• 1929'de kurulan amerikali film sirketi... acilimi radio-keith-orpheum corporation'dir... amerikanin en eski film sirketidir...
    kurucu ortaklarindan biri jfk'in babasi olan joseph p. kennedy'dir...
    meshur yapimlari arasidan citizen kane, king kong ve it's a wonderful life sayilabilir..
    siyah beyaz zamaini meshur film sirketlerindi ama 80'lerden beri pek ismi duyulmaz oldu... logosu sinyal yayn bi radyo kulesidir...
  • randy orton'un basari ile icra ettigi finishing move. tam karsidaki rakibin ensesi kavranir, birakilmadan bos duran el tarafina 180 derece donulur ve ayaklar yatay konuma gecilir ve gum diye zemine oturulur, bu sirada rakip enseden asagiya dogru cekilmektedir. tam zemine oturuldugunda rakibin kafasi (tercihen alni) tuttugumuz eli vucuda baglayan omza gecirilir.. rakip %90 bayilir, bayilmasa da three count'tan kurtulamayacak kadar afallar..
  • http://remix.kwed.org/ adlı sitenin kısaca adı. içinde birbirinden güzel c64 sidlerinin mp3 formatında remixleri var.
  • (bkz: rko pictures)
  • android uygulaması da çıkmış remix sitesi
    https://play.google.com/…s/details?id=dk.impact.rko
  • randy orton'ın bitirici hareket olarak kullandığı ve bana göre güreş tarihinin en güzel 5-10 bitirici hareketinden biridir.
  • randy orton'ın isminin tam hali olan randy keith orton'ın baş harflerinden teşekkül etmiş bitirici harekettir.
  • wwe tarihinin en gerçekçi olmayan; en azından bana gerçekçi gelmeyen hareketlerinden birisidir.

    kafa hiçbir şekilde yerle temas etmemektedir. .
  • 1942'de, bünyelerindeki iki filme müdahale ederek olmaları gerkenden daha farklı bir hâle getirip filmlerin potansiyelini dibe kadar çekmeyi başarmışlar. özel bir başarı gerçekten.

    biri jacques tourneur imzalı cat people. memlüklere kadar dayanan bir sırp efsanesi göre kızgınlık, kıskançlık gibi duyguların ve bayağı arzuların esiri olan ve bu duygular/arzular tetiklendiğinde yırtıcı bir pantere dönüşen kadınların soyundan gelen bir kadının hikâyesi anlatılıyor. kadın, arzularının esiri olmamak için sevdiği adama dokunamıyor, öpemiyor, sarılamıyor. ancak sevgilisi bunların sadece masal olduğunu ve kendisinin de psikoloğa gitmesi gerektiğini söylüyor.

    filme hâkim olan alacakaranlık atmosferle birlikte film boyunca çok sıkı bir şekilde korunmayı başaran ''anlatılanlar gerçek mi yoksa sadece şehir efsanesi mi?'' gizemi, filmi muhteşem bir havaya sokuyor. bunlara eşlik eden gölge ve ışık oyunlarıyla birlikte gücünü gizeminden alan film, iki sahnede doruk noktasına ulaşıyor. zaten gerilim, gizem ve merak unsurlarının zirvesini yapıp filmi esas potansiyeline ulaştırması gereken bu sahneler, yapımcı şirketin müdahalesiyle birlikte tamamen mahvediliyor. çünkü gizem ve merak unsurunu gereksizce somutlaştırarak filmin başından beri ilmek ilmek işlenen atmosferi darmadağın ediyorlar. o andan itibaren izleyici olarak elbette tüm ilginiz kayboluyor. filmin iyi bir film olduğu, bir düşük bütçe harikası olduğu değişmiyor ancak potansiyelinin çok altında kaldığı da açıkça belli oluyor.

    bir diğeri de orson welles'ın the magnificent ambersons'ı.19. yüzyıl ortalarında, çok varlıklı bir aile olan ambersons ailesinin yükselişlerini, ailenin büyümesini, kibirlerini, çocuklarının itici ve şımarık tavırlarının sebep ve sonuçlarını, aynı muhitte yaşayan diğer insanların bu aileye olan bakışlarını izlediğimiz film; otomobilin icat edilmesi, bu icadı gerçekleştiren mucidin ambersons ailesi olan grift ilişkisi ve ailesin güç kaybetmeye başlamasıyla sürüklendikleri girdabı anlatıyor. welles'ın gerçekçilikten ödün vermeyen üslubu, filmi, peri masalına dönüşebilecek kritik sahnelerde bunun olmasını engelleyerek çizgisini sürekli korumayı başarıyor.

    ancak yapımcılar yine devreye giriyor ve bu film çok iyi oldu, biraz daha az iyi olsun diyerek kurgu (edit) aşamasında bir saatten fazla bir süresi filmden çıkarıp yok ediyor. gerçek anlamıyla yok etmekten söz ediyoruz. sahneleri kendi kafalarına göre filmden çıkarıyor ve ilgili çekimleri tamamen yok ediyorlar. oralarda nasıl sahneler vardı, film aslında nasıl ilerleyip çözümlenecekti bunu bilemiyoruz. yalnızca alakasız kurgulardan kesilip biçilen yerleri tahmin edebiliyor ve ''burada şimdi bu sahne ne alaka?'' demekle yetiniyoruz. genel gidişata yakışmayan finaline de şirketin el attığı belli oluyor zaten. welles aslında ne anlatmak istemişti, anlatabilseydi nasıl bir potansiyelle karşı karşıya olurduk, bunları bilmiyor olsak da kırpıla kırpıla 85 dakikaya düşürülmüş hâliyle bile iyi bir film izleyince merak etmeden de duramıyoruz.
hesabın var mı? giriş yap