• solcu, sosyalist, komünist, marksist dünya görüşünün başlıca temelidir ki, bu da tarihin, maddesel ihtiyaçları üretme süreci içinde oluşup geliştiği fikrini içerir; toplumlar bulundukları yere, yaratabildikleri üretim araçlarının niteliğine göre birbirlerinden ayrılırlar, kimi zaman birbirine hiç benzemeyen gelişim yolları izlerler; ama bir solcu, sosyalist, komünist, marksist, yalnızca bu kuramı bilmekle kalmaz, onun kendisine verdiği yöntemi kullanarak, içinde bulunduğu toplumu tanımaya çalışır, bunun için de toplumun geçmişine uzanır ister istemez. eskiden padişahlar, paşalar, beyler keyif sürmüşler gibisinden ilkel değerlendirmeler ile tarihi gülünç etmeye kalkmaz. daha da ileri gideyim, geçmişi tümden kötülemez o hiçbir zaman; tam tersine olarak, geçmişte bugünü yaratan güçleri araştırır bulur, dünün bugünü yarattığına, bugünün ise yarını yaratacağına inanarak, sürüp giden zaman içinde olaylara bir nedensellik ilişkisi biçer. kısacası, bir solcu, sosyalist, komünist, marksist, zamana ve tarihe inanır, zamana ve tarihe değer biçer, ama bunu yaparken duygusallığa kaptırmaz kendini.

    peki, muhafazakarların [ya da en geniş anlamda sağcıların diyelim], sol kesime yönelttikleri "sizi bizim şanlı tarihimizi yadsıyorsunuz" sözünün kaynağı nedir? onlar neden bu sözü ikide bir yinelemeyi gerekli görüyorlar? solcular uluslarını sevmezler mi? solcuların, sosyalistlerin geçmişi olmayan bir toplum yaratmak düşü ardında olduklarını mı sanıyorlar?

    düşünelim... öncelikle "siz bizim şanlı tarihimizi yadsıyorsunuz" sözünden o "şanlı" sözcüğünü çıkaralım. neden diye sorulacak olursa, tarih bir bilimdir de ondan; geçmişteki olayları "şanlı olan", "şanlı olmayan" diye ikiye ayırıp yalnızca "şanlı olan" üzerinde durmaz. diyelim ki, şanlı olan tarih, geçmişteki zaferlerimizdir; iyi ama, geçmişteki yenilgilerimizi tarih bize anlatmayacak mı? bütün bunlardan daha önemli olarak, geçmişteki zaferlerin de, yenilgilerin de nedenlerini öğrenmemiz gerekmez mi? tarihi zaferlerle, yenilgilerin toplamı saymak yanlıştır. bir başka deyişle, tarih sadece övünmek için değildir, günümüzü anlamamıza yaradığı ölçüde değer kazanır o, yarınımızı kurmamıza elverdiği ölçüde önemlidir.

    eğer biz tarihe bakarak kendimizi başka uluslardan üstün görürsek, düş kırıklığımız korkunç olur. nitekim öyle oluyor. ilkokulda en büyük ulus olduğumuzu öğrenen bir küçük öğrenci, lise, üniversite sıralarında bir türk bilim adamına, bir türk filozofuna rastlamayınca kendine güvenci kalmıyor. nedeni besbelli,; bizim sağcılar geçmişin canlandırılamayacak, ölmüş olayları üzerinde duruyorlar, gençlere bunları öğretmekle ilerleyeceğimizi sanıyorlar da ondan. tarihten alınacak şeyi bilmek çok önemlidir. sosyalist jean jaures, sağcılara şöyle demişti : "geçmişin ateşini biz aldık, siz ise külünü saklıyorsunuz."

    gerçekten de, sağcılarla solcular, tarihi benimsemek ya da yadsımak bakımından değil, tarihe bakış açılarında birbirlerinden ayrılırlar. sözgelişi bir sağcı, osmanlı imparatorluğu'nun ilerleme dönemini türk'ün kahramanlığı ile açıklamak yolunu tutar da, yenilgilere sıra gelince, diyelim geleneklere saygının ortadan kalktığını söylemekle bunlara bir neden gösterdiğini sanır. yahut suçu gavurlara yükler (böyle düşünen solcularımız da var). savaşlarda savaşanların kahramanlığı elbette sonucu etkileyen bir ögedir, ama yalnızca bir ögedir; ekonomik, siyasal durumlardır savaşların alınyazısını yazan. zaferden zafere koşan bir toplumun sonradan yenilgiler altında ezilip yok olmaya yüz tutmasının nedenlerini irdelerken, bir solcu, hiç de ulusunu töresel bakımdan yolunu şaşırmakla suçlamaya kalkmaz, namussuz düşmana, gavura kızmakla bu sorunun anlaşılacağını düşünmez, bizi bugüne getiren olaylar dizisinin yasalarını anlamaya çalışır o. bunu anlayınca da, biz artık geçmişin ağırlığı altında kalmaktan kurtuluruz. başka bir deyişle, bugünün ışığı altında bakarız geçmişe. bütün iş, belli bir dönemde çalışma düzeninin nasıl olduğunu ortaya çıkarmakta toplanır. nitekim karl marx ve friedrich engels, "bildiri"de şöyle derler: "burjuva toplumunda çalışma, kapitaldeki birikmiş emeği arttırma aracından başka bir şey değildir. sosyalist toplumda ise biriken emek, çalışanların yaşamasını genişleten, zenginleştiren bir araç olacaktır. burjuva toplumunda geçmiş şimdiye egemendir, sosyalist toplumda ise şimdi, geçmişe gemen olacaktır."

    her şeyden önce yapılacak iş, tarihi savaşların, padişahların tarihi olmaktan çıkarmaktır. tarih geçmişe de, geleceğe de uzanan bir halkın tarihinden başka bir şey olamaz. bir solcuyu, geçmişini bilmemekle ya da yadsımakla suçlamak yanlıştır. bir solcu ulusu tarihin akışı içinde gerçek bir varlık olarak kabul eder. uluslararası birlik düş-ü ise, özgür, bağımsız insanların gönüllü birleşmesinden doğacağına inanılan bir düş-üncedir.

    bizim tarih kitaplarımızda anlatıldığı gibi, rönesans denilen olay, fatih sultan mehmet'in istanbul'u alması ile istanbul'dan kaçan bilginlerin italya'da yarattıkları bir uygarlık atılımı ise, bize bundan bir övünç payı çıkarmak olanaksızdır. çinlileri sınıra büyük bir duvar örmek zorunda bırakmak hiç de övünülecek bir olay sayılamaz.

    bunun gibi, geri kalmadığımız, fakat geri bırakıldığımız üzerine sözler de, ulusumuzu, halkımızı zavallı, umarsız durumda betimlemekten başka bir anlama gelmez. bütün sorun osmanlı düzeninin nasıl bir ekonomik düzen olduğunu bilmekte toplanmaktadır. başka bir deyişle, batı'dakine benzer bir 'kapitalist birikim' osmanlı imaparatorluğu'nda niçin gerçekleşmedi? orada olan niçin burada olmadı?

    sağcının tarihe bakış açısı ile, solcunun tarihe bakışı arasındaki ayrıma değinmek istedim, ama kimi gün benim de duraladığım oluyor, "yoksa hiçbir ayrım kalmadı mı?" diye kendime soruyorum. sözgelişi "yurtsever cephe", "ulusal sol" vb. beşbenzemez kavramlarda olduğu gibi.
  • komünizm propagandası vs. demeden önce öncelikle tarihsel materyalizm anlayışına göre yazılmış bir tarih kitabı okuyun ve daha sonra eleştiriye başlayın. ben bu metodla yazılmış kitaplara bilimsel tarih kitapları diyorum. bu yöntem dışında yazılmış tarih kitapları masallardan ibaret gibi görünüyor. deneyin, bana hak vereceksiniz.
  • tarihsel materyalizm

    sosyal gelişmenin coğrafi etmenlerin etkili olabileceğini fakat ana etmenin olabilmesinin mümkün olmadığını göstermiştir. nüfus artışının da ana etmen alamayacağını göstermiştir. bu ispatlarken nüfus az ve çok olan ülkelerdeki sosyal gelişmelerinin nüfus artışı ile aralarında bir korelasyon olmadığını göstermiştir. coğrafi koşulların değişmesinin milyonlarca yıl aldığını ve sosyal gelişmelerin ise çok kısa bir sürece (bin yıllarla ifade edilen sürelerde köleci toplumdan feodal topluma feodal toplumdan ise kapitalist topluma geçilmiştir). coğrafi koşularının gelişmesinin sosyal gelişmesinin ana nedeni olamayacağı görülmektedir.

    o zaman toplumun maddi yaşam koşulları düzeni içinde, toplumun görüşünü, sosyal sistemin niteliğini, toplumun bir sistemden ötekine gelişmesini belirleyen temel güç nedir?

    tarihsel materyalizme göre bu güç insanın varoluşu için gerekli olan yaşama araçlarının elde ediliş ve biçimi; toplumun yaşayabilmesi ve gelişebilmesi içi zorunlu olan yiyecek, elbise ayakkabı ev yakacak üretim aletleri vb. gibi maddi malların üretim biçimidir.
    üretimin 3 temel özelliği

    üretimin ilk özelliği: üretiminin sabit kalmaması sürekli bir değişme ve gelişmesidir. bu değişim ile sosyal sistemin tamamında değişimi için ana nedenini oluşturur.

    üretimin ikinci özelliği: üretimdeki değişme ve gelişme daima üretim güçlerinde ve her şeyden önce üretim aletlerinde olan gelişme ve gelişmelerle başlar. üretim güçleri üretimin en hareketli ve en devrimci öğesidir.

    üretimin üçüncü özelliği: yeni üretim güçlerinin ve buna bağlı olarak üretim ilişkilerinin, eski sistemin dışında ve eski sistemin yok olmasından sonra değil, eski sistemin içinde doğmasıdır.

    ilk olarak toplumdaki üretici güçler değişir ve buna bağlı olarak insanlar arasındaki üretim ilişkileri, onların ekonomik ilişkilerini değişikliğe uğrar. üretim ilişkileri çok uzun süre üretim güçlerindeki gelişmenin gerisinde kalamaz ve bu gelişmeyle çatışamaz çünkü, üretim ilişkilerinin üretim güçlerinin niteliğine ve durumuna uyun düşmesiyle ve üretim güçlerinin gelişmesine eksiksiz bir ortam yaratmalıdır ki üretim güçleri ancak o zaman tam olarak gelişir.

    üretim ve üretim biçimi, hem toplumun üretim güçlerini hem de insanların üretim ilişkilerini kapsar, bu yüzden bunların maddi değerler üretimi sürecindeki birliğinin bir anlatımıdır.

    üretim biçimindeki değişmeler, kaçınılmaz olarak, sosyal sistemin tümünde sosyal düşüncelerde, politik görüş ve politik kurumlarda da bir değişmeyi gerektirir. üretim biçimindeki değişim sosyal ve politik sisteminin tümünün yeniden kurulmasını zorlar.

    üretim biçimi nasılsa, toplumun kendisi, toplumdaki düşün ve teoriler, politik görüş ve politik kurumlar da esas olarak öyledir. kısaca insanın yaşam biçimi nasılsa, düşünme biçimi de öyledir.

    toplumların gelişme tarihi her şeyden önce, üretimin gelişme tarihi, yüzyıllar boyunca birbirini izleyen üretim biçimleri tarihi, üretim güçlerindeki ve insanların üretim ilişkilerindeki gelişmenin tarihidir.

    tarih bilimi, gerçek bir bilim olacaksa, sosyal gelişme tarihini kralların, generallerin davranışlarına, o devletteki’’fatihlerin’’ ve ‘’galiplerin’’ yaptıklarına indirgemekten kurtulmalı, bu bilim, her şeyden önce, maddi değerleri üretenlerin tarihi, emekçi yığınların tarihi, halkın tarihi olma yoluna girmelidir.

    toplum tarihi yasalarının incelenmesinde anahtar olarak, insanların aklını, toplumun görüş ve düşünlerini değil, her hangi bir tarih dönemindeki toplumun uyguladığı üretim biçimini, toplumun ekonomik yaşamı almamız gerekir. bu yüzden tarih biliminin birinci görevi, üretimin yasalarını, üretim güçlerinin ve üretim ilişkilerinin gelişme yasalarını incelemek ve ortaya çıkarmaktır.
    bu yüzden proletarya partisi, gerçek bir parti olacak ise her şeyden önce üretimin gelişme yasalarını ve toplumun ekonomik gelişme yasalarını kavramalı ve bilmelidir.
  • marx ve engels tarihin nasıl ilerlediği konusunda daha önce kimsenin keşfedemediği evrensel bir tarih yasasını farketmişler ve bu yasanın adına tarihsel materyalizm ismini vermişlerdir. bu düşüncelerine toplumların sosyo-ekonomik hareketlerini inceleyerek ulaşmışlar ve bu hareketlerin birbirleriyle olan bağını ortaya koyarak tarihsel bir okuma gerçekleştirmişlerdir. marx ve engels’in görüşleri hem kendilerinden önce yaşayan filozofların toplamı hem de bir bütün olarak onların tüm görüşlerine eleştiri niteliğinde olan son derece kapsamlı bir felsefedir.

    tarihsel materyalizm, marx ve engels’in materyalist ve diyalektik görüşlerinin bir uzantısıdır, daha doğru ifadeyle kaynaşmasıdır. marx kendi ifadesiyle hegel’in diyalektik yöntemini başaşağıya çevirmiştir. hegel’den farkını şu şekilde açıklar: “benim diyalektik yöntemin hegel’inkinden yalnızca temelde farklı değil, ayrıca öz olarak da onun tam karşıtıdır. hegel’e göre ide adı altında bağımsız bir sürece dönüşen düşünme süreci gerçeğin yaratıcısıdır. gerçek ise idenin fenomenidir. bana göre ise bunun tam tersine düşünme süreci insan kafasında yansıyan ve düşünce biçimlerine dönüşen madde dünyasından hiçbir şey değildir”. hegel’in insan düşüncesiyle başladığını iddia ettiği tarih görüşüne karşılık marx, insanı hayvandan ayıran tarihteki ilk eylemini düşünme değil, ihtiyaçları için oluşturduğu üretim ilişkisi olarak görür. ayrıca hegel’in idealizminde gördüğümüz karşıtların uyumu marksist ideolojide karşıtların savaşımına dönüşür ve değişim veya ilerleme bu savaşımın sonucu olarak meydana gelir. her şeye karşın marx kendini hegel’in tilmizi (öğrencisi) olarak tanımlayarak ona gereken vefayı göstermektedir. hegel’e sundukları bu eleştirinin yanında marx ve engels, feuerbach’ın materyalizmini de sığ ve yetersiz bulur. onlara göre feuerbach’ın materyalist anlayışı hristiyanlığa dayanmakta ve din ya da ahlak söz konusu olduğunda hemen sukoyuvermektedir.

    marksist materyalist felsefe idealizmin aksine, maddenin bilinçten bağımsız bir şekilde var olduğunu ve bilincin maddeyi değil, maddenin bilinci belirlediğini savunur. madde düşünceden etkilenebilir, değişebilir ve dönüşebilir. ancak bilinç ikinci veridir ve madde birinci veri olması vesilesiyle mutlak suretle belirleyicidir. materyalizm bilincin kendiliğinden var olan bir unsur değil, maddeye bağımlı olarak doğduğunu ve gelişmekte kabul eder. dünyadaki bütün değişik olayları hareket halindeki maddenin değişik biçimleri olarak görür.

    hegel’in yaptığı gibi düşünceyi maddeden soyutlamak olanaksızdır. çünkü düşünce zaten tabiatıyla düşünen bir maddenin ürünüdür. ondan bağımsız bir şekilde doğamaz ve gelişemez. tersine ona bağımlıdır. engels bu konu hakkında şöyle der; “bilincimiz ve düşüncemiz, ne kadar duyuların üstünde görünseler de, maddi ve bedensel bir organın yani beynin ürünüdürler”.

    materyalizm, dünyanın ona hiçbir şey katılmadan olduğu gibi anlaşılmasıdır. dünyaya keyfi, çıkarcı bir anlam yüklenmesini kabul etmez. bir şey neyse odur. meydana gelen olaylar birileri istediği için değil, meydana gelmesi için oluşmuş şartlar olgunlaştığı için meydana gelmiştir. materyalist felsefe gerçeğin, yani maddenin tüm çıplaklığıyla kavranması ve onu ortaya çıkaran var oluş nedenlerinin anlaşılmasıdır. gökten yeryüzüne inen idealist felsefenin yerine materyalizmde yeryüzünden gökyüzüne çıkılır. yani insanların kendilerine varmak için, tarihte insanların için söylenmiş sözlere, imgelere ya da farklı kavrayışlara bakmak yerine bugün faal olan insandan, üreten bireyden yola çıkılır.

    tarihsel materyalizme göre tarih sınıf savaşımlarının tarihidir. bu açıdan tarih görünen ve gerçek olarak ikiye ayrılır. görünen tarih imparatorların, yöneticilerin ve tanınmış kişilerin tarihidir. bu geleneksel tarih anlayışıdır. oysa gerçek tarih bundan çok daha başkadır; gerçek tarih toplumların ihtiyaçları doğrultusunda oluşturulan üretim biçiminin, bu üretim biçiminin ortaya çıkardığı üretim ilişkilerinin ve bu ilişkilerin çatışmasıyla gelişen tarihtir. tarih boyunca farklı görüngülerde sınıflar arasında sürekli bir çatışma vardır. bu çatışma marx ve engels’e kadar kapsamlı bir şekilde kavranamamıştır. daha önceki düşünürler tarihi ya tanrının veya devletin keyfine göre düzenlediği bir olgu ya da bireylerin özgür bilinçlerinden çıkan bir süreçler bütün olarak yorumlamışlardır.

    tarihsel materyalizme göre tarih boyunca devrimler bir imparatorun ya da herhangi birinin kişisel isteği doğrultusunda değil, devrimin geliştiği toplumda var olan üretim biçiminin ulaşabildiği sonra raddeye varması sonucu gerçekleşmiştir. tarihsel materyalizmde değişim karşıt güçlerin savaşımıdır. üretebildiği tüm güçler gelişmeden bir sistem yok olamaz esasını benimser. eski, yenin bağrında yetişir ve onun yerine geçer.

    marx ve engels’e göre üretim araçlarına egemen olan sınıfın düşünceleri bütün çağlarda egemen düşüncedir. bir başka deyişle bir toplumun maddi gücü aynı zamanda o toplumun zihinsel gücüdür. yani tarih de egemenlerin tarihidir. eğer gerçek ve nesnel bir tarih yazılmak isteniyorsa bu üretim biçimini ve üretim ilişkilerini es geçmeyen objektif bir tarih olmalıdır. üretim ilişkilerinden bağımsız bir şekilde ele alınan tarih boşlukta sallanır ve temelsizdir. çünkü toplumun sosyal varlığı, o toplumun ihtiyaçları doğrultusunda gerçekleştirdiği üretim biçiminin sonucu olarak belirlenir. hiçbir toplumsal bilinç kendini oluşturan maddi koşullar açıklanmadan anlaşılamaz. bilincin kökü kendini var eden maddi koşulların içindedir. bir toplumun yapısı, o toplumda var olan üretim koşullarına endeksli olarak üretim ilişkilerinin meydana getirdiği toplumsal bilinçle açıklanabilir. bu bilinç bize toplum düşüncesinin kodlarını verir. daha basit ifadeyle bilinci belirleyen çevredir ve toplumlar yaşadığı gibi düşünürler. toplumların düşünceleri ancak üretim biçiminin ve dolayısıyla da üretim ilişkilerinin değiştirilmesiyle değişebilir ki, bu değişimin kendisi de eskiyecek olanın bağrında oluşan sosyal niteliğin yıkıcılığına, yani niceliğin niteliği dönüşmesine bağlıdır.

    tarihin nesnelliği, tarihsel materyalist anlayışla zirveye ulaşmıştır. daha önce ortaya çıkan gerek aydınlanmacı rasyonel görüş olsun gerekse de hegelci idealist anlayış olsun, tarihi salt insanın düşünsel aktivitesi olarak görmüş, her ne kadar diyalektiği kabul etse de sağlam bir temel üzerinde tarihi yorumlayamamıştır. çünkü tarihi belirlediği iddia edilen insan düşüncesinin kaynağı en nesnel görüşte bile tanrısal bir güce bağlanmak zorunda kalınmış, soyutluğun temeli yine soyutlukla ifade edilmiştir. tarihsel materyalist görüş sayesinde, tarihin geçerli bir işleyiş yasası farkedilmiş, gelişim süreci doğru bir şekilde yorumlanabilmiş ve insan düşüncesinin kaynağı somut ve geçerli olarak açıklanabilmiştir. her ne kadar çok önemli bir aşamayı gerçekleştirmişse de bu ideoloji, batı merkezli olması vesilesiyle diğer coğrafyalardaki ( örn. asya) toplum yapısını açıklamakta ilk dönemlerde atıl kalmış ancak daha sonraki dönemlerde marksist düşünürlerin yaptıkları katkı sayesinde bu eksiğini kapatmıştır.
  • dialektik materyalizm tezlerinin cemiyet hayatının incelenmesi meselelerine uygulanması ve bu tezlerden istifade ederek cemiyet hayatının gelişmesi ile ilgili umumî kanunlar vazetmeye çalışan bir görüştür.
  • friedrich engels'in koyduğu isimle karl marks'ın toplumsal değişim ve ilerlemeyi diyalektik materyalizm düşüncesi doğrultusunda insanlık tarihine uyarlaması ve toplumsal değişimleri sosyo-ekonomik faktörlerle açıklaması.
  • (bkz: longue duree)
  • toplumsal değişmenin maddesel temele dayandığını savunan görüş.(bkz: marxizm)
hesabın var mı? giriş yap