• serol teber'in melankoli üzerine antikiteden çağdaş döneme kadar uzanan geniş bir yelpazedeki okumalarının not defteri. not defteri belki haksız bir yakıştırma oldu. ancak metinler arası bağların kurgusu dışında kitapta yazarın yorumuna çok nadir rastlandığı düşünüldüğünde bu yakıştırma bir nebze haklı sayılabilir kanaatindeyim. yiğidi öldürsek de hakkını vermek gerek: serol teber geniş kaynakçasıyla melankoli konusunda hayli tatmin edici bir seçki sunuyor. kaynakların pek çoğunun türkçeye çevrilmemiş almanca metinler olduğunu da hesaba katarsak biz almancaya erişimi olmayanlara melankoli hususunda eşsiz bir eser ortaya koymuş.

    kitap, temelde, tarihte melankoliyi arıyor. melankoli nasıl tanımlanmış, nasıl açıklanmışın peşine düşüyor. tabii bu konuda psikologların söylediklerine kıyasla edebi eserler daha derin anlamlar taşıyor. serol teber de bu eserlerde ve biyografilerde arıyor melankoliyi. tarihsel olarak ise kafasında kabaca üçlü bir taksim olduğunu söylemek mümkün ki panofsky ve melankoli üzerine yazan sair aydında da bu taksimi görüyoruz: tecerrüt etmiş olmakla beraber melankoliklerin toplum nezdinde derin saygı uyandırdığı, hatta melankolinin sanatsal ve düşünsel açıdan mümbit sayıldığı antikite; melankolinin büyük günahlardan acedia ile bir tutulduğu ve melankoliklerin cinli ya da cadı addedildiği, tanrı'ya karşı "pasif bir başkaldırıyla" suçlandığı ortaçağ ve son olarak başta pozitif bilimlerin rasyonelliği ile örtüşmediği için melankolinin dışlandığı, görmezden gelindiği daha sonra protestan ahlakı ve kapitalizmle beraber sapkınlık, hastalık olarak görüldüğü, üretim-tüketim düzeninin aksayan parçası sayıldığı modern ve çağdaş dönem.

    gelelim kitabın içeriğine: kitabın ilk bölümü albrecht dürer'in melencolia i gravürü üzerine. 1514 yılına ait gravürdeki sembolleri açarak rönesans döneminin melankoliye yaklaşımını ve o döneme kadar bu alanda oluşmuş yazını açıklıyor. gravürün anlam katmalarını deşerken rönasans aydınlarına, aziz augusinus, plotinos gibi insanda kainatı gören ve insan-tanrı'yı arayan, insanı isalaştıran mütefekkirlere referans veriyor. bu referanslardan da anlaşılacağı gibi melankolik bu bölümde hem alemin özü olarak hem de bir hiç olarak kendi içinde yaşadığı çelişkiler, git-geller, iç-göçler itibariyle ele alınıyor.

    ikinci bölüm antik metinlerinin satır aralarında dolaşıp onlardan kültüre ve bu kültür içinde melankolinin ve melankoliklerin yerini keşfetmeyi amaçlıyor. başta homeros destanlarında ve bilumum antik yunan trajedilerinde ve özellikle antigone'nin "gözü kara", ilkeli, halvetderencümen karakteri üzerinden antik melankolik kişilik deşifre ediliyor. daha sonra hippokrat yazınındaki tıbbi açıklamalar, kainatın kendisinden teşekkül ettiği dört element ve bunlarla bağlantılı olarak (makro-kozmos olarak evren ve mikro-kozmos olarak insan ilişkisi dahilinde) vücuttaki dört temel salgı ve bu salgılardan kara safra'nın melankoliyle bağlantısı ortaya seriliyor. peşinden serol teber aristoteles'in sorduğu soruyu yineliyor: "neden olağanüstü kişiler [sanatçılar ve filozoflar] hep melankolik?". bu soru; anlamsız toplumsal kurumların içinde kendini kaybetmiş -ya da bulmuş- ve bu yüzden topluma karşı gülerek ve ağlayarak tavır almış iki filozof çerçevesinde tartışılıyor: her şeyden ve herkesten kendini tecrit etmiş ölümü çağıran yaşama matem tutan ağlayan filozof herakleitos ve etrafında olup bitenin anlamsızlığına karşı elinden hiçbir şey gelmeyen, gelse de müdahalesinin de en az o kadar anlamsız olacağını bilen; ve bu yüzden pasif bir direniş, başkaldırış olarak ironiyi seçen gülen filozof demokritos. işte bu iki antik filozof, melankoliklerin toplum karşısında takındıkları iki farklı ama aslında aynı apolitik-politik tavrı bize karikatürize bir şekilde sunuyor.

    ortaçağda melankoli bahsine gelirsek melankolik karakterleri müzik ile tedavi eden, musiki makamları üzerine kafa yoran ferdi örnekler dışında bu dönemdekilerin melankoliye yaklaşımı inançsızlıktan pek öteye gitmiyor. çünkü topluma mesafeli melankolik toplumla beraber tanrı'dan uzaklaştığı fikri hakim. çünkü hıristiyan olmak öncelikle kiliseye ait olmak demek. melankolikler ise şüpheci, cinlenmiş, şeytan tarafından ayartılımış, kendinde ibadete güç bulamayan garip tipler. çok da haksız sayılmazlar aslında bu konuda. çünkü ibadet edememe, ibadet edecek gücü kendinde bulamama, tanrı'ya yabancılaşma melankolik karakterin sürekli rastlanan özelliklerinden. periyodik kurban döngüsünü yadsıyorlar genellikle. bu yüzden bu gıcık, ele avuca gelmez, gavur mu değil mi, asi mi itaatkar mı belli olmayan tipler her zaman eleştiri oklarının ve hatta şiddetin odağında olmuştur. ancak ilginç olan bir şey var ki o da dindarlıklarından dolayı manastıra kapanan keşişler belli bir süre sonra hiçlikle yüz yüze geliyor ve yaptıklarına yabancılaşıyorlar ve bir kısmı melencolia 1 gravüründe gördüğümüz kadın gibi ya da faust gibi her şeyi bilmelerine rağmen tatmin olamıyorlar ve kucaklarında kitapları ve hatta kutsal kitapları olduğu halde kafalarını ellerinin aralarına alıp "kara kara" düşünmeye başlıyorlar. onca çabalarına rağmen bir mümin olacakları yerde, hiçliği düşünerek ve aslında hiçbir şeyi düşünmeyerek, cadılaşıyorlar, cinleniyorlar, cinnet geçiriyorlar.

    sonra modern dönem geliyor: ortaçağa başkaldırı olarak ortaya çıksa da aslında benzer şekilde pathos'a, duygulanımlara kendimizi kapattığımız bu devirde melankolikler deli addedilmiş ve rasyonel temellerde kurulmuş ütopik toplumlardan def edilmeleri planlanmıştır. toplumsal üretim sorunu olan bu tipler gelişmenin ve ilerlemenin önündeki tek engel görülmüş ve rasyonalizmin bir çılgınlığa döndüğü esnalarda kıyımlara kurban gitmiş (nazi almanyasında delilerin, şizofrenlerin sistematik olarak yok edildiğini hatırlayın) ya da en azından hastanelere, kliniklere kapatılmıştır. hastanelerde ise melankoli yerini depresyona bırakmış, psikiyatrlar depresyonun peşine düşerken melankoliyle uğraşmak sanatçılara, tutunamayanların yazarlarına bıraklımıştır. aristoteles'in normal bir anomali ve hatta bir tanrı vergisi olarak ele aldığı melankoli artık resmen bir anomali, patolojidir.

    modernler melankolinin üstünü bu şekilde kapatabildiler mi: tabii ki hayır diyor teber, belki 'yeraltı'na ittiler. bu noktada da tabii modernliğin kaybettirdiklerinin peşine düşen romantikler çıkıyor sahneye. özellikle alman romantikleri ve özellikle de hölderlin. serol teber her zaman yaptığı gibi (bu kitapta kısmen demokritos, herakleitos, baudelaire, hölderlin; başka kitaplarında tevfik fikret, freud için yaptığı gibi) hölderlin'in biyografisini bir eser-hayat olarak okuyucusuna sunuyor ve melankolik karakteriyle eserlerinin paralelliklerini ortaya koyuyor. hölderlin vaka'sını okuyucuya tanıtıp şizofrenisinin belirsizliğiyle psikiyatrları çaresiz bırakan anormal-normal hölderlin'in yersiz-yurtsuzluk içinde yaptığı iç-göçü ve antik yunan'a sığınışını bizlere hikaye ediyor. hölderlin ve onun trajedilerle iç içe yaşamı üzerinden melankolik karakterin trajedisi, tanrı'ya öfkesi ve tanrı'yla tartışması ve bununla birlikte kendini aşıp tanrılaşması hususunda serol teber'in çıkarımlarına kulak verelim:

    --- alıntı ---

    trajedi, insanın tanrıları kendi içinde özümseyip duyumsama ve aşma aşamasıdır. antigone örneğinde de anımsadığımız gibi, olağanüstü bireyselleşme ve özgürleşme insanın tanrıyı da kapsayacak derece büyümesi/yoğunlaşmasıdır. trajik insan tanrıya hem yakın hem de ona çok karşıdır. burada, bir tür sevgililer arası durum oluşur. karşılıklı öfke ve tartışma, tanrının da insanın da en yüksek varoluş biçimdir. (...) bu anda bilinen klasik din anlayışı aşılır. pathos'a, en üstün ahlak durumuna ulaşılır. burada, başkaldıran yaşamın geçerli yasalarına artık uymaz/uyamaz. kendi yasalarını kendi koyar...

    ... hölderlin için, uçup gitmiş tanrılar artık yoktur, gelmekte olan tanrılar henüz gelmemiştir. eksikliğin ve yokluğun bulunduğu çifte yoksunluk zamanıdır. ozan, tanrılar ile sıradan insanlar arasında -ara- yerde ozanca barınır.
    --- alıntı ---

    ve şimdi buraya aktaramayacağım, bana henüz konuşmayan daha pek çok referans var kitapta: freud, adorno, nietzsche, baudelaire, walter benjamin, proust, paul klee bunlardan bazıları.

    edit: referans hatası giderildi.
  • tarkovsky'nin nostalghia filminin atmosferinin sarıp sarmaladığı duygusal devinimler içerisinde kozmosta sürüklenirken anlaşılabilme ve anlatılabilme olanaklarının arttığını düşündüğüm kitap.

    nostalji ile melankoli'nin aynı ve tek bir duygulanımın zihnin farklı merceklerinden kırılan iki farklı yansıması olduğunu savunangillerdendim vakti zamanında ve hala aynı şekilde düşünmekteyim.bir ilkokulun bahçesi.topraktan tek bir boru halinde yükselen ve son anda iki borucuğa ayrılarak iki musluk şeklinde sonlanan iki çeşmeye aynı anda ağızlarını dayayarak kana kana su içen iki haylaz çocuk.terli ve önlüklü.

    (bkz: andrey tarkovski)
    (bkz: nostalghia)

    bonus:melankoli deyince akla gelen o heykel: https://hizliresim.com/jd9jrw
  • "geleneksel inanca göre, yumruk yapılmış el, sorunu olan organı gösterir. burada da kadının başını tutmakta, hatta onun desteksiz duramadığını göstermektedir..." serol teber - melankoli normal bir anomali

    "dürer'in, bu gravür* ile ilgili yaptığı bir ön çalışmada, "anahtar şiddetin, para kesesi gücün sembolüdür" diye yazması, tartışmaları daha da artırmıştır."

    "duvardaki diğer bir gizemli simge, kötüyü iyiye, olumsuzu olumluya dönüştürdüğüne inanılan jüpiter dörtgeni (mensula jovis)'dir. olasılıkla arap astrolojisinin etkisiyle ortaçağ avrupasına yansımış ünlü majik dörtgen."

    "tüm ortaçağ boyunca melankoli, uykusuzluk, yarasa ve satürn gezegeni arasındaki ilişkiler üzerinde durulmuştur. (...) ortaçağda, çalışırken uyuklayanlara, gündüz uykularına eğilim gösterenlere, onları gündüz cinlerinden korumak için, yarasa kalbinden yapılmış muskalar salık verilmiştir."

    "buradaki kornet, bir satürn korneti mi, yoksa satürn'ün bizzat kendisi mi, kestirilemiyor. (...) kornet, dürer dönemi avrupa'sında sözü en çok edilen felaket simgelerinden biri."

    "i. melancholia imaginationis, ii. melancholia rationis, iii. melancholia mentis. imgelem gücünün yüksek olduğu, melancholia imaginationis grubu i. aşamayı oluşturur. bu gruba giren melankolikler sanata, ressamlığa, mimarlığa, teknik alanlardaki yaratıcı etkinliklere yönelme eğilindedirler. (...) iii. grubu oluşturan ve sezgi gücü yüksek olduğu düşünülen melancholia mentis grubundakilerin tanrısal gizemi anlamaya, sezinlemeye başlamış büyük din bilgelerinden, peygamberlerden oluşan son derecede az sayıdaki yetkin, bilge kişiyi kapsadığı varsayılmıştır."

    "yeniplatonculuk ve özellikle de marcilo ficino'nun, dürer'in üzerinde etkileri tartışılmaz. dürer'in ficino'da en çok önemsediği nokta, onun melankolik insanların bilinçli bir korku içinde bulunduklarını vurgulaması olmuştur."

    "augustinus, anısız ruhun tarihsiz kalacağını düşünmüş ve tüm ayrıntılarıyla kendi anılarını yazmaya çalışmıştır."

    "örneğin 1439 yılında, osmanlı sultanı ii. murat'ın tehdidinden kaçan bizanslı georgios gemistos plethon (1355-1450) floransa'ya gelmiş. cosimo de medici tarafından floransa'da platon akademisi'ni kurmakla görevlendirilmiştir."

    "örneğin, beckmann*, otto dix, ernst ludwig kirschner, oskar kokoschka, arnold schönberg vb. gibi sanatkarlar ruhsal bunalıma düştükleri zamanlar sıklıkla o anlardaki özbenliklerinin resmini yapma geleneğini sürdürmüşlerdir."

    "ya senin istediğin gibi, melankolinin satürn gezegeninin etkisinde ortaya çıkmadığını göstereceğim. ya da, aristoteles'in de söylediği gibi, melankolinin tanrısal bir veri olduğunu kanıtlayacağım." ficino

    "isa'ya öykünme, "isalaşma", insanın isa denli özgürleşmesi... yaradılışın en yüce aşaması, insanın olağanüstü özgürleşmesi olarak tanımlanmıştır. bu öğretiden, isa'ya benzeme "imitatio christi" ya da "christomorpho gestaltung", "christustypus" düşünceleri, inançları oluşmuştur."

    "robert burton, 1621 tarihinde yayımladığı anıtsal yapıtı melankolinin anatomisi ile melankoli konusunda dünyayı sarsan bir etki yaratmıştır. bu büyük yapıt, vazgeçilmezliğini günümüzde bile korumaktadır."

    "hippokrat, aforizmalar'da melankoliklerin bağırsaklarını bol bol boşaltılmasının gerekirse de kusturulmalarının önemini vurgular. hippokrat, ayrıca melankoliklerde hemoroitlerin ortaya çıkmasının hastalığı iyileştirdiğini tespit etmiştir."

    "boynuzotu bitkisi, binlerce yıl melankoli tedavisinde kullanılmış. söylenceye göre, ilk bulunuşunda bir çobanın yardımı olmuş. çoban, karaboynuzotu yiyen keçilerinin sütünden içen melankolik insanların iyileştiklerini görmüş."

    "demokritos gülen, herakleitos ağlayan melankolik filozoflar olarak tanımlanmışlardır. bir olasılık, bu iki filozofun yüz ifadeleri, trajedi ve komedi tiyatrolarının simgesi olmuştur."

    "demokritos ile hippokrat'ın karşılaşmalarını bizanslı bilge iohannes tzetses, olası bir belgeye dayanarak şöyle tanımlamıştır:

    hegesistratos'un oğlu,
    leukippos ile melissos'un öğrencileri.
    hakikati ve iyiyi bilen, her bir şeyin filozofu
    yaşamın çılgınlığına gülen demokritos'u
    hemşerileri abderalılar deli olduğuna inandılar
    10 talentlik hediye ile hippokrat'a götürdüler.
    ve kos'lu hekimden onu iyileştirmesini istediler.
    fakat tersi oldu, hekim almadığı gibi parayı
    demokritos'u gördükten sonra
    daha çok kendisi tedavi oldu
    tedavi edeceğinden fazla.
    abderalılara teşekkür etti
    böyle bir bilge insanla tanıştırdıkları için..."

    "demokritos, sıkıntı, yoksulluk, yalnızlık içinde uzun yaşamış. fakat demokritos sıklıkla uzun yaşamanın, gerçekte uzun ölmek olduğunu söylemiştir."

    [(...) sinoplu diogenes, kendini yurtdışında yaşamaya -yurtsuzluğa- mahkum eden mahkeme üyelerine verdiği yanıtta, "sinoplular beni yurdumdan uzakta yaşamaya mahkum ederse, ben de onları, ömürleri boyu yurtlarında yaşamaya mahkum ediyorum" demiş ve ömür boyu yersiz yurtsuz, tek başına yaşamıştır.]

    "herakleitos bilinen filozofların en kötümserlerinden biridir. tüm yaşamı süresince ölüme bu denli övgü düzen filozof az görülmüştür. (...) herakleitos, insanın yaşamak için doğduğunu, ancak doğduğu andan itibaren ölüm -ya da dinginlik- özlemi içinde olduğunu yazmıştır. (...) herakleitos, savaşın her şeyin babası olduğunu, ancak zaferin de bunu kazananın intiharı olduğunu öngörmüştür."

    "neden, ister felsefede ya da politikada, ister şiir ya da sanatta olsun olağanüstü kişilerin hepsi melankoliktirler?" aristoteles

    "pek çoğu sarhoş olduktan sonra intihar eder. melankoliklerden bazıları da içki içtikten hemen sonra depresyon geçirirler. şarabın sıcaklığı doğal sıcaklığı söndürür. (...) depresyon geçirenler, eğer sıcaklık kaybolmuşsa, kendilerini hemen asmak isterler. (...) insanların birçoğu cinsel ilişkiden sonra da depresif olurlar... kimileri de şiddetli depresyonlar geçirir, bunlar cinsel ilişkiden sonra, vücutlarındaki gerekli sıcaklık oluşturucu öğeler eksildiği için, hemen soğurlar..." theophrastos/aristoteles - problemata physica

    "herakles, hep bilmediği yerlerde, bilmediği zamanlarda yaşar. olağanüstü gücü, güçsüzlüğü olur. hiçbir yerde kendisini yurdunda, evindeymiş gibi duyumsayamaz. tam bir yurtsuzluk örneği sergiler. olağanüstü gücüyle hep dövüşür durur. kahramanlıklarını hep çaresizlikten, zorla yapar."

    "empedokles, filozof, hekim, ozan, doğabilimci, fizikçi, gizemci, demokrat, devrimci, siyasal göçmen olmuş... sık sık ruhsal bunalımlara, melankolik krizlere girmiş. ve 60 yaşında intihar etmiştir. (...) empedokles, dünyanın toprak, su, ateş, hava ve de tüm bunları bir araya getiren sevgiden oluştuğunu söylemiştir."

    "aretaus*, felsefe ve tıp yazınında ilk kez melankoli ve maninin kapsamlı bir tanımını yapmış ve bu iki ruhsal rahatsızlık durumunun, aynı hastalığın farklı görünümleri olduklarını söylemiştir."

    "aretaus*, "maniakoli" adını verdiği, batıl inançlı, hezeyanların görüldüğü bir mani-melankoli tipi tanımlamıştır. (...) aretaus, sevgi-aşk nedeniyle ortaya çıkan melankolik durumları anlatan ilk hekim olmuştur. (...) aretaus'a göre, melankolik insana hiçbir şeyi zorla yaptırmamak gerekir. kuşkusuz, hafif yemekler yemesi, şarap içmemesi, bağırsaklarını boşaltması gibi önlemler salık verilebilir. (...) hastaların cinsel ilişki kurmalarına olanak tanınmalıdır. aretaus'a göre sevgi ve cinsel ilişki tedavide unutulmaması gereken önemli noktadır."

    "mide bölgesinde şişkinlik, gaz birikimi, sancı gibi rahatsızlıklarla melankoli arasındaki bağlantıyı en ayrıntılı tartışan antikçağ hekimi diokles olmuştur. (...) bir olasılık, hypochondre* tanımını tıp yazınına ilk kez diokles kazandırmıştır."

    "örneğin, caelius aurelius'un* belirttiğine göre, hüzünlü insanlara frigya melodileri, düzene pek uymaya safça insanlara dor müziği dinletilmesi öngörülmüştür. ruhsal huzursuzluk içinde olanlara iyonya tipi (fis-moll), gene aşırı duyarlı çocukların eğitimleri için de likya tipi (es moll) müzik dinletilmesi salık verilmiştir."

    "melankolik insan, her çağda içinde bulunduğu toplumsal koşullardan mutlu olmadığını -olamadığını- yaşama bir anlam veremediğini, topluma uyum sağlayamadığını, daha somutu, toplumsallaşamadığını, bunun için de bir tür "iç göçle" kendi içine geri çekilerek ruhunun bir kısmını olsun kurtarmaya çalıştığını söylemiştir..."

    "acedia sözcüğü -cicero'dan sonra- tembel, uyuşuk, üşengeç, çalışmasını sevmeyen, enerjisi-vitalitesi tükenmiş, toplumsal yaşamdan geriye, kendi kabuğuna çekilmiş insanları tanımlamak için kullanılmıştır. özcesi bu tanımlamalarla, bir tür oblomov yaşam tarzı anlatılmak istenmiştir."

    "melankolik hüzün, şeytanın insan üzerinde tanrıyla yarışması ve sonunda zafer kazanması olarak yorumlanmıştır."

    "grekler, gezegenler üzerine ayrıca fazla bir şey söylememişler; örneğin grekler'in gezegen tanrıları olmamış, gezegenlerin birey-insan üzerindeki etkileri pek fazla tartışılmamıştır... gezegenler bilgisi grek-roma kültürlerine, genellikle babil ve diğer önasya kentleri üzerinden gelmiştir."

    "bir olasılık, babil tapınağı bilgelerinden, mö 350-340 doğumlu berossos, kos adası'nda bir astroloji okulu açmış, burada babil astrolojisi okutmuş ve babilonica adlı bir yapıt bırakmıştır."

    "arap astrolojisine göre, satürn gezegeninin, bedendeki "kardeş organı" dalaktır. ve bu inanca göre satürn gezegeni, özellikle dalak üzerinden insan bedenini, ruhsal dünyasını ve kişiliğini etkiler. dalak, karaciğerin tersine kuru ve soğuktur... batı dillerinde dalak anlamıma gelen "spleen" sözcüğü ile melankoli ilişkisi bugüne değin süregelmiştir. örneğin, baudelaire'in ünlü yapıtı "paris sıkıntısı" ya da "paris hüznü" anlamına gelen "spleen de paris"de dalak anlamına gelen "spleen", hüzün/sıkıntı anlamında kullanılmıştır."

    "jüpiter, karaciğeri; mars, sarı safrayı; ay, akciğeri; merkür, beyni; güneş, kalbi; venüs, mideyi etkiler; kan, tüm bedensel harmoniyi sağlayan temel özsudur."

    "afrikalı konstantinus (constantinus africanus), ortaçağ boyunca hippokrat geleneğini sürdüren efsaneleşmiş az sayıdaki hekimden biridir. özellikle melankoli üzerine yazdığı monografisi çok ünlenmiştir. (...) afrikalı konstantinus (1010-1087), kartaca'da doğmuştur. (...) uzun yıllar çeşitli arap ülkelerindeki ünlü tıp merkezlerinde çalışmış; felsefe, tıp, dinbilim, astroloji öğrenmiştir. (...) bunun dışında konstantinus, melankoli kitabında, rufus'un adını, hippokrat ve galenus'un adlarından en az iki kez fazla anarak rufus'a olan hayranlığını somutlamıştır."

    "1482 yılında ispanyol, ramos de pareja musica pratica yapıtı yayımlanmış, burada tonlar, kişilikler ve gezegenler arası ilişkilere değinilmiştir. örneğin, tonus protus, phlegmatik kişilikler ile ay; tonus deuterus, safranın ağır bastığı kişiliklerde mars gezegeni; tonus tritus, kanın etkin olduğu kişiliklerde jüpiter gezegeni; tonus tetartus, melankolikler ile satürn gezegeni arasındaki ilişkileri düzenlediği söz konusu edilmiştir."

    [yapıta bakan insan, eyüp'ün haykırışlarını, tanrıya başkaldırışını duyar gibi olur: "insan ki kadından doğmuştur, günleri kısadır ve sıkıntıya doğar." "doğmuş olduğum gün yok olsun." "ben niçin doğunca ölmedim, rahimden çıkınca son soluğumu vermedim?" "çünkü korktuğum şey başıma geliyor. ve yıldığım şey üzerime geliyor. kaygısız değilim ve sükunda değilim ve rahat değilim; ancak sıkıntı geliyor." "rahimde bir erkek peyda oldu diyen gece de yok olsun." "gaddarlık ediyorsun..."]

    "eyüp'ün yakınmaları bitmez tükenmez, ayrıca üstüne üstlük eyüp bu durumdayken, ondan çok ayrı bir tinsel/ruhsal, kültürel dünyada yaşadığı açıkça sergilenen karısı rahma'nın, eyüp'ün üzerine ironiyle su döküşü betimlenmiştir."

    "tanrı babası, neden ona bu işkenceleri yapmıştır? yoksa (temel bir metafor olarak) insan gerçekten de babasız bir toplumda (freud) mı yaşamaktadır?"

    "galenus, karasevdayı melankoli gibi yapısal bir rahatsızlık olarak görmemiş, bazı insanlarda biraz da rastlantı sonucu sonradan ortaya çıkabilen bir tür ruhsal durum olarak değerlendirmiştir."

    [sophokles, "oidipus kolonos'ta" trajedisinde koroya, "(...) hiç doğmamış olmak, yazgının en güzeli; ona en çok yakışan da dünyaya gelir gelmez hemen dönmek, gene eski yerimize dönmektir" diye söyletir.]

    "erasmus, 1509 yılında more'un evinde hasta yatarken, yapacak bir şey bulamamanın sıkıntısı içinde deliliğe övgü'nün son şeklini yazmıştır."

    [more, olağanüstü erdemli kişiliğiyle büyük ün yapmış. hiç de istemediği halde, ingiltere başyargıcı ve parlamento başkanı olmuştur. ancak ingiltere'de patlak veren bir kriz nedeniyle tüm görevlerini bırakmış. evine kapanmış. (...) ama her şeye karşın thomas more ölüme mahkum olmaktan kurtulamamıştır. (...) more, öldürüleceği haberi geldiği zaman, "bu güzel haberinize candan teşekkür ederim. bana ara sıra ödüller ve şerefler veren krala her zaman saygılı kaldım. ama tanrım üzerine yemin ederim ki, beni buraya kapattığı ve ölümü düşüneyim diye hem yer ve hem de bol bol vakit bağışladığı, hele mutsuz dünyanın acılarından beni bu kadar çabuk kurtarmak lütfunda bulunduğu için, ona daha da minnettarım..." diyebilen ender kişiliklerden biridir.]

    "esquirol, jean-etienne-dominique (1772-1860), pinel'den sonra, modern psikiyatrinin kurucusu olarak tarihe geçmiştir. esquirol da pinel gibi, önce dinbilimleri somra tıp okumuş. ancak pinel'in iç hastalıkları uzmanı olmasına karşın, esquirol meslekten psikiyatri eğitimi yapmıştır. (...) esquirol, melankoliyi beyin dokusu bozukluğuna bağlı "devri çılgınlık" (folie circulaire) olarak tanımlamıştır."

    "albrecht von hallers (1708-1777) sinir sistemine uyarılar yapmayı başlamış. bunun öğrencileri cullen (1710-1790) ve j. brown, nöropatoloji ve psikofizyoloji çalışmalarını geliştirmişlerdir. bu arada cullen'den* yazgı belirleyici bir öneri gelmiştir. cullen ruhsal rahatsızlık gösterenlerde beyin-sinir dokusunun uyarılabilme gücünün azaldığı ya da bozulduğunu düşünmüş... (...) cullen, bulgularından hareketle, merkezi sinir sisteminde damarların normal gerginlik -tonus- durumunu yitirip, gevşek -"atonik"- konumlara gelinmesi sonucu, beyin dokusu kanlanmasının azalabileceği depresyon durumlarından söz etmiştir. (...) anlatımı ve anlaşılması kolay olduğu için, giderek melankoli karşılığı da kullanılmaya başlanmıştır."

    "kahlbaum, karl-ludwig (1828-1899), ruhbilimleri için en önemli sorunun yöntem seçimi olduğunu savunmuş. kendisine özgü, total-komple psikoz (vesaniae) ile parsiyel psikoz (vecordiae) ayrımını getirmiş. sonra bu iki psikoz durumunu da "nedeni bilinmeyen" (idiopathische) psikozlar paydası altında toplamış... bu tür psikozlara ilk önce anatomik-fizyolojik bir neden düşünülmüş. sonra bunları nedeni bilinmeyen devri psikozlar (cycklothymie*) başlığı altında tartışmış. melankoliyi de nedeni bilinmeyen devri psikozlar içinde değerlendirmiştir."

    "*bu devri ruhsal değişim durumlarına değişken keyifsizlik anlamına gelen "zyklothymien" adının verilmesini öngörmüştür. zyklothymien, grekçe, uzunca süren keyifsizlik anlamına gelen dysthymie* sözcüğünden kaynaklanmış."

    [griesinger'in aforizma niteliğinde söylediği, "ruh hastalıkları, beyin hastalıklarıdır" tanımı, insan ruhunun "büyülerden arınmasına", ruhbilimlerinin dinlerin, cinlerin, perilerin ve de tanrıların etkilerinden kurtulmasıma büyük katkısı olmuş.]

    "kierkegaard, insanın bütünlükte değil, ayrılıkta ortaya çıkabileceğini; insanın başkalarından ayrı olabildiği ölçüde varolabileceğini; bir insanın varlığının, ancak başka insanlarla, başka şeylerle olan sınırlarını -ayrıcalıklarını- belli ettiği ölçüde belirginleşebileceğini vurgulamıştır."

    "jasper, burada son derece önemli ve yazgı belirleyici bir adım atarak, ruhbilimleriyle felsefenin yeniden buluşmasını denemiştir... (...) jasper, doğabilimlerinin doğayı açıklayabileceğini, ruhbilimlerinin ise insanların ruhsal rahatsızlıklarını "anlayabilmeye" çalışabileceklerini anımsatmıştır."

    "eskilerden beri bilinen "taşınma melankolisi" (ya da depresyonu), melankoliklerde mutlak varlığın -özbenliğin- korunduğu son mekanın da yitirilişi biçiminde yorumlanmakta ve kişilik kendisini ciddi bir güvensizlik ve kriz içinde duyumsamaktadır."

    "burada, melankoliye eğilimli kişilerin, içlerinde en temel ruhsal ve bedensel hareketlerini bile yavaşlatan bir tür "içsel gücün" (magnetik çekimin)* oluştuğundan söz ederler. kierkegaard, bu durumu, tinsel/ruhsal yaşamın durması olarak tanımlamıştır."

    "tellenbach'ın*, özdeyiş niteliğindeki tanımlamasını anımsarsak: endon'un niteliği, nesneden aşkındır ve bu nedenle de beden ötesidir; özneden aşkındır ve bu sebeple de fizyoloji ötesidir..."

    "antikçağ grek klasiklerini, özellikle sophokles'i -yeniden yazarcasına- almancaya çevirmiş. fakat 11 eylül 1806 tarihinde, öfke krizlerinin arttığı gerekçesiyle, zorla tübingen psikiyatri kliniği'ne kapatılmış. hölderlin'e bu klinikte, küçük bir hücrede, olasılıkla "deli gömleği" giydirilmiş, yüzüne kliniğin özel buluşu olan "deri maske" takılmıştır. sonra da ernst zimmer adlı bir marangoz ustasının evinin bir odasında, onun denetimi ve bakımı altında kalması uygun görülmüştür."

    [annesi olanca inceliği ve zekasıyla, daha ilk şiirlerinden itibaren hölderlin'deki yeteneği hemen görmüş, belki de bu nedenle doğru dürüst bir mesleği olması için hölderlin'in papaz olmasında daha da ısrarlı davranmış. hölderlin'e sıklıkla, "insanın papaz olunca da mutlu olabileceğini" söylemiş... hölderlin ise annesini, "ozan olmanın ne demek olduğunu bilmemek koşuluyla" diye yanıtlamıştır.]

    [barok sanatı bir anlamda bu içmekanın irdelenmesini sergilemiştir (adorno). benjamin, bunu "rönesans dünyayı araştırmıştır, barok kitaplıkları" diye de formüle etmiştir.]

    "piyero tipi (pierrot), olasılıkla böyle bir gelişmenin sonucunda, 1545 yılında padua komedi tiyatrolarında ortaya çıkmıştır. 1570 yıllarından sonra, italyan komedi tiyatro grubu, rönesans dönemi toplumsal çarpıklıklarını, moral sapmalarını, ikiyüzlülükleri anlatabilmek için ağızlarını ve burunlarını açık bırakan, buna karşın yüzlerinin üst yarısını kapatan deri maskeler kullanarak piyero tipini geliştirmiştir. (...) sonraki yıllarda, gino severini, 1924 yılında bir seri çalışmasıyla, bu müzisyen tiplerini resimlemiştir. (...) italyan tiyatro gruplarının paris'te oynamaya başlamalarından sonra piyero tipi dünya ölçeğinde ünlenmiştir. bu arada antoine watteau (1684-1721), piyero tipinin en güzel ve anlamlı anlatımını yaparak bu tipi dünya ölçeğinde ölümsüzleştirmiştir. piyero, burada, toplumsallaşamayan, toplumun kenarından toplumu seyreden, istese de -artık- bu kalabalığın içine giremeyen, görevi -rolü- bitmiş, kenara itilmiş/atılmış bir sanatkar, aydın, insan durumundadır... hüzünlü, güvensiz, ikircimli, güçsüz, tükenmiş ama her şeye karşın gene de ayakta durmaya çalışan, "garip bir insan" tipidir... (...) bu bağlamda, honore de balzac, gerard de nerval, george sand, charles baudelaire ve özellikle de honore daumier, öncelikle anımsanan sanatkarlardır."

    "kirchner, salt bu sanat akımının* en çarpıcı ürünlerini vermekle kalmamış, ayrıca modernizmin etkisinde dünyanın çözülme sürecinin hızlandığının sanıldığı bir dönemde, 7 haziran 1905 tarihinde, erich heckel (1883-1970), karl schmidt rottluft (1884-1976), fritz bleyl ile birlikte dresden'de metafor bir adla köprü (die brücke) grubunun kuruluşunu ve gene aynı adı taşıyan yayın organının çıkarılmasını başlatmıştır."

    "nazilerin, en başta kendisininkiler olmak üzere pek çok sanatkarın yapıtlarını "soysuz sanat" (entartete kunst) ilan etmelerini ve ardından da almanya'nın avusturya'yı işgal (anschluss) etmesini duyduktan sonra kirchner, bu dünyada yaşamını sürdürmesinin hiçbir anlamı kalmadığına karar vermiş, 15 haziran 1938 tarihinde intihar etmiştir.
    naziler, ölümünden hemen sonra kirchner'in bin kadar yapıtını, çeşitli kentlerde düzenledikleri "soysuz sanattan kurtulma törenlerinde" parçalamış, yakmışlardır."

    "kathe kollwitz (1867-1945) kendisini yoğun bir yalnızlık, umutsuzluk, çaresizlik içinde, dürer'in melancholie 1 gravüründeki melankolik kadının konumuna benzer biçimlerde resimlemiştir. (...)
    egon schiele (1890-1918) yaşadığı yoğun tinsel/ruhsal acıyı ve orgazmı salt yüzünün mimiklerinde değil, çıplak vücudunun kas liflerinde bile sergileme becerisini göstermiştir."

    "benjamin, alman üniversitelerinde eğitim görmüş. karl marx'a ve marksizm'e saygı duymuş. benjamin'in kendi tanımlamasıyla, yaşayan en büyük alman şairi brecht'i çok yakımdan tanımış. ama en çok kafka'yı, proust'u ve baudelaire'i sevmiş. asıl benliğini bu üç yazarda bulmuştur. benjamin'in proust'a yakınlığı, baudelaire'in edgar allan poe ile olan duygusal ilişkisine benzetilir. walter benjamin de olasılıkla, kendisine benzediği için proust'u sevmiş. fakat başyapıtı sayılabilen pasajlar'da paris'i daha çok baudelaire ile birlikte, şato'ya tırmanırcasına dolaşmıştır."

    [*jacques rivière'in proust üzerine söylediklerini belki gene kendisini de çok iyi anlattığı için vurgulayarak anımsamıştır hep. olağanüstü bilgece bir tanımlamadır bu: jacques rivieres şöyle der: "proust'un ölümüne, yapıtlarını yazmasını sağlayan deneysizlik neden oldu... proust ateş yakmasını ve pencere açmasını bilmediği için öldü..." j. rivieres, kendisi için de benzer bir durumun söz konusu olduğunu söyler ve "ben, bugün bile, bir fincan kahve pişiremem" diye vurgular.] serol teber - melankoli normal bir anomali

    (bkz: inkludenz), remanenz
  • serol teber'in melankolinin tarihçesine indiği ve sanatta, edebiyatta, felsefede tarihsel bir süreç içerisinde anlattığı muazzam kitabı.
hesabın var mı? giriş yap