• saraybosna sevgilim....ne hasretmişim meğer sana...ne hasretmişim esen rüzgarına miljackanda akan suyuna...başçarşındaki kuşlarına, ferhadijadaki koşuşturmalara, sanki sende benden birşeyler olan sokaklarına....
    ilerliyorum sokaklarında...başçarşıdayım kuşlarla, onlar için yem satan yüzlerinde yılların izi olan insanlarınla...kah yaşlı teyzeyim kuşlara yem veren...kah kuşların hareketlerini izleyen dünyayı yeni keşfeden bir çocuğum...biliyorum yaşanılan acıları, çektiğin sancıları ya da bilmiyorum tüm bunları... ya babam ya annem yitti gitti o acılarda...
    uçuyorum bir kuşum şimdi...rahat uçuyorum bir süredir...kuştum ama özgür değildim bir zamanlar...çok arkadaşlar yitirdim insanları hedef alan sniperların atışlarında..solumda gazi hüsrev bey camii, o kudretli yapı ...bahçesinde su içiyorum kana kana...
    genç bir delikanlıyım ferhadijada.sevgilimle buluşacağım kilisenin önüne gidiyorum bir çiçek alarak....orada...yüreğim pır pır ediyor bir serçe gibi...konuyorum parkta satranç oynayan yaşlı adamın başına...usulca alıyor beni ellerinin arasına hoş bir buse kondurarak...
    şah mat demeye az kaldı sevinçle hamlemi yapıyorum, biraz da alaylı bakışlarımla 60 yıllık dostuma...az şeyler geçirmedi bu dostlar beraber... acılar sevinçler..
    tramvaya biniyorum yorgun bir gezgin olarak...etrafımda bana sımsıcak gülümsemelerini dağıtan insanlar...kadın erkek çoluk çocuk ...sımsıcacık... kalpten ...içim ısınıyor...biraz yaşlılarda bu gülüşün altında bir şey var bir sızı sanki...çözemiyorum...tebessümlerin sıcaklığıyla penceremden yola dalıp gidiyorum... kulağımda bir müzik çoook derinden...mis gibi havası çarpıyor saraybosna dağlarının yüzüme pencereden... dağlara bakıyorum...8 yaşında bir kız çoçuğuyum...el sallıyorum dağlarda mevziilenmiş askerlere...sonra neden ateş açılıyor o dağlardan bana...oysa ben el sallıyordum askerlerimize.. dedemin bir hamlesiyle kurtuluyorum sniperatışından...oysa ki asker sanmıştım onları ben...anlamıyorum...
    sesler geliyor pencereden koşuşturmalar...bir telaş..bir kadın oluyorum pazarda...yemeklik üç beş sebze arayan...zor bulmak ama almalı üç beş sebze..çocuklar aç diyorum...sonra birden ortalık sessizleşiyor bir sızı var bacağımda ama etrafta hiç ses yok...gözlerimi açıyorum her yer kan gölü insanlar telaşlı ama tek ses yok...evde çocuklar aç...
    belki birşeyler bulurum umuduyla yol aldığım pazara giremeden insanların feryatlarını duyuyorum...ama nafile...herşey yerle bir...eskiden hiç olmazsa çocuklar ilgilenirdi bizle..artık onlar da unuttu bizi...ne oluyor bu insanlara ne yapıyorlar diyorum korkudan miyavlayarak...anlamıyorum...
    derken küçük bir kız çoçuğu kucaklıyor beni kaçıyor korkuyla...anlıyorum...
    annem burdaydı nerede annem hıçkırıklarımı duymuyor mu kimse, bu kedicik de nerden çıktı o da benim ki korkmuş...alıyorum kediciği kollarıma sımsıkı sıkıyorum...koşuyorum koşuyorum...koşuyorum...
    rüzgarında savrulup konuyorum yaşlı bir kadının kollarına...ağlıyor...hastaymış kocası ama yokmuş ilaç...neden yok anlamıyorum...içini döküyor bana...gözyaşı düşüyor kanadıma anlıyorum...
    islanıyorum...rüzgarla savrulup düşüyorum miljackanın sularına...dün gece yanmıştı diğer yapraklarım oysa...yıllarca durduğum o muhteşem binadan niye çıktığımı anlayamıyorum...neden ateşler içinde kaldığımı...iyice içime işliyor su..bakıyorum bir parçam simsiyah eriyip bitiyor suda...başımı kaldırıyorum...bana yıllardır ev olan yer alevler içinde...su buz gibi...ama alevler içinde yitip giden geçmişim beni eritiyor...anlıyorum...

    suyun aksinde kendini gören bir askerim...buz gibiyim ama ateş gibi kor...az önce vuruldu çocukluk arkadaşım...

    tramway penceresinden bakıyorum...bir yanımda miljacka...bir yanımda...kurşun giriyor yüreğime...ince bir sızı hiç acı yok..bir sıcaklık...uykuya dalıyorum...derin bir uyku...sonra neden uyanıyorum... her zaman çocukluk arkadaşımla oynadığımız parktayım...kimi tahta kimi mermer bir sürü işaret var...anlamıyorum...mis kokulu yarim geliyor...elleri yumuşacık...karanfil bırakıyor yüreğime bir de iki damla gözyaşı...anlıyorum...
    yarine ağlayan sevgili oluyorum mezarı başında...içimde birşeyler kopuyor...karanfilleri bırakırken yüreğine...ellerime bir kelebek konuyor...
    pencereden bakıyorum miljacka birşeyler söylüyor...çook derinden bir ezgi geliyor kulağıma... iniyorum tramwaydan yürüyorum sokaklarında saraybosna sevgilim...kokusu vuruyor burnuma...bir kelebek uçuyor derken... ferhadija da iki sevgilinin çiçeklerine konuyor...
    çook derinlerden bir ezgi duyuyorum...saraybosna sevgilim...ne olur bir daha ağlama.....

    not:(15.07.2006 11:32 tarihli) yıllardır sorulan sorular neticesinde bu açıklama eklenme gereği duyulmuştur. yukarıdaki satırlar, o topraklarla hiçbir kan bağı olmadığı halde gençlik yıllarında oralarda yaşanan katliamdan etkilenen genç bir yüreğin o topraklara gitmeye and içmesi ve savaştan yıllar sonra ayak bastığı topraklarda gördükleriyle yüreğinden süzülen cümlelerdir. kesinlikle tamamen bu yürekle yazılmıştır. giden gören zaten anlar, kelimelere gerek yok.
    not 2: yukarıdaki satırlar internette maalesef her yerde görülen intihale konu olmakta, alıntısız dolaşmaktadır. saraybosna dramını gençken gören, savaştan yıllar sonra yerinde o acıya şahit olan yürekten(wenge kişisinin kendi ruhundan süzülen cümlelerdir), bosna ile hiçbir kan bağı olmayan(boşnak değildir wenge-internette boşnak bir gencin satırları deniliyor, o acıyı ruhunuzda hissetmek için boşnak olmanız şart değil) ama oraya gönül bağı ile bağlı olan kişinin kaleminden çıkmış cümlelerdir.
    dünyanın hiçbir yeri bir daha ağlamasın dileğiyle...
  • ağlatan şehir. düşünün ki bursa'nın dört tarafında uludağ var, bu dağların ortasındaki yemyeşil ovada yaşıyorsunuz. sonra bir mevsim boyunca ordunuz (yugoslav ordusu) dağlara tepelere siperler kazıyor. sorduğunuzda "tatbikat" diyor. sonra bir sabah devlet başkanınız esir alınıyor. şehrinizin her tarafında barikatlar kurulmuş ve o dağlardan evlerinize bomba yağıyor. silahsız ve dağınık şekilde başladığınız bu kuşatmaya 4 sene dayanıyorsunuz. saraybosna işte bu trajedinin şehri.

    daha şehre havaalanından girerken delik deşik binaları görüyorsunuz. bir binaya bu kadar kurşun nasıl atılır inanamıyorsunuz. insanlar hala içinde yaşıyorlar bu binaların. top mermileri isabet edenler onarılmış, kimse uçaksavar mermisi deliklerine şimdilik aldırış etmiyor.

    şehrin içi güzel, sıcak, en merkezi yeri zaten bursa'nın küçük bir kopyası. hemen kanınız ısınıyor. başçarşı diyorlar çarşısına. içinde köfteciler, börekçiler, digitürk'lü kahveler. hemen yanı başında avusturya macaristan imparatorluğu tarafından inşa edilen bir çarşı daha, orada da zaman donmuş.

    insanları güzel, saygılı, temiz ... ben çok sevdim saraybosna'yı. inşallah bir daha giderim diyorum.
  • %99'u müslüman (!) bir ülkede doğup büyümüş bir insan olarak, sokaklarını ağzım bir karış açık arşınladığım şehir.

    diyorlar ya karşılıklı hoşgörü, farklı yaşam tarzlarının bir arada barınması falan diye; ak parti bir heyet göndersin bu güzelim şehre baksın bakalım nasıl oluyormuş farklı yaşam tarzlarının bir arada yaşaması.

    ramazanda ziyaret edeceğim için başta çekincelerim vardı, sokakta sigara içsem götümü keserler mi gibisinden en basiti. insan türkiye'de yaşayınca böyle düşünceler çok da uçuk gelmiyor.

    her neyse hostelime yerleştim, akşam arkadaşla dışarı çıktık tam iftar saatleri böyle. top atıldı, hayatımda duyduğum en güzel ezanı dinledim sebilin olduğu meydanın ortasında. bizdeki gibi 1239871298 desibel değil, duyulabilecek kadar, kadife gibi bir sesle okundu.

    kendimi old town'un ara sokaklarından birine attım, o da ne? sokaklar cıvıl cıvıl. inanılmaz güzel boşnak kızları gece elbiselerini giymişler piyasa caddede turluyorlar. arada bir başörtülü bir kadın veya bir teyze geçiyor yanımdan ama o kadar yakıştırmış ki kendine o türbanı insan önyargıyla yaklaşamıyor. biraz daha geziniyorum iftarlarını açan insanların olduğu lokantaları, hemen yanındaki gece kulüplerini görüp şok üstüne şok geçiriyorum. yarım saat akabinde ufak bir sokaktan sola kıvrılıp gazi hüsrev bey camii'nin önüne çıkıyorum, içeride kadınlar ve erkekler teravih namazlarını kılıyorlar, namaz süresince gece kulüpleri ve barlardan müziğin sesini kısması isteniyor. hatta istendiğini sanmıyorum ben adamlar kendileri yapıyorlardır bunu büyük ihtimalle.

    ertesi gün iftar topunun atılacağı yellow fortress tepesine çıkmaya karar veriyoruz akşam üstü. yanımıza yolluk bir iki parça bir şey almak için bir markete giriyoruz, canım bir tane heineken çekiyor. arkadaşım "oğlum manyak mısın topun atılacağı yere gidiyoruz götünü keserler yukarıda" diyor. iyi peki diyip ramazan pidesi ve kaymak alıp tepeye doğru yollanıyoruz. tepeye çıktığımda ellerinde birer ikişer şişeleriyle güneşin batışını izleyen, sohbet eden, not defterlerine bir şeyler yazan gezginlerle karşılaşıyorum. hemen yanlarında yer sofrası kurmuş yerel insanlar topun atılmasını bekliyorlar oruçlarını açmak için.

    müslüman bir yabancı ülkeye yaptığım ilk ziyaret bu şekilde sonuçlanıyor. belki anlatacak çok şey var; sniper alley olsun, havaalanının altından geçen kaçış tüneli olsun, cevapcici kebabı olsun, ama mostar otobüsüne bindiğimde aklımda sadece bu inanılmaz kontrast ve insanların nasıl bu kadar uyum içinde yaşayabildiği kalıyor.

    şimdi mısır'da ölü sikmek yasallaşınca "işte islam bu!!!11" diyoruz ya arkadaşlar, hadi bir sefer de bu güzel balkan şehrini gösterip "işte islam bu, veya bu olmalı" diyelim kendi kendimize.

    gelen bir iki mesaj üzerine edit: inançsızım.
  • boşnakların sarajevo'su, bizim saraybosna'mız. coğrafî-hukukî-siyasî ve de tarihî olarak bosna hersek'in başkentidir. ama bu saraybosna'nın ikincil özelliğidir. çünkü ve asıl saraybosna, sadece bosna hersek'in değil, inadın, direnmenin, pislikle dalga geçmenin, gürleyen nehirlerin, mis kokulu sokakların, alija'nın başkentidir. saraybosna, eşşekoğlueşşek snaypırlara nanik yapmanın başkentidir.

    düşman kavi, namlular uzun, silahlar küfürbaz, roketler terbiyesiz, snaypırlar deyyus, bombalar ahlâksız olabilir; saraybosna bütün bunlara ahlâkla, edeble, terbiyeyle, gülerek, mizah duygusunu yitirmeden meydan okumanın başkentidir.

    saraybosna, sade bir başkent değil dünyanın en güzel şehridir. orada güzel sokaklar, pırıl pırıl camiler, görkemli kiliseler, sessiz sinegoglar yan yana çiçek açmıştır. kardeşliğin şehridir. miljacka bu şehrin içinden bir türkü gibi geçer.

    saraybosna, savaştan artakalan görkemiyle yarına uzanmış bir eldir. bir kere o eli tutan bir daha bırakamaz. o el başçarşı'nın, alija'nın, suada dilberoviç'in elidir.

    saraybosna, sarajevo ljubavi moja'dır, safet isovic'tir, meho puzic'tir, dino merlin'dir. sevdalinkadır.
  • miljenko jergovic sarajevo marlboroda cok carpici bir hikaye anlatir. "yillar önce bascarsija'daki bir dükkan sahibi, baharin ilk günü dükkanini kapatmis ve bir not asmis: günes nedeniyle kapali." pogaca almak icin yolu uzatan tramvay soförlerinin, snaypirin canini sikmak icin salincakta sallanan delilerin, cebindeki son parayi 250 gram kahve almak icin harcayan dedelerin ve kiyametin ortasinda güzellik uykusuna yatan kadinlarin sehri saraybosna. bitmedi. susan sontag'la bir olup mum isigi altinda godot'u beklerken'i oynayan tiyatrocularin, su borusundan silah yapan imamlarin, bütün cikislari tutan cetnikleri atlatip tüneller acan insanlarin sehri saraybosna. bitmedi. "bu savasta sizden daha cok ezilen, horlanan insanlar var, onlar; daga cikip size silah dogrultmak yerine sizinle birlikte yasamayi göze almis sirp komsularinizdir. onlara karsi merhametli olun." diyen bir kahramanin ve merhametin sehri saraybosna. mersad berber'in, dino merlin'in, amina siljak jesenkoviç'in, danis tanoviç'in, cemalettin latiç'in, abdullah sidran'in, hakan albayrak'in sehri.
  • yıllardır rüyalarımı süsleyen, nihayet geçtiğimiz hafta gidip sokaklarında dolaşma, havasını soluma şansına sahip olduğum güzeller güzeli balkan kenti, bosna hersek'in güzeller güzeli başkenti.

    kim hırvat, kim boşnak, kim sırp, kim öteki kim beriki bir türlü anlayamadığım, insan çeşitliliği ile bana istanbul'u hatırlattı bana ama colcobur doluşmamış, nüfus az olduğu için daha bir sakin sepenek bir şehir. eski osmanlı eserleri, avusturya macaristan* dönemi süslü yapıları, demir perde döneminin buz gibi ama bir o kadar de büyük sosyal yapıları ile gezilip görülmesi gereken bir yer saraybosna.

    savaş yorgunu bir şehir aynı zamanda. izlerini tam silememiş henüz, dağ taş mezar ama mezarlıklar inci gibi mermerlerle bezeli, tertemiz, eski osmanlı mezarlarının modern versiyonu sanki. binaların çoğunun duvarları mermi izleri ile dolu hala. batum gibi incelikli bir şehir ama daha avrupalı elbette, daha çağdaş, daha şık herşeye rağmen.

    barşarşı*dan başlayıp ferhadije'ye doğru yaya yolunda yürürken osmanlı'dan günümüze geliyorsunuz yavaş yavaş. aralara camiler serpiliyor, kiliseler, hatta sinagoglar. şık giyim mağazaları her şeye rağmen hala bir kaç yıl öncesinden geliyor sanki. yer gök cafe restaurant. yeme içme düşkünü bir şehir sanki. ama insanları fidan gibi, incecik.

    yamaçlara doğru yeşillikler içinde evleri sanki aşağıdaki modern şehri seyrediyorlar.

    bu kentin tramvayları da çok hoş, sanki oyuncak trenlerini bir rayın üzerine koymuş da bir çocuk, peşpeşe birbirinin ardı sıra ilerletiyor gibi. nasıl eski ama nasıl iş görüyor...

    hayat cıvıl cıvıl dışarıda. insanın dönesi gelmiyor

    ama hayat istanbul'da akıyor benim için, ağlaya ağlaya dönüyorsun, üstelik o en çok sevdiğin şehre dönüyorsun ama ağlaya ağlaya...

    saraybosna da ağlıyor son akşam havaalanında.

    ağlama sarajevo
    yine geleceğim

    (bkz: saraybosna günlüğü)
  • insanları güzel, yemekleri nefis, kadınları enfes, içkisi ucuz bir 90'lar şehri. insanlar rahat, ellerinde akıllı telefonlarla dolaşmıyorlar, oturup muhabbet ediyorlar. bol bol sigara içiyorlar, her yerde sigara içiyorlar, sürekli sigara içiyorlar. kafaları o kadar rahat ki, rahatlarını bozmasın diye km'yi de sabitlemişler, takılıyor adamlar.
    etlerinin, böreklerinin tadı damağımda.
    özentilikleri de yok. paraları yoksa gidip çakma lacoste almak yerine küçük dükkanlardan alışveriş ediyorlar. farklı dinler bir arada gül gibi yaşayıp gidiyor.
    ufacık da bir şehir 1 gün bile yeter görülecek yerlerini görmeye ama tadını çıkarmak için 2-3 gün kalınmalı. bol bol ucuza içip, yemeli sonra oturup muhabbet etmeli.
    savaşın izleri filan evet birkaç tane kurşun delikli binalar gördüm de insanların yüzlerinde neşeyi daha çok gördüm.
  • güzel insanların yaşadığı, şimdiye kadar gördüğüm en güzel şehir.
    öyle insanları var ki; yüzlerine gülümsediğinizde aynı tebessümle karşılık veriyorlar. inanılmaz güleryüzlü, saygılı ve temizler. bir tane kötü kokan insanla karşılaşmadım.. sokaklardaki dilenciler dahi tertemizdi.
    yiyecek-içecek ve ulaşım şaşırtıcı derecede ucuz. şehrin en güzel pub'ı olduğunu söyledikleri yerde bira sadece 3 lira.
    restoranda, kafede, barda servis çok hızlı.
    trafik sorunları yok gibi görünmekle birlikte, trafik kurallarına uyuyorlar.
    havaalanı şehrin içinde, şehir de kocaman dağlarla ve bulutlarla çevrili olduğu için; uçakların iniş-kalkış safhaları, pilotları strese sokuyormuş.
    minnacık free shopunda, istanbul'dakinde fellik fellik arayıp da bulamadığım her şeyi buldum. aynı zamanda; bulduğum her ürün 2-3 euro daha ucuzdu.
    saraybosna'ya iner inmez, şehre aşık oldum. çünkü heryer yemyeşil.. almanya'daki üçgen çatılı evlere benzer yapılar, dağların eteklerine dağılmış. hepsinin bahçesi var.
    şehrin içinde, gezebildiğim yerlerde gördüğüm binaların birçoğunun üzerinde hala kocaman kocaman kurşun delikleri var. çok üzücü. tahminim; yaşadıklarını, ne dönemlerden geçtiklerini unutmamak için binaları restore etmemişler. diğerlerinin, onlara yaptigi iskencelere ragmen hala nasil bu kadar hosgorulu ve insansever olabildiklerini dusunup, insanlarina bir kez daha hayran kaldim.
    gördüğüm çocukların hepsi çok güzeldi. alışveriş merkezlerinde; ağlayan, bağıran, koşturan, sinirbozucu çocuklar yoktu. onların yerine; sürekli gülen ve arkadaşlarıyla birlikte kimseyi rahatsız etmeden sessiz sakin oyunlar oynayan çocuklar vardı.

    negatif yönde yorumlayabileceğim tek şey; kapalı mekanlarda hala sigara içilebiliyor olması.
  • balkanların ortasında bir bursa, başçarşı, tecavüz edilip öldürülmüş küçük kızların sokakları süsleyen resimli lahitlerinin altındaki "sokakta söylediği şarkılar hâlâ kulaklarımızda" yazıları, caddelerdeki yüzlerce sokak, salihapasij kitapçısı, cevap, kurufasulye, "allaha emanet", yamaçlardaki binlerce mayın, savaşın izi, hayatın sıcaklığı

    "biz"den hoşlanmayaların bile ağlamaktan bitâp düşerek "bizden" demek zorunda kaldığı şehir.

    eski sevgili...
  • gezi yazısı yazmaktan pek hazzetmem, becerikli de değilim zaten. fakat bu mütevazı şehrin sıra dışı bir özelliğine hiç değinilmemiş, satranç tutkusu. bizim için tavla neyse saraybosna insanı için de satranç o, hatta fazlası. başçarşı üzerinde bulunan ismine dikkat etmediğim (ortodoks katedrali yanında) bir parkta bulunan bahçe satrancı başından eksik olmayan bir güruh var. kalabalıktan sıra bulamayan insanlar kendi satranç takımlarını alıp bir kenarda oynamaya başlıyorlar. sabahtan akşama kadar satranç oynayan insanlar, isteyen gidip katılabiliyor. yemek yerken telefonla oyalanmak yerine rok çekiyorlar, yolda yürürken sağı solu mat eden çobanlar görüyorsunuz. bu güzel oyun şehrin her tarafına işlemiş, harikulade.
hesabın var mı? giriş yap