• 1937 yılında yayınlanmış axidevontas i. ispania adlı nikos kazancakis kitabının ahmet angın çevirisiyle can yayınları'ndan basılmış hali. ilk türkçe basımı 1968'de habora kitabevi tarafından yapılmış.

    mevlana'yı arap şair olarak algıladığını gördüm:
    [sonra bir gün, bir arap şairinin* sözü içimde şimşek gibi çaktı: "aradığın mekke yüreğinin içindedir!" o güne kadar, oradan oraya dolaşacak, her defasında mekke'yi buluyorum sanarak yüreğim hoplayacaktı. (...) durmadan aldanalım. mekke'leri inşa edip yıkalım! yüreğimi açacak olsalar, taş bir yolu umutsuz halde tırmanan bir tek adam bulurlar.] nikos kazancakis - ispanya, yaşasın ölüm

    [kendisine "fukaracık", "tanrı'nın karagözü" denmesinden hoşlanan assisili aziz francesco'nun* ağlama ve yalvarmalarını hatırlar mısınız? artık ihtiyarlamış, tarikatı devleşmeye başlamıştı ki, merhametsiz öğrencisi elias, üstadının titrek, müşfik ellerinden dizginleri almış, assisi'nin üç katlı görkemli aziz francesco manastırı'nı yapmaya başlamıştı. burasını çok değerli duvar resimleri, altın inciller, rengarenk camlı büyük pencerelerle dolduruyordu. "isa'mızın ahırı burası değil!" diyordu zavallı francesco. "saray bu, kale! istemem! istemiyorum!" hoyrat elias ise gülüyor, frerlere göz kırpıyor, onuruna bu tapınağın yapıldığı kişiyi göstererek mırıldanıyordu: "bu da iyice ihtiyarladı!"] agy

    "acaba mitra dininde boğanın öldürülmesi, hıristiyan dininde tanrının kuzusu'nun kurban edilmesiyle aynı anlamı taşıyor olabilir mi? yoksa mitranın kutsal boğa güreşçisini kendi tanrısını öldürmeye iten şey, atalardan kalma aynı evrensel insanlık içgüdüsü olmasın?" agy

    "muhakkak ki yüksek sanat zapt edilmiş ihtirastır; kaosun ortasındaki düzendir; neşeyle acıdaki sessizliktir." agy

    "*yunanistan'a doğru yürümüş, yürümüştür; onun billur denizlerine yaklaştıkça üzerindeki giysileri bir bir çıkarmıştır. bileziklerini denize atmış, boyanmayı, sürüp sürüştürmeyi bırakmıştır. nihayet elefsis* körfezi'ne varıp, kutsal kıyıya ayak bastığında, çırılçıplaktır. sarhoşluk tanrısı, güzellik tanrısı oluvermiştir. sanatın yolculuğu da böyledir işte." agy

    "[salamanca'da] avlunun bir köşesinde, on altıncı yüzyılın lirik ozanı ve bilge ilahiyatçısı, o çok tatlı ve sempatik keşiş luis de leon'un heykeli, üzgün güneşin altında yavaş yavaş aydınlanıyordu." agy

    "cervantes'in çağdaşı olan quevedo* daha güçlü bir yazardır, herkese uyan mizahı, dokunaklılığı, şiddetli hayat sevinciyle cervantes'ten daha zengin, daha akıllı, daha çetindir. fakat hiçbir eserinde ispanyol'un iki yönlü hayatını ölümsüzleştirememiştir. kurtaramadığından, kendisi de kurtulamamıştır. ama cervantes, don quijote ve sancho'suyla ırkının ruhunu zamanın tahribinden kurtarmış ve kendi de onunla birlikte kurtulmuştur. nasıl ki dante ölümünden yüzyıllar sonra terza rima'larının içine böyle birleşik halde soktuğu italya'yı birleşmek zorunda bırakmışsa, cervantes de ırkının henüz gizli ve olgunlaşmamış özelliklerini aynı şekilde sözle ifade etti." agy

    "italya'da apollon ve meryem'in gayrimeşru nikahından doğan rönesans sınırları aştı ve fransa'yı kasıp kavurdu. troubadour'lar ve göz alıcı gotik kiliselerle başlamış olan fransa'nın yerli rönesans'ı birdenbire duruverdi. sendelemiş, kendisinin olan nesi varsa inkâr etti. topraklarında doğan kendi kahraman ruhları ölümsüzleştirmeden ölüme bıraktı. paris'in kapıları açıldı ve eski yunanlar tunikleri ve miğferleri, mitleri ve tanrıları, trajik dionysos'un alacalı ve neşeli tiyatro grubuyla içeri girdiler. feci bir yanlış anlama ve çılgınlık anı. gotik ağaçta yeşeren kutsal meyve kurudu." agy

    "ispanyol ruhunun fransız ruhuyla hiçbir akrabalığı yoktur. aralarında uçurum vardır onların. biri mantıklıdır, dengelidir. en şiddetli öfkesinde bile rafinedir. ihtirası sakin bir mantık çizgisine bağlar. aklın yasalarına uyar. aklı insan çabasının zirvesi olarak görür. diğer ruh -ispanyol ruhu- ise dengesiz, çetin, kargaşa ve patlamalardan ibarettir; mantıkla yasaları kenara iter, ihtirası hayat ve sanatın biricik ölümsüz kaynağı haline sokar." agy

    [birkaç nesil sonra ispanya da kurtarıcısını doğurdu: bir azizdi bu; madrid üniversitesi'nde hukuk felsefesi profesörlüğü yapan sakin babacan bir adam. don francisco giner de los rios kibar ve az konuşan bir adammış; bir öğrencisinin bana söylediğine göre de öyle temizmiş ki, yerde bir kağıt parçası dahi görmeye dayanamazmış. her zaman beyaz kravat takarmış. konuşması esprili, mizah ve samimiyet doluymuş. (...) bugünkü ispanya'nın alma mater'i olan "serbest eğitim ekolü"nü kurmuştur. (...) böyle bir ekol, o zamanki ispanya'nın papazlar tarafından ele geçirilmiş okulları arasında gerçek ve beklenmedik bir mucizeydi. (...) kendisine ne kadar işkence edip kovalıyorlarsa, o da o kadar cesaretlenip ilerliyordu. "lotus çiçeğinin kokusu," der bir hint atasözü, "rüzgara uygun biçimde yol alır. azizliğin kokusu ise rüzgarın aksi yönünde gider." özellikle rüzgara karşı. (...) dünyadan şiddet, küstahlık ve haksızlık kalkarsa vay halimize!] agy

    ["sevgi enerji demektir!" diye tekrarlamaktan hoşlanırdı. onun için azizlik bir heyecan veya yiğitlik değildi; sürekli bir sabır ve çalışma çabasıydı. bir taarruz değil, pislik ve çamur içindeki siperlerde sürüp giden bir savaştı. azize teresa* işte böyle savaşıyordu. açlığa ve hırçınlıklara sabırla, alayla karşı koyardı. yalnız bir lokma ekmekleri kaldığı ve rahibeler surat astıkları zaman güler ve ötekilere şöyle derdi: "daha iyi ya! daha iyi! vücut şişmanladığı zaman ruh zayıflar!" (...) şaşkın ve aç rahibeler ona hayretle bakarlardı. ama o zaman da azize onlara dönüp bakar ve dudaklarından şu beklenmedik, acı cümle dökülürdü: "bunların hepsi hayata katlanabilmem için zorunludur!" ve ağzından sık sık şu ispanyol çığlığı da dökülürdü: "y todo es nada!" ve her şey hiçtir! (...) teresa kendine geldiğinde tanrı'ya o meşhur ilahisini yazdı: "muero, porque no muero! ölmediğim için ölüyorum!"] agy

    "en çilekeş din bile her zaman insanın gelecekteki öteki hayatı değil şimdiki hayatı yaşamasının en sağlam ve en verimli yolu olmuştur. kitleler yalnızca inançla yükseltilebilir." agy

    "ama don juan aşık değildir. havaidir ve nefsine düşkündür. kuzeylilerin "aşk"a verdikleri derin ve huzursuz anlamla sevmez. asla kendini duyguya kaptırmaz. sahip olan odur, ona sahip olunamaz- gücü de buradadır." agy

    ["bu söz dünyanın hiçbir dilinde yoktur. çünkü ispanyol'dan başka hiçbir millet onun anlamına sahip değildir. desperado demek, hiçbir tutunacak tarafı olmadığını pekala bilen, hiçbir şeye inanmayan ve inanmadığı için kuduran kimse demektir."
    unamuno sonra bir an sustu, pencereden dışarı baktı.] agy

    "çünkü bütün dünya gençliğinin seviyesi manen düşmüştür. yalnız ruh'u küçümsemekle kalmıyor, ondan nefret ediyorlar. bugün dünyanın bütün gençliğinin nişanesi budur. sporu, hareketi, savaşı, sınıf mücadelesini neden isterler sanıyorsunuz? ruh'tan nefret ediyorlar. gerçeğe dönmek istiyorlarmış, romantizmden, manevi değerlerden, boş fikirlerden iğreniyorlarmış."* agy

    "gerçeğin yüzü korkunçtur. bizim görevimiz nedir? halktan gerçeği saklamak. eski ahit der ki: 'kim ki tanrı'nın yüzüne bakar, o ölür!' musa bile onun yüzüne bakamamıştır! yalnız arkadan, elbisesinin eteğini görebilmiştir. (...) halkın masala, hayale, kandırılmaya ihtiyacı var. bunlardır onu hayata bağlayan."* agy

    "bizler artık masala inanmıyoruz, hayatımızın verimsizliği bu yüzden. bana kalırsa diyalektik aklın derin bir uykuya yatma zamanı gelmiştir - uyumalıdır ki, insandaki derin yaratıcı güçler uyanabilsin." agy

    "bakmayın, ben sağcı olmadım, dediklerine inanmayın. özgürlüğe ihanet etmedim. ama şu anda düzenin sağlanması zorunludur. yakında bir gün tekrar ayağa kalkarak özgürlük için mücadeleye başlayacağım, tek başıma."* agy

    "kızlar saçlarına kurdeleler doladılar, dilleriyle dudaklatını ıslattılar ve kızarsın diye ısırdılar." agy

    "ama her şeyin bir sonu var; savaşın da aşkın da." agy

    "ispanyol kadınından ne metres olur ne dost, ne köle ne de oyuncak. zevce de olmaz. o bir anadır. henüz evliliği aşka, aşkı da oyuna dönüştürememiş sağlam, ilkel bir ırka mensuptur." agy

    "hayat ebediyet değildir... hararettir. koyu bir damla baldır; zalim de karnı doymuş olarak bu diyardan gitmiştir." agy

    "arap mimarisinin en nihai ve en yüksek gayesi, her türlü somut kitleyi aşmaktır. duvarlar -mümkün olduğu kadar- ortadan kalkar; ince sütunlar, kemerler halini alırlar; ya da şark halıları gibi oyulup süs haline helirler. ağırlıklarından kurtulurlar. (...) arap mimar-müzisyenler mekanı ışık, hava ve renkle doldurmuşlardır. tek ve cesur bir amaçları vardır: maddeyi yenmek. onun ağır, yerinden oynatılamayan içini boşaltmak, geriye yalnız zihinsel ana hatlarını bırakmak." agy

    "elhamra'da insan, musiki ile mimarinin aynı kaynaktan, yani matematik'ten fışkırıp birleştiklerini anlar. monoton, büyüleyici, hep aynı zengin kafiyelerle örülü bir şark şarkısı; ağır, tutku dolu bir ilahi; insan uzun zaman elhamra'yı seyrettiğinde, düşüncesi böyle yavaş ve mistik bir dalgalanma kazanıyor." agy

    "elhamra'nın uyandırdığı üçüncü duygu da erotik bağlılıktır. tabii bu, elhamra'nın üstünkörü ziyaretçisine dokunan ilk ve tek şeydir. bu duygu, birçoklarına alçak ve düz bir cinsellik ve melodramla gelir; romantik kuduruşlar ve kabataslak tarihsel bilgeliklerle beslenir." agy

    "ilk insanlar hayvanın* bu karanlık sırrını derinden hissediyordu. birden ininin önünde belirip kendilerine dilsiz, şaşkın gözlerle bakan bir ayı ya da bir geyiğin karşısında ilk insanlar korku ve saygıyla ürperiyor olmalıydılar. dini bir huşuyla. (...) böylece kutsal av, büyücülerin yalvarışları, taşlarla ve mızraklarla saldırılar başladı. öldürme sihirli bir eylem, dinsel bir ayin, tanrı'nın nedeninin son macerasıydı." nikos kazancakis - ispanya, yaşasın ölüm

    (ilk giri tarihi: 30.12.2020)
hesabın var mı? giriş yap