• haldun taner'in, ölmüş edebiyat, sanat adamları ve tarihi kişiliklere ait gözlem ve yaşanmışlıklarını aktardığı anı-deneme kitabı.
    (bkz: bilgi yayınları)
  • trt radyo'da pazartesi ve cuma günleri yayınlanan ve haldun taner'in kitabına paralel bir konuda giden program. anlatımı akıcı ve güzel. dinlendirici bir özelliği var.

    "radyomu kaldı be hocam" diyenler için internet üzerinden yayınları takip edilebilir. http://www.trt.net.tr/…-5767-4fc9-90c6-21a06f3e1210

    not: sadece pazartesi günleri güncelleme oluyor. mükemmel devlet dairesi çalışma prensipleri çerçevesinde. linkten birçok programı dinleyebilirsiniz.
  • trt ankara radyosu'nun hazırlayıp sunduğu dinlenesi program.
    falih rıfkı atay'ın anlatıldığı dünkü programda yazarın gurbet hikayelerinden arabistandaki bir türk çocuğu ile ağzı çivi dolu türk ayakkabı tamircisinin türkçe konuşma sevdalarını ne güzel de okudu sunucu abimiz.yazan da okuyan da sağolsun.
  • 'canlar da bizden öte, kimse gömesi değil'
  • haldun taner'in müthiş kitabı.

    kitap; siyasi düzlemde bir yer tuttuğu, konum belirlediği halde bir yazarın, bir aydının, bir insanın nasıl adil olabileceğinin/kalabileceğinin son derece etkili ve içtenlikli bir örneğidir.
  • bu ülkü uğruna üşenmek olmaz:

    (bkz: sakallı celal)
    (bkz: abdülhak şinasi hisar)
    (bkz: mükrimin halil yınanç)
    (bkz: ahmet hamdi tanpınar)
    (bkz: latife uşşaki)
    (bkz: asaf halet çelebi)
    (bkz: celal sılay)
    (bkz: cemal sahir)
    (bkz: aliye berger)
    (bkz: refik halit karay)
    (bkz: ahmet selahaddin)
    (bkz: ahmet kutsi tecer)
    (bkz: halide edip adıvar)
    (bkz: haşim işcan)
    (bkz: ismail dümbüllü)
    (bkz: selçuk kaskan)
    (bkz: seha l. meray)
    (bkz: muammer karaca)
    (bkz: orhan kemal)
    (bkz: kemail tahir)
    (bkz: ulvi uraz)
    (bkz: sıddık sami onar)
    (bkz: sait faik abasıyanık)
    (bkz: sabri esat siyavuşgil)
    (bkz: suat baydur)
    (bkz: muhsin ertuğrul)
    (bkz: vala nurettin)
    (bkz: ismail galip arcan)
    (bkz: naci sadullah)
    (bkz: abdi ipekçi)
    (bkz: ismail hakkı baltacıoğlu)
    (bkz: yakup kadri karaosmanoğlu)
    (bkz: rauf ulukut)
    (bkz: esat mahmut karakurt)
    (bkz: arif müfid mansel)
    (bkz: tevfik sağlam)
    (bkz: burhan felek)
    (bkz: behçet necatigil)
    (bkz: eşref şefik)
    (bkz: azra erhat)
    (bkz: faruk güvenç)
    (bkz: bedrettin tuncel)
    (bkz: orhan eyüboğlu)
    (bkz: orhan tahsin)
    (bkz: özdemir asaf)
    (bkz: suavi süalp)
    (bkz: enver ziya karal)
    (bkz: samet ağaoğlu)
    (bkz: ahmet rasim)

    çok büyük insan; öykü, tiyatro ve kabare yazarı, öğretim üyesi ve gazeteci haldun taner'in en güzel eserlerinden birisi de budur.

    kitapta, üç beş sayfada portresi çizilen bu kişiler aracılığıyla, iyisiyle eksiğiyle cumhuriyet ülküsünün ne denli kıymetli olduğunu anlamak mümkündür. yazarın önsözde belirttiği üzere, kitabın dört portresi tek tek kişilere değil, onlar kadar kişiliği olan bir gruba, bir vapura, bir pasaja ve bir dergiye ayrılmıştır. arka kapakta doğan hızlan ın şu sözleri de kitabın ruhunu çok güzel özetler kısaca: "bu portreler yalnız ölen kişileri hatırlatmakla kalmıyor, onlarla birlikte çöken bir incelikler toplumunun ve uygarlığın çatırdağını duyuruyor"

    hayatımı değiştiren kitap olarak kabul ettiğim bu eseri bana 17 yaşında iken etimesgut mehmetçik lisesinin üç edebiyat öğretmeni hediye etmişti. her biri birer sayfa yazmıştı boş sayfalara, içlerinden birisi muhtemelen tehlikenin farkında idi ve "güzel bir gelecek için biraz daha gayret" demeyi ihmal etmemişti. bu öğüdü yeterince tutamadığımın pekala farkındayım.

    ama belki de asıl maharet, rudyard kipling'in dediği gibi, tüm ömrümüzü adadığımız şeylerin yıkıldığını görüp de kırık dökük araçlarla yeniden yapabilmektir. olamazsa bile denemektir. bu yalnızca bir insan hayatı ile ilgili de değil şüphesiz, kocaman başka bir ülkü ile ilgili. eğer kendimizi aşan bir idealimiz yoksa, knut hamsun'un "nevrasteni hastası beyler, bizler külüstür kimseleriz" söyleminde olduğu üzere bu beyhudelikte çürüyüp gideceğiz korkarım. öyle olmasın diye her mihnet kabulümüz zaten. romantik değil, trajik bir karakter olmak gerek. sahi, öyle öğretmenler kaldı mı acaba?

    edit: minnetle eli öpülenler: ayşe büyükyıldırım, aysel abbanoğlu, naciye yorulmaz.
  • ilk baskısı 1979 yılında cem yayınevi'nden çıkan bu güzelim portreler kitabı için haldun taner 23 mart 1980 tarihli gazete yazısında hayıflanarak der ki:

    "(…) bu tarz kitaplar pek de bugüne hitap etmiyor. torunumuz yerinde olan bugünkü genç kuşaklara bir ahmet rasim'in, bir ahmet kutsi'nin, bir aliye berger'in yaşamının şu ya da bu ayrıntısı, yine onların deyimiyle, 'ne yazar?' tanımadığı, görmediği bir ulvi uraz'ın özverisi, bir cemal sahir'in ikilemi, bir latife hanım'ın dramatik yazgısı, bir halide edip'in çelişkileri, bir tevfik sağlam'ın, bir sıddık sami'nin kişilikleri onu ne yanından ilgilendirir? bütün bunlar ona biraz soyut, biraz da gereksiz teferruat gelmez mi? abdülhak şinasi'nin bir alınganlığını, platonik bir aşkını, kemal tahir'in masa sohbetlerini, sevimli kızgınlıklarını, vâ-nû'nun ironisini, sabri esat'ın spritüelliğini, seha meray'ın bilgiyi kıvrak ve şık ifade ile birleştirip sunuşunu tam dozunda değerlendirecek vakti, sabrı, nüans duygusu kalmış mıdır acaba? güncel yaşamımız çok düzayak, çok kaba, çok kestirme ve telaşlı olduğundan beri, bu ortamın içinde yetişen genç kuşakların böyle ayrıntılara ilgi duyacaklarını hiç sanmıyorum. zaten ben de bu kitabı daha çok yaşdaşlarım ve orta yaşlılar için yazdım."
  • türkiye'den çok güzel insanların gelip gittiğini anlatan haldun taner.

    okurken bu kadar dolu, bu kadar verimli, bu kadar kalabalık insanların yokluğuna hüzünlenmemek mümkün değil.

    o güzel insanlardan bir tanesi de kitabın yazarı haldun taner'dir.

    o da nihayetinde ölesi olmayan canlara karışmıştır.
  • bu kitabı çok severek okumuştum, küçük bir kızken. sakallı celal'ı ne çok sevmiştim, ne güzel adam diye düşünmüştüm. ölmesinin ardından hala ananlar vardır elbette demiştim, yıllar sonra internette hakkında yazılanları da babamla okumuştuk.

    3 haftadır babasızım. günleri saydığım zamanlar bitecek biliyorum ama hala alışamadım, sindiremedim. insan sevdiğini gömemez derdin baba, ben de seni gömemiyorum. tenin öldü, vücudun toprak altında, her saniye gözümün önünde o çukurda yatışın.

    canlar ölesi değil demiş haldun taner. dün gece yastığıma gömdüm başımı, ağlıyorum. kimse duymasın üzülmesin diye geceleri ağlıyorum. sonra birden başımı okşadı bir şey, saçlarımda hissettim elini. kaldırdım başımı ama kimse yoktu. babamın geldiğine, beni sakinleştirmek istediğine inandırdım kendimi. covit nedeniyle 1 senedir hiç temas etmemiştim babacığımla, hep uzak durdum, hiç kucağına oturmadım mesela.

    canlar ölesi değil, canlar hep bizimle. yine gel baba.
  • buyrun

    haldun taner’in çok yönlü değerlendirilmesi gereken, başlıklarla incelenmesi elzem olan kitabı: ölürse ten ölür canlar ölesi değil. kitap kültür, sanat, bilim, politika ve gazetecilik alanında türk tarihinde saygın bir noktaya ulaşmış insanları anlatıyor. dört beş sayfa süren bu gazete yazılarında bahsedilen sanatçının önemli özelliklerini, başarılarını, mizacını ve hayatı ele alış tarzını haldun taner’in kaleminden okuyoruz. haldun taner de bu işin hakkını vermiş çünkü bahsettiği insanların hepsi çok yakın arkadaşlık kurduğu tipler. hal böyle olunca okuyucu bahsedilen isimlerin onları sanatçılık mertebesine taşıyan özelliklerini daha iyi anlıyor. kitabın içeriğine geçmeden önce onu hangi noktalardan değerlendirmek gerekiyor onu biraz açayım. çok yönlü olduğunu söylemiştim.

    kitap aslında başından beri, çeşitli sanatçılar ve onların hayatları üzerinden “sanatçı nasıl olunur ve bir sanatçı hayatı nasıl yaşar?” sorusunu yanıtlandırıyor. anlatılan sanatçıların hemen hepsinde, bugün kötü adlandıracağımız özellikler mevcut. kimisi gereğinden fazla titiz, kimi küfürbaz, kimisi sert, kimisi kavgacı… ama bu insanları sanatçı mertebesine getiren de işte bunlar. kimse kendisini değiştirme gayretine girmemiş, kimse hatasını düzeltmek konusunda çaba göstermemiş. olduğu gibi davranmışlar ve özgünlüklerini bundan kazanmışlar. “kendisini yontan insandan sanatçı olmaz” sözünü benimsemişler. anlatılan portreler bu çerçeveden incelenmeli.

    haldun taner’in anılarından, onun yaşadığı dönemle ilgili fikir sahibi oluyoruz ki bu kitap kültür tarihi konusunda bir hazinedir. kitapta bir aydınlar topluluğunun içine düşüyoruz resmen. o dönemin aydınlar topluluğuna bakınca bir üzüntü çöktü üzerime. hemen hepsi iki üç dil bilen, tek konuda değil birçok konuda yetkin sayılabilecek çok ciddi insanlar bunlar. sadece ülke sınırlarında değil dünya çapında isimlerini duyurmuş, çoğu avrupa ülkesinde saygın karşılanan bu kişiler ciddi ciddi bu topraktan çıkmış. kültürel anlamda içinde bulunduğumuz içler acısı duruma bakınca insanın gerçekten ağlayası geliyor. işte bu yolla aydınlanmacı hareket’in felsefesini öğreniyoruz.

    haldun taner’in çoğunluğu istanbul hakkındaki küçük betimlemeleri, o zamanın siyasi ortamını anlatan kısa cümleleri, dönemin zihniyetini anlatan küçük hikayeleri de dönemin tarihine ışık tutuyor. özetle sanatçı olmak isteyen, özellikle edebiyat alanında bir şeyler başarmak isteyenlerin mutlaka okuması gereken, okudukça insanı gaza getiren “neden ben de bir aydın olmuyorum ki” dedirten muazzam kitap.
    bundan sonraki kısımda önemli gördüğüm yerlerin çok çok küçük bir bölümünü aktardım. kitap, edebiyatla ve sanatla ilgilenen herkes tarafından okunmalıdır. bunu belirtmek isterim.

    haldun taner’in portrelerinden birisi sakallı cemal, onun türk aydınına yönelttiği eleştiri ise bugün bile karşılık buluyor. türk aydınını “dümeni bozulmuş, karaya oturmak üzere doğu’ya giden bir gemide, arkaya doğru koşup batı’ya gidiyoruz kuruntusuna kapılan yolculara” benzetmiş. yetmemiş şöyle de bir söz söylemiş. “bizde ilgililer bilgisiz, bilgililer ilgisiz.”

    bir diğer portre türk edebiyatının en önemli isimlerinden ahmet hamdi tanpınar. haldun taner’in en sevdiği özelliği onun hayalperestliğiymiş, hatta büyük sanatçı olmasının bir nedeni de buymuş. tanpınar’ın bitmek bilmeyen platonik aşklarından söz ederken, haldun taner konudan sapmış konuyu başka yerlere getirmiş:

    “tanpınar platonik aşkları somutlaştırmaya kalksa tanpınar olur muydu? … tekrar ediyorum, onlara daha yaklaşsa, et ve kemik temasını göze alsa, onlara doysa belki, belki de ne kelime muhakkak ki bu coşkusu, hayranlığı pek kalmayacaktı. bazı şeylere uzaktan bakmak, onlara onlarda olmayan bir boyut kazandırır. en azından ona bakanın ona giydirdiği varlığın boyutu. onlar konuşmamalıdırlar, konuşmadıkça büyürler. yaklaşınca her günkü gerçek ve çoğu zaman yavan yanlarını da ele verirler.”

    yazar nedir, ilhamını nereden alır, nasıl çalışır? ülkenin en önemli yazarlarından orhan kemal her sabah saat dörtte kalkar sabah dokuza kadar yazma işlerini bitirirmiş. sonra halka karışma safhası başlarmış. şöyle anlatıyor: “beni çoğunlukla gündüzleri sokakta görürler. ben devamlı bir yere giderim. yazımı yazarım ve sokağa çıkarım. ikbal’e uğrar kahvemi içerim. yazmak için yaşamak, duymak, halkı algılamak gerekir. ve bunun ötesinde bir yazar olarak yaşamım günü gününe sürer gider. her gün çalışmak, her gün yazmak, her gün boğuşmak gerekir ekmekle. bu arada halktan yana olduğum içinde çok güç bir fatura ödetirler.”

    başarının istemekten değil mecburiyetten geçtiğinin en büyük kanıtı yaşar kemal. onu yazar olmaya iten şey, haksız yere girdiği hapishanede acısını unutmak için kaleme sarılmasıdır. sanatçı kendisini eyleme mahkum etmelidir. kemal tahir gezdiği çeşitli hapishanelerde anadolu’dan insan tipleriyle yakınlaşmış, onları tanımış ve bütün bunlar bir anadolu portresi olarak zihnine kazınmış. eserlerindeki doğallık bundan olsa gerek. motive olmuş, kafasında projelerle çıkmış hapishaneden. neticede hemen hepsini gerçekleştirmiş. iki erkek kardeşi masraflarını üstlenmiş neyse ki üstat kendisini sadece yazma eylemine bırakabilmiş. aydınlar için söylediği şu söz beni etkilemişti:

    “aydın her şeyden önce şüphelenmekle yükümlüdür. her hazır yargıyı yeniden didik didik edeceğiz. kapımızın numarasını bile her akşam eve dönüşte kontrol edeceğiz.”

    ve sait faik… hikayecinin toplum içindeki yerini ada geceleri adlı öyküde öyle güzel anlatmış ki tekrar tekrar okudum:

    “bütün kabile halkı buna kızmıştı:

    ‘bu herif çalışmayacak mı? oturup kayalara düşünecek mi? martı ölmüş. onu seyredip masal mı anlatacak?’

    gündüz güneşin içinde böyle söyleyenler, gece olup da kütükler, çalı çırpı yanınca, öbür tarafta rüzgar, denizi homur homur söyletirken, martılar hala deli gibi bağrışırken, ben bir türkü, martının ölümünün türküsünü tutturacaktım. çalışanları bir üzüntü, bir garipseme, birbirine sokulma hissi saracaktı. sonra da bu hal belki de işe yaramaz adamın bir vazifesi olarak tanınacaktı. bir iki gün ağ tamir edecek, balık tutacak, beceremeyecek, fakat akşamları da onlara üzülüp sevinme arzuları veren türküleri söyleyemeyecektim. ‘ne susarsın be herif?’ diyeceklerdi, ‘hani bülbül gibi öterdin geceleri.’ ertesi sabah beni balığa çıkarken uyandırmayacaklardı. bırakacaklardı kendi halime…”

    ömrü boyunca yalnızlığın sıkıntısını çekmiş, bunu da öykülerine yansıtmış.
    “nereden gelirse gelsin, dağlardan, kuşlardan denizlerden, insandan, hayvandan, ottan, böcekten, çiçekten. gelsin de nereden gelirse gelsin. bir hişt hişt sesi gelmedi mi fena. geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları.”

    haldun taner, kitabın bir bölümünde türkiye’de aydın olmanın ne anlama geldiğini şöyle özetlemiş. “bir ülkede aydınlar çok mu az, o ülkede aydınlara çok iş düşer… tanzimat ürünü namık kemallerimiz, şinasilerimiz, ziya paşalarımız hem şair, hem yazar, hem gazeteci, hem oyun yazarı, hem tarihçi, hem politikacı değiller miydiler? değil onlar yirminci yüzyıl başı aydınlarımızın hiçbiri bu yanlılıktan daha doğrusu dağınıklıktan kurtulamadılar.” farklı bir bölümde türk aydınının tanımını yapmaya devam ediyor taner: “ben, gerçek ve olgun kişiliği olan insanın, sade yazısında değil, yaşamında da bir üslubu olması gereğine inananlardanım… osmanlı aydını, tanzimat’tan bu yana, bilinci ile akılcı ve batılı ama bilinçaltı ve duygu alanı ile alaturkanın alaturkası kalmanın dramını yaşadı. yazılarında kadınların özgürlüğünden yana görünüp de karısının yaz günü çorapsız gezmesini hazmedemeyen nice aydınlar gördük.”

    başka bir sanatçı portresinde haldun taner, toplumcu aydınların çabasını şu güzel benzetmeyle aktarmış:

    “evet toplumumuza aykırı gelen acayip türde insanlar var. büyük kalabalığa aykırı gelişlerinin sebebi, birincilerin toplumu, ilkelliklerinden ve çıkarcılıklarından ötürü hep aşağı çekmelerine karşın, bu ikincilerin, karınca kararınca, yukarı yukarı çekmeye çabalamaları… bunlar sisyphos’un çocuklarıdır. ve bir tepeden aşağı yuvarlanan kayayı ikide bir yukarı çıkarmaya çalışan sisyphos da düzayak sağduyunun anlayacağı bir imge değildir. bilir misiniz kısırdöngü sanılan bu iniş çıkışlarında sisyphos en çok hangi anda mutlu ve yürekli imi: tepeden aşağı yuvarlanan kayayı yeni baştan çıkarmak için tepeden aşağı indiği sırada…”

    kitap birbirinden farklı onlarca sanatçı ve yazarın hayatına odaklanıyor. bu yüzden özellikle bu yönde hedefleri olan insanların kitabı tamamen okumasını öneririm. şundan eminim ki bu kitaptan çok fazla şey öğrenecekler. ben öğrendim ve burada edindiğim kazanımları hayatım boyunca unutmayacağımı biliyorum.
hesabın var mı? giriş yap