38 entry daha
  • türkçenin tarihsel sürecinde servet, şans , yarlık*, iktidar ayrıcalığı, tengrinin gücü, ruh/can, devlet ve mutluluk anlamlarıyla karşımıza çıkan bir kelime kut...

    iktidarın, hakimiyetin gökten gelen bir tanrı vergisi olduğunu ifade eden kut anlayışını, devlet kuşu/talih kuşu deyiminde de görüyoruz ki kimin başına konarsa o kişi devlet ve ikbal bulur, hakan olur anlamına gelen bu deyimi türkler, ‘kutlanma, kut bulma ‘ anlamlarında kullanmışlar.

    “türk mitolojisindeki bereket ve doğum tanrıçası umay'la olan isim bağlantısindan ötürü hüma kuşu'nun da dişi olduğu kabul edilir.
    gene başka bir rivayette de başına konduğu kişinin hükümdar olduğu söylenir ki bugün kullandığımız 'başına talih kuşu konmak' deyimindeki kuş da kendisi oluyor.”
    (bkz: türk mitolojisinde kuşlar/@ay hatun)

    türk devletçilik tarihinin önemli belgelerinden biri olan ve saadet bilgisi dediğimiz kutadgu bilig'de de yine bu anlamda kullanılmış.

    "her ne varsa, kutun elinin altındadır... bu makama, sen kendi gücün ve isteğinle gelmedin... onu sana tanrı verdi… hükümdarlar, iktidarı tanrıdan alırlar"
    (bkz: kutadgu bilig)

    kaşgarlı mahmut: ‘eğer tanrı kuluna kutu ve saadeti bahşederse, bu durumda onun işleri hep rast gider.’, ‘yüce tanrı onu rahmetine boğmuştur. onun inayetiyle gökten kut ve saadet yağmıştır.’ der. bir başka yerde ise, işleri rast gitmeyen bir insanın kut sahibi olmadığını (kutsuz) söyler.

    orhun yazıtları’nda da kutun gök tanrı* tarafından verildiğini ve kağanı etkilediğini anlamaktayız. kağan, kut sayesinde hayatta kalmakta ve zafere ulaşmaktadır.

    " umay gibi annem hatunun kutuna/devletine küçük kardesim kül tigin er adını aldı.”
    (kül tigin abidesi – doğu yüzü)

    "tengri buyurduğu için, kendim kutlu/devletli olduğum için, kağan oldum.”
    (kül tigin abidesi – güney yüzü)

    " alaca atlı yol tanrısıyım. sabah akşam atımla rahvan gidiyorum. bu yol tanrısı güler yüzlü iki insana rastlamış. insanlar korkmuş. yol tanrısı 'korkmayın, size kut vereceğim' demiş. öylece bilin. bu iyidir. “
    (bkz: ırk bitig/@ay hatun)

    zaten çinliler, uygurların kut dağını hile ile parçaladıkları zaman kuraklık başlamamış mıydı? vatan toprağının kutsallığı bundan daha güzel anlatılabilir mi?
    (bkz: kutlu dağ/@ay hatun)

    kut gövdesinden türeyen kutlu da, kut sahibi kişiyi nitelendirir ki bilebildiğimiz eski dönem sözlüklerin neredeyse hepsi bu sözcüğü tanır ve onu mutlu, sevinçli olarak tercüme ederler.

    günümüzde ise kut sözü, ‘kutlu gün doğuşundan bellidir.’ atasözünde de, ‘doğum günün kutlu olsun.’ dileğinde de, ahmet muhip dıranas’ın ‘doldur kutlu ellerinle kadehimi.’ dizesinde de bütün güzelliğiyle varlığını sürdürüyor...

    kutsal kelimesine gelince…
    latincesi sacrum/sakral olan kutsal kelimesi, türkçede kut kelimesine tartışmalı bir –sal/-sel eki getirilerek oluşturulmuş ama şu anki konumuz bu değil. galat-ı meşhur, lügat-i fasihten evladır, diyerek devam edelim.

    kutsallık kavramı ilk insanlarda –doğal olarak- inanç sistemiyle paralel gelişmiş. primitif dönemlerde insanların ulaşamadığı, yenemediği, korktuğu, şeylere karşı içgüdüsel geliştirdikleri tapınım sonucu dinle birlikte kutsallık kavramının da geliştiği genel kabul gören bir teori.

    işte türklerdeki kutsallık anlayışının temeline inmek için orta asya bozkırlarına yaptığımız zaman yolculuğunda da benzer bir mantık görürüz. uçsuz bucaksız gökyüzü altında yüksek düzlükler, aşılmaz dağlar, çorak araziler ve nehirlerle dolu bu coğrafyada yaşayan insanların çağlar boyunca, göğe, ağaçlara, dağlara ve nehirlere kutsallık addetmesi, onların saygı duymaları ve iyi geçinmeleri gereken birer tanrı/ruh olduğuna inanmaları, çok soğuk olan bu coğrafyada ateş/ocak ile oguşu özdeşleştirmeleri ve iduk olarak görmeleri hatta yaşadıkları yere bile idikut demeleri çok da şaşılacak bir şey değil heralde. (mesela benzer mantıkla bazı türk boylarında ateşin yıldırım tanrısı tarafından gönderildiğine inanılır ki muhtemelen ateşle ilk kez yıldırım düşmesi sonucu tanışmış olabilirler) zaten mitoloji insan doğa ilişkisi üzerine kurulu değil midir ya da şamanların diğer dünyalara yaptığı yolculuklar, ölümen sonra yaşamın devam ettiği düşüncesi bu zorlu yaşam mücadelesinde hayata tutunma araçları değil midir?

    gökyüzü ise tengriyi simgelediği için başlı başına kutsaldır.

    “tengriciliğin* ortaya çıkışında, hayat tarzı konar göçer olan türkler, yaşamlarını etkileyen doğa şartlarının kaynağını gökyüzü addetmiş, ona tengri demiş ve zamanla somuttan soyuta geçerek zihinlerinde her şeye hâkim mutlak bir varlığa dönüşmüş. (mircea eliade yükseklik kavramıyla ilişkili olarak arkaik topluluklarda tanrı’nın yukardaki, gökteki şeklinde ifade edildiğini söyler ki mitolojinin astromoniyle ve kozmolojiyle iç içe olmasının bir nedeni de budur) dolayısıyla gökyüzü zamanla gökte duran yaratıcı kavramına evrilmiş, sonraları ise gökyüzü ve tanrı kavramları ilk zamanların aksine birbirinden ayrılmış (codex cumanicus’ta* gök ve tanrı kavramlarının ayrı ayrı maddeler halinde ele alınması gibi) ya da ikisini birden karşılar hale gelmiş.”
    (bkz: tengricilik/@ay hatun)

    bu durumda eski türklerin inanç sisteminde gök tanrı, yer sub* ve atalar kültü* başat olmak üzere animizm çerçevesinde bütün doğa unsurlarına verilen önem ve saygı neticesinde türklerin inanç sistemlerindeki kutsallık anlayışının bir ihtiyacı karşılamak için doğduğunu ve zamanla kurt, at gibi hayvanları da dahil ederek -kurdun milli külte dönüşmesi gibi- kutsallığın çok geniş bir tasavvura dönüştüğünü söyleyebiliriz...
7 entry daha
hesabın var mı? giriş yap