• sadece "american" olduğu için "extraordinary" olmayı hak eden tom sawyer'a, "british" quartermain'in (sean connery) kayda değer sözlerini barındıran film:

    "thiş şentury waj mine, boy... and the nexşt şentury şhall be yourşş"

    türkçe çevirisi: "sömürgeciliğe devamşş"
  • kolektif kurguya saygı duruşu olarak nitelendirilebilecek, en sevdiğim çizgi roman.

    2019 yılı türkiye’de alan moore eserleri için önemli bir yıl olmuştu zira usta çizgi roman yazarının en önemli eserleri arasında yer alan from hell (cehennemden gelen) ve the league of extraordinary gentlemen ilk defa o yıl türkçe’ye kazandırıldı. yapı kredi yayınları’nın “olağanüstü beyefendiler cemiyeti” adıyla ilk iki cildini yayınladığı the league of extraordinary gentlemen, ilk defa 1999 yılında amerikan yayınevi dc comics bünyesindeki wildstorm / america’s best comics tarafından yayınlanmıştı. yayın hayatını belli aralıklarla sürdüren seri, 2019'da top shelf ve knockabout yayınevlerinden çıkan son macerası ile final yaparak, 20 yıllık yayın serüvenini sonlandırdı. league’in tüm sayıları, kevin o’neill tarafından çizilmiştir.

    bazı edebiyat eserleri, yazarından bağımsız düşünülemez. alan moore’un çizgi ve grafik romanları da böyledir. örneğin, bir anarşist olan moore, politik düşüncelerini v for vendetta’nın her tarafına serpiştirmiştir. okültizme olan ilgisi, from hell’de derinden hissedilir. olağanüstü beyefendiler cemiyeti ise, moore’un “idea evreni” teorisi ile ilişkilidir. bu düşünceye göre, insanlığın tüm kolektif hayal gücü, kurgusu ve fikirleri, idea evreni adlı alanda toplanmaktadır. hayal gücümüzü kullandığımızda bu alana yolculuk ederiz; bulduğumuz fikirleri idea evreninden toplamışızdır. moore, hayal gücüne verdiği önemi, locus dergisinde yer alan 2003 tarihli röportajında şu sözlerle belirtmektedir:

    “eğer hayali yerleri ve canlıları yaratmak, biyolojik ve kültürel bir ihtiyaçtan kaynaklanmasaydı, doğa bize bunu yapacak kapasiteyi vermezdi diye düşünüyorum. doğa yalnızca eğlence ya da süs amaçlı olsun diye o kadar az şey yaratmış ki! çoğu şey hayatta kalma dürtüsüyle ilişkilidir ve sanat, edebiyat ve hayal gücü geleneğimizin bu kategoriye girmemesi için ortada hiçbir sebep yok.”

    moore’un promethea adlı çizgi romanında okur, idea evrenine yolculuğa çıkartılır. promethea’da teorik olarak kullanılmış idea evreni düşüncesinin, olağanüstü beyefendiler cemiyeti’nde pratiğe dökülmüş olduğu söylenebilir; moore promethea’da fikirlerin nerede depolandığını gösterir, cemiyet’te ise bizzat kendisi insanlığın bu kolektif hayal gücünden aldığı yüzlerce unsuru bir araya getirerek bir eser ortaya koyar.

    xvı. yüzyıldan günümüze kadar her dönemden ve tüm üsluplarıyla edebiyat başta olmak üzere her kurgu mecrasından faydalanarak bir kolaj oluşturmuş olduğu için, cemiyet’in bir postmodern eser olduğu söylenebilir. ilk iki cilt özelinde bakıldığında, cemiyet’in konsepti, ingiltere başta olmak üzere victoria dönemi avrupa serüven edebiyatının bilindik karakterlerini bir “steampunk” atmosferinde bir araya getirmektir. farklı romanların kahramanlarını bir araya getiren “team-up” ve “crossover” maceralarının örneklerine daha önce de sıkça rastlanmaktaydı. örneğin jules verne, denizler altında 20.000 fersah romanının baş karakteri kaptan nemo’nun hikayesini, esrarlı ada romanında sonlandırıyordu. edgar allan poe’nun arthur gordon pym’in hikayesi adlı romanı da gene verne tarafından buzlar sfenksi adlı hikayede sonlandırılmıştı. zaman ilerledikçe victoria edebiyatı karakterlerini bir araya getiren çeşitli denemeler yapıldı fakat bunlar arasında en detaylı ve büyük ölçekli olan, moore’un cemiyet’i oldu; moore konsepti bambaşka bir noktaya taşımıştı.

    cemiyet’te, macera boyunca yüzlerce edebiyat eserine gönderme yapılır, onlarca roman kahramanı görünür, fakat özellikle 5 karakter üzerinde yoğunlaşılmaktadır. her edebiyat okurunun, çizgi romanın başlığındaki “cemiyet”i oluşturan bu karakterlerden en azından bir veya birkaçıyla hayatının bir döneminde tanışmış olma ihtimali yüksektir:

    mina murray (mina harker): bram stoker’ın dracula romanındaki karakterlerden biri olan mina, romanda yaşanılan olaylardan sonra ingiliz istihbaratı tarafından işe alınarak cemiyetin ilk üyesi ve lideri olur. liderin kadın olmasına karşın cemiyete “beyefendiler” denmesi, moore tarafından victoria dönemi normlarına daha uygun olacağı düşüncesiyle kasıtlı yapılmış bir tercihtir. mina yaşadığı olaylar yüzünden dış dünyaya mesafeli, soğuk, fakat güçlü bir karakter haline gelmiştir.

    allan quatermain: henry rider haggard’ın king solomon’s mines romanının ve devam romanlarının baş karakteri olan fil avcısı ve afrika kaşifi. king solomon’s mines, ülkemizde de “hz. süleyman’ın hazineleri” adıyla birçok farklı yayınevi tarafından yayınlanmıştı. ındiana jones, tomb raider ve türevi “büyük beyaz avcı”ların atası olan quatermain karakteri için ilk aksiyon kahramanı olduğu yakıştırması da yapılır.

    hawley griffin / görünmez adam: herbert george wells’in “görünmez adam” romanının baş karakteridir. romanda sadece soyadı verilen bu karakterin ön ismi moore tarafından eklenmiştir. griffin, üzerinde uyguladığı deneyler sonucu görünmez hale gelmiş bir bilim adamıdır.

    dr. henry jekyll / mr. edward hyde: robert louis stevenson’ın “strange case of dr. jekyll and mr. hyde” romanındaki çift kişilikli karakter. dr. jekyll’ın serum destekli karakter değişimi o denli güçlü olmaktadır ki, kişiliğiyle birlikte fiziksel yapısı da değişmektedir.

    kaptan nemo / prens dakkar: jules verne’in “denizler altında 20.000 fersah” ve “esrarlı ada” romanlarında görünen bu esrarengiz ve karizmatik denizci, nautilus adlı, mühendislik harikası bir denizaltının kaptanıdır. britanya imparatorluğu başta olmak üzere emperyalist devletlerden nefret eden nemo, geçmişindeki trajik olaylar sebebiyle tüm insanlığa küsmüş ve kendini dünyadan soyutlayarak denizler altında bir yaşamı tercih etmiştir.

    victoria dönemi serüven edebiyatı denilince ilk akla gelecek karakter olan sherlock holmes, moore tarafından kasıtlı olarak cemiyet’e dahil edilmez çünkü moore cemiyetteki karakterlerin hiçbirinin diğerlerinden daha ön plana çıkmasını istememiştir. serüven / polisiye edebiyatındaki konumu ve dünya çapındaki ünü düşünüldüğünde holmes’ün dışarıda bırakılması yerinde bir tercihtir. her ne kadar cemiyetin bir üyesi olmasa da, holmes’ün kendisi, abisi mycroft holmes ve baş düşmanı prof. james moriarty hikayede kilit noktalarda yer almaktadırlar.

    cemiyet’in evreninde, tüm bu karakterlerin ilk ortaya çıktıkları romanlardaki olaylar da aynen yaşanmış kabul edilir fakat çeşitli durumlarda moore’un hikayenin akışı için gerekli olan bazı değişiklikler yaptığı görülür: örneğin esrarlı ada’nın sonunda ölmüş olan nemo aslında ölmemiş, sadece öldü süsü verilmiştir. bir başka örnek olarak, dr. jekyll, mr. hyde’a dönüşürken romandakinin aksine küçülmez, iri ve kuvvetli bir canavar haline gelir çünkü bünyesindeki iksir zamanla böyle bir yan etkiye yol açmıştır.

    karakterlerden bahsettikten sonra bir not düşmek elzemdir: karakterlerin serüven edebiyatından derlenmiş olması ve o’neill’ın çizimlerinin karikatürize üslubu, bu eserin çocuklara da hitap edeceği yanılgısına yol açmamalıdır zira cemiyet, hayli yüksek oranda şiddet, cinsellik ve argo içermesiyle, doğrudan doğruya ve sadece yetişkin okura hitap eden bir iştir.

    ilk cildin başlangıcında, ingiliz istihbarat birimi mı5 ajanı campion bond, mina murray’e cemiyet’i oluşturacak diğer üyeleri bulma ve bir araya getirme görevini verir (campion bond karakteri, cemiyet’te başka bir edebi kaynaktan alınmış olmayıp, moore tarafından yaratılmış nadir orijinal karakterlerden biridir ve soyadından tahmin edilebileceği üzere, ıan fleming’in meşhur ingiliz casusu james bond’un büyükbabasıdır).

    murray ve ona eşlik eden nemo, ilk olarak kahire’deki bir batakhanede afyon bağımlılığının pençesine düşmüş allan quatermain’i kurtarıp cemiyet’e dahil ederler. ardından, cemiyet’in kas gücünü teşkil edecek mr. hyde’ı (ve dolayısıyla diğer kişiliği dr. jekyll’ı) yakalamak üzere paris’in yolunu tutarlar. bu noktada polisiye okurlarını bir sürpriz beklemektedir: morgue sokağında, insandan ziyade hayvana benzeyen bir yaratık tarafından işlenmekte olan korkunç cinayetlerin zanlısının mr. hyde olduğundan şüphelenilmektedir ve bu soruşturmada cemiyet’in yardımına koşan kişi, geçmişte benzer bir vaka üzerinde çalışmış olan dedektif c. auguste dupin’den başkası değildir! edgar allan poe tarafından yazılmış ve geniş çevrelerce ilk polisiye eser kabul edilen “morgue sokağı cinayetleri” adlı hikayedeki dedektiften başkası değildir bu. zorlu bir macera sonrasında mr. hyde da ele geçirilip, zoraki olarak ekibe dahil edildikten sonra geriye yalnızca bir üye kalır: görünmez adam.

    yatılı bir kız okulunda gece vakitleri bazı öğrenciler görünmeyen bir varlık tarafından tecavüze uğramakta ve bu varlığın bir çeşit kutsal ruh olduğunu düşünmektedirler. hazırda bekleyen cemiyet üyelerince suç üstü yakalanan bu “varlığın”, görünmez adam hawley griffin’den başkası olmadığı ortaya çıkar. böylelikle tüm üyeleri bir araya gelmiş olan olağanüstü beyefendiler cemiyeti, britanya imparatorluğu’nu türlü tehlikelerden korumaya hazırdır.

    cemiyet’in görevleri ise, campion bond’un amiri olan ve yalnızca “m” olarak bilinen gizemli bir kişiden gelmektedir. hikaye ilerledikçe ortaya çıkar ki, bu kişi, “suçun napolyon’u” olarak bilinen ve sherlock holmes’ün en büyük düşmanı olan profesör james moriarty’den başkası değildir. bu noktada bir “flashback” sekansı ile, sir arthur conan doyle’un “the final problem” adlı sherlock holmes öyküsündeki kritik bir ana yeniden tanık oluruz; holmes ve moriarty, reichenbach şelalesinde ölümüne bir dövüşe girişmişlerdir. ancak doyle’un öyküsünün aksine, moriarty şelaledeki düşüşünden sağ çıkmıştır. hatta ingiliz istihbarat sistemi içerisinde yüksek bir makama gelerek eskisinden de güçlü bir hale gelmiştir. suçun napolyonu’nun böyle bir mevkide ne aradığı, dahası cemiyet’le ne gibi bir işi olduğu gizemlerini çözmeyi ise okura bırakmak en doğrusu olacaktır.

    ilk ciltte cemiyet’in rakibi olarak ilk önce, yazar sax rohmer’in romanlarında görünen ikonik çinli suç lordu fu manchu’yu görürüz (gerçi telif hakkı yüzünden karakterden sadece “doktor” olarak bahsedilir). ancak hikaye ilerledikçe cemiyet daha “derin” bir işin içinde olduğunu anlayacaktır; gerçek düşmanları yüzünü sonradan gösterir.

    ikinci ciltte ise, cemiyet’in yeni emir vereni (yeni “m”) olarak, sherlock holmes’ün abisi mycroft holmes’ü görürüz. holmes, cemiyet’i bu defa daha çetin bir düşmanı durdurmakla görevlendirir: mars’tan gelen uzaylı istilacılar! buradan tahmin edilebileceği üzere, ikinci cilt, h. g. wells’in bilimkurgu romanı “dünyalar savaşı”nı ana tema olarak kullanır. ikinci cildin ardından farklı bir noktaya doğru evrilmeye başlayan olağanüstü beyefendiler cemiyeti, kadrosundan bazı karakterleri çıkararak, fakat yenilerini ekleyerek evrenini genişletir ve zamanda ilerleyerek her macerada günümüze biraz daha yaklaşır.

    xıx. yüzyıl victoria dönemi ile açılan cemiyet maceraları, son macera “the tempest” ile 2010’lu yıllara kadar ulaşmıştır. cemiyet’in maceraları ve genel konseptindeki değişimin sebebi, moore’un bu çizgi roman üzerine olan düşüncelerinin zaman içinde evrim geçirmiş olmasıdır. moore ilk başta bu seriyi, victoria döneminde geçen bir süper kahraman takımı macerası olarak görüyordu. ancak özellikle ikinci ciltten sonra, sadece victoria dönemi avrupa serüven edebiyatı ile sınırlı kalmayıp, zamandan bağımsız olarak “tüm insanlık kurgusunu” işin içine dahil edebilmek için bir fırsat olarak görmüştü cemiyet’i. insanlığın yarattığı tüm kurgu tek bir evrende bir araya getirilirse ne olur sorusunun cevabı haline gelmişti bu çizgi roman. böylelikle moore, idea evreni teorisinin bir pratik uygulamasını da sunmuş oluyordu.

    moore’un cemiyet evreninin genişlemesinde, her bir cildin sonunda yer alan ve neredeyse bir kitap kalınlığında olan ekler de büyük rol oynamıştır. çizgi roman değil, illüstrasyonlu metin olarak hazırlanan bu eklerden özellikle ikinci ciltte yer alan “new traveler’s almanac (yeni gezgin almanağı)”, kurgu edebiyatta adı geçen neredeyse tüm hayali mekanların (ki burada yüzlerce edebi eser söz konusudur) haritasını çıkarmasıyla hayret veren bir gezi rehberidir.

    cemiyet’te referans hususu bazen öyle bir seviyeye varır ki, kimi panelleri büyüteçle incelemek gerekebilir. örneğin ilk cildin kapağında, arkaplandaki nautilus tablosunun altındaki ressam imzasına bakılırsa “basil hallward” adı görülecektir (hallward, oscar wilde’ın “dorian gray’in portresi” romanındaki ressamdır). veya nautilus’ta bir köşeye atılmış bir gazeteye dikkatli bakılırsa, gazetenin isminin “new lincoln herald” olduğu görülecektir (jules verne’in esrarlı ada romanındaki kazazedelerin adadan kurtulduktan sonra yayınlamaya başladığı gazetenin adıdır).

    cemiyet’in, konsepti gereği edebi eserlere bu denli fazla referans barındırması, jess nevins’in kaleme aldığı açıklamalı notlardan oluşan 3 adet rehber kitabın yayınlanmasına vesile olmuştur. cemiyet bu özelliğiyle, sıkı edebiyat okurları için zaman zaman bir çeşit entelektüel bulmacaya, bir edebiyat bilgisi sınama oyununa dönüşebilmektedir. cemiyet’te referanslar edebiyatla sınırlı kalmamaktadır. çizgi romanın bizzat kendisi, grafik tasarım anlamında xıx. yüzyılda yayınlanan bir tefrika / magazin hissiyatı verecek formatta tasarlanmıştır; mizahi editör notları, sahte reklamlar / ilanlar ve bulmaca ekleri, dönem hissiyatı sunan eğlenceli eklentilerdir.

    bu hissiyatta çizer kevin o’neill’ın büyük payı elbette yadsınamaz. o’neill’ın olağanüstü detaylı ve özenli çizimleri, victoria dönemi yayınlarının gravür baskı illüstrasyonlarını andırması sebebiyle çizgi romanın içeriğiyle uyum içerisindedir.

    cemiyet’in son macerası olan 2019 tarihli “the tempest” aynı zamanda, yazar moore ve çizer o’neill’ın çizgi roman sektöründen emekli oldukları iş olması açısından da önem arz etmektedir.

    cemiyet’in sayfaları, sadece çizgi roman severleri değil, edebiyatın herhangi bir türüne meraklı olan herkesi, insanlık kurgusunun büyüleyici evreninde kaybolmaya davet ediyor…
  • hmm bilmiyorum valla... yani, şöyle diyeyim, filmin süper süper süper olmasi için çok fazla sebep var, süper olduklari denenmiş ve görülmüş karakterler başta olmak üzere; karakterlerin çoğunu taniyor ve seviyor olmamiz da beklentileri yükselten başka bir etken... film genel olarak güzel doğrusu, sevilerek izleniyor, ama hep de ağizda bir garip tad birakiyor... ya da en azindan şöyle diyeyim, film, kaynaklandiği fikir kadar heyecan verici olamiyor maalesef... ayrica, bilinen karakterlerin kullanimi da çift tarafli bir etken, izleyici hem sevdiği karakterlerin olduğu filme daha çabuk bağlaniyor, hem de kafasinda yarattiği imajla uymadiği zaman hoşlaşmiyor... böyle bir tepki duyacağimi biliyordum ve uyarlamalarin uyarlama olduğunu, bu yönden yargilamamak gerektiğini kendime hatirlatarak izledim filmi, ama yine de kaptan nemo ve nautilius ile kendimi tutamaz oldum... buyrun madde madde gidelim yine:

    kaptan nemo: ninja kaplumbağalardaki görevi: donatello. ben jules verne'in denizler altinda 20.000 fersah kitabini çok çok çocukken okumuştum ve kaptan nemo'dan süper etkilenmiştim. şöyle diyeyim, benim hayalimde canlandirmiş olduğum kaptan nemo son derece medeni, zengin ve meraklı bir bilim adamiydi, bunlarin yanisira kendisi dünyadan ve üzerindeki insanlarin davranışlarından nefret ettiği için kendisini denizlerin altina vurmuştu. her ne kadar medeniliğinden bahsetmiş olsam da, salon adamı ve yol yordam bilişi olarak medeniliğini kastetmiştim, zira kendisinin bir gemi dolusu insani gözünü kırpmadan ölüme göndermiş olduğunu da daha önce görmüştük. yani kendisi, değer yargıları değişik, idealleri farklı, bunlara göre hareket eden bir adamdi kitapta... x-men'deki magneto gibiydi bir yerde... herneyse, dediğim gibi filmde karşılaştırma yapmamaya çalışmıştım ama neden kaptan nemo'da böyle bir değişiklik yapildiğini, ölüme tapan korsan hintli donatello moduna çevrildiğini anlamakta güçlük çekiyorum... keşke böyle olmasaydi, abraham lincoln tadinda takım elbiseli bir adam çıksaydı karşımıza...

    allan quartermain: ninja kaplumbağalardaki görevi: leonardo. kendisiyle ilk defa filmde tanıştım; hoş başarılı gerekli bir karakter olmasına rağmen ne "iç çekişmesi olan lider adam" muhabbeti yeni, ne de karizmatik tecrübe abidesi rolunde sean connery ilk defa görünüyor... yine de, aksanını seviyorum bu herifin, çıksın oynasin, üstelik pek de iyi oturmuş rolüne, her rolüne oturduğu gibi... hatirlayiniz efendim, bir zamanlar bu adam james bond rolünü oynuyordu... yine de şunu da ekleyeceğim, bu adamin tom sawyer'i manevi evladi edineceği ve kaybettiği oğlunun yerine koyacaği o kadar belliydi ki bu tahmin edilebilirlik canimi sikti... 21 yaşında bütün holivud klişelerini öğrenmiş olmaktan ve hayatımın geri kalanını japon filmlerinde kimin kim olduğunu anlamaya çalışmakla geçirmekten korkuyorum doğrusu...

    tom sawyer: ninja kaplumbağalardaki görevi: michelangelo. bizim tom? vay vay vay, ben senin elma karşılığında duvar boyattığın haytalık günlerini bilirim ulan, sen nasıl gittin de ajan oldun vampirlere yazdın? ama sen veletken de böyleydin... herneyse, tom sawyer kardeşim de bariz bir şekilde sean connery'nin yanında konuşacak birisi olsun, hem yaptığı hareketleri, hem trajedisini açıklayabilsin, allan quarteramain daha derinliğine incelenebilsin diye konmuş gibi geldi... extraordinary bir league'de en normal en insani arkadaş buydu yani... heralde seyirci kendisini en çok bununla özdeşleştirmiştir, bilmiyorum... ben dorian gray'i sevdim valla... buyrun ona geçelim

    dorian gray: ninja kaplumbağalardaki görevi: dorian gray. bu arkadaş iyi olmuş. bence kendisi açık arayla filmin en iyi karakteri, kitabini okumamiş olan bana yeni birşeyler veren en çok bu arkadaş oldu... ha diyeceksiniz "ulan dürzü madem yeni şeyler ariyorsun neden daha önce kitaplarini okuduğun adamlarin filmine gidiyorsun?" ben de size diyeceğim "eski yatakta yeni nehir aradim" diyeceğim, o kadar. tao okuyorum evet. herneyse, gerek ölümsüz oluşu, gerek tablosu ve durumunun ilginçliği ile dorian filmin en takip edilesi karakteri bence... zaten oscar wilde yazmiş...

    dr jeykll/mr hyde: ninja kaplumbağalardaki görevi: sittirin lan, iyi ki bi espri yaptik. valla yeterli süre hulk okumuş birisinin bu karakterde takılacağı pek birşey yok... ha, bu jeykll/hyde'in suçu değil, hulka ilhami veren kendisi, ama ne yaparsin, quartermain'in de dediği gibi, geçen yüzyıl hyde'in, bu yüzyil hulk'ın... ayrica ben christopher lee'nin sadece suratini buruşturarak yaptığı hyde'i daha çok beğenmiştim, özel efekt herşey değil diyorum buradan da holivuda... hem her hyde'in içinde iyi bir adam bulunur saniyorsaniz yaniliyorsunuz, aynada içindeki canavarla tartışma tribini de spiderman'de görmüştük... köklerini bu kadar sağlam yerlerden alan bir filmden daha yeni şeyler beklerdim... (bu iyi oldu ya, sonuç paragrafı yazarken kullanayim)

    mina harker: ablayla da yeni tanıştım, o da fena olmamış... tabi bildiğimiz vampir konseptini altüst ettiyse de, barbour giyen kolejli kizlar vampir avladiktan sonra kendisine diyecek bir lafimiz yok, kat kat süper olmuş aksine... yalniz kimyager tribinin de nedense bana feci yalan geldiğini belirtmem gerekiyor... "part time vampirim, part time tekel'de çalışıyorum" tadında replikler geldi aklima, mina'dan soğudum... nedense bir vampirin hobisi olabileceği fikri saçma geliyor...

    skinner: iyi göremedim bu kardeşi...

    skinner: tamam tamam, kötü espriydi. ama tam anlamiyla da yalan değildi, pek değinilmemişti bu kardeşe... genel olarak grubun neşeli tasasiz elemaniydi kendisi, quartermain'in ne kadar yetenekli olduğunu göstermeye yaradi...

    m: bu arkadaş sherlock holmes'deki prof mortuary miydi acaba? bir ara sanki öyle birşey söylendi, ama tam emin olamadim... herneyse, m de bana feci sallama geldi, zaman zaman perdeye doğru "oolum birak artik bunlari" diye bağirasim geldi, ama tuttum kendimi, zaten 11 matinesiydi...

    filmde dikkatimi çeken bir başka nokta da, dövüşler sirasindaki eşleşmelerdi, insanlar insanlarla, görünmezler görünmezlerle, hyde'lar hyde'larla; böylece herkes hayatta kalmak için onları insanlardan ayıran, normal topluma yabancılaştıran kimliklerine iyice sarılmak zorunda kaldi, eğlenceli bir durumdu bence... hoş bu grubun, hydegilleri saymazsak kimliklerinden pek şikayetçi olduklarini sanmiyorum, en azindan dorian öyle görünmüyordu...

    ah, içimdeki bir başka ukte de nautilius... mantıklı olmak istemiyorum, fantezi diyip filmi öyle kabul etmek istiyorum, sorgulamanın mantıksız olduğunu biliyorum ama söylemeden de edemeyeceğim, on metre derinliğindeki seine nehrinde bu underwater postmodern titanik nasil yüzdü? allahin venedik şehrine nasık girebildi? tamam, değişik ve güzel bir tasarımdı, ama denizaltı diye sokulacak bir gemi de değildi... hint işi nautilius bu kadar olur diyip susmak istiyorum... susmak istiyorum... susmak istiyorum ama hiçbiriniz beyaz bir denizaltı gördü mü allahaşkına? tamam sustum.

    bence filmin en parlak yanı 19. yüzyil karanlık atmosferi., özellikle şehirlerin havadan görüntüleri beni hayran hayran baktırdı... öbür taraftan insani feyk manyağı yapmaya çalışan senaryosu ve klişe trajedileri de aynı derece bezdiriciydi... farklı birşey istiyorum, farklı, challenging, sürprizlerle dolu... "o zaman niye gittin lan lxg'ye?" -haklısın abi. anlamsız bir umut işte...

    böyleyken böyle. ne demiştim bakayim? hah, köklerini bu kadar sağlam yerlerden alan bir filmden daha yeni şeyler beklerdim... okumuş olduğum karakterlerin filmdeki halini beğenmedim, yenilerin de karakteristik özelliklerini tuttum, film yorumunu sevmedim... doğrusu çok şey bekliyordum, ama hep adini koyamadiğim bir memnuniyetsizlik vardi filmde... yine de evinize alıp kafanızı dağıtmak için rahatça seyredebileceğiniz bir film, ortanın üzeri, potansiyelin çok çok altı...
  • 3d modellemeci arkadaşların, yönetmen, senarist, prodüktör ve tasarımcılar tarafından saç baş yolmaya zorlandığı filmdir bu kanımca;

    - bu nautilus, o kadar büyük olsun ki; denizde uzaktan gördüğümüzde adamlar güvertede karınca kadar görünsün.
    - olur abi, kolay iş.

    iki ay sonra:

    - nası, güzel olmuş dimi?
    - çok güzel, çok güzel. sen şimdi bu gemiyi biraz küçült, o geçen hafta çizdiğiniz venedik binalarının arasına sokcaz biz onu.
    - abi, naaptın ya!?!!
    - yap işte sen bişiler, öyle zor giriyomuş, köprülerden geçemiyomuş falan...
    - peki abi....
    - ha! yanında da biraz boşluk bırak da, nautiloid düşcek oraya bi de, hadi çıktım ben, baay...
    - ............nası ya?
  • alan moore ve kevin oneill'in yarattığı çizgi roman. amerikan ve ingiliz edebiyatının tanınan bazı kahramanları, (drakula'nın karısı, görünmez adam, kaptan nemo, dr jeykll, alan quarterman), sherlock holmes'un biraderi mycloft holmes'un liderliği altında ingiliz gizli servisi için çin mafyasına karşı birleşir ve maceradan maceraya koşarlar.çizimleri, fantastik kurgusu ve hikayesi mükemmel olan bu çizgi roman tamamen bir 18. yüzyıl ingiliz dergisi formatında çıkmaktadır, dergideki kurgu, reklamlar ve editör köşesi de ayrı bir zevk kaynağıdır.
  • küçükken hastası olduğum jules verne, esrarlı ada adlı romanında -ki mevzubahis roman lost'un öncülüdür- kaptan grant'in çocukları, denizler altında 20.000 fersah ve bir iki kitabının daha karakterlerini bir araya getirmek gibi dahiyane bir iş yapmıştı. o dönemlerde, hele ki seri halinde yayımlanmamış romanların kahramanlarını bir araya getirme fikri gerçekten takdire şayan ve orjinaldi. durumu önceden bilmediğim için esrarlı ada'yı okurken normalde alacağım zevk ikiye katlanmış, her şeyin ötesinde kaptan nemo'yu bir kez daha görmüş olmaktan dolayı mutlu olmuştum.

    the league of extraordinary gentlemen grafik-roman serisi de işte tam olarak bu tarz bir zevke hitap etmekte. her ne kadar internet üzerinden 1-2 sayısını okuyabilmiş olsam da, hakkında fikir sahibi olacak kadar fazla döküman okudum hakkında ve ilk haberim olduğundan beri türkiye'de de yayımlanır diye umutsuzca beklemekteyim. alan moore *** üstadın, edebiyat dünyasının büyük kahramanlarını bir araya getirdiği bu eser jules verne'in bir asır önce yaptığını bir adım daha ileri taşımış, çocukluğu ile ilk gençliğini bu kahramanların hikayelerini okuyarak geçiren benim gibi pek çok insanı da ihya etmiştir. kaptan nemo var abicim, daha ne olsun?
  • filmi nasıl olacak bilemiyorum, fakat the league of extraordinary gentlemen'in çizgi romanı koleksiyonumdaki özel yerini her zaman koruyacak, sadece alan moore'un incelikli hikayesi yüzünden değil, aynı zamanda çaylak kevin oneil'in estetik değil atmosfer kaygısı güden fevkalade başarılı ve özenli, sade ama detaylı, grafik ama "emotional" çizimleri yüzünden böyle bu.

    karakterlerin hiçbiri anlatıldığı üzere yüzeysel biçimde harcanmış değil, her biri tek tek kendi hikayelerinden çıkartılıp başka bir macerada bir araya getirilmiştir, çoğu gönülsüzce fantastik bir ortaklığın içinde bulmuştur kendini, hiçbirinin orjinal hikayelerine en ufak bir gönderme yoktur, dolayısıyla drakula'nın kitapta adı bile geçmemektedir, dr jeykll urban fransa'nın arka sokaklarından çok uzaktadır, kaptan nemo denizler altında 20 bin fersah' ta hiç sözü geçmeyen, yer almayan yönleriyle çıkmaktadır karşımıza. göndermelerle dolu sıkıcı bir what if denemesinden çok özellikle de bu klasik kitapların ve karakterlerin sevenleri için yazılmış ve çizilmiş bir çizgi roman şölenidir söz konusu olan, tabii anlayana.

    serinin asıl amacını görmezden gelmek isteyenler için eleştirmek kolay olacaktır elbette, oysa alan moore 1800'ler ingilteresi'nin atmosferinin hayret verici bir gotik yorumunu yapmış, kevin oneill ise her majestys reign dönemini ve alt sınıftaki yozlaşmayı karanlık bir ayna gibi yansıtmıştır, çizgi roman adına heyecan verici bir denemedir bu baştan sona. hatta kapak içleri ve okuyucu mektupları köşesinde bile özenli ve komik bir format yaratılmış, dönemin gazete ve dergilerinin şahane parodileri yapılmıştır. bu bölümleri görebilmek için, çizgi romanı fasikül olarak toplamanın keyfine varmış olmak gerekiyor tabii. tleg'ı fasiküller tamamlandıktan 6 ay sonra cilt olarak satın alanlar lütfen bana cevap vermesin. o kadar küçülemem.

    neyse..

    bu kitapta "müslüman, arap ve çinli düşmanlığı"nı sadece ağır bir "oryantalizm kompleksi" bunalımı geçiren zihinler icat edebilirdi, arabistanda geçen sahneler alan quarterman'in maceralarının son bulduğu yerden başlıyor, yani arabistan'ın afyonhanelerle dolu fakir arka sokaklarından... dolayısıyla evet, orada altın koşumlu atıyla seken şık ve eğitimli arap prensleri göremiyoruz (nerde görüyorsak?), fakat ingiltere'nin arka sokaklarının çizildiği sahnelerden daha kötü görüntüler de bulamıyoruz, arayan bulur mottosu burada geçmiyor. londra'yı gösteren karelerdeki çürümüşlük ve yoksulluk yanında sözü geçen arap kardeşler gürbüz kalıyor. hem mümin kardeşlerimiz müsterih olsun, müslümanlıkla ilgili en ufak bir gönderme zaten yok. çin düşmanlığının ise ele geçirilmek istenen gizli silahı elinde tutan çin mafyası'na karşı olduğu söylenebilir ancak, söz konusu mafya bir takım çin işkenceleri uygulayan, acımasız katiller ve canilerle dolu bir suç yuvasıdır gerçekten de, tıpkı dünyanın her hangi bir yerindeki her hangi bir mayfa gibi... londra'nın kozmopolitliğini gösterir bu çin mafyası, ayrıca ingiliz sinema geleneğindeki fu manchu ekolünü akla getirir.

    hikayeyi okuyup özelikle kaptan nemo'nun nefis karekterinin "ingiltere hesabına çalışan, casusluk yapıp vahşice adam öldüren bir kişilik haline sokulması" ise belki de çizgi romanın türkçeye çevrilmesini beklemeden alıp okumanın ingilizce bilmeyenler için bir hata olduğunu gösteriyor bize dostlar. bir free agent olduğunu pek çok yerde belirten soğuk ve belki de hikayedeki en karizmatik karakter olan nemo'nun canileştirildiğini söylemek tıpkı mulan'daki türkilerin atalarımıza saygısızlık olduğunu haykıran, hamamda öpüşme sahnesi var diye dünyayı ayağa kaldıran zihniyetin sindirememişliğine benziyor. bu tür komplekslerden hala mı kurtulamadık?

    bırakın insanlar bu karakterlerle bu çizgi roman sayesinde tanışsın, ellerinde geriye dönüp klasikleri okumak için bir fırsat daha olsun, bu sayede belki de klasikler tozlu raflarda çürümekten bir nebze olsa kurtulur. the league of extraordinary gentlemen'i okuyup kafası karışacak derecede düşük zeka yaşına sahip insanların zaten okuma öğrenecek seviyede olmadığını hepimiz biliyoruz.

    bir klasik ve bir usta olsa da herge'yi hala çizgi romanın en yüksek çitası olarak görenler çizgi romana sadece çocukluk nostaljisi olarak bakıyor demektir. bir takım ırk ve din düşmanlığı aramak söz konusu ise en güzeli tenten kongoda'ya, tenten sovyetlerde'ye, mavi lotus'a, kırık kulak'a ve daha pek çok tenten macerasına bir göz atmak, sonra konuşmaktır. çok sevdiğim tenten'e ve hergé'ya bu suçlama başka yer ve zamanda yapılsa savunurdum, özrü kabahatinden büyük bir yazı okuyunca istemeden de olsa tartışması yıllar önce kapanmış olan, son sözü de hergé'nin bizzat söylemiş olduğu bu konuyu yeniden ortaya atmak zorunda kaldığım için üzüldüm. lütfen bu tür gereksiz tatışmaları hala saf ve çocuksu kalmayı başarabilen belki de tek sanat olan çizgi romandan uzak tutalım. yoksa pek yakında ken parker'ın bir macerasında cameo yapıyor diye edgar allen poe'yu kurtarma seferberlikleri bile başlayabilir.

    bana kalırsa bu yazıya en güzel cevabı bizzat alan moore, birhal the league of extraordinary gentlemen'in okuyucu mektupları köşesinde verebilirdi. pek yakında ikinci bir seri, farklı kahramanlarla birlikte çıkacağı için belki de yukarıdaki yazıyı onlara gönderip bu tatsız yazının sonunu eğlenceli kılabiliriz. onun yerine şimdilik bir editör yanıtı'nı ben aktarayın buraya, here comes the comic relief:

    sir, how dare you? while your well-intentioned words speak of your obvious and charitable concerns for those more poorly educated than yourself, we feel that it would be a grave mistake to mollycode such unfortunates within our readership by giving them a fighting chance at understanding what is going on. did we give the zulus or the mahdi mutineers a chance? no, sir, we most assuredly did not! where is the intellectual challenge or adventure for the reader to be found if we blandly assert, for example thet the "anna coupeau" we refer to on the page eighteen of the second issue is associated with the writer mr. emile zola? better, you'll agree that if the reader in question wades through scores of pages detailing the squalid lives of continental prostitutes and their untimely deaths from sepsis and veneral disease.
    if it consoles you, we may at some future date provide an announcement saying that they should read all the classic books which form the basis of our magazine, for those benighted readers who have not yet fathorned the correct use of a library card. spare the rod and you will spoil the child entirely. heaven help us sir, if there's a war!
  • - what are you?
    - i'm complicated.

    diyalogu da bir o kadar karizma olan eglenceli bir yapim..
  • baştan aşağı steampunk kokan filmlerdendir. bu temayı baz alan görsel yapımların az olması nedeniyle hazz verir.
  • tıpkı america's sweathearts'da olduğu gibi; un, şeker ve yağ olmasına rağmen helvanın yapılamadan kaldığı film. mekan ve kostüm dizaynları dikkate şayan. kapanış jeneriğinde göze çarpan hatırı sayılır sayıda çekoslavakyalı, filmin amerikanlaştıramadıklarımızdan olmasının sebebini açıklar gibi.
hesabın var mı? giriş yap