• bir nick rhodes ve stephen duffy projesi.

    "the stars are dead. the animals will not look.
    we are left alone with our day, and the time is short, and
    history to the defeated
    may say alas but cannot help nor pardon." w.h.auden march 1937
  • ronesans oncesinde fransa'da yasanan din temelli guc ve iktidar mucadelesini, histerik rahibelerin rahip grandier'e olan tutkulari ve gelisen olaylar baglaminda anlatir. ilginc bir filmdir, digiturk'te goldmax'de izlemek mumkundur.
  • (bkz: şeytanlar)
  • ken russell’ın 1971 tarihli tarihi filmi.

    fransa'nın loudun bölgesinde geçen gerçek bir toplu histeri vakasından söz etse de yönetmen hiçbir zaman gerçeklere bağımlı kalmamıştır. fransa’daki engizisyonun, özerk bir protestan kent üzerindeki terörünü anlatan film, karakterlere odaklanarak gerçeklikten sıyrılmıştır.

    hızlı geçişlerle birbiriyle paralel ilerleyen sahneler, abartılı bir gerginlik, tüm filme sinmiş havai bir atmosfer, dejenerasyon ve kışkırtıcılığın doruklarında dolaşan anlatım tarzıyla “barok sinema”nın hakkını veren yönetmenin özellikle dekorlarında gösterdiği post-modern detaylar filmi zaman dışı bir yere konumluyor sanki. ken russell’ın karakterleri en adi özellikleriyle yüceltilir. drag-queen imajlı 13. louis, “asıl adam” olması gereken ama uçkuruna sahip olamayan damızlık rahip grandier ve en önemlisi kambur başrahibe jeanne (vanessa redgrave)… isa’yı cinsel obje haline getiren jeanne, rüyalarında grandier ile vücut bulan tanrı’nın oğluyla hayvani bir şekilde sevişir. içinde kompleks haline gelen bastırılmış bu duygular en zayıf bölgesinden patlak verir.

    hieronymous bosch’un “cehennem” tablosundan alınmış gibi duran sahnelerden özellikle birisi (haçtaki isa ile seks sahnesi) dini bütün bünyelerde onulmaz yaralar açabileceği için sansürlenmiş ve yok sayılmıştır.

    dinin köküne kibrit suyu döken, tek kelimeyle muhteşem bir filmdir.

    edit: druq ne yahu? kimse de uyarmamış.
  • ken russell'ın en sevdiğim filmlerinden biri.

    sinema tarihinde birçok yönetmen bilinçli bir çabayla hristiyanlığa, temsil ettiği ideolojiye ve dolayısıyla kilise kurumuna, isa kültüne, yahudilik mitolojisine saldırmıştır ki bunların başında luis bunuel gelir, herkes bilir. hristiyanlık ve onu koruyan iktidar bazan cinselliğin önündeki kalın bir duvardır (picnic at hanging rock), bazan varoluşsal boşluğun nirengi noktasıdır ve tanrı hakikat çölünde adeta buharlaşmıştır (det sjunde inseglet), bazan şeytanla mücadele edip yanılsamalarla baş başa kalan insanın sığındığı esrarengiz kapıdır (simón del desierto), bazan sonuna kadar alaya alınan bir tabuya dönüşür (viridiana), kimi zaman umarsızlığın anlaşıldığı bir döneme denk gelir (nazarin), kimi vakit cinsel istismarın kaynağını oluşturur (the magdalene sisters), bazan da iktidar ve güç dolayımında kavranabilir (the name of the rose) -ki bilgi yığınlardan her zaman gizlenegelmiştir.

    ancak ken russell anarşist the devils ile çılgın bir hristiyanlık eleştirisine soyunur ve yukarıda saydığım birçok filmin örgenleştirdiği temaları bünyesinde barındırır. başından sonuna bir kara mizah egemendir filme ve kilise kurumu ile iktidarın savaşı da es geçilmemiştir. kral portresi açıkça gülünçtür ve halktan kopuktur. rahibeler histeriktir. başrahibe kambur bir mastürbatör, aciz bir kadındır. çevreye tam bir kaos hakimdir. kralın görevlileri şeytan çıkarma ayinlerini kullanarak egemenliklerini pekiştirme gayretindedirler. rahip grandier ise açıkça günah keçisidir ve gelenek olduğu üzere diri diri yakılarak katledilir.

    başka hiçbir filme benzemeyen muhteşem bir filmdir: kambur başrahibenin fantezileri, kafka romanlarını andıran yargılanma sahnesi, sarkastik günah çıkarma sahnesi, pop-art geleneğini anıştıran mizansenler, sahnelerle uyumsuz garip müzikler, abartılı makyajlarıyla eşcinseller, çıplak bir halde yerlerde yuvarlanan,mastürbasyon yapan bastırılmış rahibeler, incil'i yakan bir başka histerik rahibe ve daha fazlası: the devils.
  • 17. yüzyıl fransasındaki katolik-protestan savaşlarından hemen sonraki zamanda geçen, yaşanmış tarihi olaylara dayanan oldukça eleştirel ve gösterime girdiği 1971 yılında büyük tartışmalar yaratan bir tarihi dram filmi. eleştirdiği konular dönemin siyasi ileri gelenleri, din adamları ve rahibelerin ikiyüzlülüğü, adalet sistemi ve insan doğası. rahiplerin ettikleri yemine aykırı olarak kadınlarla ilişkiye giren peder urbain grandier'e platonik bir sevgi besleyen bir rahibenin, pederin yine kurallara aykırı olarak evlendiğini öğrendikten sonra pederin kendisine tecavüz ettiği ve şeytani özellikleri olduğu suçlamasından sonra grandier'in, nüfusunun çoğunluğu protestan olan şehrinin otonomisini yok etmek isteyen kralın danışmanı bunu grandier'i ortadan kaldırmak için bir fırsat olarak görür ve grandier mahkemeye çıkarılıp idamına karar verilir. benim izlediğim uncut versiyonuydu, bu halinde rahibelerin isa heykeline sürtünmesi, bir rahibin bu delirmiş rahibeleri izleyerek mastüsbasyon yapması gibi oldukça çarpıcı sahneler var. zaten film genel olarak oldukça sarsıcı ve çarpıcı sahneleriyle zamanının ilerisinde bir eser. puanım 8/10. kesinlikle tavsiye edilir.
  • provakatif bir filmdir. abartı bir barok üslubu ile veba ve ölüm kaynayan sokakların karşıt kompozisyonu kullanır yönetmen.

    --- spoiler ---

    döneminin ilerisinde rockstar imajlı bir rahibin kardinal richelieu'ya karşı verdiği mücadeleyi anlatır. imajının yanında görüşleriyle de fazlaca aykırıdır. tevazusunun olmadığını ve kibrini inkar etmez. bu yüzden başına gelecekleri de bilmektedir ve hazırlıklıdır. gücü sever, şehrini savunmak için politikaya başvurur, zengindir, kadınlardan vazgeçmez ve inkar etmediği kibri ve hırsıyla tanrı'ya ulaşmaya çalışır. asıl ilginç olan tanrı'ya ulaşmak için kendisine cephe alınmasını istemesi. bir nevi isa'yı taklit eder ama tevazu yerine bu günahları kullanır. provakatif olmaya çalışır. ve tüm bunların tanrı'ya ulaşmak için büyük bir gereksinme olduğuna inanır. sonunda infaz edilmesini bu gizli isteği mi yoksa gerçekten de özgürlük adına savaştan kaybederek mi çıktığını tam olarak bilmek zor. belki ikisi de.

    kilisenin fiziki imajı rahibelerin psikolojisi ile aynı temada işlenmiştir. yani bir akıl hastanesi gibi. postmodern, sade ve şık. ritüellerden kaynaklı fazlasıyla monoton bir yapıda bastırılmış duygularını açığa vurmamak için sürekli işkence görürler. gerek fiziksel olarak kendilerini cezalandırarak gerekse de bilinçlerini bastırmaya çalışarak ve bastıramadıkları için de sürekli günah işliyor olmalarının acısını çekerler.

    "inzivaya çekilmiş kadınlar, kendilerini tanrı'ya teslim ederler ama içlerinde erkeklere verecek bir şeyleri hep kalır. gece bir rüyayla uyandırıldığını hayal edebiliyor musun? çocukluğunun bir rüyası. ya da sevgilisinin. ya da güzel bir yemeğin hayali. bu günah ama. o halde küçük kırbacını alıpbedenini cezalandırmaya başlamalısın. disiplin budur.ama acı duygusallıktır. ve onun girdabında korku ve şehvet yansımaları döner. sevgili rahibem aklına beni koymuşa benziyor. ortada bir sebep yok. tesadüfen duyulan ya da abartılan bir dedikodu. hüsran dolu bir hayat çölünde bulunan her şey umut getirebilir. ve umudun yanında aşk da gelir. aşkın yanında da nefret gelir. ona böyle sahip oldum."
    --- spoiler ---
  • richelieu ' nün merkezi devlet anlayışına karşı çıkan adem-i merkeziyetçilik anlayışındaki rahip grandier'in kurban edilişini anlatan adeta bir tiyatro oyunu havasında geçen harika filmdir.

    hristiyanlığın dünyaya getirdiği en büyük hastalık belki de eros ile agape arasında bir ayrım yapmaktı. antik yunan'da bu iki kavram asla birbirinden ayrı düşünülemezdi. keza sokrates'in öğrencileriyle olan ilişkisi ya da zeus'un eros etkisi altındaki edimleri. grandier eros üzerinden agape'ye ulaşabileceğini düşünmüştü. temelde ona yöneltilen suçlamalar politik olsa da, suçlamalara imkan veren bu görüşüdür. bu iki ayrım üzeriden yaşanılan her hayat mazoşistlik ya da sırta vurulan kırbaç ile sonlanacaktır. bu iki ayrımın olduğuna inanan her birey, korku ve şehvet arasındaki salınımda gidip gelmeye yazgılıdır.

    grandier'den alıntı: "acı duygusallıktır ve onun girdabında korku ve şehvet yansımaları döner"
  • 80'li yıllarda atilla dorsay'ın cumhuriyet gazetesinde cuma günleri çıkan sinema sayfasında yanılmıyorsam ken russell'ın gotik filmi için şöyle bir söz söylediğini hatırlıyorum: "ken russell'ı ya seversiniz ya da ondan nefret edersiniz." the devils filmi bu sözü çok doğru çıkartabilecek bir çalışma.

    1971 yılında ken russell'ın bu filmi çekebilmiş olması inanılmaz, bunu izleyen herkesin aynı şeyi düşüneceğine eminim. din ve politik iktidar elele yaşanan bu deliliği başka bir yönetmenin bu şekilde anlatmasını bırakın bir kenara film gerçekten tekrar edilemeyecek denli yoğun bir sinematik atmosfer yaratabiliyor; bu inanılmaz itici, etkileyici, şok edici filmin gerçek bir sanat eseri olduğu su götürmez. kaba oyunculukları; rahatsız edici, ama hakikaten uç derecede kulak tırmalayan müzik kullanımını, tamamen yönetmene özgü sahne düzenlemeleri ve nicolas roeg'u sadece andıran ve ama roeg'ın yanında masum bir kedi gibi kaldığı sahneler, sekanslar, kurgu tercihleriyle the devils kesinlikle ken russell'ın başyapıtı: kilise, din, devlet, siyaset ilişkilerini; tamamen menfaat ve sahtelik üzerine, delilik, sanrılar üzerine kurulu inanç meselelerini çok irkiltici bir şeytan çıkarma konusu üzerinden anlatıyor film, spoiler olacak ama<<<<< final sahnelerinde kalabalığın çarmıha gerilmiş grandier'e yan! yan! haykırışları ve şehrin bombalanmasıyla bitiyor. >>>>

    filmin gösterimiyle ilgili bir sürü problem yaşanmış : orijinal ve kesintisiz hali ancak 2002 yılında gösterilebilmiş ingiltere'de. 1971 yılında gösterime girdiğinde çok büyük tepki toplayınca apar topar gösterimden kaldırıldığı gibi sapık ve sadist bir film olmakla da suçlanmış. katoliklere ve genel anlamda dine ve bağnazlığa yönelttiği eleştiriler sebebiyle filmin ingiltere'de macerası kısa sürmüş, oysa venedik film festivali'nde en iyi yönetmen- yabancı film ödülünü kazandığı gibi, abd'de de national board of review tarafından iyi yönetmen ödülünü almış.

    filmin başının sansürle derde girmesinin sebebi; dini görüntüler, şiddet ve seksin russell'a özgü başdöndürücü, hızlı ve karmaşık kurgusu ve bitmek bilmeyen rahatsız edici müzikleriyle beraber sıradışı bir çarpıcılıkla sunulmasından kaynaklanıyordu.

    ken russell filmin sansürden kurtulabilmesi için katedraldaki çıplak sahneleri , filmin sonundaki çarmıh sahnesinde bacakların ezilmesi vb. gibi sahneleri kesti, ancak esas müdahale stüdyo tarafından geldi: stüdyo rahibelerin isa'nın heykelini indirerek grup seks yapıp heykele tecavüz ettikleri 2,5 dakikalık sahnenin tamamını, rahibe jane'in grandier'in kömür haline gelmiş femuruyla mastürbasyon yaptığı sahnenin tamamını kesti. böylece film 106 dakikaya indi, oysa orijinal hali 117 dakika. abd'de bu sansür daha da ileri bir dereceye çıktı. sansürlenmiş haliyle bile the devils yine de diğer filmlerin cüret edebildikleri noktanın çok daha ilerisindeydi. 2002 yılında filmin sansürlenen bazı kısımları tamamen kaybolmuş olsa bile ele geçirilebilenlerle yapılan restore çalışmaları sonucunda filmin tamamı ilk kez gösterilebildi. 2006 yılında brüksel film festivali'nde orijinal ve kesilmemiş haliyle gösterildi. işin ilginci bugün bile dvd olarak avrupa'da ve abd'de kesilmemiş ve yönetmen kurgusu adıyla satılan dvd'lerin tamamı hiç bir şekilde 117 dakikalık film değil. ben stremio'da filmin orijinali izleyebildim: sansürlenen bölümler filme eklenmiş ama bu eklemeler görüntü kalitesi bozuk olduğu için hemen belli oluyor.

    2011 yılında the devils, ingiltere'de east end film festivali'nde 117 dakikalık orijinal haliyle gösterildi. ken russell da oradaydı. orijinal haliyle 3. kez gösterilmiş oldu ingiltere'de böylece. warner bros ve ingiliz film enstitüsü'nü elindeki kopyalar hiç bir şekilde 2004 yılında bulunan ve filme eklenen sekansları içermiyor.

    film baştan sonra ken russell'ın imzasını taşıyor: filmin tamamına yayılan, rahatsız edici müzik; abartılı teatral oyunculuklar; sivri, rahatsız edici imgeler, şok edici görüntüler. filmin sansürlenmiş haliyle bile tek başına şeytan çıkartma sahnesi yeter. bu sahnelerde şeytan tarafından ele geçirildiği düşünülen rahibe jane'i kurtarmak için kadının içine kocaman bir şeytan çıkarma makinesi sokuyorlar. bu alet oldukça büyük bir penisi andırıyor ve içinden sıvılar akıyor. herkesin cinsel bir çıldırmanın eşiğine gelip dağıldığı sahneler inanılır gibi değil. russell'in en iyi filmlerinde gördüğümüz bu etkileyici, şaşırtıcı, baş döndürücü kurgu ve görüntüler burada en uç noktalara ulaşıyor.

    the devils'ı sinemaseven herkese kesinlikle öneririm. bu cesareti gösterebilmiş bir yönetmen olarak ken russell'ın kesinlikle ilgiyi hak ettiğini söyleyebilirim.
  • başrollerinde oliver reed, vanessa redgrave, christopher logue gibi isimlerin yer aldığı ken russell’ın en iyi işlerinden biri olarak bakılan 1971 yılı yapımı the devils 17. yüzyıl fransa’sında geçiyor.

    1634 yılında fransa’nın loudun kentinde katolik kilisesi tarafından gerçekleştirilen exorcism olaylarını tarihi belgelerle anlatan aldous huxley’in “the devils of loudun” kitabı, usta yönetmen ken russell’ın ellerinde 70’li yılların en şok edici, estetik ve provokatif filmine dönüşmüştür. rönesans öncesi fransa’sında yaşanan din temelli güç ve iktidar mücadelesi peder grandier’in (oliver reed) st. ursula manastırındaki rahibeleri yoldan çıkaran bir erkek büyücü olarak suçlanmasıyla anarşist, insanlık dışı bir eyleme dönüşecektir. histerik rahibe jeanne karakteriyle vanessa redgrave’ın unutulmaz bir performans sergilediği film gösterime girdiğinde çok fazla çıplaklık ve şiddet içerdiğinden finlandiya ve italya’da yasaklanmış, filmin müzikleri 2 yıl sonra the exorcist’in bazı sahnelerinde kullanılmıştır.

    kilisenin rahibeleri cadı işi olarak adlandırılan bir yaşam enerjisi ile doluyorlar ve bu enerji bir arzu, cinsellik arzusu olarak kendini gösteriyor.
hesabın var mı? giriş yap