fırsatın oldu mu?' diye sordum. bana siper duvarının üstünden sık sık başını çıkaran kel, uzun sakallı yaşlıca bir beyefendi gördüğünü söyledi. 'peki onu neden vurmadın?' dedim. asker hayret etti. 'vurmak mı? ama komutanım, adamın bana hiçbir zararı olmadı ki!' "

    aşağıdakini de alman eri august bader'ın günlüğünden öğreniyoruz,

    bir gün almanlar siperde yemek pişirirken karşı taraftan bir fransız "ben de gelip yiyebilir miyim?" diye seslenmiş. davet etmişler, fransız askeri almanlarla güzel güzel yemeğini yemiş, ardından uzanıp biraz kestirmiş, sonra teşekkür edip siperine dönmüş. sonraki günlerde de almanlar kendisini düzenli yemeğe davet etmiş. yemek saatlerinde iki taraf arasında gidip gelenler çok olurmuş, birbirlerine ikramlarda bulunur, yemeğin ardından şarap ve sigara içip kağıt oynar ve birbirlerine kibarca şans dileyip siperlerine dönerlermiş. yemek saatlerinde asla saldırıda bulunulmazmış ama bu cephede savaşanların emirlerle değil, doğrusu bu olmalı diye düşünerek kendi kendilerine geliştirdikleri bir davranışmış. bunda en önemli neden siper savaşı olmalı.

    kraliyet erlerinden j.d. hills yazıyor:

    "alman siperlerinden atılmış bir taşa bağlı şöyle bir mesaj aldık: 'size bir 40 pounder atacağız (kastettiği 120 mm'lik top mermisi). yapmamız emredildi ama yapmak istemiyoruz. bu akşam atmadan önce siper alabilmeniz için sizi ıslıkla uyaracağız.' ve aynen dedikleri gibi de oldu."

    not: iki tarafın da kurmayları bu yaşa ve yaşat* duygusunu kırmak için siper baskınları emri vermeye başlamışlar. silah arkadaşlarını bir bir kaybeden askerler artık karşı tarafı dost olarak göremez hale gelince, savaş tekrar savaşa dönmüş.
  • kitabını yıllar önce okuduğum netflix filmi. ilk filmi (1930) ve ikinciyi de (1979) izlemiştim. savaş filmi diye bakarsam güzel bir film olmuş bence. alt metin-üst metin, klasik çamur-pislik öf-püf hep aynı klişe var vs. vs. açısından bakmıyorum, çok takılmadım orasına. siper gösterecek, çamur gösterecek adam daha ne. kitabı kendilerine göre yorumlamışlar işte, efektler falan da güzel olmuş. 1917'ye göre yer yer daha fazla beğendiğim sahneleri de oldu.

    fransızların tank hücumu sahnesi iyi kotarılmış. hücumda kullanılan tanklar saint-chamond tipi tanklar ve saldırının olduğu dönemde üretilen bir model. elbette orijinal tank kullanacak halleri yok adamların. sahneyi dikkatlice inceleyince saint-chamond tanklarını simüle etmek için rus bmp-2 şasesi üzerine ekleme yapmış olduklarını görüyorum sanırım. saint-chamond'ların askı donanımı (tankın taşıyıcı/yol teker(i)-süspansiyon-palet yapısı) filmdekilere göre çok çok farklı. buradan orijinal tankın dışına ve içine bakabilirsiniz. filmdeki tankların taşıyıcı tekerleri ve cer dişlileri (öndeki büyük çark) bmp-2'lere çok benziyor. bence bmp-2 şasesi üzerine ekledikleri metal plakalarla tankları imal etmişler. çok mantıklı aslında, film alman yapımı. almanların elinde zamanında bmp-2 modelinden bol vardı (doğu alman ordusundan kalma). demek ki böyle filmlerde kiralıyorlar artık.

    tank hücumundaki sıralamada doğru. 1. dünya savaşındaki taktik anlayışa göre önden tanklar giderken hemen arkalarından da piyade ilerlerdi ve tankların asıl amacı piyade hücumunu desteklemekti (bkz: infantry tank). tankların yavaş olmasının en önemli nedeni bu (diğerleri; ilerlenecek arazinin engebeli olması sonuvu yüksek hızların askı donanımını kısa sürede mahvetmesi, kule kullanılması sonucu tankın ağırlık merkezi engebeli arazide bozulduğundan devrilmeye neden olması, mekanik sorunlar, uygun motor-transmisyon olmaması vs. vs.). o nedenle önden tankların girip arkadan da alev makineli ekibin gelmesi doğru. almanların piyade tüfekleri ile tanklara ateş etmesi de doğru bir ayrıntı. o dönemde tank zırhları için rha (rolled homogenous armor) denilen ve türkçesi haddelenmiş zırh çeliği olan malzeme kullanılmıyordu çünkü bu malzeme çok yeni keşfedilmişti ve tanklara uygulanması için daha zaman geçecekti. rha oldukça sert bir zırh çeliği ve bunu piyade tüfeği mermisi ile delmek elbette mümkün değil. ancak 1. dünya savaşı tanklarında rha kullanılmadığında ve onun yerine genelde düşük karbonlu orta sertlikte çelik içerikli metal plakaları zırh olarak kullandığından uygun açılardan yapılan piyade tüfeği ve makineli tüfek atışları tank zırhlarını delebiliyordu. hatta ingilizlerin ilk tankları olan mark i'lerin erken dönem üretimlerinde elde bol bulunan kazan çeliği kullanıldığından piyade tüfeği mermilerin zırhını kolayca delebildiği ve hatta içeride sekerek birden fazla mürettebatı yaralayabildiği görüldü. 1917 ve 1918 gibi savaşın son iki yılında almanların piyadeye zırh delici tüfek mermileri (ve hatta tüfeklerin) dağıtıldığı biliniyor. bu nedenle filmde almanların özellikle tank üstlerinden geçerken alttan ateş etmeleri normal şeyler çünkü alt kısımlar delinebiliyor. bunun dışında almanların tank savunması için ilk tanksavar amaçlı toplarını 1918'de kullanıma soktuğunu hatırlıyorum. onun dışında tanksavar savunması sahra topçusunun yaptığı klasik atışlar ve cesur piyadelerin tanka yaklaşıp tankın paletlerine, gözetleme deliklerinden içeriye el bombası, dinamit falan fırlatmasıyla yapılıyor ki o kargaşada gerçekten cesaret isteyen bir olay. ekibin tanklardan kaçarken kat'ın makineliyi sırtlaması da iyi bir ayrıntı. mal canın yongası, makineli tüfekler o dönemde çok önemli olduğundan benzer şeylerin yapıldığı okumuştum bir yerlerde. ha bu arada makineli tüfeğin yanında su içtikleri kova aslında makineli tüfeğin soğutma suyunun olduğu kova. o dönemde tüfeklerin çok ısınan namlularının soğutulması için bir su deposu olurdu yanlarında ve hortumla bu su namlu etrafındaki hazneye iletilirdi. bu depo siper şartlarında sıklıkla delindiği, hasarlandığı ya da kaybolduğu için kova ya da miğfer içine konan su ile namlunun soğutulması sağlanıyordu. bu detay da gayet ince ama güzel olmuş.

    bunun dışında fransızlarla görüşen alman heyetinin başkanı sosyal demokrat bir politikacı olan matthias erzberger daha sonra adolf hitler'in de nazi propagandası yaparken sıklıkla kullanacağı kasım katilleri ifadesinde kastettiği kişilerden biri. filmdeki en son saldırıyı yaptırtan alman generali aslında nazilerin sıkça sözettiği bir anlayışı savunuyor ve hala gücümüz varken neden teslim oluyoruz diyor. bu argüman hitler'in iktidara geçerken çok sık tekrar ettiği bir mantık. nazilere göre 1. dünya savaşında teslim olmak tamamen hainlik ve bunu gerçekleştirenler de orduyu ve almanya'yı arkadan hançerleyen hainler. hitler'in sosyal demokratlara ve dolayısıyla sol kesime olan nefretinin çıkış kaynaklarından biri de bu kişi. gerçekte ateşkes imzalanırken hitler fransa'da bir sahra hastanesinde zehirli gaz nedeniyle yarı kör olmuş bir şekilde tedavi görüyor ve ateşkes haberi duyulunca "bunca yıldır siperde çektiğimiz çile nereye gitti, her şey boşuna mıydı lan deyyuslar" diye feci şekilde sinirlenip korkunç bir hayal kırıklığına uğruyor. filmde ateşkesi imzalayan matthias erzberger de zaten yenilginin kabullenilmesi işinden sorumlu tutularak 1921 yılında pre-nazi gruplardan biri tarafından düzenlenen suikaste kurban gidiyor ki 1920'lerde almanya'da hakim olan siyasi terörün en önemli nedeni bu ateşkesin imzalanması.

    bu arada ateşkesin imzalandığı vagonun adı compiègne wagon olarak biliniyor. fransızlar bu vagonu 2. dünya savaşı başına kadar müzede tutuyor. sonra almanlar fransız ve ingiliz ordularını perişan edip dunkirk'e kadar sürdükten sonra artık nasıl hırslanmışlarsa fransızlarla aralarında imzalayacakları ateşkes için vagonu buluyor ve alıp 1. dünya savaşında ateşkesin imzalandığı yere getiriyor, daha sonra da fransız heyetini burada kabul edip teslim belgesini yine bu vagonda imzalatıyorlar. vagon daha sonra almanya'ya götürülüyor ve 1945 yılında müttefikler ele geçirmesinler diye ss tarafından yokediliyor.

    son bir ilave; filmin kaynağı olan kitap almanya'da ilk yasaklanan kitaplardan biri ve nazilerin şu meşhur kitap yakma kampanyasında yokedilen kitaplar arasında yer alıyor. kitabı evde bulundurmak büyük suç ve eğer evinizde bu kitap bulunursa sorgusuz sualsiz toplama kampına tek yön gidiş biletiniz kesiliyor.

    neyse, güzel film olmuş bence...izlenir.

    düzeltme: imla hataları
  • film çok başarılı. fakat bu yazıyı salt anlamda film incelemesi olarak değil; küçük bir tarih perspektifi sunarak kaleme almak istiyorum.

    filmde almanların batı cephesi'nde saplanıp kaldıkları ''savaş bataklığı'' iyi işlenmiş ve tema olarak izleyiciye hep bu cephede yaşananlar aktarılmış. ancak aynı tarihlerde almanya, ''aynı anda iki cephede savaş'' metodu izlediğinden, doğu cephesi'nde de ruslarla amansız bir mücadele içindeydi. yani aslında biz filmde batı cephesi'nde olup bitenleri izledik ama eşzamanlı olarak farklı bir noktada, çok daha farklı bir boyutta kıyamet kopuyordu o dönem için ve almanların savaşı kaybetmelerinin temelinde bu ''iki cepheli savaş'' doktrini yatıyordu. hatta hitler iktidara yürüdüğünde bunu çok sert bir şekilde propaganda etmiş, dönemin bürokrat ve askerlerini, iki tarafta aynı anda harp etmeye sebebiyet verdiklerinden dolayı yerden yere vurmuştu. fakat kaderin bir cilvesi mi, yoksa hitler'in geri zekalılığı mı dersiniz bilmiyorum, almanya aynı hatayı 2. dünya savaşı'nda da yapacak ve sonucunda yine çok ağır mağlup olacaktır.

    isterseniz gelin 1914'e dönelim ve o dönemi bir de atatürk'ten dinleyelim.

    savaş patlak vereceği sırada, o dönem sofyada ataşemiliter olarak bulunan mustafa kemal (atatürk) bey, istanbul'a, dr. tevfik rüştü aras'a 4 eylül 1914 tarihli bir mektup gönderir ve mektubunda çıkmak üzere olan büyük harp ve almanlarla ilgili genel kanaatini, şu isabetli tespit ve gözlemleriyle dile getirir:

    ''hangi tarafın galip geleceğine dair olan fikri kanaatimi söylemek istemem. nazik ve mühim bir devre içinde bulunduğumuza şüphe yoktur. almanlar büyük ve hayrete şayan bir saldırışla birçok fransız kalesini çiğneyerek sağ kanadı ile paris'i geçip fransız ordusunu -arkası isviçre'ye olmak üzere- sıkıştırdı. bunun almanların biricik maksadı olduğuna ve ona da muvaffakiyet elverdiğine herkes aynı fikirde idi. bütün kâinat ve herkes, artık son kati meydan muharebesine ve onun neticesine intizar ediyordu. halbuki bu neticeye karşılık alman ordularının fransız ordusu karşısında geri çekildiği görüldü.

    şarkta, ruslarla almanlar arasında cereyan eden vakalarda ruslar bozuldu. fakat güneyde rusların pek üstün kuvvetleri karşısında avusturya ordusu çekiliyor. batıda fransız ordusu taarruza hazır. binaenaleyh, alman ordusu serbest değil. şarkta rus ordusu üstün ve avusturya ordusu çekilmeye mecbur. vaziyeti şöyle tefsir edebiliriz: almanlar fransız ordusunu kati meydan muharebesi ile henüz mağlup edemeyeceklerini ve avusturya ordusunun üstün ruslar karşısında daha ziyade mukavemet etmeyeceğini görerek, garpta büyük ordu ile geri çekilerek nispeten doğuya yaklaşmak ve sonra fransız ordusu karşısında bir müdafaa ordusu terk ederek geri kalan ordularıyla doğuya dönüp, avusturya ordusu ile birlikte rus ordusunu vurmak istiyorlar.

    pek güzel! fakat bu defa rus ordusu geriye, doğuya çekilmeye başlarsa ve bu orduyu yakalayıp ezmek mümkün olmazsa ve diğer taraftan fransız ordusu mukavemet için yardım istemeye mecbur olursa, bu defa yine doğuda ruslara karşı bir müdafaa kuvveti bırakıp batıya mı dönecek? ve böyle mekik gibi bir doğuya, bir batıya gide gele alman ordusunun hali ne olur?''

    işte atatürk'ün sözünü ettiği ''ve böyle mekik gibi bir doğuya, bir batıya gide gele alman ordusunun hali ne olur?'' kısmından da anlaşılacağı üzere, alman ordusu onca yıl süren savaşta perişan oldu... bu, kaçınılmaz bir netice idi çünkü en başında strateji yanlıştı. stratejinin yanlış olduğu bir ortamda siz istediğiniz kadar taktiksel başarılar yakalayın, ancak günü kurtarırsınız. gün sonu yine döner dolaşır arzu etmediğiniz netice sizi bulur ve mağlup olursunuz. o yüzden savaşların kaderini tayin eden operasyonel düzeyde taktiksel hamleler değil; stratejiler olmuştur.

    öte yandan, filmde bazı göndermeler vardı ki bu göndermeleri çok iyi buldum. bunlardan en başlıcası, meşhur tren vagonu içinde fransızlar ile almanlar arasında imza edilecek olan barış antlaşması sırasında, alman heyetinin öne sürülen barış şartlarına ve maddelerine göz gezdirip ''bizden talep ettikleriniz çok ağır, tam teslimiyet istiyorsunuz!'' dedikten sonra ''düşmanınıza karşı adil olun, yoksa bu barıştan nefret eder'' sözünü sarf etmesi olağanüstü bir vurgu idi. evet barış antlaşması gerçekten onur kırıcı düzeydeydi ve sırf bu sebepten almanlar, bu barıştan nefret ettiler ve hitler'i doğurdular. fransızlar ise büyük bir küstahlıkla bu barış antlaşmasını (uyarılara rağmen) zorla dayattılar ve neticede kendi kurdukları kapana, 20 yıl kadar sonra kendileri yakalandılar. hem de aynı yerde!

    haddizatında filmin en beğendiğim kısmı bu oldu zira şimdiye dek beyazperdede vizyona giren ve bu tarz savaş temalı dönem filmlerinde almanlar hep ''öcü, şeytan'' olarak lanse ediliyordu. fakat bu film alenen bazı şeyleri izleyicinin gözüne sokmaktan çekinmedi ve mealen ''2. büyük harp neden çıktı, umarım daha iyi anlamışsınızdır'' mesajını verdi. benim sözünü ettiğim sahnede eksik bulduğum tek kısım, dayatılan antlaşma maddelerinin ne olduğundan hiç bahsedilmemesi oldu... yani kısa da olsa birkaç madde okunabilir ve ordaki şaşkınlık ile nefret duygusu izleyiciye çok daha iyi aksettirilebilirdi. birazcık eksik kalmış bir sahneydi ama yine de güzeldi.

    dikkatimi çeken ikinci gönderme ise, filmin sonunda alman generalin fuzuli bir hırs ve inat uğruna birlikleri cebren tekrar cepheye göndermesi ve adeta ''onursuz şekilde yaşamaktansa orda geberip gidin'' talimatını vermesiydi... alman generali bu bakış açısından enver'e benzettiğimi söylemem lazım. tıpkı enver'in de şan ve şöhret uğruna sarıkamış'a binlerce askeri sürmesi, çanakkale'de (anzakları bir seferde söküp atacağı zannına kapılarak) 19 mayıs taarruzunu emredip tek gecede 10 bine varan zayiat vermemize sebep olması yahut savaş bitip de yurtdışına kaçtığında yine onuru ve şöhreti için rus mitralyözünün üzerine yalın kılıç at sürmesi gibi...

    kıssadan hisse: ehliyetsiz ve liyakatsiz kumandanların elinde ordular koca bir ''hiç'' olabiliyor ve o ordunun fertleri tek tek heba edilebiliyormuş. film aslında bunu da çok iyi bir şekilde işleyip izleyiciye sunmayı başarmış.

    görüntü yönetmenini ayrıca tebrik ediyorum, harikulade sahneler elde edilmiş. yoğun emek olduğu kuşkusuz. tarihsel analizimi sonlandırırken herkese filmi tavsiye ediyorum.

    debe eklemesi: yazı içinde çanakkale muharebeleri ve mustafa kemal atatürk'e de atıfta bulunmuştum. rehberlik yaptığım bir topluluğa "arıburnu kuvvetleri komutanlığı"nın önemini anlatırken tarihi gelişmelere sadık kalıp "mustafa kemal bey" dediğim için gördüğüm tepkiyi ve benim cevabımı burada ayrıca paylaşmak istiyorum, lütfen izleyin: https://youtu.be/xmeifjjz5u8

    siz siz olun, bilmediğiniz konulara direkt atlamayın arkadaşlar. güzel bir gün dilerim herkese. (kanala destek olacaklara ayrıca şimdiden teşekkürler.)
  • +biz niye bu savastayiz
    -ulkemizi korumak icin
    +fransizlar niye bu savasta
    -ulkelerini korumak icin
    +kim hakli peki?
    -kim kazanirsa.
  • batı cephesinde yeni bir şey yok (all quiet on the western front) alman yazar erich maria remarque tarafından yazılan savaş karşıtı bir romandır. sonradan deyim haline gelen bu sözün gerçek anlamında kullanıldığını pek sanmıyorum.

    roman ilk türkçeye çevrilirken “garp cephesinde her şey sakin” olarak çevrilmişken daha sonra gerçek anlamına yakın olarak batı cephesinde yeni bir şey yok şeklinde çevrilmiştir. bu deyimin gerçek anlamını tek bir cümleyle anlatmak zor.

    insanlık tarihinde 20. yüzyıl kadar savaşlar yüzünden ölen genç erkek askerin olduğu başka bir yüzyıl yoktur. yerel savaşları saymazsak geçen yüzyılda iki dünya savaşında yaklaşık olarak 100 milyon insan ölmüştür. insanlığın bu korkunç yüzyılında liderler kahramanlığı överken remarque savaş karşıtı bir roman yazarak toplumlarda sarsıcı bir etki bırakmıştır. amerika bu romandan esinlenerek birçok savaş karşıtı film yapsa da hiçbirisi bu romanın etkisine ulaşamamıştır. ayrıca 1. ve 2. dünya savaşları hep galiplerin gözüyle anlatılırken ilk defa mağlupların gözünden anlatılması da romanın diğer bir benzersiz özelliğidir.

    romanda 1. dünya savaşında batı cephesi olarak geçen ve siper savaşı olarak başlayıp biten alman-fransız savaşı anlatılır. genç erkekler, liderler ve toplumun onları kahramanlığa özendirmesi ile savaşa katılırlar. oysa savaş öyle kahramanlık hikayelerinde anlatıldığı gibi değildir. batı cephesinde yaklaşık 3 milyon asker ölmüştür ama taraflar 300 metre ilerleyememiştir. çanakkale savaşlarında olduğu gibi siperlerdeki askerler birbirlerine yemek, sigara ikram etmiş, bombalama zamanlarını bildirmişlerdir.

    savaşı başlatan masa başındaki yaşlı adamlar istese kâğıda atacakları bir imza ile savaşı sona erdirebilirdi. bu kadar genç erkek ne uğruna ölüyordu. hatta bu yaşlı adamlar antik çağlardaki gibi meydana çıkıp birbirleri ile kavga etse ve kazanan galip ilan edilse daha mantıklı olurdu.

    remarque’a göre savaşa katılan herkes ölürdü. bedenen ölmeyenler bile ruhen ölürlerdi. romanın kahramanı yaralanıp izne geldiğinde topluma yabancılaştığını farkeder. kimse cephede ne olup bittiğini bilmiyordu, fikirleri tamamen farklı idi. konuşacağı arkadaşları ise savaşta ölmüştü. sivil yaşam onun için bir ıstıraptı. artık eski hayatlarına, eskiden oldukları kişilere karşı birer yabancı haline gelmişlerdi. tekrar cepheye dönmesi ise bir nevi ölüme gönüllü gitmesiydi.

    romanın isminin nereden geldiği ve deyim anlamı ise şöyledir: cephedeyken merkeze günlük raporlar verilirdi. ele geçirilen, kaybedilen mevziler, ölü sayısı ve isimleri rapora yazılırdı. uzayan savaşta 300 metreyi geçmeyen kazanımlar olağan olmuş, bir süre sonra sadece istatiksel bilgi olarak sadece ölü sayısı verilmeye başlanmıştı. toplumun da savaşa olan ilgisi azalmış savaş haberleri eskisi kadar gazetelerde yer almıyordu. roman kahramanının arkadaşı siperde ölmüştü ama merkeze verilen raporda buna yer verilmemiş ve sadece “batı cephesinde yeni bir şey yok” şeklinde bir telgraf gönderilmişti. artık ölü sayısı bile haber değeri taşımıyordu. gazeteler de sadece bu cümleyi haber yapmışlardı.

    remarque sonradan deyim haline gelecek bu bir cümlelik raporu romanının adı olarak seçmiştir. ne batı cephesinde ne de doğu cephesinde yüzyıllardır değişen bir şey yok. sadece yaşlı adamların hırsı yüzünden ölen genç hayatlar var!
  • anasini sikeyim boyle filmin.
    film degil de sanki o cephede o siperlerin arasinda gibiydim. siperde tikinirken tanklarin geldigini anladigimda yarragi yedik dedim. sonra tanklari savusturduk derken alev silahli adamlar cikti geldi. bu kez kesin boku yedik, birazdan olurum dedigim anda salonda koltukta oturdugumu farkettim.
    boyle film olmaz olsun ya.
  • gecenin bu saatine kadar beni kilitlemeyi başarmış başarılı film. ben şahsen beğendim. savaşa düğün dernek misali giden insanların ruhunun nasıl göt deliğinden çekildiğini daha ilk dakikadan çok iyi yansıtmış. devamında da zaten perçinliyor bu olayı. ayrıca bu tip tarihi içerikleri kaybeden tarafın gözünden izlemekte ayrı keyif veriyor insana. izleyin zaman kaybı değil. oyunculuk anlamında da ayrıca başarılı buldum yapımı. derin karakter analizi kasacak halimiz yok bana duyguyu verdi sonuçta. bf1 sonrası bu atmosferi bir filmde bu kadar incelikli görmek hoşuma gitti.
  • savaşmak istemeyenleri zorla savaştıran generallere gönderme yapan sahne her şeyi gayet güzel özetliyor. karargahtaki suitinde köpek besle, şarap iç, sıcacık şöminenin yanında nefis yemeklerden tat ama bir lokma yiyecek bulamayan, pislik içinde mücadele eden ve canının derdine düşen askerleri vatan hainliğiyle suçla.
  • erich maria remarque'ın ünlü romanının ve ondan uyarlanan 1930, 1979 ve 2022 tarihli 3 filmin adı. aşağıda alman yapımı olan 2022 uyarlaması filmi anlatacam.

    1930 ve 1979 filmlerinin aksine kitabın aslına çok yakın bir uyarlaması değil. öncelikle kitapta olmayan bir şey yapılmış ve paul bäumer'in cephede yaşadıklarına paralel olarak göreve yeni gelen sivil sosyal demokrat hükümetin compiegne anlaşması ile savaşı bitirme çabaları filme dahil edilmiş. bunu yapabilmek için de kitapta yıllara yayılarak anlatılan olaylar bir kaç güne sıkıştırılmış. onu yapabilmek için de kitaptaki olay akışında önemli yerleri olan askeri eğitim, iki yüzlü korkak müdür kantorek, paul'ün annesiyle ilişkisi, izne gittiğinde ortayaşlı sivil tanıdıkların paul'e savaş hakkında ders vermeye kalkmaları gibi unsurlar filmde yer bulamamış.

    remarque kitabında küresel önemde politik olayları değil de savaşta yaralanan, ölen, masumiyetlerini ve akllarını kaybeden sıradan insanların hikayesini anlatmayı bir nedenle seçmiş, siz ovaları verip, dağları alıp, kilometrekare hesapları yaparken biz ölüyorduk demek istediği için. bu film ise bunun üzerine peki ama bu sırada sıradan olmayan insanlar ne yapıyordu sorusuna bir cevap olarak bize alman generallerinin hala daha gözlerini kan bürümüştü ama sivil politikacılar savaşı bitirmeye çalışıyordu diyor. hatta biraz da alttan alta fransızları da ölen insanları düşünmeden fazladan bazı kazançlar için ateşkesi geciktirmekle suçluyor. alman generaller bu şekilde anılmayı hak etse de, almanya'nın savaşı kaybettiği belli olana kadar kayzerimizin arkasındayız diyen alman politikacılarının bu şekilde barış güvercini olarak anılmayı hak ettiğinden emin değilim. mesela bu filmde adı geçmeden temsil edilen, ateşkes görüşmelerindeki baş müzakereci matthias erzberger, 1914'te almanya'nın savaş amaçlarından birisi de belçika'yı ilhak etmektir yazmış birisi.

    filmin kendisine gelince, benden önce de bir kaç kez söylendiği gibi anlatım dili ve bazen birinci kişiye dönen kamera teknikleriyle 1917'ye çok benzer bir film. onun aksine belirli bir olayı değil, savaşan insanların cephede ve cephenin hemen gerisinde yaşadıklarını, sıkıntılarını ve onları unutabildikleri anları anlatıyor. arkaplanda it dalaşı yapan uçaklar varken askerlerin ağacların altında oturup hayallerinden bahsetmelerini seyrediyorsunuz. araya giren bu tür daha insani sahnelere rağmen filmin çoğu siperlerde geçiyor ve bol bol kan ve parçalanmış ceset de mevcut. film ayrıca ses, sessizlik ve müziği dramatik etki için çokça kullanıyor ve bence bunda da iyi bir iş çıkartıyor.
hesabın var mı? giriş yap