• 1900'lerin ilk çeyreğinde oldukça ünlü olan, genç türkiye cumhuriyeti'nde batı tarzı müziğin yerleşmesine ön ayak olan müzik adamı. murat tuncay'ın kendisiyle ilgili çok güzel bir yazısı var. copy paste yoluyla, onun kaleminden cemal sahiri tanıyalım:
    "1920’li, 1930’lu yılların en gözde sahne sanatçısı cemal sahir’i bu gün kaç kişi hatırlar dersiniz. en çok hayran mektubu alan, en çok parayı kazanan, tiyatrodan çıkıp faytonuyla evine dönerken bütün genç kızların başını döndüren; bir operette sefaret kâtibi; bir operette “kont” olan; operetlerdeki kraliçeler kontesler, çingene dilberleri tarafından sevilen; her sahnede başka, yeni, şık bir kostüm giyen. avrupai pozlarla çay içen, kadınları selâmlayan; onlarla o yılların deyimiyle : “korte” eden. şarkı söyleyen. “klark” çeken yakışıklı, avrupa görmüş, incelmiş ünlü cemal sahir ‘de unutuldu gitti. oysa bugün büyük bir zevkle izlediğimiz, alkışladığımız çardaş fürstin gibi kontes mariça gibi macar operetlerini; şen dul gibi yarasa gibi viyana operetlerinin pek çoğunu onun çabaları, özverisi, operet tutkusu sayesinde tanımış sevmiştik. bu akşam izleyeceğimiz kontes mariça’nın türk sahnelerinde ilk sahneleniş öyküsü de cemal sahir’in öyküsüyle özdeş gibidir.
    cemal sahir 1923’de henüz 21yaşındadır. ikinci abdülhamit’in, kehribarcıbaşısı benli mehmet ali bey’in yakışıklı oğludur o. ikinci meşrutiyet’in ilanından önceki sancılı yıllarda ailenin koyduğu mehmed cemaleddin adıyla büyümüş; ilk derslerini özel hocalardan almıştır. vefa idadisi’nin birinci sınıfında edebiyat ve musiki derslerinde birinci olmakla yetinmeyip tiyatroculuğa da merak salmıştır. 1914’de şehzadebaşı’ında letafet apartmanın da çalışmalarına başlayan darülbedayi’nin akşam derslerine kaçamaklar yapmaya başlayınca babası araya girmiş; kaydını vefa idadisi’nden alıp vanıköy’deki “rehber- i ittihadı terakki” sultaniyesi’ne yaptırıvermiştir. güzel sesli oğlunu hafız yapmanın özlemi içindeki baba; oğlunun tiyatro sevdasını köreltmenin yolunu onu şehzadebaşı’ından olabildiğince uzak bir
    yatılı okula göndermekle bulduğu kanısındadır. vanıköy’deki yeni okulunda tiyatro düşleri görmeye devam eden ve kabına sığamayan cemaleddin’in kafasına ne yapıp edip avrupa’ya gitme ve öğrenimini orada tamamlama fikrini fransızca öğretmeni, sorbonne mezunu nizamettin danton sokar.
    1915’de savaşla kaynayan avrupa’ya gitmenin yolu hiç de kolay değildir. ama rastlantı sonucu göze ilişiveren bir gazete ilanı bu kapıyı açıverir. ticaret ziraat nezareti macaristan’a talebe göndermek için bir sınav açmaktadır. aslında savaş öncesinde zadegân sınıfının göz bebeği erkek evlâtların hiç olmazsa bir bölümünü askere alınıp cephelerin tehlikesinden uzak tutmak amacıyla düzenlenmiş bir projedir bu. cemaleddin sınava katılıp başarılı olur. istenen gerekli belgeleri ve taahhütnameyi babasından gizli olarak bulup buluşturup tamamlayan; bunun için yaşını büyüttürüp babasının mührünü gizlice kullanmayı bile göze alan delikanlıyı 1916 eylül’ünde sirkeci garı ‘dan yalnızca fransızca hocası nizamettin bey uğurlar budapeşte’ye.
    o yılların budapeşte’si. viyana ile birlikte avusturya-macaristan imparatorluğunun en canlı sanat merkezidir. genç mehmed cemaleddin avrupa’nın tadını çıkarmaya kararlıdır. her akşamını bir tiyatroda geçirmektedir. onu en çok çekenler ise operet temsilleridir. beş on kuruş öğrenci maaşıyla tiyatroların en ucuz yerlerinde hayranlıkla seyrettiği operetler cemaleddin’in adeta kanına işlemiştir. özellikle 1916’da emmerich kalman’ın “çardaş fürstin” operetinin dünya daki ilk gösteriminde bulunmak; yaşam boyu süren bir övünç kaynağı olacaktır onun için. “çardaş fürstin”in peşte’de oynandığı her gece cemal, salonun bir köşesinde büyük bir hayranlık ve coşkuyla izlemiştir temsili. böylesine bir sanat ortamı içinde hiç kuşkusuz ticaret öğrenimi doyurucu olmaktan uzak, hatta usanç verici gelmektedir.
    birbirini izleyen ilginç olaylar ve fırsatları değerlendirme becerisini gösteren cemaleddin çok geçmeden öğrenciliğini macar kraliyet artist akademisi’nde sürdürmeye başlar. aynı zamanda milli tiyatro’da sahnelenen operetlerde figüranlığa çıkmakta; büyüleyici bir sanat atmosferi içinde oyunculuk ve şan öğrenimini tamamlamaya çalışmaktadır. savaş yenilgisi zamanla osmanlı imparatorluğunun kapılarını da çalınca cemaleddin’in budapeşte’deki mutluluğu kararmaya başlar, öğrenci tahsisatı kesilir. her tarafta panik başlar. yollar kapanır. maddi sıkıntılar genç sanatçıyı budapeşte’den ayrılmak zorunda bırakır. viyana’ya geçer. theater an der wien’de. burgtheater’da figüranlık yaparak yaşamını kazanmaya; avrupa’da biraz daha olsun kalmaya çabalamaktadır. sonunda yenik düşer. elindeki yarı osmanlı, yarı italyan pasaportla trieste’den gemi yoluyla istanbul’a gelen cemaleddin. işgal yıllarının karmaşık, huzursuz ortamında günlerini göztepe’deki baba evinde dinlenerek geçirir bir süre.
    o sıralarda şehzadebaşı’ındaki ferah tiyatrosu’nda. tiyatro tarihimize: “alaturka musiki ile operet temsilleri vermek” amacıyla kurulan ilk ve tek topluluk olarak geçen “istanbul operet heyeti” çalışmalarına başlamaktadır. kuruculardan ali rıza bey’in daveti üzerine macaristan’da tenor eğitimi görüp diploma alan cemaleddin orkestra çukurunda bir incesaz heyeti oturan bu ilginç topluluğa katılır. önceleri öteki figüranlarla birlikte provaları izleyen cemaleddin çok geçmeden musahipzade celâl’in yazdığı “istanbul efendisi” operetindeki safi çelebi rolüyle kendisini gösterir. eğitim görmüş sesi, düzgün fiziği ve avrupa’da edindiği sahne görgüsüyle kısa zamanda da üne kavuşur. halk onu görmek için tramvayları durdurmakta, tiyatronun ön ve arka kapılarında nöbet beklemektedir. öğretmen okulu öğrencileri uzaktan resmini çizip ona göndermekte; galatasaray lisesi’ndeki heykel ve resim sergisinde büstü teşhir edilmektedir. gündüzleri yalnız kadınlara verilen temsillerde localara bakan ermeni kadın ona mektup taşımaktan yorulmaktadır. cemaleddin, kendisine gösterilen bu aşırı ilgiden sokağa çıkamamakta, tiyatroya da arka kapıdan gizlice gelip gidebilmektedir.
    istanbul operet heyeti’nden, topluluğu yöneten ismail hakkı bey, kaptanzade ali rıza bey gibi türk müziği yanlılarının aşırı alaturka düşkünlüğü onu rahatsız etmektedir. hayallerinde canlandırdığı batı operet temsillerini sahnelemekten çok uzaktır içinde bulunduğu topluluk. bir deneme yapıp lehar’ın: “tarla kuşu” operetini türkçeye adapte etmiş ama lehar’ın müziğini ismail hakkı bey’in alaturka uyarlamasından kurtaramamıştır. görkemli macar ve viyana operetlerini asıllarına uygun bir biçimde, orijinal müziği ve dekorlarıyla istanbul’da tanıtabilmek; batı operetini türk seyircisine beğendirebilmek için yepyeni anlayışla çalışmaya başlayacak yeni bir topluluğa ihtiyaç vardır. cemaleddin o yıllardaki parlak ününden de yararlanarak kendi topluluğunu oluşturmaya karar verir. böylesi bir amacı gerçekleştirmek için gereken parayı babasından sağlar. ferah tiyatrosu’nun karşısındaki ertuğrul sineması kiralanır. paranın büyük bölümü de sinemayı batı operet temsillerinin verilebileceği bir hale getirmek için harcanır. sonunda harap ertuğrul sineması sağlı sollu 12 localı, 300 koltuklu bir salon durumuna getirilebilir. ortada yakılan iki sac soba ile ısıtılmaktadır koca salon. oyunca kadrosu için istanbul operet heyeti ve darülbedayi’den ayrılan nurettin şefkati. ömer aydın, mahmut ibrahim, efraz, mina ve roza’yla anlaşan cemaleddin, her salı tiyatroda toplanıp oynanacak eserlerde karar verecek olan bir edebi heyet oluşturmayı ihmal etmez. ercüment ekrem, celâl sahir, müfit ratip. zeki bey, emekli hâkimlerden ibrahim bey’den oluşan bu heyetin bir toplantısında cemaleddin’in ün yapacağı sahne adı da bulunur. celâl sahir’in önerisiyle bundan sonra: cemal sahir olarak afişlere geçer.
    sahir opereti. 1 eylül 1921’de : “kontrinaldi” adlı bir macar opereti ile perdelerini açar. şef leon’un yönetimindeki bahriye bandosu’ndan takviyeli orkestra ile ve en önemlisi orijinal müziği ile oynanan bu operet kendi müzikli sahnemiz için çapında bir devrim bile sayılır. türk sanatçılar bir “garp opereti”ni orijinal müzikleriyle oynamayı başarmışlardır. ne var ki operet temsillerinin bugün bile ödenekli tiyatrolarımızın bütçelerini alt üst eden masrafları sahir operetinin bu ilk dönemini de sarsmakta gecikmez. kişisel varlığının tümünü bu operet işine yatıran cemal sahir sağdan soldan parasal destek bulup sahir opereti’nin ayakta kalmasını sağlayarak bir gençlik düşünü gerçekleştirmenin peşine düşmüştür. bu düş “çardaş fürstin”dir. metni m.enver çevirir. notalar peşte’den ısmarlanır. sylva ‘yı efraz hanım. prens edwin’i cemal sahir; kontes stasi ‘yi mari mineyan hanım, prenses suhide’yi hekimhan hanım. prens leopold’ü şeref (şenpınar) üstlenirler. opereti bizzat cemal sahir sahneler. çardaş’ın temsili istanbul’da bir olay olur. oyun olağanüstü ilgi görür. çardaş melodileri dillerde dolaşmaya, konaklarda piyanolarda çalınmaya başlar.
    balkondan halkı seyredip çoğunluğun peştamalını beline sokmuş esnaf olduğunu gören cemal sahir “garp müziğini halka aşılamış olmaktan” büyük bir mutluluk duymaktadır. seyircinin operetlere olan ilgisi giderek artar artmasına. ama giderler altından kalkılır gibi değildir. cemal sahir bata çıka, olağanüstü bir gayretle sahir opereti’ni ayakta tutmaya çabalamaktadır. ne denli iş yaparsa yapsın, o günlerin tiyatro ortamı içinde kendi gücü ile ayakta durmaya çalışan bir operet topluluğunun yaşaması oldukça zordur. cemal sahir, orkestrasından kadın oyuncuların giysilerine, tuvaletlerine kadar uğraşmak, notalar getirtmek, sahneye oyun koymak, gerekli parayı bulmak gibi her türlü işe koşturmak zorundadır. bu olağanüstü yıpratıcı koşullara karşın sahir opereti ilk evresinde 5 ay birlikte temsil vermeyi başarır. lehar’ın tarla kuşu, leo fall’in: istanbul gülü; la mascotte, cemal sahir’in aslı bir macar opereti olan noikam’dan uyarladığı “yakacık hatıraları” sık tekrarlanan ilk dönem temsilleri arasındadır.
    cemal sahir birkaç kez toplanıp dağıldıktan sonra, 1927 yılının son aylarında topluluğunu bir kez daha yeni bir büyük girişim için bir araya getirir. bu kez seçilen yapıt kontes mariça’dır. gerek sahnelemenin gerektirdiği olağanüstü harcamalar; gerekse operetin müzikal yanının zorluğu bu temsilin daha önceki çalışma dönemlerinde verilmesini engellemiştir. cemal sahir eseri önce şehzadebaşı’ında prova eder, hazırlıkların tamamlanmasından sonra hiç beklenmedik bir girişimle beyoğlu’ndaki fransız tiyatrosu’nun müdürü rum asıllı mösyö ardici’nin karşısına dikilir. istanbul’un yerli topluluklara kiraya verilme geleneği olmayan; sadece yabancı tiyatrolara kiralanan bu büyük tiyatrosunu yalnızca bir gece için tutmak istemektedir.
    ardici tiyatrosunun “kontes mariça” opereti’nin, üstelik de bir türk topluluğu tarafından sahnelenmek için istendiğini öğrenince hayretler içinde kalır. sonra dudak bükerek, küçümseyen “haydi oynanayın da görelim” havasında bir eda ile tek gece için 120 lira ister. o günlerin değeriyle oldukça yüksek bir kira bedelidir bu. cemal heyecan içinde kabul eder.
    davetiyeler bastırır ve istanbul’daki bütün sefaretlere (elçiliklere) gönderir. yıllar sonra ankara’da yapılan 50. yıl jübile töreninde anlattığına göre elçiliklere dağıtılan davetiyelerde : “memleketinizde bu eserler oynanıyor. gelin bakın, bunu türk gençleri de başarabiliyor” şeklinde bir ifadeye de yer vermiştir.
    kontes mariça’nın 1927 yılının son aylarında verilen bu ilk gösterisi için çoğu sanatçının cebinden çıkan paralarla hiçbir masraftan kaçınılmamış; 40 müzisyene ulaşan bir orkestra topluluğu oluşturulmuş; bu kadar büyük bir orkestra fransız tiyatrosu’nun orkestra çukuruna sığamayınca kontrbasçı ilk kat localarının birine yerleştirilebilmiş. istanbul’da bulunan diplomatik delegasyonun büyük bölümü kendilerine yapılan çağırıya uyarak o akşam verilen temsile smokinleri ve tuvaletleriyle gelmişler. temsil büyük bir başarıyla tamamlanmış; oyunun bitiminde başta tiyatronun müsteciri (işletmecisi) mösyö lehman olmak üzere alman büyükelçisi baron von wangelheim ve ingiliz büyükelçisi sir george clark oyunun başarısından ötürü cemal sahir’i kutlamışlar.
    sahir opereti’nin çalışmalarını yine bilinen parasal nedenlerle devam ettiremeyince cemal sahir’in bir süre süreyya opereti’nde çalıştığını; partneri nuvart hanım’la birlikte : “lüksemburg kontu”,”kontes mariça”, “la maskot” ve “istanbul gülü” operetlerinde oynadığını. hem sahneye koyuculuk yapıp hem de tenor rollerini üstlendiğini biliyoruz. bu dönemde kadıköy’de verilen bu temsillerin büyük ilgi topladığını, süreyya operetinin en parlak döneminin 1928 / 1929 sezonunda verilen bu temsillerle yaşandığını da belirtmeliyiz. cemal sahir vapurla kadıköy’e geçtiğinde iskele’de kendisine tezahürat yapılacak kadar büyük ün kazanmış, sevilen, başarılı bir sanatçıdır artık.
    1929 yılı ekim’inde cemal sahir’in sahir opereti yeniden canlanır. o yılların becerikli izmir’li emprezaryosu nuri genç’in (genç nuri olarak tanınan izmir’li organizatör) ön ayak olması üzerine oldukça başarılı geçen bir izmir turnesi yaparlar. elhamra sinemasının o yıllarda işletmeciliğini yapan ipekçi kardeşlerden fahir bey ile bir sözleşme yapılarak elhamra sineması bir haftalığına kiralanır. gülcemal vapurunun birinci mevki kamaralarında yolculuk etmeleri sağlanan bu turne’ye katılan sanatçılar arasında cemal sahir’in neredeyse değişmez partneri nuvart hanım, salâh cehdi, mümtaz ener ve muammer ruşen (karaca) ‘de bulunmaktadır.
    izmir’de: “izmir heveskerân cemiyeti” adı altında çalışmalarını amatörce sürdüren bir topluluğun da katkılarıyla oynanan eserler adeta bir olay haline gelir! kontes mariça ‘nın ilk yapıt olarak sahnelenmesinin ardından halk büyük bir ilgi gösterir. elhamra sinemasının önünde bilet almak ve cemal sahir’i görebilmek için biriken kalabalık yüzünden tramvaylar geçememektedir. “çardaş fürstin” ve “leblebici horhor” operetlerinin ardından topluluk, bir değerbilirlik örneği göstererek o sıralarda kordon’da pasaport iskelesinin karşısında yer alan merkez oteli’nde kalan muhlis sabahattin bey için özel bir gece düzenler. bu özel gece de muhlis sabahattin’in ünlü opereti : “ayşe” oynanır.
    sahir opereti’nin böylesine iş yapması nuri genç’i de gayrete getirecek. cemal sahir ve arkadaşları onun düzenlediği turnelerle adana’da, mersin’de, tarsus’ta batı operetlerini tanıtma fırsatını bulacaktır.
    operet sahnemizin rakipsiz jönü cemal sahir.1933 yılında, şanssız bir sahne kazası geçirerek belinden sakatlanıp bir köşeye çekilmek zorunda kalıncaya kadar pek çok yerli ve yabancı opereti istanbul’da ve anadolu’da sahnelemenin başarısını gösterecektir. içlerinde şen dul, lüksemburg kontu, istanbul gülü, vals hatırası, kontes mariça, la mascotte gibi operet dünyasının belli başlı örnekleri yanında muhlis sabahattin ve musahipzade celal’in pek çok müzikli sahne yapıtını sahneye koyar, oynar, yeniden düzenler.
    cemal sahir’in sakatlanarak sahnelerden çekildiği 1933 ile vefat ettiği 1973 arasındaki kırk yıllık yaşamı büyük bir yoksulluk ve unutulmuşluk içinde geçmiştir. içine düştüğü bu yoksulluk ve unutulmuşluk çemberini biraz olsun kırmak için, birkaç dostu ve değerbilir tiyatro sanatçısının gayretleriyle zaman zaman düzenlenen jübileleri; eğitimini ilk kez yurtdışında tamamlayarak yabancı bir konservatuar diplomasıyla yurda dönen ve varını yoğunu operetler sahnelemek için harcayan bu öncü sanatçıyı içine düştüğü yalnızlıktan kurtarmaktan çok uzaktır.
    16 kasım 1971’de. ankara’da. dil ve tarih coğrafya fakültesi tiyatro kürsüsü’nde düzenlenen 50. sanat yılı jübile töreninden iki yıl sonra 1 ekim 1973’de, beyoğlu’nun arka sokaklarında; sığınabildiği küçük odasında yapayalnız, soğuk ve yoksulluk içinde sessizce ölüp gitti cemal sahir, cenazesi hiç bir tören yapılmaksızın belediye tarafından kaldırıldı. çardaş fürstin’i, kontes mariça’yı türk seyircisinin alkışlarıyla buluşturmak için her şeyini feda eden. unutulmanın acısını kırk yıl yudum yudum içine atan cemal sahir’in şişli mezarlığının neresine gömüldüğünü bugün kimse bilemiyor.
    mezarına yıldızlar yağsın…"
  • istanbul doğumlu operet sanatçısı ve yönetmeni.
    çevirileri ve yazdığı operetlerle ünlüdür.
  • aynı zamanda profilo avm'nin önünden büyükdere caddesine doğru çıkan dar ve tek yön sokağın adıdır.

    (bkz: mecidiyeköy)
  • bugün 46. ölüm yıl dönümü olan sanatçı.
  • tarım eğitimi için gittiği avrupa'da opera eğitimi alarak dönen ünlü opera sanatçısı.
    gerçi iyi ki de öyle olmuş sanırım.
  • operetlerini sergilemek için gittiği anadolu'nun ücra köşelerinde beş parasız kalıp enstrümanlarını satarak yemek parası bulabildiği anlatılan tenor.
hesabın var mı? giriş yap