• suikastiyle ilgili olarak necip fazıl kısakürek tutuklanır ve yargılanır.. . hakim, necip fazıl’ın suçunun azmettirmek, yazılarıyla sanıkları böyle bir eyleme itmek oldugunu söyler.. necip fazıl’ın uzun savunması içinde en etkili cümlesi $u olmu$:

    "kıskanç bir koca, bu ruh hali içindeyken karısını öldürse, cebinden de kıskançlıgın saheseri othello çıksa, acaba cinayetten shakespeare mi sorumlu tutulur?...
  • osmanli ve cumhuriyet doneminin onemli gazetecilerinden, ittihatci ve cumhuriyet donemindeki muhalif kimligiyle taninir.ozellikle ataturk ve menderes donemlerinde pek cok defa yargilanmistir muhalif yazilarinda dolayi. 1952'de malatya'da suikaste ugramis, ama kurtulmayi basarmis. 1972'de vefat etmis.
    suikasti duzenleyen huseyin uzmezin daha sonralari sagci camiada onemli bir adam olmasi da ilginc bir durum. bu kisi, en son akit gazetesinde hamasi yazilar yazmakta idi.
  • necip fazıl'ın ne "fikir" adamı olduğuna yalman'a yönelik yazılarından hareketle bir göz atalım:

    “dönme, türk ırkının içinde frengi mikrobundan daha hain bir suikast metodunun sahibidir.... sen islam ve iman davasının baş düşmanı, baş suikastçi, baş haini bir alçaksın, “alçak” sıfatına yükseklik verecek kadar alçaksın; ve bu davaya karşı küfür ve delalet safının serdümenisin.... ey cihanın baş çıfıtı, çıfıtların çıfıtı!. allah’ın kuranında belhum adal diye tarif ettiği, hayvanlardan ve necasetten adi, insanlık yüz karası ahmet emin yaman! ...sen bizzat bir dönmenin bana dediği gibi “başı hiçbir vincin kaldıramayacağı kadar boynuzla dolu” meşhur ve müseccel bir deyyussun.günü gelip de mütemadiyen bu milletin hıncını tahrik eden, ızdırapları tuğyan halini alınca bu baylar, her fare deliğini kaç paraya satın alacaklarını şimdiden düşünsünler ve beklesinler!"

    yalman vurulduktan sonra bu yazı dolayısıyla ceza almadıysa, kendisine "çile insanı" denmesi de hakkaten necip fazılın bile yapamayacığı bir ironi olsa gerektir.
  • selanikli osman efendi
    keskin muhasebecilerdendi
    ama o da yanıldı ömründe bir kere
    yanlış bir tohum atıp rahm-i madere.
    bu tohum dünyaya çıkıp insan biçimini aldıysa da,
    boyu bir karış kaldıysa da,
    öyle haltlar yedi, öyle işler karıştırdı ki
    sövdüler kabrinde bile babası osman efendiye.
    osman efendi, ahmet emin adını takmıştı tohumuna,
    ahmet emin, yalman'lığı kattı buna
    ve ahmet emin yalman
    önce alaman oldu sonra amerikan.
    ona göre her devirde, her zaman
    satılacak bir gazeteydi "vatan"
    ve hazret sattı vatanı.
    hapse atacaklarmış ahmet emin yalman'ı
    amerikana yaranmaktaki rekabet yüzünden.
    hapisteki hırsızlara acıyorum ben,
    ahlâkları bozulacak
    emin beyle aynı damda yaşayarak...

    nazım hikmet 1959
  • hüseyin üzmez'in necip fazıl kısakürek'in yazılarından gaz alıp suikast düzenlediği gazeteci yazar. suikast sırasında 17 yaşında imiş hüseyin üzmez. özellikle bir röportajda hüseyin üzmez'in şu sözleri dikkat çekici:

    "sonra ahmet emin hapishaneye ziyaretime geldi. bana birtakım kitaplar getirdi: “bunları oku, senin ölçülerine göre ölümü hak etmişsem, islam’a bir şey söylemişsem kanım katlim sana helal olsun” dedi. okudum, hiçbir şey bulamadım. ben de öyle yazardım. islam’a değil, birtakım üçkağıtçılara saldırmış." http://www.aksam.com.tr/…28521,104&tarih=25.02.2006

    işte okumadan, anlamadan, düşünmeden din düşmanı, dönme diye silaha sarılıp adam vuracak kadar gözü dönen birinin gözünün dönmesinin nasıl bir manipulasyona ve iftira kampanyasına dayandığının ifadeleridir bunlar. eğer hırant dink o suikastte ölmeyip de hapishanedeki ogün samast'ı ziyaret edip konuşsaydı ogün samast da yıllar sonra benzer lafları ederdi belki. bu çocuklar (o zaman için hüseyin üzmez de çocuk) bir kısım tahrikler, iftiralar ve hedef göstermeler ile katil adayı ya da katil haline geliyorlar maalesef.
  • kendisini malatya'da 6 yerinden kur$unlamak süretiyle yaralayan hüseyin üzmez ile hastane odasında kısa bir röportaj yaparak gazetesinde yayımlamı$tır. sonra sonra hüseyin üzmez'e hapishanede kitaplar götürmesi, hüseyin üzmez'in hukuk eğitimi alarak avukat çıkması. sonrasında emin yalman'ı kur$unlayan ki$inin ironik $ekilde bir gazetede kur$unladıgı ki$iyle aynı meslegi icra etmesi..

    (bkz: hayat ne tuhaf vapurlar filan)
  • chp iktidarında chp'ye, dp iktidarında ise dp'ye muhalefet etme cesaretini göstermiştir.

    bol bol hapislerde yatmıştır.

    gerisi faso fiso.
  • ahmet emin yalman.

    gazeteci-yazar (d. 1888, selanik - o. 19 aralik 1972, istanbul). istanbul alman lisesi (1907), columbia universitesi felsefe bolumu mezunu. amerika'dan felsefe doktoru olarak dondugunde istanbul darulfunun'unda bir sure ziya gokalp 'in sosyoloji asistani oldu (1914). mutareke yillarinda ittihat terakki 'cilerle birlikte malta adasina suruldu (1920). 1923'te ahmet $ukru esmer ve enis tahsin ile vatan gazetesini kurdu. gazetesi bir ara kapatilinca yabanci $irketlerin temsilciligini yapti. 1940'ta yeniden yayimlayip ba$yazarligini 1960'a kadar surdurdugu vatan gazetesi di$inda, yine kendi cikardigi kaynak (1936) dergisi ve tan gazetesinde yazdi. 1959'da bir yazisi yuzunden bir bucuk yil hapis cezasi yedi. serbest birakilinca (1960) amerikan california ve georgia universiteleri tarafindan kendisine ustun cesaret armagani verildi. 1967'de de devlet kultur armagani ile odullendirildi.

    eserleri: gercekle$en ruya (1938), havalarda 50.000 km (3 cilt, 1943), naziligin icyuzu (1943), yarinin turkiyesi'nde seyahat (1944), san francisco'da neler gordum (1945), turkey in my time (benim zamanimda turkiye, 1956), yakin tarihte gorduklerim ve gecirdiklerim (4 cilt, 1970).

    ic. yazarlar sozlugu, haz. ihsan i$ik, risale yayinlari, 2.b., istanbul-1998, s. 631.
  • şeyh sait isyanı üzerine kurulan şark istiklâl mahkemesi, isyanı kolaylaştırmak suçlamasıyla aralarında vatan gazetesi sahibi ve başyazarı ahmet emin yalman'ın da bulunduğu beş gazetecinin tutuklanarak hakim karşısına çıkarılmasına karar verir. tabi devir kötü, mahkeme durmadan kelle alıyor ve haklarında ne karar verileceği de meçhul. gazeteciler, elazığ'a doğru giderlerken mustafa kemal'e yalvarırcasına iki telgraf çeker. ilki adana'dan ikincisi ise diyarbakırdan. işte diyarbakır'dan çekilen telgraf:

    "yüksek dehanızla vücuda getirdiğiniz inkılâpta hakiki ve samimi birer fikir amelesi sıfatıyla çalıştığımızı ve cumhuriyetin zafer ve istikrarına faydalı olmaktan başka emel beslemediğimizi, istiklâl mahkemesinin huzuru adaletinde de ispat etmek için, şark vilayetlerinden "elaziz"e doğru giderken isyan ve irticaın pençesinden bir defa daha kurtarmış olduğumuz bu vatan parçasında gördüklerimiz ve duyduklarımız, bize şu kanaati verdi ki, eski idarelerin ihmal ettiği memleketimizde, yazı masası başında, görülemeyen birtakım vaziyetler mevcuttur. bu vaziyet içinde vatanın süratli bir inkişafa mazhar olmasını temin edebilmek ve türk milletini işaret ettiğiniz inkılap yolu üzerinde gayeye doğru sarsıntısız yürütebilmek için, şahsi münakaşalardan ziyade, birlik ve dayanışma halinde bir sükûnete muhtaç olduğumuza kanaat getirdik.

    türk aile topluluğu içinde, bundan sonra işgal edeceğimiz mevki, her ne olursa olsun, mesleğimizi bu kanaate göre düzenlemeye ve çevremize aynı kanaati samimiyetle telkin etmeye çalışacağımızı arz eder ve kurtarıcımıza, irticadan huzur ve refaha kavuşan bu muhitten, en derin tazimlerimizi bir daha tekrar ederek feyizli nazarlarınızın üzerimizden eksik edilmemesini istirham eyleriz muhterem cumhurreisimiz hazretleri."

    imzalar: ahmet emin, ahmet şürü, müştak, suphi nuri, gündüz nadir

    (bkz: can korkusu)
  • <<"yalman dosyası" kapandı mı?>>

    <<"hafıza-i beşer nisyan ile malüldür" diye bir özdeyiş var türkçede... bir kurtarıcı deyim bu... unutulmuş görünen, unutulması amaçlanan ya da istenen her olaya, insan belleğinin bu unutma hastalığı varsayımıyla yaklaşılır nedense!... gerçekte unutulan hiçbir şey yoktur. olsa olsa küllenmiştir, geri planda kalmıştır. nasıl bir maşa darbesiyle küller altındaki, kıvılcımlar, hem de eskisinden daha parlak biçimde yüzeye çıkarsa, koyu sis perdeleri ardındaki bazı olaylar da aynı yöntemle, o günlerin saydamlığı ile su yüzüne çıkar.

    bu olguyu unutmuş görünen, aslındaysa "insan belleğinin unutma hastalığı" özdeyişinin kurtarıcı sihrine kapılan anap hükümetinin sayın sağlık ve sosyal yardım bakanı mehmet aydın da, 1952'lerin "silahlı sağ eylemcisi" avukat hüseyin üzmez'i, bir süre önce kendisine özel müşavir olarak atayıverdi. ama hürriyet gazetesi, insanoğlunun, ille de unutma illetiyle malül olmadığını kanıtlarcasına 21 nisan 1984 cumartesi günkü sayısında "suikastçi, bakanın özel müşaviri oldu" başlığıyla haberi sürmanşet olarak kamuoyuna duyurdu.

    duyurdu da ne oldu? kuşkusuz çok şeyler oldu. önce üzmez, ankara'dan, yani gözönünden uzaklaştırılıp istanbul'a atandı; meclis'te halkçı parti'nin bir sözlü sorusu sayın mehmet aydın tarafından "üzmez'in atanmasında bir sakınca olmadığı başbakanlıkça bildirilmiştir" biçiminde yanıtlandı; bir gün sonra, yani 16 mayıs günü de hüseyin üzmez memuriyet görevinden istifa etti. bu istifa bir çeşit kamuoyu baskısı sonucu mu, yoksa üzmez'in kendi kendisine saygısı sonucu mu gerçekleşti diyecektik ki, 18 mayıs günlü gazetelerde üzmez'in istifa dilekçesinin bir özeti yayınlandı ve gerekçe de açıklığa kavuştu.

    üzmez, uzun dilekçesinde, "benim için sağcı solcu yok. vatana aşkla hizmet eden insan var" diyor ve ekliyordu. "devlet büyüklerim vatana hizmet için çalışırken ayaklarına bağ olmamak için görevimden ayrıldım."

    aynı günlerde, hangi fikir ve ideolojinin organı olduğu bilinen "yeni düşünce" adlı haftalık gazetenin 134. sayısında "hüseyin üzmez gerçeği açıklıyor" başlığıyla verilen bir söyleşide üzmez: "pişmanlık meselesine gelince ben ahmet emin yalman'ı vurduğum zaman vatanıma, milletime, devletime ve mukaddesatıma yürektem bağlıydım; bugün de bağlıyım. o zaman ahmet emin yalman'ın öldürülmesi gerektiğine samimiyetle inanmıştım, bu inancımdan ve samimiyetimden dolayı elbette ki pişman değilim" diyerek yeni bir çelişki sergiledi.

    denir ki, sağ uçtaki bir kesim, daha doğrusu örgüt, yeni yeni yeşermeğe başlayan demokrasi ortamında kendilerinin varlığını, unutulmadıklarını, devlet katında söz sahibi olmakta devam ettiklerini ve edeceklerini, dimdik ayakta olduklarını vurgulamak istiyor. memuriyet falan hepsi bahane. üzmez olayıyla bu "varlık" kamuoyuna bir kez daha açıklanma fırsatı buldu. zaten amaç da buydu.

    <otuz yıl önceydi>

    aslında bu iş kapanmış sayılır bir yerde... ama biz gene de 30 yılın ötesine dönelim ve türkiye'deki bu ilk "örgütsel silahlı sağ eylem", bir tele-zoom yöntemiyle yakın plana çıkaralım. olayı bilenlerin anısını tazeleyip bilmeyenlere ışık tutalım. kuşkusuz, kupürlerle, belgelerle...

    dilerseniz, önce ahmet emin yalman'ı kısa çizgilerle yakından tanıyalım. yalman, büyük yaş farkına karşın, dostluğunu kazanmak onuruna erdiğim bir gazeteciydi, gerçek bir gazeteci... başyazılarına bile, bir muhabirin alışagelmiş heyecanlı tümceleriyle başlar, ister yurt içinde ister yurt dışında olsun, haberlerini bir muhabir sorumluluğu içinde gazetesine ulaştırırdı. dostluğumuz sürüp daha yakından tanıdıkça yalman'ın ne denli saf, iyiniyetli, alabildiğince dürüst bir kişi olduğunu anladım.

    yalman'ı 7 yaşındaki bir çocuk rahatlıkla kandırabilirdi. insanlara yürekten inanırdı çünkü... bunu, kendisine ve saygıdeğer eşi rezzan hanım'a bir keresinde söylemiştim; gülüşmüştük. o dönemde pekçok kişinin ahmet emin'i çıkarcı, hinoğluhin, fırsat düşkünü bir gazeteci olarak tanımlamasının ne kadar ters bir görüşü yansıttığını gördükçe, yalman'a karşı sevgi ve bağlılığım da arttı. yalman, konuşma yeteneği hiç mi hiç olmayan, iki çift sözü biraraya getiremeyen bir kişiydi. sanırım, bu zaafının hırsını yazılarından alır, bıkmadan usanmadan hergün sütun sütun yazıyı döktürüverirdi.

    1945-50 döneminde demokrat parti'nin ateşli bir savunucusu olmuştu. 14 mayıs 1950'deki dp zaferinde yalman'ın, kuşkusuz, yadsınamayacak bir payı vardır. yalman dp'ye, öncelikle adnan menderes'e, bu desteğini yıllarca sürdürdü. ama eleştiriyi, uyarıyı, bir an bile bırakmadan...

    <bir gazeteci nasıl "hedef" oldu?>

    "irtica hortlaması" biçiminde yorumlanan kıpırdanışları sürekli eleştiren yazılarından sonra ahmet emin yalman'ın, dp'nin köy enstitüleri konusundaki tutumunu kınayan ilk ciddi eleştiri yazısı 9 ve 10 şubat 1952 günkü vatan'da yayınlandı:

    "(.....) yirmiüç enstitüden mürekkep bir irfan ağı memleketin her tarafını sardı. bu hareketin yarattığı akıncı ruh bütün hayatımda rastgeldiğim en güzel ve asil şeylerden biridir. asırlardır uyuyan ihmale uğrayan o geri köy en seçme erkek ve kız evlâdından ibaret canlı köprüler umumi hayata bağlanıyordu. (.....) köy enstitülerinin kusurları, mahzurları yok muydu? vardı, hem de çoktu. fakat kusur ve mahzur, güzel bir eseri yoketmeyi icab ettirmez. (.....) hayat bilgisi esasına dayanan bir sistemi hazmedememiş bulunan, okuma bilgisinden ilerisini göremeyen eski kafalı maarifçiler bu havadan istifade ettiler, dünya yüzünde kurulan ve türkiye'ye şeref veren en orjinal ve mükemmel terbiye sistemlerinden birini baltalamaya koyuldular. bunu kolaylaştırmak için de komünizm iftirası yaratmaktan çekinmediler. (.....) maarifin hazırladığı yeni proje köy enstitüsü ocağıyla beraber söndürecek ve ezberciliği ihya edecek olan tasarı büyük millet meclisi'nde geçecek mi? modern türkiye'nin yarattığı en güzel ve muazzam, en asil ve orjinal esere milletvekillerimiz kıymaya razı olacaklar mı? bunu yıkmaya elleri varacak mı?"

    yalman 8 nisan 1952 günkü vatan'da "kara liste" başlıklı başyazısında dönemin milli eğitim bakanı tevfik ileri'nin inkılap tarihi enstitüsünce yayınlanan "turancılığı ve ırkçılığı eleştiren kitab"ın bir tebliğle okul kitaplarından çıkarılması, yani kara listeye alınmasını eleştiriyor ve şöyle diyordu:

    "(.....) bu hareketin ifade ettiği mana maarif vekili'nin mutaassıb bir turancı'lık ve ırkçılık taraftarı olması, bunları tenkid eden fikirlerin mektepliler tarafından okunmasını kendi kafasına göre zararlı bulmasıdır. (.....) türkiye'de bir kara liste devri açılmıştır. böyle bir karanlık devir açmak yolunda tevfik ileri tarafında atılan adımın feci ve korkunç manasını millete duyurmak, umumi efkârı harekete getirmek lâzımdır. (.....) turancılık öyle bir emperyalist hedeftir ki, bunun bugünkü dünyada yeri olmadığı gibi ameli bir tatbik sahası olduğu da tasavvur edilemez. ırkçılığa gelince bu yol demokrasi yolu değil totaliter faşistliğin ve naziliğin makbul saydığı yoldur."

    15 nisan 1952'deyse yalman, "menderes'in sözleri" başlıklı başyazısında başbakanın antalya konuşmasındaki bazı noktalara değiniyor ve devrimler konusunda onun kararsız tutumunu eleştirerek şunları söylüyordu:

    "(.....) acaba adnan menderes 150 senelik gayret ve fedakarlıkların neticesi olarak türkiye'de taassuba ve cehalete karşı kurulan barajların lüzûmunu takdir etmiyor mu? mustafa kemal atatürk'ün irşadıyla ve çok cesur inkılapçı laikliğin kurulması sayesinde temel tutan terakki nizamının ferahlığını ve huzurunu duymuyor mu?"

    yalman'ın 23 haziran 1952 günkü başyazısı alabildiğince ilginçti. "iki menderes" başlığını taşıyan yazı şöyle sürüyordu:

    "(.....) bana öyle geliyor ki bir değil iki adnan menderes var. bunlardan biri demokrasinin aşığıdır. tam bir feragat içinde memlekete hizmet emeliyle yanıp tutuşur. dünya görüşü geniş ve olgundur. mevkiinin kudret ve nüfuzu başına vurmamış... (.....) ikinci adnan menderes'e gelince kendine mahsus hiçbir şahsiyeti yoktur. kudret hastalığına uğrayanlarda mevcut olan basma kalıp arazın hepsiyle malüldür. tarihin her devrinde, her yerde tesadüf edilen bu nevi hastalar gibi kendi kerametine inanır, kimseyle müşavere ve münakaşa ihtiyacını duymaz. kendi fikrinin mutlaka doğru, muhatabının fikrinin eğri ve yanlış olduğuna iptidadan hükmeder ve onun alıklığına içinden acır. şahsiyet sahiplerini birer engel, birer menfi ruhlu ukalâ diye karşılar. kapalı gözle evet diyenlerle muhitini doldurur. tenkid ve itiraz edenlerin seslerini boğmak için ücretli adamlar seçerken ruh bakımından en çirkinleri ve en bayağıları makbul sayar, kendi yarattığı muayyen bir muhit içinde nefsini hapsettiği veya ettirdiği için en basit hakikatler gözüne görünmez hale gelir."

    bundan sonra ahmet emin yalman'ın eleştirilerindeki gösterge yavaş yavaş menderes'e doğru kaymaya başladı. 14 temmuz 1952 günkü "miras yedice gidiş" başlıklı yazı ve 23 temmuz 1952 günkü "yeni bir inönü" adlı başyazıda odak menderes'di artık...

    2 ağustos 1952 günkü vatan'ın başyazısı "diktatörlük yolu" başlığını taşıyordu. "(....) evet, bugün ağzımız hâlâ açık, konuşabiliyoruz. fakat idam sephası önünde duran veya celladın kemendini bekleyen bir adamın da hayatta olduğu iddia edilebilir." gibi çarpıcı tümcelerle sürüyordu yazı.

    6 eylül'de "gemimizin tuttuğu yol" ve 17 eylül'deki "kadın düşmanları" başlıklı başyazılar, dp iktidarının gericilere verdiği ödünleri dile getiriyordu.

    8 kasım 1952'deki "nereden nereye" başlıklı başyazı samet ağaoğlu'nu hedef seçmişti. adnan menderes'in samet ağaoğlu yüzünden itibarından çok şey kaybettiğini öne süren yazı şöyle bitiyordu:

    "bir taraftan devletleştirilmiş faşist ruhlu bir basın hazırlamaya doğru giden, bir takım düşkün ruhluları güya dp'nin lehine, hakikatte aleyhine seferber eden bir basın siyaseti samet ağaoğlu'nun marifetidir."

    <altı el silah>

    böylece 22 kasım 1952'ye gelindi. vatan o yıl büyük bir görev üstlenmişti. "memleket ilâveleri" veriyordu her hafta... başta yalman, eşi rezzan hanım, istihbarat şefi kemal aydar ve fotomuhabirleri hilmi şahenk ve mustafa baykal'dan oluşan vatan ekibi durmadan yurdu dolaşıyordu. o günlerde de malatya'daydı ekip...

    22 kasım gecesi yalman'la aydar malatya ptt binasına gittiler. yalman yazılarını postaya verdi, yorgun olduğunu belirterek kapıya yöneldi. aydar da haber yazdırmak için telefon kabinine girdi ve kapıyı kapattı. saat 22.30 sularıydı. yalman'ın kapıdan çıkmasıyla 6 el silah sesi gecenin tüm sessizliğini yırtarken, yalman da ufacık cüssesiyle bir kan gölü içinde merdiven başına yığılıp kaldı.

    bundan sonrasını, olayın en yakın görgü tanığı, halen halkçı parti ankara milletvekili olan kemal aydar'dan dinleyelim:

    "memleket ilâveleri hazırlamak üzere yaptığımız gezilerin tunceli, bingöl bölümünü tamamlayıp 20 kasım'da elazığ'a gelmiş ve anacadde üzerinde birkaç katlı ve her katında 2-3 oda bulunan bir otele yerleşmiştik. suikastın aslında elazığ'da düzenlendiğini çok daha sonra hüseyin üzmez'in açıklamalarından öğrendik. nitekim hatırlıyorum, elazığ'da o günkü çalışmalarımızı bitirmiş, akşam otelde odalarımıza çekilmiştik. benim odamın kapısı açıktı, bir kısım yazılar hazırlıyordum. emin beyin odası karşımdaydı ve kendisi istirahate çekilmişti. gece 20.00 sıralarıydı. birden son derece telaşlı, orta boylu, 19-20 yaşlarıda bir genç bulunduğumuz katın holünde belirdi. her halinden acele ettiği belliydi. sanki birisi kendisini kovalıyormuş gibiydi. açık kapıda beni görünce aynı telaşla 'ahmet emin bey nerede?' diye sordu. 'ne yapacaksınız ahmet emin beyi, birşey varsa ben yardım edeyim' dedim. aynı telaşlı ve heyecanlı haliyle 'hayır hayır, birşey yok' diye cevapladı ve olanca hızıyla merdivenleri inerek gözden kayboldu. (bak: hüseyin üzmez'in olayla ilgili kitabı) suikast böylece elazığ'da düzenlenmiş, bilmeden ben buna engel olmuştum.

    "22 kasım günü malatya'ya geldik. vilayet binasının bulunduğu alanda otelde yerleştik ve çalışmaya başladık. o günün özelliği adnan menderes'in aynı gün malatya'da bulunmasıydı. bu tesadüf çeşitli bakımlardan önem arzediyordu. bir kere yalman, menderes'le bu ortam içinde yanyana gelmiş oluyordu. ikincisi menderes'in o gün yapacağı ziyaretler arasında chp il merkezini de ziyaret yer alıyordu. partiler arasında ilişkilerin son derece kavgacı bir ortama sürüklendiği o dönemde böyle bir ziyaretin demokrasiden, barıştan yana bir görüşün sahibi olan yalman ve biz gazeteciler bakımından önemiyse tarife sığmayacak bir değerdeydi. o nedenle biz çalışmalarımızın ağırlığını menderes'in bu ziyaret ve temaslarına ayırmıştık. nitekim chp il merkezini ziyareti sırasında hep birlikte hazır bulunduk. chp il başkanı nüvit yetkin'le il merkezinde yapılan sohbeti izledik. o dönemde bu ziyaret bunalımlı türk demokrasisinin pek seyrek yaşadığı ve kısa ömürlü olan bahar havalarından birini oluşturmuştu. dolayısıyla partiler arasında uygar ilişkileri daima teşvik etmiş olan ahmet emin son derece mutluydu. bütün gün menderes'le birlikte olduk. akşam başbakan için malatya bez fabrikasında düzenlenen yemeğe de katıldık. ahmet emin bey menderes'in sağında oturuyordu. karşılarında da ben bulunuyordum. coşkulu bir yemekti. bin kadar davetli vardı. menderes son derece samimi bir tavırla herkesle ilgileniyor, espriler yapıyor, yeni bir dönem başlatmışcasına sıcak, yakın, umut verici bir tutum içinde görünüyordu.

    "yazı ve haber olarak birçok malzeme birikmişti. bunları gazeteye bildirmek gerekiyordu. bu gerekçeyle menderes'den izin istedik ve saat 22.30 sıralarında yemekten ayrıldık. beraberimizde şoförümüz mehmet mordoğan, fotomuhabiri mustafa baykal arabaya binerek yine meydanda bulunan postahaneye geldik.

    "malatya postahanesine 10-12 basamak merdivenle çıkılır. postahaneye girdik. müdür görevi başındaydı. bizimle ilgilendi. istanbul'la görüşmek istediğimizi bildirdik, derhal bize bir hat bağlattı. kısa bir süre sonra yazıişleri müdürü melih yener karşımızdaydı. hemen girişte bir telefon kabini vardı. görüşmeyi oradan yapıyorduk. önce emin bey menderes'in o günkü ziyaretleriyle ilgili izlenimlerini kapsayan baştazısı hakkında yener'e bilgi verdi ve o günkü haberleri benim yazdıracağımı ilâve etti. gündüzki mutluluğu sürüyordu. son derece rahatlamış bir hali vardı. birkaç cümle yazdırdıktan sonra kendisine 'siz yorulmayın yazınızı da haberleri de ben yazdırırım. arzu ederseniz siz otele gidin' dedim. gerçekten yorgundu. 'iyi olur' dedi ve çıktı. ben işe koyuldum. birkaç dakika geçti geçmedi ki telefon kabininin camının dışardan vurulduğunu duydum. döndüm açtım, posta müdürüydü. müdür bey sakin olmaya gayret ederek bana 'kemal bey, ahmet emin bey biraz rahatsızlandı, sizi istiyor' dedi. normal diye düşündüm, olabilirdi. kapıdan çıktım. dışarda merdiven başında 5-10 kişi vardı. bunlardan biri bana doğru gelerek 'ahmet emin beyi vurdular' dedi. dünya başıma yıkılmıştı, merdivenlerden düşebilirdim. 'nerde' diye sordum. 'hastaneye götürdüler' dediler. bir araba buldular hızla yetiştim. taa elazığ'dan itibaren her hareketimiz izleniyordu. örgütsel suikast planı gayet iyi ayarlanmıştı. yemekten çıkışımız, ptt'ye gelişimiz iyi izlenmişti. ve hüseyin üzmez postahaneden çıkan ahmet emin'in üzerine 6 kurşun sıkmıştu gecenin karanlığında...

    "hastaneye vardığımda ahmet emin beyi bir masanın üzerine yatırmışlar, başhekim op.dr. selahattin baş muayene ediyordu. telaşla yanına sokuldum. elimi tuttu, gözlerini hafif açarak, 'merak etme birşey yok' diyebildi. emin beyin karnında iki kurşun deliği vardı. iki kurşun da sağ elinin iki parmağının ucunu götürmüştü, bir kurşun baldırında yara açmıştı. karnındaki kurşun delikleri tehlike işaretiydi. beş dakika içerisinde menderes ve beraberindekilerbir rüzgar gibi odaya girdiler. menderes'in yüzündeki heyecan ve endişeyi bugün bile zaman zaman görür gibi olurum. yanında içişleri bakanı ethem menderes, jandarma genel komutanı korgeneral kemal yaşinkılıç vardı. ben emin beyin başucunda bulunuyordum. menderes endişe dolu yavaş adımlarla ahmet emin beye yaklaştı, iki eliyle emin beyin sarkan elini avucunun içine aldı. zor duyulan bir sesle 'çok mustaribim, geçmiş olsun ahmet emin bey' diye fısıldadı. menderes ağlıyordu. ahmet emin bey binbir güçlükle gözlerini açtı, yanıbaşındaki ağlayan başbakan'a 'adnan bey, şimdiye kadar işte bunu söylemek istiyordum' diyebildi. menderes'in cevabı yine fısıltı halindeydi: 'ben de şimdi anladım ahmet emin bey.'

    "yalman derhal ameliyata alındı. kısa bir süre sonra müjde biçiminde bir haber geldi. operatör doktor selahattin baş emin beyin hayatının kurtulduğunu bildirdi. karnında yapılan operasyonda iki kurşun değil tek kurşunun göbeğin sağından girip solundan çıktığı, kapatılıp dikildiği anlatıldı. sağlık durumunun da menderes'e ve bize iyi olduğu ifade edildi. menderes'in emriyle gece saat 24.00'den sonra büyük soruşturma ve insan avı başladı. savcı dinç daha hastahanede, benim ifademi alarak işe koyuldu. ameliyat sürerken beni çift yataklı bir odaya davet etti ve olayı anlatmamı istedi, anlattım. bir gün sonra olay aydınlandığında, savcı dinç bürosunda 'kuşkular senin üzerinde toplanıyordu' biçiminde bir açıklama yapmaktan da kendini alamadı.

    "menderes kesin emirler vermişti. olay o gece aydınlanacaktı. hatta sabaha karşı soruşturmanın bir bölümüne bizzat katıldı.

    "ankara'dan özel polis timleri ve emniyet genel müdürü kemal aygün malatya'ya getirildiler. polis en yakın görgü tanıklarından gece bekçisi osman'ın açıklamaları üzerine bir kişinin postahanenin yanındaki sokağa doğru koştuğunu belirledi ve 200 metre kadar aşağıda da duvara dayalı bir bisiklet buldu. uzmanlar bisikleti incelediler, didonla taze bir kaynak izine rastladılar. sabaha karşı malatya'daki tüm kaynakçı ustaları yataklarından kaldırılıp getirildiler. içlerinden biri kaynağı kendisinin yaptığını ve bisikletin de duvarcı şerif dursun'a ait olduğunu söyledi. ipucu bulunmuştu. şerif dursun yakalandı ve örgüt de meydana çıkarlıldı.

    "bence olay yeminli bir sağ örgütün tarihe malolmuş eylemidir. olayın her safhasında bu gerçek hiçbir biçimde saklanamayacak bir aydınlıktadır."

    nitekim, bazıları sonradan aklanacak olan sanıklar içinde "sebilürreşat" dergisi sahibi cevat rıfat atılhan, "büyük doğu"cu necip fazıl kısakürek, "serdengeçti" osman yüksel de bulunacaktı. bunlar, aşırı sağın temsilcileriydi o dönemde...

    dava başlarken, menderes mersin'e geçecek ve 25 kasım'daki il kongresinde eski tutumunu değiştirerek "irticaı" yeren uzun bir konuşma yapacaktı.

    ankara'ya alınan dava 17 kasım 1954'de sonuçlandı. 9 sanık önce idama, sonra 20 yıla hüküm giydi.

    ve böylece "yalman dosyası" da kapandı gitti.

    acaba kapandı mı?>>

    kaynak: sofu tuğrul & havva can, '''yalman dosyası' kapandı mı?'', yeni gündem, sayı 3, 1-15 haziran 1984
    https://issuu.com/…u_tu__rul___havva_can_____yalman
hesabın var mı? giriş yap