• ıduk: öz türkçede kutsal anlamı olan kelime.
  • çok sevdiğimiz bağrımıza bastığımız bir deyim olan "ne idüğü belirsiz" deyiminin yapıtaşı. kanımca "etmek" ile akrabadır, hatta "etmek" fiilinin "idmek" diye eskiden var olan bir fiilden geliyor olması daha olasıdır. yani "ne iddiği->ittüğü->ettüğü->ettiği belirsiz" şeklinde bir dönüşüm yapabiliriz. hiçbir araştırma yapmadan direk aklıma geleni yazdım (bkz: gotunden etimoloji uydurmak)
  • türk mitolojisinde bir tanrıdır. dolayısıyla sözcük türkçe'dir. öz türkçe felan -ne demekse o artık- değildir.
  • ağaçtan türeme efsanelerine kadar yolu vardır bu ıduğun. çin kaynaklarındaki (kayın ağacından -kayın ana/kaynana- kayın ata/kaynata ve kayından türeyen diğerlerinin yolunu açan bir türeyiş efsanesinde) turfan'daki uygur devletinin kağanları "ıduk-kut" olarak geçer. buna göre "ne idüğü/idiği" derkenki iduk'tan bir kişinin kastediliyor olması muhtemel.
    aynı zamanda, türkler'deki "kansız kurban" (kaşgarlı'nın "sahibinin adadığı bir adak için salıverdiği hayvan" diye açıkladığı) geleneğin adıdır iduk. böylece, bazı gizli güçlerce 'adak' sözcüğüne dönüşmüş muteber bir nesne de olabilir.

    tdk sözlüğünde bu, "ne idüğü" değil, "ne idiği" olarak geçer (küçük ünlü uyumu peşinde). anlamı da, "soyu sopu belirsiz" olarak verilmiştir. örnek: yarın öbür gün, yeni tanıştığım biri bana "kimlerdensin?" diye sorsa, ben de "ıduk-kut soyundanım" gibi bir cevap versem, bu, karşımdakinin bana hemen "ah canım, yazık!"diye yaklaşmasına ve benim soyumun sopumun belli olmadığını düşünmesine sebep olacaktır.
    gelgelelim, yaklaşık olarak hakikaten bilmem kaç yüzyıl öncesinden bahsettiğimiz, ya da bu kullanımın ('ne idüğü'nün)kökenini oralarda aradığımız aniden aklımıza gelirse, bir direksiyon kapıp caddelerde şöyle de dolaşabiliriz: biduk bip bip biduk!
  • "kendini en yüce ortaya koyuş biçimi tengri, yani gök tanrıdır. tengri mavidir... yüksek ruhlardan ayırt edilmesi güç olan ikincil tanrılar tengri'yle aynı zamandan işe karışır, ona bağlı olabilir, toprak ana. daha sonra "yeryüzü ve kutsal sular ruhları" ya da daha doğru bir deyişle "serbest bırakılanlar (ıduq)" gelir. bunlardan hiçbir biçimde yararlanılmaz. bazı hayvanlar da ıduq'tur." jean-paul roux
  • ıduk, kutsal kabul edilerek doğaya salınmış hayvandır.

    jean-paul roux, eski türk mitolojisi kitabında ıduk kelimesinin "serbest bırakma, gönderme" anlamına gelen "ıd" kelimesinden türediğini ifade eder. sözcük, betimlediği eylemin altında çoğunlukla dini-mistik motivasyonların bulunmasından ötürü zamanla "takdis edilen" anlamında kullanılmaya başlanmıştır.

    hayvanların soyunun tükenmesinden ya da yeterince üreyememesinden veya fazla üremesinden korkulması, sürülerin sahibi olan tanrıların gazabından çekinilmesi, kimi hayvanların güzelliği veya kuvveti bakımından olağanüstü niteliklere sahip olması gibi nedenler insanları bazı hayvanları doğaya salmaya teşvik etmiştir. sahibinin adağı üzerine serbest bırakılan bu hayvana ne yük taşıtılabilir, ne sütü sağılabilir, ne de yünü kırpılabilir. ıduk olan hayvanlar, avlanamaz ve diğer insanlar onları gütmekle ve korumakla yükümlüdür. doru bir at, besili bir koyun ya da ırk bitig'te geçtiği üzere "beyaz ve benekli bir inekten doğan beyaz ve benekli bir buzağı" ıduk olabilir.

    benzer şekilde orman, nehir, göl, dağ ya da bazen mezar gibi mekanlar da kutsal kabul edilerek diğer yerlerden ayrılmıştır. buralarda dünyevi hiçbir eylemde bulunulamaz, orada yaşayan hayvanlar öldürülemez, ağaçlar kesilemez ve otlar dahi koparılamaz. mesela ötüken ormanı ve tamir nehri, ıduk olarak kabul edilen yerlerdendir.
  • eski türklerde tanrılara ve ruhlara armağan ve kurban olarak sunulan/ serbest bırakılan hayvanlara iduk (yakutçada ıtık, altaycada lyık) denirdi. bu hayvanlar kutsal kabul edilir ve asla dokunulmazdı.

    divanü lugati't-türk’te “kutlu ve mübarek olan, aslında sahibinin yaptığı bir adak için saklanarak yünü kırkılmayan, sütü sağılmayan, yük vurulmayarak başıboş bırakılan, salıverilen her hayvana bu ad verilir.” (1. cilt, s.65) diye tarif edilen idukların tanrı tarafından gönderilmiş olduğuna inanılırdı.

    göktürk yazıtları’ndaysa kelimenin kutlu/kutsal anlamında kullanıldığını görüyoruz:
    “üze türk tenrisi, türk ıduk yiri subı ança itmiş/
    üstte türk tanrısı, türk için yeri suyu kutlu kılmış”
    (kültigin yazıtı, doğu yüzü)

    tann adına verilen kurban merasimleri de yazın başlangıcında idik dağı’nın başında, idik bay denilen kayın ağacının yanında yapılırdı. kurbanlığın pişirildiği ateşin adı bile idikti.
    (tanrı'nın iduk vasfiyla anılmasına da ilk olarak hoytu tamir yazıtlarında rastlanır.)

    (bkz: türk mitolojisinde kurban kültü/@ay hatun)
  • can kantarcı'nın ithaki yayınlarından çıkan yeni kitabı. siparişimi verdim heyecanla bekliyorum. burayı da editlerim.
    tanıtım bülteninden:

    "gözlerimizi kamaştıran, boğazımızı bir gecede yararak karşımıza dikelmiş bu gizemli varlık, idük… adı bile sırlarla dolu, istanbul’un sokaklarına gölgesi usulca düşüyor. ne yöneldiği belli, ne aradığı… belki de kendisine bile yabancı. gecenin karanlığında giden son ada vapurunda, pencereden kolunuzu güçbela çıkardığınız sigara molasında ya da belki de akşam vakti gereksiz yere söylediğiniz o üçüncü lahmacunun kendini hararetle hissettirdiği rüyanızda karşınıza çıkıveriyor. sislerin içinde ansızın beliriyor, ardında sadece merak ve belirsizlik bırakarak kayboluyor. şehre atanmış ama affını dilemeye korkan bir hayalet gibi ne idüğü belirsiz bu diklik, kimi için umut ışığı, kimi içinse karanlık bir tehdit. belki de idük, sadece kendisini anlayacak birini bekliyor. ama bir gerçek var ki, herkesin dilinde dolaşıyor:

    “zaten hepimiz aynı frekanstayız, güzel düşündüğümüz için evrenin bize hediyesi bu.” –ilayda, 38, fon yöneticisi

    “bak abi, bu idük başka kimseye gönderilmedi, anlıyo musun? bize geldi bize, türklere! türkün yurduna!” –serhat, 20, kendi rızasıyla işsiz

    “yabancı cisim denmesine karşıyım ben efendim bu yapıya. ne münasebet. kesinlikle yerli cisim denmeli.” –pakize, 45, ev hanımı"
hesabın var mı? giriş yap