• türkçede zihin körlüğü olarak bilinen, zihninde görsel canlandırma yapamama durumu.

    "yüzü gözlerimin önüne geliyor"
    "koyunları saymak"
    "aklında canlandırmak"
    yıllar boyu bunların sadece metaforik anlatımlar olduğunu, herkesin benim gibi olduğunu sandım. sonuçta zihin; bilgilerden, cümlelerden ve kavramlardan oluşan yapıdır. yani benim tecrübelerime göre öyleydi ve bunun, herkes için böyle olduğunu düşünüyordum.

    ta ki yirmili yaşlarımın başında bir arkadaşım saçlarımı uzattığımda çok güzel olacağını düşündüğünü söyleyene kadar. bunu nasıl bilebileceğini, saçlarımın uzun halini hiç görmediğini söyledim. anlamsızca yüzüme baktı ve kısaca "öyle düşündüm seni" dedi.

    sonrasında birçok kişiye bu bağlamda sorular sorduğumda bende bir tuhaflık olduğunu anladım.

    annemin yüzünü biliyorum. neresinde ne tür çizgiler var, nasıl hatları var size detaylıca tarif edebilirim. çizim yeteneğim elverdiğince çizebilirim de aklımdaki cümlelerle. fakat göremiyorum.

    tıpkı doğrusal olmayan üç noktanın doğru parçalarıyla birleştirilmiş halinin üçgen olması gibi. aralarında hiçbir fark yok.

    aphantasiclerin hayal güçlerinin olmadığı gibi bir yaygın kanı var bu konuyla ilgili okumalarımdan çıkardığım kadarıyla. bunu, nasıl ki ben phantasiclerin görsel zihninizi tahayyül edemiyorsam, phantasiclerin de aphantasiclerin kavramsal zihinlerini hayal edememesine bağlıyorum en basit şekliyle.

    görsel sanatlarda durum nedir bilmiyorum fakat edebi açıdan bir engel teşkil etmediğine eminim.
  • aphantasia, bazı insanlarda rastlanan görsel olguları gözde canlandıramama durumudur. zaten sözcük, yunancada "hayal" veya "görüntü" mânâsına gelen phantasia ile ingilizcede namevcudiyet belirten -a ön ekinin birleşimi ile oluşturulduğundan anlamsal olarak da hayal kuramamaya karşılık gelmekte.

    fenomen ilk defa francis galton tarafından 1880 yılında tanımlanıyor. galton, viktoryen bir kaşif, antropolog ve öjenist. aphantasiayı nasıl fark ettiğini, eseri statistics of mental imagery'de inceliyor. durumun aydınlanışını kısaca özetleyeceğim, ama ilgilenenler kitaba da bakabilirler. (link)

    galton, bir insan grubuna, "bu sabahki kahvaltı masanızda olduğunuzu varsayın. zihin gözünüzde beliren resmi dikkatlice düşünün." diyor. devamında farklı insanlarda oluşan imgelerin kalitelerini belirlemek için insanlara zihinsel resimlerinin aydınlatması, seçiklikliği ve renklerine dair bazı sorular yöneltiyor.

    bu sorular şunlar:

    1) resim soluk mu yoksa oldukça net mi? parlaklığı gerçek sahne ile karşılaştırılabilir mi?

    2) tüm nesneler aynı anda oldukça iyi tanımlanmış mı, yoksa en keskin biçimde tanımlanmış olan yer gerçek sahnede olduğundan sınırlı mı?

    3) porselenin, tostun, ekmek kabuğunun, hardalın, etin, maydanozun ya da masanın üzerinde olan herhangi bir şeyin, rengi oldukça belirgin ve doğal mı?

    galton, bu ve buna benzer soruların devamında beklemediği bir durumla karşılaşıyor. katılımcıların bazıları, "zihinsel imgeleme" denen şeyi bilmediklerini söylüyorlar. meğer bu insanlar, birileri zihinsel imgelemeden söz ettiğinde bunun lafın gelişi dile getirildiğini düşünüyor, gerçek bir imgelemenin mümkün olmadığına inanıyorlarmış. böylece aphantasia, araştırılmaya başlanan bir konu oluyor. gerçekten de, zihin gözü körlüğü derdinden muzdarip olan kişiler, ne bir insan yüzünü, ne de bir mekânı gözlerinde canlandıramazlar. başka insanların bu tür şeyleri kolaylıkla yapabiliyor olmaları da onlara şaşırtıcı gelir.

    kafamızda bir imgeyi nasıl oluşturduğumuzun tek bir açıklaması yoktur lakin mevcut teorilere göre bir şey hayal ettiğimizde beynimiz, geçmişte dış dünyadan edindiği görsel verilerle oluşturduğu etkinlik modellerini tekrarlayarak zihinsel imgeleri yaratır. beyin bu desenleri tekrarlama işinde ne kadar iyi olursa zihinde oluşacak imge de gerçeklikle o kadar tutarlı ve güçlü olacaktır. bir nesneye bakma ihtiyacı duymadan gerçekçi resimler çizebilen ressamların beyinleri de bu tür aktiviteler göstermektedir.

    peki bir insanın gerçekten aphantasia gibi bir sıkıntı çektiği nasıl anlaşılabilir? fmri ile aktive olan, daha doğrusu "olmayan" beyin bölgeleri gözlemlenir. aphantasia sorunu olan birinin beyninin görsellikle ilişkili bölümlerinde daha az aktivite görülecektir. bu kişilerin beyinleri, bir manzarayı tasvir etmek için farklı stratejiler izler, meselâ manzaranın nasıl olduğu "bilgisi"nden teorik olarak söz edebilirler.

    günümüzde ise konuyu inceleyen önemli bir isim, nörolog adam zeman. aphantasianın hem konjenital, hem de sonradan edinilebilen bir durum olduğunu gözlemlemiştir. konjenital aphantasia, üzerinde ilk defa zeman ve arkadaşları tarafından çalışılmış 2015'te bir konudur. doğuştan aphantasialı olan 21 katılımcı test edilmiştir. sonradan edinilen bir aphantasia vakası ise koroner anjiyoplasti sonrasında görsel imge kaybı olduğunu bildiren bir hasta ile ortaya çıkmıştır. bu hasta, daha önce görsel hayaller kurma yeteneğine sahipti, lakin fmri testleri hakikaten de kontrol grubundan farklı, görsel bölgelerin yeterince aktive olmadığı yönünde sonuçlar verdi.

    günümüzde, zihinsel imgelemenin hangi beyin bölgeleri ile ilişkili olduğuna dair çok çalışma yapılıyor. zihinsel imgeleri canlı olanların beyinleri daha seçici aktiveler gösteriyorlar. genel olarak medial temporal lob, precuneus, arka cingulate ve görsel assosiasyon korteksleri gibi bölgelerde görülen aktiviteler imgenin canlılığı ile doğru orantılı iken, frontal lob ve işitme korteksinde aktivite artışı imgenin canlılığı ile ters orantılı oluyor. (ilgili çalışma için tık)

    ps: (bkz: brodmann alanları/@highpriestess)
  • bende olduğundan şüphelendiğim durum. kendimi bildim bileli kitaplardaki betimleme kısımlarını geçerim. çok anlamsız gelir neden odadaki eşyaların yerlerini şekillerini anlatır ki diye. diğer arkadaşlar odayı gözümde canlandırıyorum güzel oluyor deyince daha da anlamsız gelirdi. canlandırmak deyince hep orada şurda masa şurda sandalye şurda pencere var tarzı mimarların kullandığı üsten bakış taslak tarzı bir modelleme yapabiliyordum en fazla.
    bi de çizim yaparken hep robot resim mevzusuna hayret etmişimdir. çizene değil de çizdirene daha çok. yani nasıl anlatabilir ki bir insan ben yıllardır gördüğüm kişileri bile ifade edemem bir türlü.
    iç sesimin boğucu olana kadar çok yoğun olmasının sebebinin bu iç görselinin bu kadar zayıf olmasından mı kaynaklanıyor onu araştırıyorum artık.
  • gözlerinizi kapatın ve kırmızı bir yıldızı hayal edin. süpernova olmasına gerek yok. ilkokuldan beri aşina olduğunuz 5 köşeli düz bir yıldız ve kırmızı renkte.

    yıldızı zihninizde canlandırabildiniz mi? aşağıdaki resimdeki ölçeğe bakarak canlandırdığınız görüntüyü değerlendirin ve cevaplayın.

    görsel

    ilgili ölçekte kırmızı bir yıldızı görsel olarak ne kadar iyi görebiliyorsunuz?

    aphantasia'ya sahip, yani hayali canlandırma yetisinden yoksun kişilerin vereceği cevap 1 olacaktır. işin ilginç tarafı ise bazı insanların hayali canlandıramaması ve bazılarının, örneğin ressamların, gerçek dünyadaki gibi net bir şekilde hayallerini canlandırabilmeleri değil.

    asıl ilginç olan şey, görüntüleri zihinsel olarak görselleştirme yeteneği olmayan insanların, "zihinde canlandırma", "gözünün önüne getirme" gibi fiilleri sadece mecazi bir anlatım sanmaları ve tabi ki kırmızı bir yıldızı hayal edebiliyorum diyebilmeleri. üstelik bu durumun ressam veya bir grafik sanatçısı olmalarının bile önünde bir engel teşkil etmemesi. güncel bir örnek glen keane, kendisi hayalinde görsel bir şey canlandırma yetisinden yoksun olmakla beraber little mermaid'den tutun alaaddin'e kadar disney dünyasından aşina olduğumuz birçok eseri çizen dünyanın en önemli animatörlerinden biri.

    https://theconversation.com/…le-to-visualise-162566

    aphantasia'ya sahip olan insanların yaptıkları şey, soyut ve kavramsal olarak kırmızı ve yıldız kavramlarını birleştirmek. gördükleri hiçbir şey yok. hayallerinde canlandırabildikleri hiçbir görselin bulunmaması görsel üretmelerine engel teşkil etmiyor. zira duygu ve düşüncelerini soyutlama yetenekleri sayesinde, zihinlerinde önceden gördükleri bir resim olmasa da, ekranın veya tablonun üzerinde olağanüstü işler çıkarabiliyorlar.

    üstelik zihinlerini etkileyen görsel imajlar yaratamamalarının bazı avantajları bile mevcut, zira şizofreni'den ptsd'ye (post traumatic stress disorder) kadar birçok mental hastalıktan etkilenme oranları daha düşük. aşağıdaki linkten detaylı bir çalışmayı inceleyebilirsiniz. kısaca hyperphantasia, yani aphantasia'nın tam tersi olarak hayal ettiklerini gerçekten tamamen farksız ve parlak bir şekilde canlandırabilenlerin bu rahatsızlıklardan daha fazla etkilenebildiklerini konu alıyor.

    https://www.ncbi.nlm.nih.gov/…/articles/pmc9614338/

    peki hyperphantasia yaşayanlarda, yani cevabı 6 olanlarda durum nasıl? matrix'teki gibi kaşığı mı büküyorlar?

    gerçekliği eğip bükemeseler de, canlandırma yetenekleri onlara bazı avantajlar sağlıyordur tabi. örneğin, aynı soyutlama kaabiliyetine sahip fakat zihninde görsel canlandıramayan birine göre rubik küpü daha rahat çözebilirler. ya da çok iyi bilinen bir mekanın içindeki çeşitli bölgelere yeni öğrendiğiniz bilgileri (örneğin yabancı kelimeleri) yerleştirdiğiniz hafıza sarayı tekniği, canlı hayaller kurabilenlerde çok daha etkili sonuçlar verebilir. sonuçta command prompt'la yetinmiyor bu insanlar, grafik bir arayüzleri (gui) de mevcut.

    testi kendime de uyugladım. ben de çok berrak olmasa da istediğim imajı zihnimde görebiliyorum (canlandırma fiili yetersiz kalıyor).

    peki ya yanılıyorsam? ya bende kırmızılık kavramı ve yıldız kavramı çok baskın olup kırmızı bir yıldızı canlandırıyor hissine kapılıyorsam ve aslında benim de canlandırabildiğim hiçbir şey yoksa?

    hatta bu şüphenin dozunu arttırsam ve en yıldızı en parlak tonda apaçık canlandırabildiğini iddia edenin bile aslında aynı yanılgıya ve çok daha yoğun bir şekilde düştüğünü iddia etsem?

    bu soruyu etraflıca düşündüm ve mevzubahis şüpheye karşı bir test olduğuna kanaat getirdim:

    kırmızı yıldızın yanında bir de mavi bir yıldız hayal edin. iki yıldızı yanyana koyduğunuzda canlandırdığınız iki yıldızı rahatlıkla birbirinden ayırt edebiliyor musunuz?

    ben ediyorum ve sanırım aphantasia yaşayanlar bu varyasyonu görsel olarak gerçekleştiremiyorlardır.

    şüphemize geri dönelim. canlandırdığımız kırmızı ve yıldızı aslında sadece, gerçek hayatta karşımıza çıkan kırmızı bir renk ve bir yıldızın lisandaki ses ve kavramdan ibaret sembolik karşılığı olarak birleştiriyorsak? mavi yıldızı ise yalnızca kavram olarak kırmızının yanına ekliyorsak ve yine hem mavi yıldızı hem de kırmızı yıldızı rahatlıkla canlandırabildiğimizi iddia ediyor ve aslında hiçbir şeyi hâlâ canlandırmamışsak?

    mevzuyu biraz daha netleştirelim ve testi bir kademe daha ilerletelim.

    iki yıldızın yerlerini değiştirebiliyor musunuz?

    aynı şüpheyi bu sorulara da yöneltiyorum. ya bu sembolik olarak hayal edebildiğimiz ama aslında kelimenin tam anlamıyla canlandıramadığımız ve görmediğimiz bir yer değiştirme süreci ise? yani koordinat düzlemine ve geometriye sembolik olarak hakim olduğumuzdan, yalnızca soyut bir düzlemde bu yer değiştirmeyi yapıyorsak ama bunu gayet somut bir imaj zannediyorsak?

    test belli bir noktaya doğru git gide ilerlerken, şüphenin kırılmaya başladığını fark edebildiniz mi? cevap hayır mı?

    o halde son teste geliyorum.

    kırmızı bir yıldızın mavi bir yıldıza dönüştüğü süreci hayal edebiliyor musunuz?

    şayet bu testi yukarıdaki gibi tedrici olarak uygulamaya devam ederseniz, statik olan durumlardan dinamik olan süreçlere geçmeye başladıkça, bir şeyleri sembolik ifade etme kaabiliyetimizin gitgide zayıfladığını ve dilin yetersiz geldiğini fark edeceksiniz.

    kendime uyguladığım testten çıkardığım sonuç şu: değişim, süreç ve oluş zihnimde bir video gibi canlanabiliyor. daha önce söylediğim gibi, çok berrak değil ama istediğimi canlandırabiliyorum ve istediğim şekilde hareket ettirebiliyorum.

    artık aphantasia yaşamadığıma emin gibiyim.

    ama ne kadar emin olursam olayım, emin gibi olmaktan tam anlamıyla emin olmaya geçemiyorum. çünkü konu öznel, nesnel değil. öznel bir testin denetçisi de haliyle aynı özne olmak zorunda ve harici bir denetçinin olmadığı durumların nelere sebep olabileceğini hepimiz yaşayarak görmüşüzdür. gerçi descartes'a göre kesinlik tam da öznel şüphe dozunun benzer şekilde arttırılışı içerisinde tesis edilebilirdi. fakat, ne pahasına? özneyi töz haline getirmek ve bilginin sentetik doğasını es geçmek pahasına. gitgide yaklaştığımız fakat başka bir konu tabi bu.

    şimdilik descartes'a, analitik bilgi sentetik bilgi ayrımlarına pek uğramadan konumuzu tamamlayalım ve mevzubahis husus öznel tecrübe olduğunda, kesinlikten tavizi pek problem etmemek gerektiğini söylemekle yetinelim, zira öznel olanın doğası zaten süreklilik ve değişimi barındırdığı için kesinlikten uzak.

    ilginç konu iyi hoş da, bu iç deneyin bende bir yan etkisi de oldu. yazıyı sonlandırdım ama istemesem de zihnimde kırmızı bir yıldız canlandırmayı sonlandıramıyorum. masaüstünde açık, ne kaydedilebilen ne de silinebilen bir paint sekmesi gibi. aphantasiam olsaydı, böyle olmazdı.
  • yine kendime hastalıklardan hastalık beğenirken aphantasia’dan muzdarip olduğumu anladım.

    ben de şöyle anlatayım. lise yıllarımda eskiz çizerdim, yetenekliydim o zamanlar. karşıma alırdım bir objeyi, birebir aktarırdım kağıda. çok mutlu olurdum. sonra farkettim ki aklımdan bir karınca bile çizemiyorum, olmuyor. bu bende aşırı üzüntü yarattı çünkü sanatçı dediğin üretecekti; hayal edecek, kendi meyvesini ortaya koyacaktı. benim gibi fotokopi makinası olmayacaktı. ben de bıraktım bu çizerliği, çok uzun zaman oldu.

    kızımın yüzünü santim santim bellemiş olsam bile gözümü kapatınca sadece karanlık. o kıvırcık saçlarının maviş gözlerinin güzelliğini bilsem de göremiyorum, acayip koyuyor bana.

    şuan aklından sayı tut deseler onu da tutamam. millet hayalinde deniz kenarında buzlu viski yuvarlasın mutlu olsun.

    yine sinirlendim azıcık gözlerimi kapatayım da karanlıkta boş boş durayım madem ne yapayım?
  • az önce rastlantısal olarak sahip olduğumu öğrendiğim durum. her insanın bu duruma sahip olduğunu düşünürdüm. durugörü çalışmaları yaparken ya da meditasyon yaparken (daha doğrusu yapamazken) imajinasyon alıştırmalarında her zaman büyük sorunlar yaşayıp çalışmayı bıraktım. aynı zamanda derin odaklanmadan bir zaman sonra beni içine çeken sonsuz karanlık biraz ürkütüyor ve korku uyandırıyor.gözlerimi kapatmak ve hayal kurmaya çalışmak aydınlık ve güneşli bir günde derin, dipsiz karanlık bir kuyuya düşmek gibi. karanlığın tonları değişiyor yalnızca. gözlerimi kapattığımda ve odaklandığımda ya karanlıktan ya da silik, buğulu değişik şekillerden başka hiçbir şey göremiyorum. yani bu da demek oluyor ki şimdiye kadar hiç hayal kuramamışım. betimlemeler, imgelemeler, hayal kurmak benim için yalnızca okumaktan ibaret. aslında bunu tarif etmek çok zor. gözlerimi kapattığımda da okuyor gibiyim. bir kırmızı gülün nasıl göründüğünü biliyorum fakat gözlerimi kapattığımda onun yaprağını dahi göremiyorum. mesela 6 rakamını hayal etmek istiyorsam onu düşleyemediğim için gözlerim kapalıyken gözlerimle havaya çizmeye denerim. fakat bu mürekkebi tükenmiş bir kalemle kağıda resim çizmeyi denemek gibi bir şey olur. bu durumu şöyle tarif edebilirim: yalnızca kalbiyle ve elleriyle görme işlevini yerine getiren bir kimsenin daha önce hiç görmediği mavi denizi hayal etmeye çalışması gibi.
    hayal kurabilen insanların olduğu ve benim onlardan birisi olmadığımı öğrenmek derin bir üzüntü yarattı. acaba zamanla geliştirilebilir bir yetenek mi?
  • zihin gözünün görmemesi demektir.

    hayal gücü insanı insan yapan unsurudur ancak, bazı insanlar ne kadar çabalarsa çabalasın hayal dünyaları sizinki gibi çalışmaz, şekilleri, yerleri, olayları akıllarında canlandıramazlar yani başka bir deyişle zihin gözleri kapalıdır. aphantasia bir hastalık ya da eksiklik değildir; sadece belleğin normal insanlardan daha farklı bir şekilde çalışmasıdır ve istatistiki olarak her 50 kişiden birisi de bu sorunu yaşıyor olabilir.

    *örneğin michael jackson’ı zihninde canlandıran birisi, beyaz çorapları, şapkası ve parıltılı ceketiyle moon walk yaparken hayal ederken, aphantasia’lı biri için bu tarif sadece zihninin içindeki kelimelerden ibaret olarak kalıyor. aphantasia’lı kişiler, duymadığı sürece hiçbir müziği veya şarkıyı hayalinde canlandıramıyor, defalarca dinleseler bile müzik yokken hatırlamaları mümkün olmuyor.

    `* kişinin başına gelen kötü olayları, kişileri zihninde görselleştiremeyip bunun verdiği stresten çabucak kurtulabilmesi adına faydalı olsa da aynı şekilde güzel anılarının da zihninde herhangi bir görüntü bulamamasıyla sonuçlanması oldukça zor.
  • şimdi ben şunu anlamadım, test diyor ki tanıdığın birini hayal et. gözümü kapatıyorum, tamam karanlık, hayal ediyorum işte kıvırcık saçlı falan diyorum kafamda ama karanlık hala yani insanlar hayal et deyince o arkadaşını mı görüyor karanlıkta, doğru mu anlamışım? e diyor ki rüya göremezler, ben çok çeşit rüya görürüm. koyun sayarak uyuyamaz, dur kapatıyorum şimdi gözümü, karanlıkta çitten atlayan koyunları görebilmem mi gerekiyor? olmuyor da nasıl göreyim ki bunu anlayamıyorum. babamı düşüneceğim şimdi, oğlum nasıl lan, cidden anlamadım, işte ak saçlı, gözlüklü, yanakları sarkmış, gözümü kapatınca düşünüyorum da görebilmem mi gerekiyordu. reddit ten gördüm geldim buraya ama cidden anlamadım.
  • birçok insanın sahip olup sahip olduğunu dahi bilmediği, hiçbir şeyi zihinde görsel olarak canlandıramama durumu. zihin gözü körlüğü olarak da bilinir.

    çok basit bir testle sizde olup olmadığını öğrenebilirsiniz. gözlerinizi kapatın ve kırmızı bir yıldız hayal edin; sonra da zihninizde canlanan görseli bu resimle karşılaştırın.

    hangi sayıyla işaretlenen şekilde görüyorsanız o seviyedesiniz. mesela 6’daki gibi net şekilde kırmızı yıldız görenlerde yok. 1’e doğru yaklaştıkça aphantasia artıyor.

    ayrıca resmi türkçe çevirisi olmayan bir olgudur.
hesabın var mı? giriş yap