• "kendi vataninda kendini yabanci hissetmek entellektuel icin ahlaki bir sorumluluktur" demistir. cok baba adamdir.
  • ünsal oskay anlatmıştı, adorno break-dance yapan gençleri görünce şöyle der: maymunu bu kadar iyi taklit edebilen canlı, günün birinde insan olduğunu da hatırlar...
  • mal, mülk, değer, değişim diyalektiği incemelerinde ayrıca karl marx'ın meta fetişizmi ve sigmund freud'un psikoanaliz'ini kullanarak "kadının fetiş karakteri" gibi bir kavram da geliştirmişliği vardır. adorno'ya göre "yüksek kapitalizmde metanın çeşit çeşit kullanımı" gibi bir olay vardır, ve kadınlar da bunun bir parçasıdır. ama bunu ispatlanması için de ilk başta marx'ın ve freud'un mal değişimi ve psikoloji, psikanaliz hakkında bulgularının ispatlanması gerekecektir. kapitalizmin yükselmesiyle kadının alışveriş ve moda "çılgınlığına" düşmesini, adorno frijitliğe kadar uzanabilecek bir meta fetişizmiyle açıklar.

    adorno bilmiş bilmiş buyurur ki, erkeğiyle yiyişirken veya sevişirken saçının bozulmasından, makyajının gitmesinden veya çorabının kaçmasından ürkerek "irrasyonel" bir strese, anksiyeteye düşen hanım kızımız kendisi ve cinsel aktivitesi arasına kendi fetiş karakterini yerleştirmiştir. tabi bu durumdan hanımları direkt olarak suçlu tutmaz adorno efendi. kendisine seksi olmasını empoze eden bir sistemin buyurduğu şekilde, doğal olmayan yollardan hanım kızımız kendisini karşı cinse karşı layık veya üstün görmeye başlayacaktır. zira sistem aynı şekilde caz ve popüler müzik ile de insanlara özgürlük hissi verirken, aynı zamanda da özgürlüklerini elinden almıştır. zira her ikisi de kuralları yıkmış gibi görünse de esasında kurallara iman şeklinde bağlıdırlar, tek yaptıkları şey dinleyenleri kurallar çerçevesinde özgürlük hissi vermeleridir. tabii burada anglo-saxon dünya kastediliyor olsa gerek. adorno bu dönemi kapitalizmin monopolleşme dönemi olarak açıklar; ve korku ve tatmin, sadakat ve ödül, erkeklik gösterileri ve iktidar arasındaki bağıntıları inceler ve bu ikilemler arasında insanda "karışık" hisler yaratn bir tersinleme bulur. sonuç olarak da modern bireyimiz iktidarın kendisine sunduklarına boyun eğerek bastırılır, çocuksu hale getirilir ve irrasyonel düşünceye mahkum bırakılır. irrasyonellik adorno için doğada bulunmayan, ve insan tarafından oluşturulan yapıların birçoğunu kapsar maşallah. işin ilginci, bu açıdan bakıldığında müziğin işlevi neyse, kadının işlevi de odur.

    neyse gelelim kadın konusunda. adorno bu bulgulara dayanarak der ki, kadının cinselliği üzerinde bulunan bu kadar tahakküm hatun kişinin kendi cinselliğinin bile gayri-cinsel bir hale gelmesine neden olacaktır, çünkü işin içine tamamen sınıfsal ve yapısal farklılıklar girdiğinden, hanım kızımız kendisini ya "kolay verici" ya da "zor kadın" statüsüne yerleştirecektir. cinsel birleşme ve flört esnasında aklında yapısal farklılıklar ve değişim değerleri bulunan kızımız, belki bilinçli belki de bilinçsiz, yanlış kişiye verdim zannına sahip olacak ve doğal olarak da cinsel tatmin güçlüğü çekecektir. adorno'ya göre frijitliğin asıl nedeni ise sadece kadının toplum tarafından cinsel kısıtlamalara tabi tutulması ve doğru partneri bulamaması değil de, kapitalizmin yükselmesiyle, değer, beğeni, ve seks anlayışlarının da değişmesidir. anglo-saxon dünyadaki partiden partilere koşan gençlerin "flirt" ve "have good time" demeye olan meraklarını da adorno bu şekilde açıklar.

    adorno bunları 1937'de erich fromm'a yazdığında enstitüde bu mizojin düşüncelerinden dolayı yalnız bırakıldığını ima eder. ama fromm delikanlılık edip adorno'ya destek çıkar.
  • yanlis hayat dogru yasanmaz diyerek doğru ve yanlış göndermelerini alaşağı etmiş insan.
  • adorno düşünmüştür ki:
    caz müziği, belli bir yavan ritim üzerinde gidip gelinerek ama sözde doğaçlama yapıldığı için özgürlük hissi veren bir aldatmacadır. minik melodi oyunlarıyla aynı parçayı 100 kez dinleriz ama farketmeyiz.
    adorno rock ve hip hop çağına yetişse kim bilir neler eklerdi bunun üzerine.
  • 69'larin başında "diyalektik düşünmenin önemi" gibi bir konuşma yaparken kendisini izleyen öğrenciler, adorno'ya kırmızı şişme bir ayı (teddy bear)hediye etmişlerdir, bundan iki üç ay sonra da ders esnasında soyunarak adorno'nun öğrenci hareketlerine kayıtsız kalmasını protesto etmişlerdir. bunun üzerine de adorno polisi aramak zorunda kalmıştır. lakabı "teddy" olan bu düşünürün düş kırıklığını hayal edin, daha sonra da otoriter kişilik ve otoriter devlet'e karşı savaşmayı hayatının borcu bilmiş ve bu uğurda bedeller ödemiş bir insanın derin üzüntüsünü düşünün...

    adorno, 60lar dünyasının ideologluğunu üstlenen, kadınların doğuştan duygusal yaratıklar olduğunu iddia ederek marksist düşünceyi kadın hakları hareketinin geleceğiyle aynı gören herbert marcuse'nin aksine, öğrenci hareketlerinin kıçıkırık bir burjuva hareketi olduğunu, işçi sınıfının ve marksist düşüncenin herhangi ihtiyacına cevap vermekten uzak olduğunu düşünüyordu. kendisine açık açık suçlayan ismilazımdeğil doktora öğrencisinin praksise olan eğilimine, faşizm sonrası almanya'nın faşizmi unutma/unutturma aceleciliğine veriyordu. yapıları gereği küçük burjuva olan ve entelektüel birikimi sınırlı olan öğrencilerin, aydınlanma ve liberal batı toplumunun sorunlarını çözmek bir yana dursun anlayamayacağını düşünüyordu. kısacası en sonunda öğrencilerin, kapitalizm karşısına set olarak çıkmasını bir çılgınlık olarak görüp, fildişi kulelerden gerçek dünyaya inildiğinde felsefenin ve eleştirel kuramın praksisin yıpratıcı etkilerine maruz kalmasından çekiniyordu.

    adorno'nun bu son dönemi, "gecikmişliğin kendisi" olduğu dönemdir işte... tüm çılgınlığıyla akan yıpratıcı dünyaya bilgece ve kayıtsızca bakan beethoven'nın son dönem eserlerini ilk defa anladığını düşünüyordu, ve son dönem üslubu denilen durumu tecrübe ediyordu...
  • kültürün bi endüstri haline gelmesini, "sanat eseri" adı altında kar yapma amacıyla pazarlanan ürünleri eleştirmiş olan insan
  • " hayatımızın öznesi olma hakkımız elimizden alınıyor." cümlesiyle beyinlerde şimşekler çaktıran frankfurt okulunun
    önemli temsilcisi yüce insan.
  • horkheimer ile birlikte kültür endüstrisi tanımını yaratmış olan düşünce adamı. adorno'nun kilte kültürü ve kültür endüstrisi ayrımı son derece önemlidir. kültür endüstrileri de kendilerini kitle kültürü gibi gösterebilirler ne var ki, bu endüstriler yaratılmıştır, paketlenmiştir, inşa edilmiştir... kapitalin gücü ve araçları sayesinde kapital sahipleri kalıp düşünce, duygu ve inançları kitlelere pazarlayabilirler. işin ilginç tarafı, kitleler bu düşünceleri sadece basit birer meta olarak almaz. aynı zamanda o kültürleri benimseyebilirler (dış-benimseme), içselleştirebilirler, savunabilirler. kendi kendini dogrulama yetisi (self-fulfilling prophecy) sayesinde kitlelesebilirler. bu endüstrilerin üretiminde oligopolik yapılar görünür. adorno'ya göre kitle endüstrileri 20. yüzyılın kültürü bu şekilde oluşmuştur. yani kapital sahipleri tarafından yaratılmıştır.

    adorno, bu neo-marxist görüşleriyle frankfurt okulunun en önemli temsilcilerinden birisi olmuştur. estetik üzerine görüşleri hala tartışılmaktadır. walter benjamin'le beraber dünya estetik literatüründe çok önemli bir boşluğu doldurmuşlardır. türkiye'de adorno daha çok müzik ve sanat üzerine yazılarıyla tanınır.

    maalesef, aynı chomsky, wallerstein gibi türkiye'de popülerleşen popülerleştikçe anlamsızlaşan, ve içeriksizleşen bir düşünce adamıdır. bu içeriksizleşmenin sebebi, yazarın popüler yazılarına atıfta bulunulması ve onları çevrilmesi, ancak adorno'nun bir teorisyen olarak bilinmemesidir. örneğin arabesk üzerine bir doktora tezi, yazı, makale okursanız; yazının komplike görülmesi için sağa sola (maalesef) serpiştirilmiş bir yazardır...
  • şaheseri minima moralia'da girift, derinlikli, kendi deyimiyle her noktası merkeze aynı uzaklıkta yazıları olan kişi.
    " olağanüstü güzel kadınlar mutsuzluğa yargılıdır.aile,servet ve yetenekten yana talihli olanlar ve rastlantıların yardımını görenler bile sanki kendilerini ve girdikleri bütün ilişkileri tahrip etme tutkusuyla kemiriliyorlardır. bir kahin, iki yıkımdan birini seç demiştir onlara. seçeneklerden birinde, güzelliklerini kurnazca başarıya tahvil etmek vardır. mutsuzluktur bunun bedeli; sevme yeteneklerini yitirdikleri için kendilerine duyulan aşkı da zehirleyecek ve böylece elleri boş döneceklerdir. öte yandan, güzellik ayrıcalığı, mübadele anlaşmasını reddetmelerini sağlayan bir cesaret ve güven de verebilir onlara. varlıklarının vaat ettiği mutluluğu ciddiye alacak ve hesaplı davranışlara gönül indirmeyeceklerdir: herkesin hayranlığı kendi değerlerini peşinen kanıtlamak zorunda olmadıklarına inandırmıştır onları. gençliklerinde, her istediklerini yapabilecek, her istediklerini seçebilecek durumdadırlar. bu yüzden de seçici davranmak zorunda kalmazlar: hiçbir şey kesin ve nihai değildir onlar için, her şeyin yerine bir başkasını koyabilirler. ince eleyip sık dokumadan çok genç yaşlarda evlenirler ve böylece kendilerini sıradan ve sıkıcı bir yaşama mahkum ederler: sonsuz olasılıkları elde tutma ayrıcalığından feragat edip insanların düzeyine inmişlerdir. ama aynı zamanda, başından bu yana akıllarını çelmiş olan o çocuksu kadirimutlaklık düşüne tutunmaya çalışır ve- burjuvalığa en uzak oldukları nokta burasıdır- yarın daha iyi bir şeyle değiştirilebilecek imkanları har vurup harman savurmaya devam ederler. böylece yıkıcı kişiliğin de en tipik örneği olurlar. vaktiyle hors de concours( yarışma üstü, rakipsiz) oldukları için rekabette başarılı değildirler; tam da bu yüzden bir rekabet manisine kapılırlar. cazibenin kendisi çoktan yok olduğu halde karşı konulmazlık jesti kalır; sihir de sadece umudu temsil etmeyi bırakıp evcillikte karar kıldığı anda silinip gider.ama eski güzelliğin karşı konulabilirliği aynı zamanda bir kurban durumuna da düşünür onu: bir zamanlar çok yükseğinden uçtuğu düzenin tutsağı olur. cömertliği cezalandırılacaktır şimdi. düşmüş kadın da saplantılı olan gibi mutluluğun kurbanıdır. içerilmiş güzellik zamanla varoluşun hesaplanabilir bir ögesi haline gelir, olmayan yaşamın bir ikamesi yalnızca, hiç bir zaman daha fazla bir şey de olmaksızın. kendine ve başkalarına karşı mutluluk vaadini yerine getirememiştir. ama sözünü tutan da bir yıkım halesine bürünür ve kendisi de felaketin seline kapılıp gider. aydınlanmış dünya da miti tümüyle özümleyip çözmüş olur böylece. tanrıların kıskançlığı, kendilerinden daha uzun ömürlü çıkmıştır."
hesabın var mı? giriş yap