• film hakkında söylenmesi gereken en başlıca şey, harvey keitel'ın kusursuz oyunculuğudur. film tek bir karakter üzerinden işlendiği için keitel'e büyük bir iş düşüyor. bu bağlamda keitel, çok iyi bir performans sergiliyor. film eksiksiz bir suçlu portresini takdire şayan şekilde çiziyor. bad lieutenant'da, tamamıyla kötü bir karakter yaratılması için, abel ferrara elinden geleni yapmış. yasaların verdiği gücü, toplum için değil kendisi için kullanan bir polisin her türlü kötülükle bezenmiş hayat hikayesi, izleyiciyi derinden etkiliyor. teğmen, uyuşturucu bağımlısı, amaçsızca kötülük yapan, suçluları cezalandırmak yerine onlarla iş birliği içinde olan, suçları kendi yöntemleriyle halleden, her şeyiyle kendisi için yaşayan bir polistir. yaptığı şeylerden pişman olsa da yine suç işlemeye devam eder. çünkü tek başına iyi olamayacağını düşünür. büyük bir güç (tanrı, isa) yardım etmeden iyi olamayacağını düşünen teğmen, kötü biri olmaktan asla vazgeçmez. iyi olmak ona çok zor gelir. halbuki kötü olmak kolaydır; o bir polistir ve kötü biri olmak için elinde büyük bir avantaj vardır. bu kötülüğü ona zarar verse de sadece kötüdür. ne mesleğini ciddiye alır, ne suçlulara gerektiği muameleyi yapar ne de insanlara yardım eder. aksine işlenen suçları bile kendi lehine çevirerek zevki için kullanır. bunun en belirgin örneği, eliyeti olmayan iki genç kızla yaşadığı sarsıcı sahnedir. filmde din ve suç ilişkisi işlense de filmin bu yönü pek etkili olmaz. çünkü başkarakterin kötülüğü filmin anlattığı şeyin bile ötesine geçiyor. karakter, kızları zevki için kullanmaktan, taciz etmekten çekinmeyen birisi olduğu için tecavüze uğrayan rahibe onun için pek de anlam taşımaz.

    sonuç olarak bad lieutenant, harvey keitel'ın mükemmel oyunluğu ile devleştiği, bir insanın ne kadar kötü olabileceğini sarsıcı bir şekilde gösteren, etkileyici bir suç filmi.
  • harvey keitel'ın oynadığı polis karakterinden en tiksindiğim an arabadaki genç kızlara direktifler vererek mastürbasyon yaptığı sahneydi. bir insan 100 dakika içerisinde kendinden bu denli tiksindirebilip, sonra ona acımanızı sağlayabiliyorsa büyük oyuncudur.
  • abel ferrara nın filmografisinde king of new york dan sonra gelen ve driller killer la birlikte new york suç üçlemesinin polis kanadını yaratan film.
    harvel keitel; gambler, thief, junkie, killer, cop rollerini teke indirgeyerek mükemmel oynuyor.
  • başrolünü harvey keitel'in oynadığı, abel ferrara'nın yönettiği, 1992 yapımı film. senaryo da ferrara'ya ait. filmde keitel'in kızı rolünü, gerçek kızı stella keitel oynamaktadır.
  • kilisedeki yakarış sahnesi kültlerden biridir ve elbette harvey keitel'ın olağanüstü oyunculuğuyla birlikte.

    --- spoiler ---

    bu filmin de parmak bastığı nokta din en büyük kibri üretiyor. rahibeye, "bu adamların başka birine de aynısını yapmaları halinde sorumluluğu üstlenebiliyor musun?" sorusuna hala daha "ben affediyorum" diyerek o farkında olmadığı kibirden dolayı kendini iyi hissetmesini sağlayacak sözde 'bağışlayıcı' yalanını benimsemeye devam ediyor. çünkü böylelikle kendini o melekler katında görmeye devam edebilecek, isa'sının yolunda onunla beraber yürüyebilecek. o kendisini günahkarlar için feda etti, ben de ettim diyebilecek. cennet vaadinin taleplerini yerine getirebilecek ve ödülüne kavuşabilecek. diğer insanlara da aynı kötülüğü yapmışlar yapmamışlar umurunda değil, gerisiyle tanrı ve isa'sı ilgilenecek çünkü.

    dodgers da son ıskayla birlikte 'kötü polis'in finaline yardımcı oldu.
    --- spoiler ---
  • bad lieutenant (1992)

    7 / 10

    the lieutenant, koyu katolik olan ancak uyuşturucu kullanan ve sürekli bahis oynayan, uçurumun kıyısındaki bir polisi anlattığı, bir drama suç filmi. film, genel hatlarıyla ve yozlaşmış kötü polis karakteriyle, denzel washington ve ethan hawke'ın oynadığı training day'e baya bir ilham olmuş. bununla birlikte, filmin başrol oyuncusu harvey keitel çok başarılı oynamış. hayatında pişmanlıkları olan fakat geçmişine dair hiçbir şey göremediğimiz bu polisin, gün geçtikte uçuruma daha fazla sürüklenişini anlatmış yönetmen. izlemesi keyifliydi, büyük beklentilere girilmezse tatmin eder.
  • hatırlanamayan bir dönemin çöküş sonrası, kıstırılmış ruh haliyle açılan film. hiçbir yere ulaşmayan diyalog/monologlar sayesinde havada asılı bırakılan bir oyuncu mekan ilişkisi yaratıyor. bu ilişki ağı, filmin belgesel olmaya yatkın atmosferi bulup çıkarma isteğiyle öncelikli seçimlerini yansıtmak açısından önemli. kamera açıları merkezdeki karakterin dünyasının yanından akan dünyanın saflığıyla bütünleşme gayretinde değil. merkez aynı zamanda kurguyu yönlendiren ve ona duygu tonları yükleyen zamansal kesitler. hayatın gözlerin önünden geçmesi-kurgu anlayışı. her bir parçacık aynı çöküşten çeşitlenen farklı bir serüven anı. özellikle araba içinden arka plana yaklaşım, bu buharlaşmış olay örgülerini daha net bir şekilde, fazladan bir bilgi olarak zihne yediriyor. ses köprüleri karakterin gerçek incilini yansıtan kirlenmiş bir modern zaman kesiti. bu, uyuyan ruhun kendi bedenini sorgulama anındaki boşluklar olarak ekrana yansıyor.
    çok temel bir abel ferrara ve gerçek hayat ilişkisi hakim tüm bu olup bitene. kötü polisin adı anılmıyor çünkü bir yaratılan olarak o tür bir gerçeklik ona çok görülüyor. herhangi birinin herhangi bir yerdeki zaman ve mekan ilişkisi. sürüklenişin canlı tanıklığı. rahibeye tecavüz olayının araştırılma esnası ise ruhla bedenin aynı zaman biriminde buluşma isteğiyle mesafeleşiyor. buradaki mesafe karakterle dinsel bir kurtuluş fırsatının bilinçte yakınlaşması. sonuçta temel parçacıklar kesik anları birleştirme yoluna gidiyor. karakter kendiyle özdeşleştirebileceği herhangi bir şey için yanıp tutuşurken hep son infaz günü yaşanıyor. ait olma isteği, ya da sadece istek, bir beklenti, uzun vadede yeni bir yaşam düşü. olay örgüsü kendi karanlığına o kadar ait ki. ruhani bir sıçramanın bedensel tepkileri yalnızca kesebileceğine olan inanç, yerinde yapılan duraksama anlarıyla belirginleşiyor. ama ruh temizlenme aşamasına girse de yeniden başlanabilecek bir inanç sistematiği boşluğu hala sabit. rahibe affediyor. kendini affediyor. bu tanıklık anı ahlaki açılımları değil, daha çok içinde bulunulan dünyayı ve onun yarının didikliyor. farklı bir anlamdır manın kendi hayatlarımıza sunduğu yeni bir başlangıç anı. bad lieutenant görmek üzerine bir film, gözleri açan deneyimlerin, insanları seçim yapma anlarına taşıması. karakter sadece kendi merkezinden yönleniyor. new york şehri ise evrenin mutlak yörüngesinden. bunu görememenin sıkıntısı. yeniden başlama inancını da emip yok ediyor. gerçek bir bilinç dışılık. farkında lığın karşıtı her şey ve yorgun düşmek-bu bakıp ta görmemenin temel sonucu.
  • new order'dan bernard sumner ve phil cunningham'ın kurduğu yeni grup. aynı zamanda gene new order'dan stephen morris ve blur'dan alex james da katkıda bulunanlar arasındaymış. heyecan verici.
  • olmaya çalıştığı onlarca şeyden parçalar/fikir kırıntıları içerip bunu bütünlük arz eden bir yapı ile seyirciye sunmayı unutan film. özellikle doksanların "kült" diye adlandırılan filmlerine bakınca, bu sıfatın birçok kişi tarafından çok yanlış anlaşıldığı yönündeki fikrime daha da bağlanıyorum. 'başkarakterin hayatındaki kesitin bunaltıcılığını seyirciyi de bunaltarak yansıtma' işi özellikle gerçekten sağlam varoluşçu filmlerce başarılır, fakat ben buradaki bunaltıcı atmosferin sadece ambalaj olarak kullanıldığını, hikayedeki kusurların örtülmesi haricinde herhangi bir amacının olmadığını düşünüyorum. ferrara'nın zorlama bir alametifarika olarak çoğu filminde kullandığı dini ögeler, burroughs'a rahmet okutan junky karakterin göze sokulan uyuşturucu sahneleri (bunlar da yönetmenin "bakın sürekli uyuşturucu falan alıyor oha çok canki" mesajı sayesinde ayrıca tiksindiriyor kendinden) ve filmin tabii ki çok yanlış anladığı, olmak için kırk fırın ekmek yemesi gereken o 'aykırı film' olabilmek için çaresizce serpiştirilen sahneler (keitel'ın mastürbasyonu, fahişeler, çıplak rahibeyi gözetleme gibi), olmamış bir final, komik ve kötü yazılmış replikler... halinin kötülüğünden dini suçlayan karakterin kırılma anını yüz türlü sunabilecekken, bunu olabilecek en popülist şekilde kilisede isa'ya küfrettirerek yapmak nedir mesela? ferrara'nın düpedüz kötü filmi belli bir kitleye satmak için aslen kendine ait olmayan fikirlerle bezediği o kadar belli ki. metnin sığlığını görmek için iyi-kötü terazisinin iyi tarafına bir rahibenin, kötü tarafına ise sistemi kendi için kullanan kötü bir polisin oturtulmasına bakmak bile yeterli. tüm bunların üstüne bir de final sahnesindeki ahlakçı mesajı ekleyin. ambalajı hafiften sıyırınca her yerden dökülen iskeleti ortaya çıkıyor, ve ne bileyim yahu, bu mu o çok beğendiğiniz kült film demek istiyorum. bunun yakınından geçemediği şeylerin bir kısmını çatır çatır, hakkını vererek yapan the long goodbye diye bir film var mesela, kaçınız izledi acaba onu? ya yine ferrara'nın uyuşturucu dünyasına içeriden bakan king of new york'unu? the devils diye bir film var mesela, ya onu? aykırı olmak için götünü yırtıp komikleşen, çok zayıf bir film bad lieutenant. olmamışlığının üstünü bu ayrıksılık, cesaret ambalajıyla örtmeye çalışması da gerçek kült filmlere hakaret. izlemeyip gerçekten iyi bir film sansaymışım daha iyiymiş.
  • yeni versiyonu yoktur. bad lieutenant port of call new orleans werner herzog'un çektiği yeni bir filmdir, tekrar çevrim değildir.
hesabın var mı? giriş yap