• diziye başlamak isteyenler için feodal dönemde japonya’nın nasıl bir yer olduğunu anlamak için spoiler vermeden kısa bir özet yapayım. hikayeye girmenize yardımcı olacaktır.

    japonya’da siyasi durum, tıpkı bizdeki selçukluların yıkılmasından sonra ortaya çıkan beylikler gibi, belirli bir toprak parçasını yöneten çok sayıda feudal lord üzerinden yürür. bunlara daimyo denir. babadan oğla geçer. oldukça otonomlardır. kendi orduları, kanunları vardır. ancak sayıları bizdeki gibi az değil tam tersine epey fazladır hatta kaç tane olduğu net olarak hala bilinmez. dizinin geçtiği tarihte muhtemelen 200-300 arasındadır. bizden farklı olarak bunlar şogun’a, şogun da imparatora bağlıdır. buradaki bağlılık oldukça gevşektir. bunlar devamlı kendi aralarında savaş eder, topraklarını büyütür veya yok olurlar.
    şogun resmiyette japonya ordusunun komutanıdır. gerçekte ise bundan daha fazlasıdır. japonyayı siyasi ekonomik ve askeri olarak yöneten kişidir. ımparatorluk ise daha çok dini ve sembolik bir makam olarak varlığını sürdürür. siyasi gücü yok denecek kadar azdır. şogunlar mümkün olduğunca daimyoları baskı altında tutarak denge sağlamaya çalışır. sadece belli bir hanedandan gelen daimyolar şogun olabilir.(istisnası da var tabiki)
    samuraylar ise daimyolara ait askeri bir sınıftan ibaret.

    dizinin başlangıcından önceki periyoda “sengoku dönemi” denir. bu dönem tam anlamıyla savaş ve kaos dönemidir. daimyoların devamlı güçlenip istedikleri şekilde savaşmaya başlamasıyla, bu gidişata dur diyecek kişilerce gücün tekrardan tek elde toplanmasına çalışılmaya başlanmıştır. ışte dizideki genç varisimizin babası (toyotomi hideyoshi) japonyayı büyük ölçüde birleştirmiş kişidir ancak köylü kökenlerinden dolayı şogun ünvanını alamamıştır ya da almamıştır(oralar biraz karışık) ölümünün ardından ortada bir ünvan kapanın elinde kalacak şekilde beklemektedir. bizim başrolümüz yoshii toranaga (gerçekte tokugawa ıeyasu) ise bu siyasi boşluğu değerlendirip güce ulaşmaya çalışmaktadır.

    hemen herkes gibi daha etkileyici bir final beklesem de diziyi beğendim. dönemi çok iyi yansıtmışlar. hemen bir sonraki bölümü izleme hissiyatı hiç eksik olmuyor. toranaga karakterini oynayan hiroyuki sanada ile mariko karakterini oynayan anna sawai muhteşem iş çıkartmışlar. eğer ödül verilmez ise fena laflar hazırladım şimdiden söyleyeyim :)
  • kendi kategorisinde 2024 yılının en iyi dizisi, tüm kategorilerde ise zirvenin en büyük adayı. öyle ki imdb 9.2 ile açtı tükkanı. rotten tomatoes ise fısfıslayıp parlattıktan sonra tezgahın en güzel yerine koydu. şuradan anlıyoruz ki; vatandaş susamış arkadaş! izleyici, içinde diversity olmayan, woke saçmalıklarından azade, dozur dozur kelle alınan, dönemi insan gibi anlatan yapımlara susamış.

    --- eski dizi ve kitap dahil bol spoiler ---

    öncelikle kitabı ve eski diziyi bilmeyenler için ufak bir girizgah yapayım. james clavell, shogun'u yazdıktan sadece üç yıl sonra dizi projesi hazırdı. kitaptan dizi/filme dönüş hızı açısından benim bildiğim tek rakibi harry potter. game of thrones'un diziye dönüşmesi bile aşağı yukarı 15 sene aldı. kaldı ki shogun, 1976 senesinde dünya henüz bu kadar global değilken ve tv sektörü bu kadar büyümemişken popüler oldu. bütçesi de dönemin tv yapımlarına nazaran çok yüksekti.

    tuğla gibi olmasına rağmen kitabı yıllarca best seller olarak kaldı. dizisi abc kanalında yayınlandığında abd'de rekorlar kırdı. sonrasında bütün dünya'ya yayılarak bir fenomen haline dönüştü. aşağıda diğer ülkelere değineceğim ama önce şunu anlatmazsam olmaz.

    özellikle türkiye'de bu diziyle insanlar öyle bağ kurdu ki günlük diyaloglarda dahi atıf yapılır hale gelmişti. insanlar belki çocuklarına dizi karakterlerinden isim vermediler ama herkesin bir shogun lakabı vardı. doksanlı yıllarda sulusaray'a bağlı uylubağı köyünde god tier batak oyuncusu olan muhtar turan'a toran ağa, doppelgangeri olan cımbılların fiseyin'e ise işido fiseyn lakabı verildiğini bilirim. öyle bir etki ki eşli batakta kız yerine mariko ver, yatırsana la mariğoyu! serzenişleriyle çınlardı köy kavesi.

    dünya genelinde eski dizinin izlenmediği çok az ülke var. neredeyse elektrik ve televizyonun ulaştığı her yerde biliniyor. afrika'nın en ücra köşelerine kadar ulaşmış. bugün yaşı 50+ hangi dünya vatandaşına sorarsanız sorun bir şekilde shogun'u biliyordur. 80'li yıllarda bu kadar ülkeye yayılmış olması zaten kendi başına yapımı ayrı bir yere koyuyor. eskiden çalıştığım kumarhanede ekibim bir kübalı, bir filipinli, iki rustan oluşuyordu. hepimiz bir şekilde bu diziyi çocukluğumuzdan biliyorduk. anlayacağınız o ki; bu yapımın başarılı olmaması imkansızdı. ancak bir rings of power saçmalığı yaşanmalıydı. neyse ki bu güzide eser woke pezevenklerin eline düşmeden kurtarılmış.

    sovyetler birliğinde veya yıkılış döneminde doğup büyümüş insanlarla neler izlediklerini konuşmayı çok severim. örneğin abd'de kimsenin red kit'i (bkz: lucky luke) doğru düzgün bilmemesi ama bizde bir efsane olması gibi bir çok durum yaşanır. türkiye küçük abd olduğu için bir japon veya amerikalı çocuk ile izlediğimiz bütün çizgi filmler genelde ortaktır. sovyet insanı ile izlediğimiz ortak tv yapımı bulmak ise imkansıza yakındır. dallas, seinfeld, little house, ne bileyim muppet show vs. bilen çıkmaz. bunlar çok sonraları hayatlarına girdi. bazıları dönemine göre artık çok bayağı kaldığı için yayınlamadı bile.

    gel gelelim shogun dediğin vakit, sscb'de dahi akan sular durur. sibirya'nın bozkırında eski kolhoz köylüsü emmilerle bu diziden bahis açarak iki saat kesintisiz muhabbet edebilirsiniz. sanırım içinde abd hakkında bir gönderme veya içerik olmadığı için makaslı da olsa yayınlanmasına izin verilmiş. gerçi trt de bütün şiddet sahnelerini ve mariko'nun banyo sahnesini makaslamıştı ama konumuz o değil.

    neyse, diziye dönelim. yeni dizi, birebir eski diziyi baz alıyor ama daha geniş bir perspektife ve daha epik bir dile sahip. haliyle daha gerçekçi, daha çarpıcı bir dizi haline gelmiş. bütçeye nazaran kaliteli cgi kullanımı da şahane. aşağıda bazı farklara ve bu gerçekçilik noktasındaki kimi değişimlere değineceğim.

    konuların sıralaması, ikonik sahneler, bir çok diyalog birebir eski diziyle aynı. hollandalı tayfanın başına çürümüş balık dökülmesi, anjin abimizin kafasına işenmesi, kazanda miço haşlama vs. tüm sahneler teğet ilerliyor. hatta çok daha güzel şekilde eski dizideki absürt sahneleri daha ciddi ve günümüze uygun şekilde düzenlemişler.

    örneğin üçüncü bölümde toranaga'nın osaka kalesinden kaçırılma sahnesinde anjin dikkat dağıtarak grubun kontrol edilmesini engelliyor. eski dizide anjin yine dikkat dağıtıyordu lakin bunu kolpaçino şahin gibi deliye bağlayarak yapıyordu. son 400'lüğe gelirken sakura batur birinci toranaga batur sondan geliyor... şeklinde kalede oradan oraya koşup kafasına vura vura şaşırtmaç yapıyordu. ilk izlediğimde de eğreti gelmişti ama karakteri baştan sona böyle kurdukları için çok önem vermemiştim. bir de çocuktum zaten, çok da sikimde olmamış olması muhtemel. bakmayın şimdi estirdiğime.

    yeni dizide ise konuyu kendi adetlerine, kadınlara saygısızlığa dayanamam kolpasına bağlayarak sıyırtıyor ki çok yerinde bir seçim olmuş. hatta araya mariko ile bir diyalog da sıkıştırmışlar. gerçekten avrupa'da kadınlara böyle saygı mı duyuluyor sorusuna acı acı gülerek yanıt veriyor anjin.

    bir diğer örnek, eski dizide anjin-san ve yabu'nun, ispanyol dümenci vasco rodrigues'in hayatını kurtardığı sahne direkt denizde cereyan ediyordu. yeni dizide ise anjin, rodrigues'e bir kürek atıyor ve kayalıklara vuran dümenciyi orada kurtarıyorlar. yalnız bu sahne yeni versiyonda çok daha efektif bir şekilde tasarlanmış. çünkü kitapta yabu'nun ölümle yüzleşmesi, bir batılının gözünden uzun uzun anlatılıyor. yabu'nun kendi hayatını riske atması, meydan okumayı kabul etmesi ve akabinde öleceğini düşündüğü an kılıcını çekip kendi canını almaya hazırlanması bir batılı için çok manasız.

    bu sahneleri kitaba daha uygun şekilde aktarmışlar. çünkü biz diziyi baştan sona batılı john blackthorne gözünden izliyoruz. anjin-san'a dönüşmesi ise bizim de dizideki ortama ayak uydurmamızla kendiliğinden gelişiyor. bu arada yabu yani kashigi yabushige rolüne tadanobu asano cuk oturmuş. abimizi mongol filminde timuçin rolünden hatırlarsınız. gerçi eski dizi de yıldızlar geçidiydi. hiroyuki sanada haklı olarak pek övülüyor ama af buyursun hem kariyer hem de toragana olarak toshiro mifune'nin sikine osuramaz. richard chamberlain'ı es geçiyorum. ispanyol rolünde yüzüklerin efendisi serisinde gimli rolüyle gönlümüze taht kurmuş olan john rhys davies var.

    bu eseri güzel kılan detay şu; kitabı veya eski diziyi bilmeyen izleyiciler dahi şu üç bölümden sonra az çok neler olacağını tahmin etmelerine rağmen son bölümün son saniyesine kadar soluksuz izleyecekler. bilenler ise yaşanmış bir efsanenin tekrar canlandırılmasını keyifle takip edecekler.

    dikkat ederseniz henüz savaş, aşk, inanç, onur, kültür çatışması ve siyasi entrika konularına hiç giremedim. çünkü shogun artık kendi başına bir eser değil. nesilleri etkilemiş olduğu için bugün farklı bir gözle bakmak durumundayız. japonya bugün çok yakın tanıdığımız, tarihini kültürünü bir çok insanın birinci elden öğrendiği ve deneyimlediği bir ülke.

    halbuki japonya çok değil bir asır önce batılı devletler tarafından pek saygı duyulmayan bir barbarlar ülkesiydi. hala oryantalist kafayla böyle bir anlatısı var. tıpkı türkiye'nin hala deve ve fes ile ilişkilendirilmesine benzer. gel gelelim japonlar bu algıyı son yarım asırda öyle bir değiştirdiler ki günümüzde çok farklı bir algısı var. bugün japonya, ekonomik ve gelişmişlik olarak bir güç olmasının yanı sıra artık bir soft power.

    1980'li senelerde japonya amerika'yı ticari olarak feth etti. neredeyse her evde japon markası bir ürün vardı ve çocuklar çılgın gibi japon yapımı çizgi seriler izliyorlardı. buna rağmen samuraylar, geyşalar vs. hep akıllarda kalan steryotip bir imaj vardı. bu dizi, japonya hakkında, ikinci dünya savaşı, sony ve dragon ball dışında pek bilgisi olmayan sıradan insanlara farklı bir bakış açısı getirdi. japon halkının ölüm ve yaşama bakışı, din ile ilişkileri, sosyal statüleri, adet ve onur takıntılarını gözler önüne serdi.

    buna mukabil, tıpkı kitabın baş karakteri blackthorne gibi her detayı şaşırarak izledi insanlar. tıpkı onun gibi osaka'yı görene değin japonları barbar zannedenler vardı. çünkü yukarıda bahsettiğim gibi çok değil yarım asır öncesine kadar hala bir çok insan japonya'yı geri kalmış, çin'in 2000'li yılların başındaki her ürünün taklidini üreten bir tür üçüncü dünya ülkesi sanıyordu.

    japon tarihine saygı, korku, heyecan duyulmasına bu tarz eserler önayak oldu. kendi adıma kültürler arası karşılaşmalar içeren bütün yapımları iyi kötü demeden okumayı, izlemeyi çok severim. çünkü eski dünya'da yeni bir kültürle karşılaşmak demek dünya dışı bir medeniyetle tanışmak kadar ilginçti. ne kadar nahoş olsa da ispanyol fatihlerin amerika kıtasına yolculukları ve ilk karşılaşmaları çok nadir ve özel anlar içerir.

    shogun bu anlatıyı çok güzel yapıyor. blackthorne gözünden barbar zennedilen japonların bazı açılardan kendi medeniyetlerinden fersah fersah önde olduğunu acıyla idrak ediyor. sıradan halkın ve kadının toplumdaki konumunun avrupa ile ne kadar benzeştiğini öte yandan aşkın ne olursa olsun ne kadar ortak bir payda olduğu gibi konuları hep bu karakterle beraber tecrübe ediyoruz.

    örneğin anjin'in daha geçen hafta banyo yaptım, bu ne kardeşim her gün her gün banyo mu olur? serzenişi, kültür farkını göstermesi açısından sıradan bir sahne gibi gözükebilir. amma velakin sürekli banyo yaparsan cırcır olursun hasta olursun inancının zamanla kırılması ve samuray olduğu dönemde kendi isteğiyle her gün yıkanması, sadece karakter gelişimi adına yazılmış olmadığının ıspatıdır. kırılan önyargılara ve deneyimle elde edilen idrakın önemli bir göstergesi. dizinin yekünü de aslında bunu yapıyor.

    efendi toranaga'da kendi oyununu oynarken hep dengede tuttuğu değerleri yeri geliyor bütün gelenekselciliğine rağmen kırıyor, büküyor ve yeniden şekillendiriyor. mariko'nun hikayesi ise dizideki en güzel anlatıdır zannımca. empati kurabildiğimiz, daha fazlasını öğrenmek istediğimiz, tadı ağzımızda kalan bir tek o kalıyor dizi bittiğinde. çünkü asıl narrator (anlatıcı) mariko'nun ta kendisi.

    “love is a christian word, anjin-san. love is a christian thought, a christian ideal. we have no word for 'love' as ı understand you to mean it. duty, loyalty, honor, respect, desire, those words and thoughts are what we have, all that we need.”

    “aşk bir hristiyan sözcüğüdür anjin-san. bir hristiyan düşüncesi, bir hristiyan idealidir. anladığım o ki; bizde, sizin kullandığınız anlamda bir aşk kelimesi yok. bizde, görev, vefa, onur, saygı, arzu, buz sözler ve düşünceler var ve ihtiyacımız olan tek şey de bu.”

    mariko bir yana dizide boş karakter, boş diyalog yok. her öğenin hikaye akışına bir etkisi var.

    eski diziye dair canımı sıkan tek nokta ise anjin-san'ın biraz ahraz olmasıydı. bu dizide biraz daha derli toplu duruyor. herife mis gibi özel hoca verip koca köyü pratik yapması için önüne serdiler. yetmedi düşman katolikler, çeyrek asır üzerinden çalıştıkları protekizce-japonca sözlüğün bir nüshasını verdiler. bu pezevenk gitti kaç saatlik yapımda sadece üç tane japonca kelime öğrendi. laleli esnafından çırak olsa o kadar sürede japon dili edebiyatından kadrolu öğretmen olmuştu sarayda. bunun yüzünden biz de mal olmuştuk. sokakta hai, wakarimasu, arigato gozaimasu diye bağıra bağıra dal çıbıklan birbirimize dalıyorduk.

    gerçi eski dizide japonca diyalogların hepsini tercüme edilmemesi de diziyi egzotikleştiren ve seyirciyi ekrana kilitleyen bir unsurdu. amerikalı izleyiciler tıpkı blackthorne gibi japonca sahneleri ancak bir tercüman aracılığıyla iletişim kurduğu sahnelerde anlayabiliyorlardı. yeni dizide bu yola gidilmemesinin rahatsız edeceğini düşünmüştüm ama yanılmışım. böyle de çok güzel olmuş. döneme uygun şekilde adapte edilmiş olmasına sevindim. tıpkı güzel bir tarihi eserin uygun şekilde restore edilmesi gibi bir tatmin duygusu yarattı üzerimde.

    dizinin yapımcılarına büyük teşekkür ediyorum. belki işin içinde zaten asyalıların olmasından, belki bu eserde dokunacak çok nokta olmadığından ötürü işin bokunu çıkarmamışlar. kifayetsiz şerefsiz woke-boke dalgası yüzünden siyahi brit kraliçesi de gördük. buna neden tepki verdiğimizi bile anlayamadı, faşist olmakla suçladı andavallar. eşcinselliğin fütursuzca yaşandığı tarihi dönemler var. bir kadının avrupa'da en büyük erk olabilmesi bile dönemi için fantastik bir konu zaten. bunlar yetmedi, kendi alternatif eserlerini yaratmak yerine yine en ucuz yoldan ya var olan bir eseri ya da tarihi doğruları çarpıtarak kusmuk fantezilerini orta yere sıçıp bıraktılar.

    neyse ki shogun bu yola girmedi. kitap her ne kadar kurgu olsa da bir ayağı tarihten diğeri ise gerçeklerden oluşuyor. lordların tanrı sayıldığı bir dönemde en ufak terbiyesizliğin, usül erkan bilmezliğin insan canıyla ödendiğini gözümüze sokuyor. kadının toplumdaki değersiz konumunu anlatırken, gariban tebanın da ondan çok üstte olmadığını anlatıyor.

    öte yanda katolik kültürü ve ahlak algısı yüzünden kutsallaştırılan çekirdek aile, insan gereksinimlerine karşı aşırı muhafazakarlık, ölümün samimiyetsiz şekilde bir son olmadığı algısı derken avrupa çok farklı şekilde yoğruluyordu. japonların her konuda nasıl da farklı olduklarını anlatmak adına mariko var. üstüne üstlük toranaga ile olan her diyaloğunda adaletiyle sınanıyor. yesevi'nin türklük kaderim, dinim seçimim dediği gibi mariko da japonluk kaderimdir anjin-sama, fıristiyanlığıma ümit bağlama der.

    yeni neslin anlayacağı dilde; seksizm, seperatizm, ırkçılık, faşizm, shaming, love bombing, gas lighting, cuckold, ghosting, fisting... ne ararsanız var dizide. hiç birisi de mesaj amacı gütmüyor. mis gibi 16. yüzyılda ne yaşandıysa öyle aktarıyor. ecnebinin tabiriyle less is more veya simple is the best. alakası yok ama fonetik olarak bir de george best var. o da şahane bir abimizdi nur içinde yatsın.

    madem andım, reyizin güzel bir vecizesi ile bitireyim;

    there are good players, there are great players, and there are those few at the pinnacle - the peles, cruyffs and maradonas.

    hah işte abinin bahsettiği ve doğru sıralaması maradola-pele-cruyff olan tanrı seviyesi futbolun dizi evrenindeki karşılığının ilk ayağı shogun'dur.

    --- eski dizi ve kitap dahil bol spoiler ---

    `not:` bir kaç entry daha döşenirim dizi bitene kadar.

    bir de george best ne lan? sona doğru beyin akmış. bilinçaltı meyhane pilavı olmuş. düzgün bir quote ile bitireyim. kitaptaki en sevdiğim, en vurucu cümle yine mariko yengemizden;

    “this sunset exists. tomorrow does not exist. there is only now. please look. ıt is so beautiful and it will never happen ever again, never, not this sunset, never in all infinity.”
  • (bkz: #163730706)

    yil olmus 2024 hala dizi film basligina spoiler uyarisi vermeden entry giren mallar var sozlukte. yani senin uyduruk yorumlarini zaten okumak istemiyoruz da gelip burda spoiler verme en azindan salako.

    bize japoncayi neden cok sevdigimizi hatirlatan ve 2024'e damga vuran donem dizisi.
  • artık shogun, sinematografinin tepe noktasıdır. iddialı bir giriş yapmak istedim.

    9 itibariyle muazzam bir bölüm izlemiş olduk. bölümün istisnasız her sahnesi, nefis birer fotoğraf karesi gibiydi. ara sıra rastgele durdurduğum yerlerde bile güzel bir şey çıkınca şaşırdım.

    bölümü izlememle birlikte 3 film birden izlemişim gibi bir detay yoğunluğuna maruz kaldım sanki. bu diziyi çok güzel ve doyurucu yapan şey bu galiba.

    bölümde karakter geçmişlerine bol bol atıfta bulundular. eski bölümlerden bazı boşluklar da böylece dolmuş oldu aslında. finale hazırlama açısından da, hikayedeki beklenmedik gelişmeler açısından da çok güzel bir bölümdü.

    --- spoiler ---

    mariko'nun 14 yıl önceki kar tatili anılarını izlediğimiz kısım, sonradan gelen zarif haiku ile taçlandı.
    görsel

    while the snow remains
    veiled in the haze of cold evening
    a leafless branch.

    işte mariko bu haiku'daki dal parçasıdır. lord ishido anlamadı ama ochiba çok iyi anladı buradaki detayı. ayrıca iki sahnede de mariko aynı şekilde oturuyordu. aslında mariko'nun yaşadığı fazladan 14 yıl, o gün içindi.
    görsel

    kaleden çıkamayış sahnesi kendi başına bir film bile olabilirmiş. o gerginliğin yavaş yavaş tırmanması. mariko'nun ricasıyla öne atlayan samuray'ın rakibine "dostum emir kuluyuz, istemezdim ama seni galiba birazdan öldürecem" diye saygılı bir baş selamı vermesi ve çok kritik hamlelerle ikisini de kılıçtan geçirmesi çok iyiydi.

    bu arada bu sahne japon kale tasarımındaki detaylardan birini gösteriyor. kapı kalenin zayıf bir noktası, ilk kapıyı kıran düşman, ikincisini kırana kadar küçük bir alanda sıkışıp kalır ve orada doyasıya oklanarak azaltılır. işte bu sahne tamamen o aradaki alanda geçti.
    görsel

    bu kısımda yukarıdaki insanları gösterirken kiremitlerin ucundaki yuvarlak sembollere ve detaylara takıldım. bunları bile düşünüp yapmışlar, bu dizideki sade detaycılığa hastayım. ayrıca kostüm tasarımları ve mariko'nun kimonosundaki desenler de çok güzeldi.
    görsel

    mariko'nun ochiba-no-kata'ya söylediği "flowers are only flowers because they fall" sözü ile kaderini de çizmiş oldu. zaten o kaleye ölmek için gelmişti. önce kaleden çıkmaya çalışırken, sonra harakiri sırasında lord ishido yetişene kadar, en sonunda da dev bir patlama ile üç kez öldü bölüm boyunca. ayrıca sahne süperdi, bergman bunu beğenmiştir.
    görsel

    ochiba'nın konuştuğu yerlerde sürekli üzerindeki kimono'nun yanlışlıkla üzerinden sıyrılmasını bekledim. ben şimdiye kadar hiçbir dizide bu kadar işveli inlemeli konuşan bir kadın karakter görmemiştim. dizideki bütün kadınlar güzel ama ochiba'nın bambaşka bir şehvetli, tehlikeli ve ulaşılmaz havası var. japonca da çok acayip, erkekler konuşurken amma kaba dil diyorsun. kadınlar konuşurken ovv

    anjin-san her zamanki gibi mal mal etrafa baktı bütün bölüm boyunca. gerçekten bu adamın bu oyunculukla diziye kattığı en ufak bir şey yok. 9 bölüm geçmiş hala oturup kalkmayı, eğilip doğrulmayı falan öğretiyorlar adama ya. 2 yıl mı ne geçti yere fidan diksen ağaç olmuştu, yere ağaç atsan o yağmurda aşınıp masa sandalye olmuştu. bu adama hala "şöyle eğileceksin" diyorlar şaka gibi. iki kelime japonca öğrenmiş hala anlamıyor kimseyi bir de. gerçekten bu dizinin en kötü tarafı bu herifti.
    görsel

    yabushige denen köpek... seni de unutmadık. zaten mariko'nun şiirini de beğenmemiştin. her ne kadar japonya ile ilgili bir dizide bir yerlerden ninjaları da görmek hoşuma gitmiş olsa da, senaryoda böyle bir haine biat etmiş şekilde ortaya çıkmaları hoşuma gitmedi ama çok havalılardı.
    görsel

    umarım son bölümde yabushige ve anjin yanlışlıkla birbirini öldürür. en azından yabushige'nin ilk bölümdeki "insan çorbası" gibi acılı bir ölümle son bulduğunu görmek isterim.

    dizinin görsel kalitesi...

    anjin'in japon geleneksel peyzaj tasarımına olan isyanı ile verdiği sembolik tepki:
    görsel

    düzen ve kaos:
    görsel

    diziyi bu tarz çekimler izletiyor:
    görsel

    bu arada, 9. bölümün son sahnesine kadar "her şey plan dahilinde" havası estiren senaristlerin de yatacak yeri yok. game of thrones bitişi yaptınız bölüme...

    --- spoiler ---

    hayatımda ilk kez bu kadar sakin ve sade ilerleyen bir şeyi böyle bir merak ve heyecanla izliyorum. muhtemelen yakın zamanda bir daha bu dizinin kalitesinde bir şey çekilmeyecek. bu güzelliğe ve estetiğe yakışır bir son bölüm olur umarım.
  • bu da çocuklugumuzun dizilerindendi.toranaga anjinsan falan hep bu dizi sayesinde kültürümüze yerle$ti.
  • toronaga'yı oynayan karizmatik abimiz sayın hiroyuki sanada aynı zamanda bu filmin yapımcısıdır.
    daha önce hollywood yapımı japon filmlerinde sadece oyuncu olarak yer aldığı için gerçek japon kültürü konusunda fikirlerini yönetmenlere sunamamış. şimdi, saç kesimlerinden kıyafetlere, oturup kalkma ve selamlaşma geleneklerinden yemeklere, kullanılan yüz ifadelerinden kelimelere kadar o dönemin japon kültürüne dair her detayı ustalıkla çalışmış ve shogun'da karşımıza getirmiştir.
    yapımı güzel ve etkileyici kılan şeylerden biri de prodüksiyondaki inanılmaz detayların onlarca danışman ile çalışılması.
  • "niye artik boyle diziler yapmiyorlar, bizim zamanimizda domatesler de kokardi" nostaljisine girmek icin cok uygun bir yapim. japonca konusmalarin altyaziyla falan dahi cevrilmemesinin atmosfere etkisi * yadsinamaz. ara sira gorunen donemin haritalari da komik geliyor, sadece kiyilari cizmisler.

    bu arada diziden gazi alip age of exploration * malzemeleri okununca da insanda bir portekiz dusmanliginin, bir ispanya nefretinin dogmamasi mumkun degil.
    http://en.wikipedia.org/wiki/treaty_of_tordesillas
  • zenci samuray ve gay kılıç ustaları olmaması bile diziye bir şans verilmesi için yeterli.
  • her sahnesi, her detayı ayrı bir sanat eseri olan bir dizi. ana hikaye, mariko, diğer karakterler (anjin hariç), çekim teknikleri, renk paletleri, mariko, kumaşların güzelliği, şehirlerin tasarımı, mariko, mimari ve peyzaj tasarım detayları, binalarda ve iç mekanlarda kullanılan malzeme paleti vs vs, bazen geri alıp sahneleri tekrar tekrar izliyorum, durup detayların eskizini falan çiziyorum hepsi şahane. bu kadar titizce çekilmiş bir iş izlemedim yakın zamanda.

    deprem sahnesi yıllardır herhangi bir dizi ya da filmde izlediğim en gerçekçi ve şok edici sahnelerden biriydi. geçen sene ülkemizde yaşanan talihsiz depreme dair bir katarsis yaşattı.

    konunun ilerlediği yeri çok beğeniyorum. son birkaç bölümdür toranaga biraz daha sünepe gibi davranıyor ve teslim olmak üzereymiş gibi rol yapıyor olsa da içimden hep "putin bunu düşü.... pardon toranaga-san bunu düşünmüştür" diyordum. gerçekten de öyle çıktı, yoksa dizi olmaz zaten. sadece bazı şeyleri izleyiciye salağa anlatır gibi anlatmaları can sıkıcı oluyor. bana anlatma, bana göster... neyse o kadar da olur artık. son iki bölümü ve büyük çatışmayı iple çekiyorum.

    yalnız dizinin yıldızının asıl parladığı anlar ana hikayeye bir es verilip, japon kültürüne ait bir olayın ya da seremoninin yavaş yavaş işlendiği anlarda gerçekleşiyor.

    özellikle 6. bölümdeki genelev sahnesinde oturup çay servisi yapılan bölümü tekrar tekrar geri alıp izledim. buradaki ışıklandırma, kompozisyon ve diyalogların her biri mükemmeldi. bence bu çekilmiş en iyi sahnelerden biridir.

    8. bölümde de yine benzer bir çay sahnesi vardı. mariko ve buntaro'nun odada oturup çay seremonisi yaptıkları bölümdeki her detay üzerine ne kadar çok çalışılmış. o odaya giriş kapısının yerden yüksekliği, erik ağacının odadaki konumu, ışığın geldiği duvar ve bunun sahneye etkisi... süper sahnelerdi, diyaloglar da az kelimeyle çok şey anlatıyordu.

    mükemmel dizi ya. keşke daha fazla böyle izlenebilir japon dizileri çekseler. doğru dürüst merakım da yoktu bu kültüre ama şimdi geleneksel japon mimarisi okuyorum bunlar yüzünden.
  • sun tzu'nun "en iyi savaşçı savaşa girmeden kazanmasını bilendir" feylesofisi bizim "aksiyoooğğğğn! kan görmek istiyoruz kaaağn!" tayfasına ağır gelmiş!

    --- spoiler ---

    ulan herif koskoca ülkeyi kendisinin kaybedeceği belli bir savaşa sokacağına ayak oyunlarıyla 3 kayıpla (mal oğlan -ki o da kendi kendine karpuzu patlattı-, mariko bi de şu can dostu sakallı dede) şogunluğa oturuyor. daha ne yapsın?
    --- spoiler ---

    tamam işidogiller'i hacamat ettiği görkemli bi savaş sahnesi fena olmazdı ama bunlardan milyon tane izledik zaten. bi de böyle farklı, dingin bi hikaye tadalım.
hesabın var mı? giriş yap