• bu gazetecinin ismini verdiği bağlarbaşındaki spor tesisi
  • tdk nın türkçe sözlüğünde 410 örneği olan yazar
  • 1889 - 1982 yılları arasında yaşamış gazeteci ve spor adamı.

    spor adamı olarak :
    1907'de anadolu futbol kulübü’nü kurdu. 1922'de ali sami yen ve yusuf ziya öniş ile birlikte (türkiye idman cemiyetleri ittihadı)tici'nin kuruluşunu gerçekleştirdi. atletizm federasyonu başkanlığı'na seçildi ve 1936'ya kadar bu görevi sürdürdü. 1924 ve 1928 olimpiyat oyunları'na yönetici olarak katıldı. balkan ve akdeniz oyunları kurucularındandır.

    1924 yılında kurulan (türkiye milli olimpiyat komitesi)tmok'nin kurucuları arasında yer aldı. 1938-1952 yılları arasında tmok genel sekreterliği, 1960-1964 ve 1965-1982 arası 21 yıl süreyle tmok başkanlığı görevlerini üstlendi. toc olimpik liyakat diploması ile ödüllendirildi.

    gazeteci olarak :

    türk basının simegesel isimlerinden “şeyhülmuharrin” unvanı sahibi burhan felek 4 kasım 1982'de istanubul’da öldü. 11 mayıs 1889’da istanbul’da doğan felek, istanbul hukuk fakültesi mekrebi’ni bitirdikten sonra öğretmenlik, avuktalık ve hukuk müşavirliği yaptı. ilk yazısı 1910’da donanma dergisinde yayımlandı. 1918’de tasvir-i efkâr’da spor muhabirliğine başladı. daha sonra sırasıyla vakit, vatan, millet, yeni ses, milliyet , tan, cumhuriyet ve milliyet gazetelerinde çalıştı. söyleşileri ve özellikle söyleşi özelliğindeki gülmece öğeleriyle yüklü günlük yazılarıyla ünlendi. sağlığında bunların çoğunu felek i, vatandaş ahmet efendi, eski istanbul hikâyeleri ve yaşadığımız günler isimli kitaplarda topladı. türk basınının en uzun süreli fıkra yazarı olan felek, 1954’ten ölümüne kadar istanbul gazeteciler cemiyeti başkanlığını yürüttü. yıllarca aksatmadan sürdürdüğü köşe yazarlığı ve gazetecilik deneyimi nedeniyle yalnızca ona atfedilen “şeyhülmuharririn” sıfatıyla anıldı.
    8 mayıs 1980’de istanbul üniversitesi senatosu’nun “fahri doktorluk” unvanı verdiği felek gazateciliğin yanı sıra spor yöneticiliği ve futbol hakemliği de yaptı ve uzun yıllar milli oimpiyat komitesi’nin başkanlığını üstlendi.

    kişisel düşünceme göre yazıda ahmet rasim geleneğini sürdüren bir yazardı.
  • istanbul üniversitesi hukuk fakültesi’ni bitirdi. ticaret vekaleti’nde hukuk müşavirliği, liselerde öğretmenlik ve avukatlık, istanbul gazeteciler cemiyeti başkanlığı yaptı.
  • eski istanbul hikayeleri, felek, hint masalları, yaşadığımız günler, felek'ten dostlara isimli kitapları yazmış olan gazeteci.
  • gazeteciliği sırasında dönemin siyasi olaylarını -yanılmıyorsam- kurguladığı hikayelerde karakterlerin ağzından yorumlayan yaratıcı muharrir..
  • burhan felek ile sünnet ile ilgili yapılmış bir söyleşi:
    islam âleminde allah'ın emrini yerine getirmeyen, namaz kılmayan, oruç tutmayan, hacca gitmeyen insanlar pek çoktur, amma pek müstesna ve ender vakalar dışında sünnet olmamış müslüman yok gibidir. bu da âdetin toplum üzerinde ayrı bir tesir yaptığının delilidir. işte bunun içindir ki sünnet eski vasıflarını muhafaza eden bir harekettir. ona, düğün şekli verilmesi acılı bir işten sonra da olsa çocuğun islâm cemaatine girişini kutlamanın sevinç ifadesidir. dikkat etmişsinizdir, sünnetler çoğu zaman ağustos, eylül aylarında yapılır. bunun sebebini bugünkü nesillerden kimse bilmez. -okullar kapalı da ondan, derler. halbuki ilkokullar haziran başında kapanır, eylül sonunda açılır. amma sünnetler hep ağustos ve eylül aylarında yapılır. öyleyse nedir bunun sebebi? sultan hamid devrinde, pek çok yerlerde ve okullarda umumi sünnet düğünleri yapılırdı. çünkü halkın büyük çoğunluğu bir sünnet düğünü masrafını tek başına kaldıracak kuvvette değildi. bir memur, beş memur -çoğu şehirliler de memur veya küçük esnaftı- yapamazdı bu masrafı! her şeyden önce evi müsait olmazdı. bir sünnet düğünü için ya büyük ve münasip bir bahçe veya geniş odaları ve sofaları olan konak lâzımdı. ondan başka genişçe bir de mutfak gerekirdi. çünkü ekseri ailelerde erkek ahçısı olmadığından düğünlerde dışarıdan düğün aşçıları tutulurdu. bu aşçılar sünnet ve evlenme düğünlerine eski tabirle -hitan ve velime cemiyetlerine- giderler, düğün yemeklerini pişirirlerdi. çünkü düğünlerde kapılar herkese açık olurdu. bu yemeklerin menüsü de değişmezdi: düğün çorbası, düğün eti, pilav ve zerde. ister umumî, ister maruf ailelerin hususi sünnet düğünleri olsun, rumî 19 ağustosta, padişahın cûlûs gününde yapılırdı. böylece hem padişahın cülusu için şenlikler olur, hem de düğün dernek eğlencelerine başka bir revnak verilmiş olurdu. amma asıl dava umumî yerlerde yapılan sünnetlerdeki çocukların beherine padişahın gönderdiği bir altın lira çeyreği (ihsân-ı şâhâne) verilmesiydi. bir cülusta böyle umumî düğünlerde kesilen çocukların sayısı 15-20 bin olsa bu ihsan padişaha ancak 5 bin altına mal olabilirdi. ama bu onun için büyük bir propaganda, çocuklar için de büyük bir sevinç kaynağı olurdu, işte her sene 19 ağustosta yapıla yapıla, sünnet mevsimi, günümüzde de ağustos ortası ile eylül ortası arasına yerleşmiş kalmıştır. (104) gelelim bizim sünnete... o yaz, bana daha fazla yüz veriyorlardı. üç, dört yaşlarında bir erkek kardeşim vardı. ben sünnet çağımın geldiğinin farkındaydım. ama o sene mi olacak, bir dahaki seneye mi kalacak, kestiremiyordum. derken meşhur 'kurdela bağlamak' rivayeti dolaşmaya başladı. babalar, analar, dostlar ahbaplar da çocuk anlamazmış gibi, kurdela bağlanacağından gülerek bahsederlerdi. hangi kurdela?.. ama erkek çocukluğun verdiği körpe bir gurur, ana babanın onları korkutmamak için söylediği bu yalanı bile bile yutmuş gibi göründürürdü. ve hemen atlas takke, atlas entari hırka ve bir hamaylı takkeye maşallah, nazar boncukları falan hazırlanır, giydirilirdi. ve bu kılıkla çocuğu alırlar, sokak sokak gezdirirler, ahbap ve akrabanın elini öptürürlerdi. şimdi hâlâ öyle midir, bilmem, ama, sünnet çocuklarını istanbul tarafında eyüp sultan'a, üsküdar tarafında da aziz mahmut efendiye (türbelerine) götürüp, ziyaret ettirirlerdi. eh, ahbap ve dostlar dolaşıldıktan, ziyaretler bittikten sonra, bir 'sünnetçi' aranırdı. bizim zamanımızda (hacı fidan) isminde bir sünnetçi vardı ki, eli çok hafif ve sünnetleri de kusursuz olurdu. bu konuda iki şey mühimdi. birisi çocuğun canını çok yakmamak, ikincisi eksik kesmemek. çünkü eksik kesildiği için ikinci defa sünnet olanlara tesadüf edilirdi! acı hakikat saati geldi çattı. kurdele, murdele'nin manasını anlamıştım. bizi keseceklerdi. öğleye doğru beni derdest ettiler. mektebin alt katında hazırlanan ameliyat odasına soktular. ameliyat esnasında beni kim tuttu bilmiyorum, ama canımın çok yandığını ve baygınlık geçirdiğimi hatırlıyorum. ameliyat on dakika kadar sürdü, sürmedi bizi kaptılar bahçedeki mavi salkımlı uzun çardağın altına serilmiş, sürekli geniş sedir halindeki yataklarda yerime götürdüler. (...) adettir ya, sün¬net çocuklarına hediyeler getirirler. bana da getirmişler. o zamanın insanları bu canı yanmış çocuklara vakit geçirtecek oyuncaklar yerine ileride işine yarayacak şeyler verirlerdi. hiç unutmam, bana da porselen bir hokka takımı vermişlerdi. (...) büyük sünnet düğünlerinde üç dört türlü eğlence olurdu. ev düğünlerinde hokkabaz, karagöz ve ince saz... meydan düğünlerinde karagözün yerini ortaoyunu alırdı. çünkü büyük düğünlerde karagözün sesi ve boyu meydana ufak gelirdi. sünnetlerde hokkabazın vazifesi mühimdi. çocukların kesilmesi sırasında ameliyat odasının kapısında elindeki zilli teflerle habire cif-caf-caf diye gürültü eder, 'oldu da bitti maaşallah, iyi olur inşallah!' diye bağırıp çağırarak, çocuğun feryadını gürültüye getirir ve öteki çocuklara işittirmezdi. ikinci vazifeleri de çocukları gürültülü şekilde oyalayıp, uyumalarına engel olmaktı. neden bilmem -o zamanki sünnetçiler, çocukların uyumalarını istemezler, uykunun bir baygınlık olmasından korkarlardı-. onun için hepimizin eline bir limon tutuştururlar, ille de: - kokla evladım, kokla! ooooooh, kokla! diye ısrar ederlerdi. bununla canı yanan çocuğun bayılmasını güya önlerlerdi.
hesabın var mı? giriş yap